EĞİTİM: TEMEL MESELEMİZ,
EN ÖNEMLİ İŞİMİZ, BÜYÜK İDEALİMİZ
Çocukların yap-boz oyununu çok sevdiğini hepimiz biliriz. Bıkmadan usanmadan saatlerce oynarlar bu oyunu. Kendi çocuk dünyaları içinde anlamlı, lakin büyüklerin gülümsemeyle karşıladığı şekiller ortaya çıkarırlar; sonra tekrar bozar tekrar yaparlar.
Fakat büyükler de mi hoşlanıyor bu oyundan?.. Kalıcı ve işe yarar çözümler üretmesi gereken büyükler de, önlerindeki her konuya, yap-boz oyunu anlayışıyla mı yaklaşmaktadır? Memleketimiz için bu sorunun cevabı, evetten başka bir şey değil. Eğitimden sağlığa, siyasetten ekonomiye, şehirleşmeden endüstriye, trafikten spora kadar toplum hayatını derinden etkileyen önemli kurumlar hep yapılıyor hep bozuluyor. Hâlbuki millet ve onun kurumsallaşması demek olan devlette düzen, devamlılık, bilgi, yenilikleri takip etme, kararlılık ve gelenek oluşturma esastır. Milletin geleceğini inşa etmek demek olan eğitimde ise bu unsurlar daha çok önem arz etmektedir.
Bir milletin diğerlerine göre güçlü ve etkin olabilmesinin temel taşı eğitimdir. Bir devletin diğer devletler karşısındaki konumunu güçlendirmek, korumak veya devam ettirmek ancak kaliteli bir öğretimle mümkündür. Çünkü bir toplum ancak insan unsurunun kalitesiyle ölçülür. Bu yüzden eğitim-öğretim kurumlarının diğerlerinden daha fazla olarak sağlam temellere, kalıcılığa, sürekliliğe ihtiyacı vardır. Fakat milli eğitimimiz Tanzimat’tan (1839) günümüze kadar, dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayacak şekilde yap-boza maruz kalmıştır. Buna değişim veya gelişim demek mümkün değildir. Günümüzdeki manzaranın özeti şudur: Belirsizlik, düzensizlik, karmaşa ve sonuç olarak da öğrencinin, öğretmenin, velinin dolayısıyla milletin mutsuzluğu.
Ne yazık ki Tanzimat ve Cumhuriyet sonrası eğitim-öğretim tarihimiz (tam manasıyla ve objektif olarak) yazılmamıştır. Mesele çok derin ve geniştir, tabii ki çok da önemlidir. Onun için doğrular ve yanlışlar gerçekçi olarak ortaya konmalı, sağlam çözümlere doğru sağlam adımlar atılmalı, gerçek ve kalıcı bir değişim gerçekleştirilmelidir.
Asıl Değişmesi Gereken
Temel felsefedir, bakış açıları ve anlayışlardır, ruhtur, kafa ve kalp yapısıdır. Evet, eğitim sistemimizin geniş, köklü ve tam bir değişikliğe ihtiyacı vardır. Şekiller ve yöntemleri sık sık değiştirmenin altında, böyle büyük bir dönüşümü gerçekleştirememenin acizlik psikolojisi vardır; onun için her hükümet bazı palyatif çözümlerle göz boyamaktadır. Lakin bunlar kalıcı olmamakta, zaman ve enerji israfından başka bir getirisi de bulunmamaktadır. Hükümetler, şu kadar yılda şu kadar derslik yaptığını, her okula şu kadar bilgisayar koyduğunu övüne övüne anlatmaktadır. Tamam, güzel, zaten yapmaları gerekir. Lakin eğitimin genel felsefesini değiştirmek ve bunu müfredata yansıtmak için tek bir adım atmamaktadırlar.
Değişmesi gereken, milli eğitimimize 80 senedir hâkim olan materyalist-pozitivist-darvinist felsefedir. Asıl yapılması gereken budur. İnsanları kimliksizleştiren ve kişiliksizleştiren seküler/laik anlayıştan vazgeçmek gerekmektedir. 1930 ve 40’ların tek tip insan yetiştirme modelidir, terk edilmesi gereken.
