Salı, Ocak 21, 2025

Hem Nakşî Hem Mevlevî: ALİ BEHÇET EFENDİ

Hem Nakşî Hem Mevlevî: ALİ BEHÇET EFENDİ

 

Konya ulemasından Ebûbekir Efendi’nin oğludur. 1727 (h.1140) senesinde Konya’da doğdu. Babası ve dedesinin yanında küçük yaşta tahsile başladı. Derviş tabiatlı bir zat olan babası, Ali Behçet Efendi’nin tahsil ve terbiyesi için özel itina gösterdi. Medreselerde ilk olarak okutulan kitapları bitirdikten sonra, Karamanlı Abdullah Efendi ve meşhur âlim Abdüssamed Efendi’nin derslerinde bulundu, onlardan icâzet aldı.

Sonra Afyonkarahisar’a gidip Divane Mehmed Çelebi Dergâhı postnişini ve anne tarafından dedesi Alâeddîn Çelebi‘den ders aldı; ondan Mesnevi, Mektubat, Avarif-ül-Maarif ve Hikem-i Atâiyye gibi tasavvuf klasiklerini okudu. Daha sonra medrese tahsilini tamamladı, kadılık yaptı, bu görevle Anadolu’nun çeşitli yerlerine gitti. Ankara’daki vazifesi sırasında kendisinde meydana gelen bazı manevî hâller yüzünden görevden ayrılarak Afyon’a dedesinin yanına döndü ve Mevlevî çilesine yani 1001 günlük dergah hizmetine başladı. Çile müddeti bitiminde çeşitli manevî hallere kavuştu ve “sikke” giyerek icazet almış oldu.

Ali Behçet Efendi, 1796 senesinde Hazret-i Mevlâna’nın manevî işaretiyle Bursa’ya giderek hem Kaadiriyye hem de Nakşibendiyye yolunun büyüklerinden olan Kerküklü Seyyid Mehmed Emin Efendi’nin (vefatı 1813) talebesi oldu. Ondan Nakşibendiyye, Kaadiriyye, Sühreverdiyye, Çiştiyye, Şüttâriyye tarikatlarından icazet aldı. (Mevlevî ve Nakşî silsileleri, sadeleştirmeye çalıştığımız Risale-i Ubeydiyye-i Nakşibendiyye’sinde kayıtlıdır.)

Şeyhi Mehmed Emin Efendi kaddesallahu sirruhu bulunmadığı zaman, yerine vekâlet ederdi. Bir gün hocası, Ali Behçet Efendi’yi huzuruna çağırıp, ona kendisi âhirete göçtükten sonra, yerine vekâlet etmesini; bir ara İstanbul’dan onun davet edileceğini, dergâhı bırakmamak düşüncesiyle bu daveti kabulden kaçınmamasını, yani daveti kabul etmesini tavsiye etti.

Bu sırada, sürgünle Bursa’da ikaamete mecbur olan Burdurlu Derviş Paşa, Emin Efendi’nin sohbetlerine devam ederdi. Bir süre sonra affedilen Derviş Paşa, İstanbul’a döndü. Bu arada Sultan Üçüncü Selim’in Üsküdar’da ihya ettiği Selimiye Camii yanındaki Nakşibendiyye Dergâhı şeyhi Nîmetullah Buhârî kaddesallahu sirruhu vefat ettiğinden, Sultan Mahmud Han, bu zatın yerine birinin bulunarak tayin edilmesini Derviş Paşa’ya havale etti. Derviş Paşa’nın teklifi üzerine, Ali Behçet Efendi Selimiye Camii Nakşibendiyye dergâhına şeyh tayin edildi (1816). Burada tefsir, hadis, fıkıh; Mesnevî-i Şerîf ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektubât‘ını okuturdu. Sohbetlerine devlet adamları, âlimler katılırdı. Hâlet Efendi, Pertev Paşa, Kethüdazâde Ârif, Şeyhülislam Turşucuzâde Ahmed Muhtar bunlardan bazılarıdır.
***

Hüseyin Vassâf’a gore Ali Behçet Efendi’yi şemaili şöyledir: “Nurlu yüzü beyaz, boyu uzun, sakalı seyrek, kaşları çokça, gözleri elâ olup daima Mevlevî sikkesi giyerlerdi. (Kaddesallahu sirruhu)”

Ali Behçet Efendi, zamanında ilmî fazileti ve manevî derecesinin yüksekliği ile tanındı. Kendisine talebe olarak gelenlere; ibadetlere ve tâatlara, Allah tealanın beğendiği işlere çok ehemmiyet vermeleri, onlara sıkı sarılmaları, dinde yasaklanan şeylerden de çok sakınmalarını tavsiye ederdi. Nasihatleri ile onların nefislerinin kötülüklerden temizlenmesine çalışırdı. Vakitlerinin çoğunu kitap mütalâa etmek ve sohbet ile geçirirdi. Farz ve vacip ibadetleri yerine getirdikten sonra nafile ibadetle meşgul olurdu. Açık, net ve düzgün konuşurdu.

