Cuma, Şubat 14, 2025

ATEBAT-I ALİYE (Necef, Kerbela, Kazimiye, Semerra)

 

ATEBAT-I ALİYE (Necef, Kerbela, Kazimiye, Semerra)

 

Atebât, “eşik” anlamına gelen atebe’nin çoğuludur. Daha çok “atebât-ı mukaddese” ve “atebât-ı âliye” diye anılan bu yerler Necef, Kerbelâ, Kâzimiye ve Semerra‘da bulunmaktadır. Necef’te Ali bin Ebû Tâlib kerremallahu veche efendimizin defnedildiğine inanılan yer, Şiîler tarafından ilk mukaddes mekân olarak kabul edilmektedir. İddialara göre bu kabir Emevîler devrinde gizli tutulmuş daha sonra Hamadânî’ler tarafından kubbeli bir türbe olarak yaptırılmıştır.

İkinci önemli atebe olan Hz. Hüseyin radiyallahu anh hazretlerinin Kerbelâ’daki türbesi, Necef’teki türbeden önce tanınmaya başlamış ve ilk Kerbelâ olayından yaklaşık kırk gün sonra Câbir bin Abdullah tarafından ziyâret edilmiştir. Fırat havzasında kurulmuş iki şehir olan Necef ile Kerbelâ, Hz. Ali ile oğlu Hüseyin’in defnedildiği yerler ve ayrıca bazı tarihî olaylara sahne olmaları bakımından bütün Müslümanların (ve özellikle Şiîlerin) büyük ilgisini çekmiştir. Sünnî olsun Şiî olsun, bölgeye hâkim olan ve burayı ziyaret eden bütün hükümdarlar tarafından ilgi gösterilmiştir. Selçuklu Sultanı Melikşah, bölgeyi ziyareti sırasında türbeyi donatmıştır. İlhanlı hâkimiyeti döneminde Fırat’tan bir kanal açtırılmış, her iki şehirde de misafirhaneler ve görevliler için meskenler yaptırılmıştır. Şah İsmail döneminde başlayan Osmanlı-İran mücadelelerinde bölgeye hâkim olanlar, burası için her zaman daha iyi şeyler yapma yarışına girmişlerdir. Nitekim Şah İsmail Necef kanalını ıslah ederken, Kanûnî Sultan Süleyman da 1534’te bölgenin fethi şerefine Kerbelâ’ya bir kanal açtırmıştır. Bölgenin I. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı hâkimiyetinde kaldığı dönemlerde Osmanlılar’ın ihtimamı yanında İran şahlarının ve Hindistan Şiîlerinin bu kutsal mekânlara bağışları da devam etmiştir.

Kâzimiye’de bulunan atebe, yedinci imam Musa el-Kâzım rahmetullahi aleyh ile dokuzuncu İmam Muhammed et-Tâkî rahmetullahi aleyh hazretlerinin türbeleridir. Evliya Çelebi‘nin belirttiğine göre Musa Kâzım türbesini Harun Reşid yaptırmıştır. Daha sonra Şah İsmail’in başlattığı onarım ve genişletme çalışmaları Kanûnî Sultan Süleyman tarafından tamamlattırılmıştır.

Diğer bir atebe şehri olan Samarra’dır. Halife Mu’tasım tarafından kurulan ve bugün küçük bir kasaba durumunda olan Samarra’da onuncu İmam Ali el-Hâdî rahmetullahi aleyh ile on birinci İmam Hasan el-Askerî rahmetullahi aleyhin türbeleri bulunmaktadır.

Necef, Kerbelâ ve Kâzımiye’deki türbe-mescidler fevkalade ihtişamlıdır. Hepsinin kubbeleri altın kaplı, minareleri altınla bezelidir. Çok uzaklardan bile pırıltıları göz kamaştırır. Türbe-Mescidlerin içindeki sandukalar, çepçevre halis gümüş parmaklıklarla diğer mekânlardan ayrılır. Bu mekânlar Şiîlerin bilhassa muharrem ayındaki ihtifallerinin yapıldığı çok geniş avlular ile çevrilidir.

Diğerlerine nispetle çok sade olan Hz. Ali’nin şehid edildiği tarihî Kûfe Mescidi, Necef’teki Hz. Ali Türbesi, Kerbelâ’daki Hz. Hüseyin Meşhed’i ile burada nadide mermerlerle kaplı olup içinde devamlı mumlar yakılan Hz. Hüseyin’in şehid edildiği yerde yapılmış oda, Hüseyin’in kardeşi Abbas radiyallahu anhın türbesi, Kâzımiye ve Samarra’daki türbeler yılın her gününde ziyaretçilerle dolup taşmaktadır. Bilhassa hac mevsiminde yoğunlaşan izdiham muharrem ayında doruk noktasına ulaşır. Ziyaretler esas itibariyle sandukanın etrafında tekbir getirilerek ve özel dualar okunarak tavaf şeklinde yapılırsa da vecd içinde kendilerinden geçmiş Şiî ziyaretçilerin taşkınlıklarına da sık rastlanır.

