ÜÇ HATTAT ve ÜÇ GÜZEL YAZI (ve Bir Sergi)
Hatt sanatımız, her şeye rağmen yoluna devam ediyor. Medeniyetimizin yazısının, İslam harflerinin estetik plandaki temsilcisi olan hüsnü hatt, bugün bu temsilcilik misyonunu da aşarak yazımızın savunucusu ve yaşatıcısı olma görevini de yüklenmiş görünüyor. Dünyanın en işlek ve kullanışlı, insan elinin mizacına en uygun, pratik olduğu kadar güzelliğe de yatkın olan yazımızı, bugün hatt sanatımız yaşatmaya savaşıyor. Ve bütün imkânsızlık ve hatta reddedişe rağmen, yeni hattatlarımızın ortaya koyduğu birbirinden güzel eserler, hal diliyle bize tekrar yazımızı, yeniden ve her şeyiyle çağırıyor.
Tanıtımı yoktur, maalesef bu muhteşem sanatın ve ortaya çıkan yeni ve orijinal yazıların. Gazeteler yer vermiyor, televizyonlar bahsetmiyor ve zenginlerimiz yeterince desteklemiyor. Enteresandır ki batıcı sosyete çevresinde bir dereceye kadar tanınıp pazar bulmasına rağmen Müslüman zenginlerimiz tamamen bize ait olan bu sanata ve sanatkârlara sahip çıkmıyorlar. Bu yazıda üç hattatın, üç özgün yazısını tanıtmaya çalışarak şimdiye kadar pek yapılmayan bir şeyi başlatmak istedik. Yeni çıkan eserlerin yazı ve estetik bakımlardan değerlendirilip eleştirilmesinin İslam harflerine ve hatt sanatımıza bir hizmet olacağı düşüncesindeyiz.
***
Memletimizin Reis-ül –hattatini olan Hasan ÇELEBİ’nin ABD’de yaşayan icazetli talebesi Muhammed Zekeriya’nın bu yazısında Tevbe Suresi’nin 129. ayeti yer almaktadır. Ayetin meali şöyledir: “Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir. Ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Mü’minleri cidden esirgeyendir, bağışlayıcıdır o.” (Hasan Basri Çantay meali, shf. 303) Bu yazının iki önemli hususiyeti var: Birincisi, uzun asırlardan beri kullanılmayan ve deyim yerindeyse arkaik hale gelmiş olan muhakkak yazısını yeniden gündeme getirmiş olmasıdır. Sülüs yazısının hâkim olmasıyla artık terk edilen ve Besmele yazımı dışında kullanılmayan muhakkak yazısının çağımızda yeniden kullanılmasını hüznü hatt sanatımıza büyük bir hizmet olarak görüyorum.
Çok kullanılan (msl. nesih, sülüs, talik vb.) yazıların yanı sıra bu tip kullanımdan düşmüş yazıların (msl. reyhani, icaze, tevkii, magribi vs.) tekrar ele alınması hatt sanatımızı daha da zenginleştirecektir. İkincisi ise ayette geçen Hz. Peygamber (SAV) “mü’minlere ziyadesiyle haris olması (harisun aleyküm)” lafzının büyük ve göze çarpan bir şekilde yazılmasıdır aynı zamanda “yazı ile tefsir” diyebileceğimiz böyle bir vurgulama, hatt sanatımızda ilktir ve son derece güzeldir.
İnce yazıların muhakkak, kalın yazısının ise sülüs kalemiyle yazıldığı yazıda, yalnız alâ’nın lâm’ının gereğince uzun yazılmış olması, göze rahatsızlık veriyor; kısa tutulması daha uygun olurdu. Ayrıca XIV. yy. İran tezyin sanatından faydalanılarak yazının sağına ve soluna yerleştirilmiş yuvarlak tezyinler, büyük ve sanki yazının üstüne düşüverecekmiş gibi duruyor. Daha küçük ve daha az girift bir süsleme seçilmesi, estetiği kıran bu durumu giderebilirdi. (Yazı, hicri 1406 tarihini taşımakta ve Aramco World Dergisi’nin Ekim – Kasım 1989, vol.50, no:5 sayısının kapağında yer almaktadır.)
