DEVLET NEDİR?
* KAAMÛS-I TÜRKÎ, Şemseddin Sami, 1901.
Devlet: baht, tali’, saadet; nimet, mevki, servet; müstakillen idare olunan hükümet ve ülkesi.; hükümet süren sülale.
* DICTIONNAIRE LAROUSSE ANSİKLOPEDİK SÖZLÜK, 1993
Devlet: 1. Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasi bakımdan örgütlenmiş, kültürel birliği olan, yönetilen ulus veya uluslar topluluğunun belirli sınırlar içerisinde yaşamasıyla oluşan siyasi toplum. 2. Devlet yönetiminin merkezi ögeleri, hükümet. 3. Kamu organlarının, güçlerinin tümü. 4. Mutluluk, talih (Başına devlet kuşu kondu.)
Bir siyasi kavram olarak devlet, site, cumhuriyet kavramı gibi kavramlardan çıkmıştır. Bireysel iradelerin ürünü olan devlet, bu iradelerin birleştiği düzey olarak da tanımlanır. “Sözleşme” sorunsalından ayrılan Hegel, devleti sivil toplumdan veya gereksinmeler alanından ayırarak öz bilincinden olan etik bir varlık biçiminde ele almıştır. Bu durumda devlet yalnızca mantıksal değil, tarihsel bir olgudur. Marksistlere göreyse devlet, egemen sınıfın hizmetinde bir denetim ve baskı organıdır.
* İSLAM ANSİKLOPEDİSİ’nde DEVLET
DEVLET: Belli sınırlar içindeki insan topluluğuna ait siyasî hâkimiyetin teşkilâtlanmış şekli.
Arapça’da devlet veya dûlet “değişmek, bir halden başka bir hale dönmek; nöbetleşe birbiri ardınca gelmek, dolaşmak; üstün gelmek, zafer kazanmak” mânalarına gelir. Çoğulu düveldir. Bazı dilciler, kullanım bakımından iki kelime arasında fark bulunmadığını söylerken bazılarına göre devlet savaşla, dûlet ise malla ilgili olarak kullanılır ve ilki zaferin taraflar arasında el değiştirmesini, diğeri ise servet ve zenginliğin elden ele dolaşımını ifade eder. …
Kur’ân-ı Kerîm’de “dvl” kökünden gelen kelimeler, “dönüşümlü olmak” ve “elden ele dolaşan mal” anlamlarına işaret edecek tarzda iki yerde kullanılmaktadır. İlki, Uhud Gazvesi’nde nisbî yenilginin acısını tatmış olan müslümanlara ilâhî bir sünnetin beyanı sırasında geçer ve müslümanların zaferiyle sonuçlanan Bedir Gazvesi hatırlatılarak şöyle denilir: “Biz o günleri insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz“. İkincisi ise ganimetlerin çeşitli kesimler arasında taksiminin hikmetini vurgulamak üzere, “Böylece o mallar, içinizden yalnızca zenginler arasında dolaşan bir servet (dûle) olmaz” mealindeki âyettir. …
Devlet kelimesinin İslâm’ın erken dönemlerindeki kullanımı ile modern devlet kavramı arasında, ancak belli safhalardaki anlam değişikliklerinin tesbitiyle izlenebilecek farklılıklar vardır. Bu anlam değişikliklerini üç safhada incelemek mümkündür. Devlet kelimesinin siyasî bir kavram haline gelmesinin ilk safhasında kazandığı anlam “zafer, güç” veya “hâkimiyetin dönüşümlü olarak el değiştirmesi” şeklindedir. Bu açıdan zafer, güç, saltanatın değişimi ve iktidar süresi kavramın ana unsurları olarak kendisini göstermiştir. … İkinci safhada devlet kelimesi hâkimiyetin değişmesinden çok sürekliliğini