Pink Floyd’un “We don’t need no education / We don’t need no thougt control (Öğrenime ihtiyacımız yok / Düşünce kontrolüne ihtiyacımız yok” diyerek eleştirdiği Batı öğretim sistemi, onlar terk ettiği halde bizde hâlâ geçerli. Neden? Çünkü cesaret yok, çünkü bu konuda yeteri kadar düşünmüyoruz, çünkü eğitim-öğretime yeteri kadar değer vermiyoruz, çünkü mevcut olanı doğru kabul etmek gibi bir gafletimiz var.
Eğitim-öğretim anlayışımız, usul ve yöntemlerimiz; kendi medeniyet ve kültürlerimize göre yeniden ve köklü bir şekilde ele alınmalı; tartışılmalı, çözümler üretilmeli ve uygulamaya konmalıdır.
Yaralar Kapandı mı
Her şeye rağmen 1970’li yıllara kadar, eğitim-öğretim düzenimizde kalite vardı. Fakat bu tarihten sonra devletin işe daha çok karışarak yap-boz mantığıyla her şeyi karmakarışık hale getirdiği de açıktır. Hele bu müdahalelerden birisi var ki insanı hakikaten üzüyor; ayrıca aynı yanlışlık iki defa tekrarlanmış, milli eğitimimizdeki yokuş aşağı yuvarlanışın iyice artmasına sebep olmuştur. Bu, lise mezunlarını 45 günde öğretmen yapma faciasıdır ki birincisi zamanın başbakanı Bülent Ecevit tarafından, diğeri Milliyetçi Cephe hükümetince (birinci uygulamaya tepki olarak) gerçekleştirilmiştir. (Ne yazık ki bu vahim yanlışlığı Türk tarihine altın harflerle(!) yazdıran Ecevit’e 8 yıllık eğitim yanlışlığı da nasip olmuştur, akıllara sezadır.) Bütün bir neslin ellerine emanet edildiği öğretmenlerin siyasi görüşlere partizan yetiştirmek amacıyla çarçabuk piyasaya sürülmesi, eğitim-öğretimde çok kısa sürede gözle görülür bir düşüş meydana getirmiştir. (1990’larda her türlü üniversite mezununa, sınıf öğretmenliği hakkı tanınmıştır ki bu da yanlıştır. Herkes sınıf öğretmenliği yapamaz hatta her öğretmen de yapamaz. Sınıf öğretmenliği ayrı bir formasyon, anlayış, sabır ve sevecenlik gerektiren bir branştır. Eğitime başlayan herkes onların ellerinden geçtiğinden, sınıf öğretmenliğine ayrı bir değer vermek gerekmektedir.)
Eğitim fakültelerimiz, son yıllarda, daha kaliteli öğretmenler yetiştiriyor. Öğretmenlerin maaşları daha iyi bir seviyeye geldi. Öğretmenlerin sınava tabi tutulup (KPSS) bundan aldıkları puanlarla atanabilir olmaları da bu mesleğin saygınlığını arttırdı. Böylece, bir dönem yapıldığı gibi, diğer fakülteleri kazanamayacak olanların öğretmenliğe yöneltilmesi gibi tehlikeli durumdan böylece dönülmüş oldu.
Lakin artık eskisi gibi idealist öğretmenler de pek bulunmuyor. Toplumumuzun dünyevileşme ve maddiyata yönelme sorunundan, tabii ki öğretmenlerden etkileniyorlar. Okul dışında da talebeleriyle ilgilenen hocalardan artık eser yok. Hâlbuki buna bugün çok daha fazla ihtiyaç var, çünkü zararlı alışkanlıkların ilköğretimin birinci kademesine kadar indiği berbat bir zamanda yaşıyoruz. Çocuklarla ve gençlerle yakından ilgilenen öğretmenlerimiz, ne kadar büyük hizmetler yapıyorlar.