Genç hattatlarımızın en iyilerinden Yüksek Mimar Ali TOY’un yazısı “Men sabera zafera (sabreden zafere erer)” ibaresini içeriyor. Yazı, daha çok talik kalemine kaçan ve talik-divanı karışımı olan yeni bir üslupla kaleme alınmıştır. Levhadaki estetik ifade ve istifin mükemmelliğini gerçekten takdire değer. Aslında köşeli olan noktaların yuvarlanmış olması yazının tavını daha da güçlü kılıyor. En son modern sanattan daha modern, en yeni tarzdan daha da yeni olmasının yanında geçmişten ve gelenekten kopmamayı da ifade ediyor. En sıkı ve disiplin sanatkârı kuşattığı hatt sanatımızda, eskiden ve gelenekten faydalanarak lakin yeni bir eser, yeni form, tarz ve estetik üretilebileceğini bu yazı gayet ustalıkla ispat ediyor. Yalnız yazının tarih taşımaması bir nakisadır, bütün hattat levhalarında yer alan tarih koyma geleneğinin terk edilmiş olmasını doğru bulmuyorum. Hattatımız Ali TOY’u tebrik ediyor ve çok daha başarılı eserlere erişmesini diliyorum.
Yaşı ve sanatı bakımından olgunluk çağının eşiğinde olan en iyi hattatlarımızdan Talib MERD’in (imzası: Abdülbari) yazısı, Kanuni Sultan Süleyman’ın hikmet incileriyle dolu meşhur gazelini konu alıyor;
halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi
olmaya devlet cihân da bir nefes sıhhât gibi
saltanat didükleri ancak cihân gavgâsıdır
olmaya baht u saâdet dünyâda vahdet gibi
ko bu ıyş u işreti çünkim fenâdur âkıbet
yâr-ı bâkî ister isen olmaya tâat gibi
olsa kumlar sagışınca ömrüne hadd ü aded
gelmeye bu şîşe-i çarh içre bir sâat gibi
ger huzur itmek dilersen ey muhibbî fârig ol
olmaya vahdet cihânda kûşe-i uzlet gibi
(Bugünkü dille nesre çevrilmişini de verelim ki şiir neyi anlatıyor, iyice anlaşılsın:
Halk içinde devletten daha itibarlı bir nesne; dünyada bir nefes sıhhat gibi nimet yoktur. /
Saltanat dedikleri, ancak bir cihan kavgasıdır; (lakin) dünyada birlik gibi talih ve saadet yoktur. / Bu eğlence ve yeme-içme meclislerini bırak, zira sonu kötüdür; eğer ebedi bir dost istersen ibadet gibisi olmaz. / Ömrün, kumların sayısınca hadsiz hesapsız olsa da; bu dünyanın (kum saati gibi) şişesi içinde (özel) bir saat gibisi gelmez. / Ey Muhibbi, eğer huzur bulmak istersen elindekileri ver, (rahat et); dünyada tenhaya çekilmek gibi birlik (ve huzur) yoktur.)
Bu muhteşem yazı, hakiki fermanlarda olduğu gibi celi divani ile yazılmıştır ve hicri 1411 tarihini taşımaktadır. Eski kitaplarımız ve eserlerimizde beytler tek satır halinde olur ve bugünkü gibi alt alta iki mısra şeklinde yazılmazdı, burada her satır bir mısradır. Tuğrada “Süleyman bin Selim Han el-muzaffer daima” ibaresi yer almakta, tuğranın sağında “Kanuni” lakabı bulunmaktadır. Tuğra da aynı zamanda tuğrakeş olan hattatımıza ait ve orijinaldir.
Yazıyı önemli, değerli ve şaheser kılan, hattatın güzelliği yanında, Kanuni’nin bütün insanlar için geçerli ve yüksek öğütlerle dolu olan şiirinin sanki insanlığa bir ferman bir buyruk imiş gibi ilan edilmesindedir. Evet, ferman böyle bir şekilde kullanılması hatt tarihimizde ilktir ve son derece yüksek bir duygu taşımaktadır. Talib Merd’den talebimiz, diğer Osmanlı Padişahlarına ait diğer şiirlerin de bu şekilde bir dizi halinde yazması ve konusu bu olan bir sergi açmasıdır.