Kerbelâ’nın suyu ve toprağı, Hz. Hüseyin ve yakınlarının kanı ile karışmış olduğuna inanıldığından mübarek ve şifalı sayılır. Ayrıca hemen her Şiî, yanında Necef toprağından yapılmış küçük bir secde taşı (türbet veya mühür adı verilir) bulundurur, namazda onun üzerine secde eder ve bunun faziletine inanır.

Pek çok Şiînin idealinde ölünce bu topraklara gömülmek arzusu yatar. İran, Hindistan ve Pakistan’dan varlıklı kişilerin cenazelerinin buralara getirilip gömüldüğü görülür.

İşte ele aldığımız belge de Osmanlı döneminde geçen böyle bir olayı aktarmaktadır (ve Osmanl-İran devletleri arasındaki seviyeli ve iyi münasebetlerin de güzel bir örneği olması bakımından da dikkat çekicidir.)

 

Bâb-ı Âlî
Dâire-i Hâriciye
Mektubî Kalemi
Aded 835

Huzûr-ı Sâmî-i Hazret-i Sadaret-Penâhî’ye

Marûz-ı Çâker-i Kemîneleridir ki
Şehâmetlü İran Şahı hazretlerinin ammî Akdüddevle’nin cenâzesinin sûret-i istisnâiyede olarak emsâli vecihle atebât-ı âliyâta nakl ve defnine bi’l-istizân müsâde-i hazret-i hilâfet-penâhî şâyân buyurulduğunu mutazammın cevâben resîde-i dest-i ta‘zîm olan 24 Ramazan sene 1319 târîhli tezkere-i sâmî-i cenâb-ı sadâret-penâhîleri mütalaa-güzâr-ı âcizî olarak keyfiyet İran Sefâretiyle Meclis-i Sıhhıyye riyâset-i sâniyesine iş‘âr kılınmışdı. Merhûm-ı müşârün-ileyhin cenâzesinin bu kere on nefer me’mûre tevdîan Tahran’dan atebâta nakl edlimekde olduğundan bahisle hakkında ihtirâmât-ı lâyıka ve me’mûrîn-i mûmâ-ileyhim haklarında dahi muâvenet-i lâzıme îfâsı ve üzerlerinde bulunan silâhlarına ilişilmemesi zımnında Bağdâd vilâyet-i celîlesine telgrafla evâmir-i lâzıme i‘tâsı iltimâsını şâmil sefâret-i müşârün-ileyhâdan alınan takrîrin sûreti leffen takdîm kılınmış ve îfâ-yı muktezâsı menût-ı irâde-i aliye-i sâderet-penâhîleri bulunmuş olmağla emr ü fermân hazret-i men lehü’l-emrindir.
Fî 9 Safer sene 1320 ve fî 4 Mayıs sene 1318

Hâriciye Nâzırı
Tevfik (Ahmed Tevfik Paşa)

Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki (A.MKT.MHM. 577 / 7) bu belgeyi şimdiki dile kısaca şöyle aktarabiliriz:

Bâb-ı Âlî (Başbakanlık)
Dışişleri Dairesi
Mektubî Kalemi (özel kalem)
Sayı: 835

Sadrazam’ın yüce huzuruna,

İran Şah’ının amcası Akdüddevle‘nin cenazesinin bir istisna olarak emsali gibi atebât-ı âliyâta (yüce atebelere) nakil ve burada defnedilmesine Padişah hazretleri tarafından onay verildiğine ilişkin gönderdiğiniz tezkere elime geçtikten sonra keyfiyet İran Sefareti ve Meclis-i Sıhhıyye Başkanlığına bildirilmiştir. İran Şahı’nın amcasının cenazesini on kadar görevli ile birlikte Tahran’dan atebât-ı âliyâta nakl edilmekte olduğundan bahsedilerek görevlilere gerekli kolaylıkların gösterilmesi ve üzerindeki silahların alınmaması konusunda Bağdat vilayetine emir verilmesine ilişkin İran Sefaretinden alınan takririn sureti ekte takdim kılınmıştır.
9 Safer 1320 / 4 Mayıs 1318 (18 Mayıs 1902)

Hariciye Nazırı
Tevfik [Ahmed Tevfik Paşa (1845–1936); son Osmanlı sadrazamıdır; sonradan Okday soyadını almıştır]

 

* Hayreddin MERAL’in (Osmanlı Arşivi Uzmanı) bu yazısı, Yüce Devlet Dergisi’nin 15 Şubat 2010 tarihli 4. sayısında yayınlanmıştır.