Öğrencileri korumak ve onları daha iyi yetiştirebilmek için, öğrenci ve öğretmenlerin okulda daha fazla bulunabildiği bir sistem oluşturmak zorunluluğu vardır. Önerimiz şudur: Okullardaki bir tek öğretmen odası, öğrenci ve velilerle sağlıklı görüşmeye imkân vermemektedir; senede iki defa yapılan veli toplantıları da tabii ki yeterli değildir. Onun için; (rehber öğretmene verildiği gibi) her öğretmene bir oda verilmeli; öğrencileri ve velileriyle rahatça görüşebilmesi sağlanmalıdır. Tabii ki bunu takibi ve kontrolü yapılmalı; öğretmenin dersi bittiğinde çantasını kapıp kaçmaması (okulda günde en az sekiz saat bulunabilmesi) için de gerekli tedbirler alınmalı, özlük hakları daha da iyileştirilmelidir. Bu uygulamaya önce Fen ve Sosyal Bilimler liselerinden başlanılabilir, daha sonra bütün liselerde ve ilköğretim okullarında uygulanmalıdır. [Medrese sistemi, hoca ile talebenin 24 saat beraber olabildiği bir sistemdir; talebenin aynı zamanda hoca olabildiği bir yöntem takip eder. Medeniyetimizin 1000 seneden fazla (hatta günümüzde bile devam ettirdiği) sağlam bir düsturdur. Bu sistemi, günümüze, zamanımızın şartlarını da dikkate alarak taşımaya çalışsak, yanlış mı yaparız. Hayır! Ama bunu yapacak büyük kafalara, ciddi fikir adamlarına, büyük bilgin ve bilgelere, cesur devlet adamlarına ihtiyacımız vardır.]
Kaldırılması Gereken
Üniversiteye geçiş sınavları mutlaka kaldırılmalıdır. Milyonlarca gencin senelerden beri korkulu rüyası olan bu meşum sınav mutlaka kaldırılmalıdır. ABD bu hususu, öğrencinin üniversiteye müracaatı ve yönetim kurulunun bu başvuruyu değerlendirip onaylamasına bağlayarak halletmiştir ki doğru ve sağlam bir sistem kurmuştur. Bu uygulamanın gözden geçirilerek bizde de tatbik edilmesinde hiçbir mahzur yoktur. Adam kayırmacılığı önlemek için, başvuruları değerlendirecek komisyonun üyeleri (ve eşlerinin) birinci ve ikinci derece akrabalarının müracaatları değerlendirmeye alınmaz (onlar başka üniversitelere başvurur). Komisyon da bu konuda görevli bir rektör yardımcısından, üniversitenin mütevelli heyetinden bir üyenin ve valiliğin görevlendireceği bir bürokrattan oluşturulabilir.
Okul-Dershane ikilemine mutlaka son verilmelidir. Dershaneler, milli eğitimin zaaflarından ortaya çıkmıştır, liselere ve üniversitelere giriş sınavlarındaki fırsat eşitsizliğini kullanarak yayılmışlardır; velileri para ve öğrencileri de zaman bakımlarından gereksiz bir biçimde sömürmektedirler. Asıl olan okuldur; kurs, dershane, etüt merkezi vb. tamamen gereksizdir; eğer okul tam olarak okulsa; değilse bunlar ve benzerleri türer ve önüne geçemezsiniz. (Okulun okul olabilmesi için önerimizi yukarıda söyledik.)
Elbette ki mevcut dershaneleri birdenbire kaldırmak mümkün de doğru da değildir. Ama en geç üç sene içinde, binası müsait olanların özel okullara dönüştürülmesi, olmayanların da kapatılması; en geçerli çözümdür. Okullaşma eğilimi zaten başlamıştır, devlet de buna yardımcı olmalı, bu kurumlara ucuz krediler vermeli, hatta bir kısım giderlerini sübvanse etmelidir. Böyle olursa iş kolaylaşır, bu handikaptan hem öğrenciler hem veliler hem de eğitim sistemimiz kurtulmuş olur. (Dershaneler kapatıldı, iyi de oldu. Fakat genel sınavlar olduğu müddetçe geri dönecekti, öyle de oldu. Olması gereken, dershane yönetim ve muhasebelerini, öğretmenleri Milli Eğitim Bakanlığı’nın çok sıkı denetlemesi gerekmektedir.)