ifade eden bir kavram haline gelmiş, nihaî siyasî otorite ve yapı için kullanılmaya başlanmıştır. … Abbasî hilâfetinin zayıfladığı dönemlerde de devlet terimi egemen bir hanedanı veya onun siyasî hâkimiyetini ifade etmiştir. … Osmanlı Devleti’ni ifade eden Devlet-i Âl-i Osman tabiri de bu safhadaki anlam sürekliliğini yansıtmaktadır. Ancak “devlet-i ebed-müddet” şeklindeki kullanımda bir taraftan gücün ve zaferin, diğer taraftan siyasî yapının sürekliliği vurgulanmıştır. Devlet kelimesinin hem hâkimiyetin el değiştirmesi hem de bu hâkimiyete dayalı siyasî yapı için kullanılmış olması, İslâm düşünce tarihindeki devrî tarih anlayışının bir tezahürü olarak görülebilir, Nitekim devlet kelimesini süreklilik arzeden siyasî yapı anlamında kullanan İbn Haldun’un tarih görüşünü “devletlerin ömrü” fikrine dayandırması bu bakımdan dikkat çekicidir. Üçüncü safha ise devlet kelimesinin çağdaş siyaset literatüründeki kullanımında kendini gösterir. Bu safhada kavram tamamıyla millet-devlet (nation-state) esasına dayalı “milletlerarası sistemin her bir unsuru” anlamını taşımaktadır.
Devlet kelimesinin geçirdiği bu anlam değişikliğinin son safhası, Batı dillerindeki state, staat etat stat, stato kavramlarının tercüme karşılığıdır. Devletin siyasî gücün kurumlaşması anlamıyla evrensel bir nitelik taşıdığı açıktır. Bu anlamda devlet, tarihin ilk dönemlerinden bu yana her toplum için hayatın vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Fakat bu siyasî gücün mahiyeti, fonksiyonları, yapılanma biçimleri ve ahlâkî sınırları daima kültürel zeminin özellikleriyle bağlantısını korumuştur. Günümüzde bu tercümeye dayalı kullanımın İslâm toplumlarında oluşturduğu yorum kargaşasının temelinde devletin tarihî açıdan ve kavram olarak taşıdığı anlamın kültüre bağımlı özelliği yatmaktadır. …
…
Batı medeniyetiyle karşılaşma ve hesaplaşma süreci, müslüman düşünürlerde yeni devlet anlayışlarının ortaya çıkışına yol açmıştır. Bu dönemde temel siyasî mesele, devlet yapısının oluşmasında siyasî katılımın etkin bir tarzda arttırılmasını sağlayacak müesseselerin oluşması ve temel İslâmî kaynaklar açısından yorumlanması olmuştur. İslâmî siyasî ideallerle modern siyasî mekanizmalar arasındaki uyum bu dönemin en öncelikli gündemini oluşturmuştur. Muhammed İkbal’in, İslâm hukukunun temel kaynaklarından olan icmaa getirdiği yeni yorumla onu modern dünyada yükselen cumhuriyetçi ruhun yegâne mümkün formu olarak görmesi, Nâmık Kemal’in şûra prensibiyle Osmanlı meşrutiyeti arasında kurduğu bağlantı, Reşîd Rızâ’nın şûrayı, siyasî hayattaki katılımın ve kolektifliğin en önemli şartı olarak görmesi, Mevdûdî’nin particilik bölünmesinin yansımadığı İslâm meclisi ideali bazan birbirinden farklı sonuçlara ulaşan, fakat genelde çıkış noktalarında aynîleşen arayışların farklı tezahürleridir. Bu arayışlar sömürgeci dönemden sonra yeni bir safhaya girmiştir. Özellikle II. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda müslüman toplumlar süratle bağımsızlıklarını kazanmışlar ve kendi devletlerini oluşturma çabasına girmişlerdir. Yeni devletlerin ortaya çıkışı bu devletlerin kimliği, tanımlanması ve idare şekli gibi meseleleri de beraberinde getirmiştir. Millet-devlet örgütlenmesine dayalı yeni devlet yapılanması, İslâm dünyasında din-devlet ilişkisi hususunda yeni ve çetin bir tartışma dönemini açmıştır. Hilâfetin ilgasını takip eden yıllarda İslâm dininin devlet hayatından tamamıyla uzak tutulması gerektiğini savunan Ali Abdürrâzık gibi düşünürlerin karşısında yeni devletlerin kimliklerinin İslâmî esaslara göre tanımlanmasını öngören devlet anlayışları geliştirilmiştir. İslâmî devlet kavramı bu tartışmanın bir ürünü olup hilâfetin kaldırılmasının doğurduğu boşluğu doldurmaya yönelik bir çabadır. Bu yeni kavrama öncülük eden Mevdûdî ve Seyyid Kutub gibi düşünürler, bir taraftan halkın değil Hakk’ın hâkimiyeti fikrine dayalı bir siyasî anlayış geliştirirken diğer taraftan icmâ, şûra, biat gibi İslâmî prensiplerin çağdaş siyasî katılım mekanizmalarının bütününe alternatif olabilecek bir devlet anlayış ve yapılanmasını sağlayabileceğini savunmuşlardır. Bu anlamda İslâmî devlet fikri İslâm inanç bütünlüğünün tabii bir sonucu olarak yorumlanmıştır. [Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (madde yazarı: A. Davutoğlu), İstanbul 1994, c. 9, s. 234-240; https://islamansiklopedisi.org.tr/devlet]
MİSALLİ BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK, Kubbealtı Neşriyat, İlhan Ayverdi, 2006
Devlet: 1.Belli bir toprakta bir hükümet idaresi altına teşkilatlanmış bulunan bağımsız siyasi topluluk, milletin hukuki şahsiyet kazanmış şekli: Arada dişe dokunacak bir mükafat olmadıkça iki devlet birbirine silah çekmez. (Cenab Şehabeddin). 2. Büyük bir topluluğu yöneten organ, hükümet. Devlet erkânı. 3. Ululuk, büyüklük, büyük rütbe, büyük mevki ve makam: Ulu devlet buldun sen ey dildar sen (Süleyman Çelebi). 4. Mutluluk, saadet, talih, baht Beklersen eğer beni ne devlet! (Abdülhak Hâmid).
* ÖTÜKEN TÜRKÇE SÖZLÜK, Yaşar Çağbayır, 2007
Devlet: 1.Talih. 2.Mutluluk. 3.Kültürel birliği olan ve kurumlaşmış bir iktidar tarafından yönetilen millet veya milletler topluluğunun, sınırları belirli bir toprağa yerleşmesi sonucunda meydana getirdikleri siyasi varlık. 4. Bu yönetimin şekli. 5. Hükümet ve yönetim katı, makamı. 6. Kamu güçlerinin ve organlarının bütünü. 7. Büyüklük; makam. 8. Varlık; zenginlik. // devlet adamı: Yönetim işinden anlayan ve ülke yönetiminde birinci derecede rol oynayan kimse. // devlet baba: Devletin vatandaşları için koruyucu ve güven verici özellilerini ifade eden söz. // … devlet düşkünü: Varlık ve mutluluk içinde yaşarken sonradan yoksul düşmüş kişi. // devlet eşiği: 1. Saray. 