AHISKA’DAKİ BİR CAMİYE CUMA ve
BAYRAM NAMAZLARI İÇİN MİNBER KONULMASI
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde (Ali Emiri Tasnifi, II. Mustafa, Dosya No: 4/314) bulunan ve m. 1112.Z.29 (m. 6.6.1701) tarihli belgenin (vesikadaki satırların sırasına uygun olarak) günümüz Türkçesine çevrilmişi aşağıdaki gibidir:
“Minber konulup Cuma ve bayram namazlarının kılınmasına, padişah olarak iznim olmuştur. (1)
Arz-ı bende-i bî-mikdâr budur ki Şevketlu Kerâmetlu Mehâbetlu İnâyetlu Pâdişâhım (2)
Ahıska kazasına bağlı Meydan adlı köyün ahalisi çoktur. Adı geçen köy ve civarında cami olmayıp Cuma namazını kılmakta zorluk çekmektedirler. Ahıska kazası naibi (3), adı geçen köyde Süleyman adlı kişinin bina eylediği mescide, o köyün ahalisinin kendi mallarıyla minber koyarak Cuma ve bayram namazlarını kılmak için Padişahın izninin layık ve münasip kılınmasını ricasını arz eder. Ol bâbda emr ü fermân şevketlu mehâbetlu kerâmetlu inâyetlu pâdişâhımındır. (4)”
***
Belge hakkında: Cuma ve Bayram namazları, İslam Hukukunda, İmam (Halife, Emir-ül-mü’minin, sultan, padişah, yani biat edilen yönetici) tarafından verilen izne tabidir. (5)
Ahıska’nın Meydan köyündeki camiye de minber konulup cuma ve bayram namazları kılınması için Ahıska kazasının kadı vekili Sadrazama başvuruyor, Sadrazam da Padişaha arz ediyor. Padişahın izni çıktığından, artık o köyde cuma ve bayram namazları kılınabilir.
Cuma ve Bayram namazlarının İslam Hukukundaki yeri ve önemi, günümüz Müslümanların yeterince bildiği bir konu değil maalesef. Cuma namazlarını, ülkemizdeki erkeklerin çoğu, önem vererek eda ediyorlar; bayram namazlarına olan revaç ise çok daha fazla. Bu rağbet ve revaç ilimle yani bilerek ibadet etmeyle taçlansa ne güzel olur.
_____________
(1) Bu cümle, Sultan II. Mustafa Han’nın hatt-ı hümayunudur (elyazısıdır.) Hatt-ı hümayunlar, sadrazamın arz ettiği mevzular üzerine, padişahların emir, talimat veya hükümlerinin yazılı ifadesidir; padişaha duyulan saygı sebebiyle bunlar, belgenin en üst kısmında yer alır. (Sultan II. Mustafa Han, 1664–1704 yılları arasında yaşamış, 1695–1703 senelerinde tahtta kalmıştır.)
(2) Bu hitap cümlesi klişedir ve Sadrazamın Padişaha hitabıdır.
(3) Nâib: Kadı vekili. Kadı, Osmanlılarda yargı işlerine bakan görevliye verilen bir unvandır. İslâmiyet’in ilk devirlerinden itibaren var olan bu müessese, Osmanlıların da ilk dönemlerinden itibaren var olmuştur. Osmanlılarda kadılar, bulundukları kazalarda yargı görevini yapar, belediye başkanlığı yapar, görevliler hakkında rapor düzenler, merkezden gelen emirleri duyurur, sözleşmeleri onaylar. Osmanlılar, beylik dönemlerinden itibaren fethedilen yerlere hukuku temsil etmek üzere bir kadı ve idareyi temsilen bir subaşı tayin ederlerdi.
(4) Bu mevzuda emir ve ferman padişaha aittir. (Osmanlı diplomatikasında bir saygı cümlesidir.)
(5) Cumanın edası için altı şarttan (konumuzla ilgisi olan) ikisi şunlardır:
1. Cuma namazını Veliyyülemrin (idarecinin) veya onun göstereceği kimsenin kıldırmasıdır. Şöyle ki: Cuma namazını ya en büyük idareci veya onun izni ile diğer bir şahıs kıldırmalıdır. İdareci veya onun görevlendirdiği bir şahıs bulunmayan bir yerde (mesela daru-l-harb gibi), müslüman cemaatın tayini ile içlerinden biri cuma namazını kıldırabilir.
Hutbe okumaya izin, namaz kıldırmaya da izin olmalıdır. Aksi de böyledir. Bu her iki görevi yapmaya yetkili olan zat, bir özür olsun, olmasın, yerine başkasını tayin edebilir. Başkasını tayin için kendisine yetki verilmemiş olsa bile yine yapabilir. Fakat hatibin huzurunda izin almaksızın başkasının hatiblik görevini yapması caiz değildir.
2. Genel izindir. Belli bir yerde müslümanların toplanıp cuma namazını kılmaları için idareci tarafından müsaade edilmiş olmalıdır. Bazı şahıslara özel bir şekilde tayin edilen ve kapısı başkalarına kapatılan yerlerde cuma namazını kılmak caiz olmaz. Fakat mabedin kapısı açık bırakılarak insanların girmesine izin verildiği takdirde, başkaları gelmemiş olsa da, cuma namazları sahih olur. (Bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali; tarafımızdan sadeleştirilmiştir.)
/// Uğur Cemil GÜL-E. Mahmud MANİSALI tarafından kaleme alınan bu yazı, Yüce Devlet Dergisi’nde (12. sayı, 1 Şubat 2013) yayınlanmıştır.