Özel okulculuğun daha yaygınlaşması, devlet okullarındaki yığılmanın azalmasına da yol açacaktır ki böylece fırsat eşitliği biraz da sağlanabilecektir. Çünkü devletin bazı okullarında sınıflarda 70’ten fazla öğrenci bulunmaktadır. Bir öğretmen derste en fazla 30 öğrenciyle sağlıklı olarak ilgilenebilir. Özel okulların bu yükü paylaşabilmesi için, devletin de elini taşın altına koyması; orta gelirlilerin, memurların, esnafın çocuklarının buralarda okuyabilmesine imkân sağlayacak düzenlemeler yapması gerekmektedir.
Yalnız, özel okullar çok sıkı bir şekilde denetlenmelidir. Bir kısmı okulculuğu bırakmıştır, bir nevi dershaneye dönüşmüştür. Bir kısmı, neredeyse hiç teftiş görmemektedir. Bir kısmı uygunsuz koşullarda olduğu, standartlar yönetmeliğine uymadıkları halde, bir şekilde açılış izni almışlardır. (Özel Akşam liseleri ise maalesef vurgun yapma amaçlı olarak faaliyet sürdürmektedir; parayı veren hiç devam etmediği halde lise diploması alabilmektedir.) Bakanlık, teftiş kurulunu güçlendirmeli, en az üç senede bir bütün okulları denetlemeyi başarabilmelidir.
Yapılması Gereken
Bir müdürün, bir okula damgasını vurmasına izin verilmelidir. Onun için en az beş sene öğretmenlik, üç sene de müdür yardımcılığı yapması şart olmalıdır. Hatta eğitim yöneticiliği yüksek lisans diploması istenmelidir. Fakat yönetici olduktan sonra, okulun yeri ve halkın yapısına göre çözümler geliştirmesine imkân ve destek sağlanmalıdır. Üç senede bir mutlaka denetlenmeli, ama denetlemeler, eskiden olduğu gibi, müdür ve öğretmeninin herhangi bir hatasını mutlaka bulmaya yönelik değil, rehberlik amaçlı olmalıdır; hatta müfettiş bir müdür ya da öğretmenden öğrendiği yeni bir şeyi bakanlığa bildirmelidir.
Bir öğretmenin, kendi sınıflarına damgasını vurması için, ne gerekliyse o yapılmalıdır. Müdür ve diğer öğretmenlerle istişare içinde hatta sınıfın fiziki yapısına müdahale edebilmelidir. Öğrencileriyle daha yakından ilgilenebilmesi için bütün imkânlar sunulmalıdır.
Bir öğrencinin kendini yetiştirebilmesi için ona yardım edilmelidir: Onun kendini rahatça ifade etmesinin yolları bulunmalıdır. Onun kişiliğine saygı duyulmalıdır. Okula severek gelmesi, iyi bir öğrenci olması, yanlış hareket tarzlarını benimsememesi için öğretmen ve idarecilerin öncelikle onların gönlünü ve sevgisini kazanmalıdır! Onun için velilerin bu konuda okula yardımcı olabilmesine izin verilmelidir, yani öğrenci-okul-veli sacayağı son derece sıkı bir şekilde sağlanmalıdır.
Dini eğitim, evet, gönüllü olmalıdır, kimseye zorla din öğretilmemelidir. Lakin çocuğunun dinini öğrenmesini isteyen veliye bu imkân sunulmalı, (velinin onayı olmaksızın müracaat eden ve) dinini öğrenmek isteyen öğrenciye, dinini iyi ve sağlam bir şekilde öğrenmesi için elden gelen bütün imkânlar seferber edilmelidir.
***
Başlarda yazdığımız bazı cümleleri, önemine binaen buraya yeniden alarak yazımızı bitiriyoruz. Asıl değişmesi gereken temel felsefedir, bakış açıları ve anlayışlardır, ruhtur, kafa ve kalp yapısıdır. Değişmesi gereken, milli eğitimimize 80 senedir hâkim olan materyalist-pozitivist-darvinist felsefedir. İnsanları kimliksizleştiren ve kişiliksizleştiren seküler/laik anlayıştan vazgeçmek gerekmektedir. 1930 ve 40’ların tek tip insan yetiştirme modelidir, terk edilmesi gereken.
İlk önce, yapılması gereken budur.
* Haydar Murad HEPSEV’in bu yazısı, Yüce Devlet Dergisi‘nde (15 Aralık 2010, 7. sayı) yayınlanmıştır.