2. Saltanat yeri. 3. Hükümet. // devlet felsefesi: Devletin ve toplumsal hayatın özü, doğuşu, anlamı, temel ilke ve biçimleri hakkında geliştirilen öğretiler. // devlet gemisi: Devletin yönetim işi. // devlet-i aliye: Yüce devlet, Osmanlı devleti. // … devlet içinde devlet: Bir devlet veya topluluk içinde aşırı özerk duruma gelmiş ve kendi başına buyruk topluluk. // devleti tepmek: 1. Mutluluğunu kendi eliyle yok etmek. 2. Kendine yapılan iyiliği bilmemek. 3. Kısmetini geri çevirmek. // devleti dönmek: Şansı kötüye gitmek. // devleti düşmek: Bahtı dönmek, yıldızı sönmek, yıldızı kararmak. // … devlet-i ebed–müddet: Egemenliği sonsuz olan devlet. // devlet-i ezelî: 1. Başlangıcı bilinmeyen büyük mutluluk; kut; ikbal. 2. Zenginlik. 3. Büyük mevki. // … devlet-i müebbed: 1. Sonsuza kadar yaşayan devlet. 2. Büyük mutluluk. 3. Şans, talih; kut. 4. Büyük makam veya rütbe. // devlet-i şehâdet: 1. Şehitlik mutluluğu. 2. Ahiretteki en büyük mutluluk. // … devlet kapısı: 1. Devlet. 2. Resmi daire; devlet işlerinin görüldüğü yer. // … devlet kuşu: Beklenmedik umulmadık iyi bir durum; şans, talih. // … devletten düşmek: Rahat ve mutluluğunu yitirmek. // …
TDK TÜRKÇE SÖZLÜK, 2007
Devlet: 1. Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık: Türkiye Devleti. 2. Bu tüzel varlığın yönetim organları: “Devlet hizmetinde epeyce ileride sayılanlardan olsa gerek.” (M. Ş. Esendal). 3. Büyüklük, mevki. 4. Mutluluk: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” (Muhibbi). 5. Talih.
VİKİPEDİ, 2011
Devlet: Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık.
Hukukî açıdan devlet, genellikle unsurlarından hareketle tanımlanır. Buna göre devlet; “Ülke adı verilen belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde bir siyasi iktidar altında örgütlenmesidir.” Bu tanımdaki unsurlar şunlardır:
İnsan unsuru: Halk ya da millet unsuru olarak da adlandırılabilir. Belirli bir alanda birlikte yaşayan ve çeşitli bağlarla ortak yaşama iradesi gösteren insan topluluğudur. Bir devleti oluşturacak insanların sayısı hakkında bir alt sınır olmamakla birlikte devletin niteliğine göre makul bir alt sınır kabul edilebilir. Modern yaklaşıma göre millet unsurunun kurulabilmesi için manevi nitelikte bağlar yeterli olup bu manada birlikte yaşama iradesinin doğması yeterlidir.
Egemenlik unsuru: Siyasal iktidar unsuru olarak da adlandırılan bu unsur, Devletin esas kurucu unsurudur. Belirli bir yeryüzü parçası üzerinde yaşayan insan topluluğunun üstün irade çerçevesinde örgütlenmesidir. Egemenlik kavramı otoriteden farklı olarak ülke içinde biricik meşru güç kaynağı olmayı ifade ederken ülke dışında (uluslararası alanda) bağımsız olmak anlamına gelmektedir.
Ülke unsuru: Ülke, coğrafi anlamda bir bütünlük teşkil eden ve sınırları belirlenebilir bir kara parçasını ifade eder. Ancak devletin sınırları konusunda bir tartışma bulunması mümkündür. Ancak devlet sınırları öngörülebilir bir toprağa sahip olmalıdır. Devletin ülkesi kara ülkesi, deniz ülkesi ve hava ülkesi olarak üçe ayrılır.