Bu yazı çerçevesinde ele aldığımız eserler, gelenekten faydalanan ama yepyeni bir tavrı ortaya koyan yazılardır. Geleneği devam ettiren temel ve geçmişi sürdüren yazılar da elbette ki tanıtıma ve övgüye layıktır. Biz burada kısa da olsa bir tanıtım yapmak istedik ve bu konuda büyük bir iddia taşımıyoruz. Bir davamız varsa o da yazımızın tekrar gündeme getirilmesine bir hizmette bulunmaktan ibarettir.
Talip Merd’e ek (BOSNA İÇİN HATT SERGİSİ): İslam harflerinin 1928’de kaldırılmasından sonra, medeniyetimizin kendine has en özgü ve güzel sanatı olan Hüsn-i Hatt bir nevi unutulmaya terk edildi. Hattatlarımız da ne yazık ki kalemi, kâğıdı ve mürekkebi bir kenara bırakmak zorunda kaldılar. Fakat bin senedir devam eden köklü ve temelli bir geleneği bir anda kesip atmak ne mümkün… Bunun için biraz olsun serbestiyet gelince, hatt sanatımız yeniden hatt sanatımız yeniden neşv ü nema bulmaya başladı. Yeni nesiller, bu mübarek sanata yeniden ilgi duymaya ve öğrenmeye başladılar. Bilhassa 1970’den sonra Hatt sanatımızın (mütemmim sanatları olan tezyin, tezhib ve ebru ile beraber) çok daha hızlı geliştiğini rahatça söyleyebiliriz. 1970 sonrasında kabiliyetli, muktedir genç hattatlarımız yetişmiş ve son derece güzel ve yeni eserler ortaya koymuşlardır. Şu konuya da özellikle dikkat çekmek isterim ki bu gençlerin hatta ilgi duyması, öğrenmesi ve neticede hattat olması tamamıyla kendiliğinden, eskilerin deyimiyle hudây-nabit olarak gerçekleşmiştir. Sahipsiz, iltifatsız ve rağbetsiz olan hatta önceleri madden ve cebren yasaklı bulunan, sonraları ise manevi baskı ile ayıplı gösterilen Hatt sanatımızın ve hattatlarımızın yeniden ortaya çıkışı fevkalade bir hadisedir.
11–26 Haziran 1994 tarihleri arası Birlik Vakfı İstanbul (Çemberlitaş) şubesinde bir sergi açan Hattat Talib Merd de 1970 sonrası yetişen hatt neslinin öncülerindendir ve sanatın olgunluk çağının eşiğindedir. Bilhassa sülüs ve celi sülüs, divani yazılarda ve tuğrada temayüz etmiş olan Talib Merd, yazılarında imza olarak Abdülbari müstearını kullanmaktadır. Açtığı serginin bir başka önemli özelliği var ki onu da kendi yayınladığı basın bildirisinden özetle iktibas ederek duyurmak istiyorum. “Bu sergi, sadece Bosna – Hersek’li kardeşlerimizin yardım ve acılarını paylaşmak maksadıyla açıldı… Her insanın yapabileceği mutlaka bir takım işler vardır. Bu sergi, Bosna’ya karşı yapılabilecek yardım ve hizmetin asgarisidir…” Sergilenen eserlerin satışından elde edilen gelirin Bosna Hersek’li kardeşlerimize yardım olarak bağışlanacağını belirtiyor, hattatımız Talib Merd. Sanat ve hayrın, estetik ve iyi niyetin, güzellik ve iyiliğin böylece birleştirilmiş olması da sergiyi bir kat daha değerli kılıyor. Talib Merd’i sanatı ve gayreti kadar hayra vesile olma arzusundan ötürü tebrik ve tahsin ediyorum.
Basın bildirisinde sergilenen eserlerin özellikleri kısaca şöyle anlatılıyor: “Sergimizde toplam 65 eser yer almakta olup 59 tanesi asıl, 6 tanesi (pirinç ve alüminyum üzerine) baskı ve 9 tanesi tezhiplidir. Tezhiplerin 7 tanesi A. Talib Merd’e, 2 tanesi Ali Rıza Özcan’a aiddir. Yazılar klasik usulde, âharli kâğıda is mürekkebi ile yazılmış olup cedvelleri hakiki altındır. Sergide; sülüs, celi sülüs, nesih, hatt-icaze, divani, celi divani ve tuğralardan oluşan eserler yer almaktadır.”