Devlet şekilleri: Üniter (Tekli) Devletler: Siyasi otoritenin tek merkezde toplandığı, merkezî otoritenin tek bir anayasa ile sağlandığı devletlerdir. Yasama organının yaptığı kanunlar bütün ülkede uygulanır. (Örn: Danimarka, Fransa, İngiltere, İsrail, İtalya, İrlanda, Norveç, Yunanistan, Türkiye). Karma (Bileşik) Devletler: Birden fazla devletin kendi aralarında gerçekleştirdikleri bir anlaşma ile birleşmeleri sonucu oluşan devletlerdir. İki şekilde olabilir: Konfederasyon: Bağımsız devletler tarafından egemenliklerini koruma şartı ile oluşturulan ve üye devletlere diledikleri zaman ayrılma hakkı tanıyan karma devlet biçimidir. (günümüzde örneği yoktur, eski Almanya). Federasyon: Ortak bir anayasa altında birleşen devletlerin oluşturduğu devlet biçimidir. Bu tip devletlerde ayrıca her federasyonun kendi anayasası, yürütme ve yargı organları vardır. (Örn.: ABD, Almanya, Kanada). …
Devlet siyasal bir birliktir. Bunun için her şeyden önce devleti kuran bireyler arasında kültürel bir birlik lazımdır. Ancak kültürel birlik devletin yaşaması için yeterli değildir. Tarihte görülen birçok iç savaşlar kültürel birliğin devlet kurulmasında yeterli olmadığını göstermektedir. Amerikan iç savaşının anayasal düzenin kurulmasının ne kadar gerekli olduğunu ortaya koyması ve savaş kültürü yerine hukuk devlet ilişkisinin kavranması açısından önemi büyüktür.
Devlet, çağdaş toplumlarda en önemli kurumdur. Siyasal kurumların en iyi örgütlenmiş olanıdır. Üstün bir yaptırım gücü, zorlama olanağı vardır. Polis, jandarma ve ordu yalnızca devleti yönetenlerin emrindedir.
* Bu araştırma YÜCE DEVLET DERGİSİ’nde (15 Temmuz 2011, sayı 9) yayınlanmıştır.
“MEDENİYET MİLLET DEVLET BİRLİK” KİTABINDA “DEVLET”
“Devlet üzerine düşünmek önemlidir. Bir toplumun en üst organizasyonu olarak devlet, en küçüğünden en büyüğüne değin herkese ulaşan ve çerçeveleyen bir kurumdur. Lakin devleti doğru anlamak lazımdır, çünkü devlet olduğu gibi duran bir kurum (ya da kurumlar topluluğu) değildir. İnsana ait olan her şey gibi devlet de değişmeye ve gelişmeye tabidir.
Devletin Kur’an-ı Kerim’deki anlamı “gücün ve malın elden ele geçmesi”dir. Batı dillerindeki “state” kelimesinin sözlük manası “hal, durum, vaziyet”tir. Devlete verilen ilk tanımlama ya da sözlük karşılıkları dahi, devleti sadece şekil, dış yapı veya kurum olarak görenlerin fikirlerini çürütmeye yetiyor. Devlet bir sürekliliktir, evet, lakin anlayış, düşünce ve yaklaşım tarzlarının farklılaşmasıyla değişen bir devamlılıktır. Zamanın ve şartların değişmesi ile yenilenen bir süreklilik. Zaten eğer değişemiyor ve yenilenemiyorsa bir devletin uzun süre yaşaması mümkün değildir. Ve bu, dünya tarihinin değişmez bir kaziyyesi, yüzlerce örneği olan bir kaidesidir. Zamana bağlı olarak insanların değişen talep ve ihtiyaçlarının, dünyanın temelinde olan rekabet ve çekişmenin, büyük hadiselerin yüksek geriliminin zorlaması ile devlet de değişir; hem devlet olma düşünce ve anlayışları farklılaşır hem de devlete ait şekil ve kurumlar başkalaşım geçirir. Devleti devlet yapan aynı zamanda gerçek ve kuvvetli yöneticilerdir; onların güçlü etkileri de devleti değiştirir. Mutlakıyet, meşrutiyet, cumhuriyet, monarşi, demokrasi vb. yönetim biçimlerinin zaman içinde gelişmesi ve hâkim olmasıyla da devletler bir başka değişim daha geçirirler.