Sergide en çok dikkati çeken, en önemli ve en orijinal yazlardan biri ve belki de birincisi Kanuni Sultan Süleyman’ın hikmet incileriyle dolu meşhur gazelidir. Diğer bir önemli, anlamlı ve güzel yazı ise merhum Bediüzzaman Said Nursi’nin Mektubat’ında (19. mektup, Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi, “Bu parça altın ile yazılsa liyakati var” başlıklı bölüm, Envâr Neşriyat, İstanbul 1990, s. 140) yer alan ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) el ile ilgili mucizelerini anlatan beliğ ifadelerini sülüs yazı ile yazılmış nüshasıdır. Bir başka önemli ve özgün yazı ise merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Gençliğe Hitabe‘sidir; yazı divani hattı ile kaleme alınmıştır ve üzerindeki tuğra da ayrıca orijinal ve güzeldir… Geçmiş hattatlarımız kendi zamanlarındaki şiirlerin önemli, değerli ve kalıcı şiirlerini yazarlar, tanınması ve yaygınlaşmasına yardım ve hizmet ederlerdi. Talib Bey’in bu üç yazısı da bu geleneğin yeni bir uslüp ve takdim tarzıyla devam ettirilişini ifade ediyor. Ayrıca, asrımızın en büyük mücahidlerinden olan ve mazlum Boşnak kardeşlerimizin Bilge-Kral diye yücelttikleri Ali İzzetbegoviç’in isminin tuğra şeklinde yazılması da son derece düşünceli bir anlayış taşımaktadır.
Sergide yer alan ve hepsi birbirinden güzel olan diğer eserlerden de elbette bahsetmek isterdik. Talib Merd’i her birisi için ayrı ayrı tebrik ediyor, devamını ve tamamını diliyoruz.
TALİB MERD KİMDİR?
Hatattlar imzalarını yazılarının altına atarlar. Biz de hattatımızı kısaca da olsa tanıtmayı en sona bıraktık. Talib Merd, 1953 Sivas doğumludur; ilk ve orta tahsilini memleketinde tamamlamıştır; İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunudur.
Hatt sanatına, 1972 yılında kendi kendine başladı ve ertesi sene ünlü Hattat Merhum Hamid Aytaç’tan ders almaya başladı. Diğer yandan merhum Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’den tezyin ve tezhip dersleri aldı. Hattat Hamid’den 1981’de icazetini aldı. İrcica’da hattat kadrosuyla bir süre çalıştıktan sonra Başbakanlık Devlet Arşivleri’ne bağlı Osmanlı Arşivi’nde çalışmaya başladı. 1994’den beri Marmara Üniversitesi Arşivcilik Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.
Yazılarında Abdülbari müstearını imza olarak kullanan Talib Merd’in Osmanlı ve Osmanlı kültür tarihiyle ilgili yayınlanmış makaleleri vardır. PTT Müzesi Osmanlı Posta Damgaları Kataloğu kitabını hazırlayanlardardır; Gül Destesi: A Bouquet of Roses başlıklı hatt ve tezhib albümü vardır.
*Haydar Murad Hepsev’in bu yazısı, Yeni Dünya Dergisi’nde (Mayıs 1994, s.65 ve 68) ve Akit Gazetesi’nde (1 Ekim 1997); Bosna İçin Hatt Sergisi, Beklenen Vakit Gazetesi’nde (23 Haziran 1994, s.11) yayınlanmış; Şubat 2008’de gözden geçirilmiştir.
*Üç Güzel Yazı, hüsn-i hatt eserlerinin eleştiri ya da tanıtımına örnek olabilecek bir yazıdır. Bosna İçin Hatt Sergisi da bir serginin tanıtımına dair bir misaldir. Temennimiz, dergi ve gazetelerde bu tür yazıların yayınlanması ve dolayısıyla medeniyetimizin öz sanatlarına olan rağbetin artmasıdır.
/// Bu yazı, ilk defa 26 Şubat 2008’de yucedevlet.com’a eklenmiş, (Aralık 2011′de sitemiz yeniden yapılandırılmadan önce) 5044 kere okunmuştur.