Devlet, insanlık tarihinde hep var olmuştur. Fetret, anarşi, keşmekeş dönemleri olmuştur ama devlet hep var olmuştur. İlkel zamanlarda devletin bulunmadığı fikri de doğruyu ifade etmemektedir. Devletin tek bir şekli yoktur. Asıl anlamıyla devlet, toplumların gücünün kurumlar ve şahıslarca kullanılması, millete ait malların dağılım ve paylaşımlarının belirlenmesidir. Bu konuda verilebilecek en güzel örnek –yine ve hâlâ- ailedir ve aile de en küçük devlettir. Âdem babamız ve Havva anamızdan yani dünyanın başlangıcından beri aile hep var olagelmiştir. İnsanlar, yaşama ve varlıklarını devam ettirme duygusuyla doğadan, hayvanlardan ve diğer insanlardan korunmak için birlikte hareket etme ihtiyacı duymuşlardır. Böylelikle güçlerini birleştirmek ve beraber hareket edebilmek için şekiller bulmuşlardır; işte bu şekillerden devlet oluşmuştur. Ailenin giderek genişlemesi yeni ihtiyaçlar, bunlar yeni kurum ve kuruluşlar doğurmuş ve uzun asırlar içinde devlet tekâmül etmiştir.
Devletin fazla ileriye gittiği zamanlar vardır, geri kaldığı dönemler vardır. Bu iki aşırılık tabii ki adaletin ve dolayısıyla toplumunun huzurunun bozulmasıyla neticelenir. Dahası, devletin varlık ve meşruiyetini tartışılır hale getirir. Terazinin diğer kefesi için şunu da ilave etmek gerekir: Devletin de tam bir ölçü tutturması son derece zordur. Burada millet ve devlet uyumu devreye girmektedir. Ölçünün tutması için devlet çok dikkatli, hassas ve dengeli olmalı; millet de uyarı görevini, tepki ve itiraz hakkını gerektiği gibi kullanmalıdır.
İnsan yaradılmışların en gelişmişi ve en karmaşığıdır. Devlet de onun kadar gelişkin, onun kadar boyutlu ve karmaşıktır. Onun için tarihin sadece bir bölümüne bakarak tanımlama çalışması yapmak da yanıltıcıdır. Ya da devletin bugünkü durumuyla bütün bir dünya ve insanlık tarihine şudur veya budur diyemeyiz. Konuyu temeline inerek ve hemen her cephesinden bakmaya çalışarak ele almak, en geçerli metottur.
Türkçede Devlet
Ruh, dil ile yansıtılır; milletin özü, lisan ile dışa vurulur. Milletlerin önem ve değer verdiği kavramlar böylelikle kelimelere dökülür. Kelimeler, deyimler ve atasözleriyle bir millet ne yönde olduğunu, neye özlem duyduğunu, neyi yapmak istediğini açıkça ifade eder aslında.
Milletimiz “devlet baba” devletin babacan olmasını, cömert ve adil olmasını kasteder; öyle ya, baba verir ve paylaştırır. Falanın “başına devlet kuşu kondu” derken saadet ve nimete kavuşmayı kastederiz ama bir makama gelen için de bu deyimi kullanırız. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” deyimi, evet, başarılı olmanın büyük önemini vurguluyor, ama devletsiz yaşayacağıma kuzgunun leşine razı olayım anlamını da çağrıştırmıyor mu? “Devletli sinek yoğurt kâsesine konar, şehre gider, devletsiz sinek et kâsesine konar, köye döner.” atasözümüz ne kadar da güzeldir. Şahadet mertebesine ulaşmayı “devlet-i şahadet” tamlamasıyla ifade etmişizdir. “Devleti dönmek, devletini tepmek, devlet düşkünü” deyimleri de zengin anlamlı sözlerimizdir. Halkımız birbirini uğurlarken “devletle” demektedir, bunun kadar güzel bir uğurlama sözü dünyanın hangi dilinde vardır? Kanuni Sultan Süleyman’ın “Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” beyti, bir atasözü olmuştur. Bir devletlû’nun ağzından çıkan en görkemli sözlerdendir; devletin başı aynı zamanda milletin en büyük sözcüsü değil midir? Padişahımız, Kanuni Süleymanımız da bu kelimeyi gerçekten muhteşem bir biçimde ifade etmiştir. (Bkz. H. M. Hepsev, MEDENİYET MİLLET DEVLET BİRLİK, İstanbul 2010)