Ali Behçet Efendi talebelerini Ehl-i Sünnet inancına bağlı kalmaya teşvik etmiştir. Tasavvufî prensiplerden Peygamberin sünnetine bağlılığa ve mürşide uymaya büyük önem vermekte, itirazın zerresinden bile kaçınmak gerektiğini vurgulamaktadır. Mürşid sohbetini, Hak yoluna en kısa yoldan ulaştırıcı bir vasıta olarak görmektedir.
***

Ali Behçet Efendi’nin dergâhı civarında oturan Hırka-i Şerif hizmetçilerinden Sadullah Efendi’nin yeni doğan çocuğu hiç ağlamıyordu. Annesi çocuğun bu halini merak edip Ali Behçet Efendi’ye götürmesini kocasından rica etti. Sadullah Efendi, Ali Behçet Efendi’nin âdetini, böyle işler yapmadığını bildiği için, hanımının bu arzusunu yerine getirmedi. Hanımı bunun üzerine çocuğu alıp dergâha gitti. Ali Behçet Efendi’nin huzuruna müsaade isteyerek girdi ve durumunu arzetti. Ali Behçet Efendi, onun bu arzusunu kırmadı ve çocuğu kucağına alarak “Sen uslu çocuk olduğun için, ana babanı rahatsız etmemek için ağlamıyorsun. Fakat oğlum ne yapalım, görüyorum ki annen ağlamıyorsun diye merakından ağlayacak” diyerek eli ile çocuğun ağzına vurdu. Çocuk o andan itibaren ağlamaya başladı. Çocuğu evine götüren hanımcağız bir süre sonra da çocuk susmuyor diye Behçet Efendi’ye başvurdu.

Ali Behçet Efendi’nin bir talebesine yazdığı mektup şöyledir:

Benim sevgili, insaniyetli ve iyiliksever oğlum! Göndermiş olduğunuz mektup elimize geçti ve çok memnun olduk. Ey oğlum! Dersimizden uzak olmayasınız. Bir an Allahü teâlâyı anmak, Süleyman aleyhisselâmın mülkünden daha iyidir, ifadesini hatırdan çıkarmayınız. Oğul, daima talep edenlerden ol. Mübarek gecelerde Allah tealaya yalvarıp yakarmayı fazlaca yaparsanız, isabetli olur. Zira Allah teala kulunun yalvarmasını sever. Bu, Allah adamlarının yoludur.
***

ALİ BEHÇET EFENDİ Hazretlerinin Üsküdar Çiçekçi'de bulunan merkadi

Ali Behçet Efendi, vefatına kadar ilim taliplerine ders verdi. Dört kişiye tarikat icazeti vermiştir: İbrahim Hayranî, Emir Buharî Dergâhı Şeyhi Mehmed Rıfkı Efendi, Derûnî Mehmet Efendi tekkesi postnişini Veliyeddin Efendi ve Eyüp’te Şeyhülislam Tekkesi postnişini Ali Efendi. Büyük oğlu Mehmed Feyzullah Efendi yetişinceye kadar halife olarak yerine İbrahim Hayranî Efendi’yi bıraktı. 1822 (h.1238) senesinde vefat etti. Cenaze namazı büyük bir kalabalık tarafından kılınarak Selimiye Dergâhı haziresine defnedildi. Üzerine demirden kubbeli açık bir türbe yapıldı. Cenaze hazırlıklarını Kethüdâzâde Arif Efendi ifa eylemiş, namazını Fatih Emîr Buhârî Dergâhı postnişini Abdullah Ferdî Efendi kıldırmış ve Mülkiye Nâzırı Said Pertev Paşa da şu tarihi düşürmüştür:

Oku ey Fâtiha-hân hâtime-i târihini
Göçdü da’vet-geh-i dîdâra Cenâb-ı Behcet

(Hüseyin Vassaf’ın Tercüme-i Hâl-i Hazret-i Şeyh Ali Behcet Konevî ve Sefîne adlı kitaplarında yazıldığı üzere) Ali Behçet Efendi’nin eserleri şunlardır: 1. Risâle-i Ubeydiyye-i Nakşibendiyye, 2. Behcet-üs-Sülûk, 3. Sırr-ül-Mî’âd, 4. Terceme-i Hâl-i Ricâl-i Çiştiyye, 5. Risâle-i Hâliyye ve Rûhâniyye, 7. Vâridât-ı Kalbiye, 8. Divançe. Bunlardan yalnızca Risâle-i Ubeydiyye-i Nakşibendiyye (h.1260) basılmıştır.
***

Ali Behçet Efendi, Mevlevilikle Nakşîlik gibi iki farklı tarikatı birleştirmiş zatlardan birisidir. İlk Nakşî-Mesnevîhan Neccarzâde Mustafa Rıza Efendi’dir (vefatı 1746). Neccarzâde, Beşiktaş Mevlevîhânesi postnişini Mesnevîhan Mehmed Memiş Efendi (vefatı 1723)’den Mesnevî okuyarak icazet almıştır. Onun dervişi Muhammed Âgâh (vefatı 1770), bu neşveyi devam ettirerek Bursa’daki Eminiyye Tekkesinin kuran Mehmed Emin Kerkûkî’yi yetiştirmiştir. Mehmet Emin Kerkûkî’nin geliştirdiği Nakşîlik-Mevlevilik yolu halifesi Ali Behçet Efendi‘nin faaliyetleriyle devam etmiştir. Hüseyin Vassaf, Ali Behcet Efendi hakkında, “urefâ-yı Mevleviyye ve ricâl-i Nakşibendiyye’den bir kâmil (Mevlevi âriflerinden ve Nakşibendî erlerinden olgun bir zat)” demiştir.

DİA’daki Ali Behçet Efendi maddesinde “tasavvuf tarihinde birbirine zıt temayüllere sahip Nakşibendiyye’den Müceddidiyye ile Mevlevî tarikatları …” ibaresi geçmektedir. Bu yanlış bir ifadedir. Ehl-i sünnete bağlı tarikatların hiçbirisi diğerine zıt temayüller içermez. Gizli veya açık zikri tercih etme gibi bazı yöntem farklılıkları vardır, bu da son derece normaldir; çünkü insanların mizaçları da farklıdır, herkes kendi mizacına uygun bir mürşid ve yola bağlanmakta serbesttir. Önemli olan itikat ve amelde, Kur’an ve Sünnete uygun olmaktır, şeriatın zahirine ve batınına tam bir bağlılıktır.

Kaldı ki Nakşibendî tarikatında Hazret-i Mevlâna ve Mesnevî’sine olan yakınlık çok daha eskidir. Nakşibendî silsilesinin büyüklerinden Ya’kûb-ı Çerhî kaddesallahu sirruhu (vefatı h.851/m.1447) hazretlerinin Hazret-i Mevlâna ve Mesnevî’sine özel bir yakınlığı vardı. Mesnevî’nin ilk 18 beytinin ve bazı hikâyelerinin şerhinden oluşan Neynâme-i Mevlâna adlı bir risale yazmış; eserinde Hz. Mevlâna’yı “yüce bir irfan ve lisan sahibi, sözüne itibar edilen –hakikat sırlarını ortaya çıkaran-, şeriat ve tarikatta ulema ve evliyanın burhanı” gibi sıfatlarla övmüş, diğer eserlerinde de Mesnevî’den bolca iktibasta bulunmuştur. (bkz. Ahmet Cahit Haksever, Ya’kûb-ı Çerhî – Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, İnsan Yay., İstanbul 2009; aynı yazar Ney-name’yi de Erkam yayınlarından neşretmiştir.)

Şunu da ilave etmek lazımdır: Nakşî tarikatının son büyük müceddidi Mevlâna Halid Bagdadî kaddesallahu sirruhu hazretleri, şeyhi Abdullah Dihlevî kaddesallahu sirruhu hazretlerinden beş tarikatın yani Nakşibendî, Kaadirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çiştî yollarının icazetini almış, irşadını Nakşibendîlik üzerine devam ettirmiş, yetiştirdiği halifelerine bu beş tarikatın icazetini vermiştir. Onun için Nakşibendî-Halidî yolunda bu beş tarikatın neşvesi mündemiç olmuş, farklı renk ve zevklerin yaşamasına vesile olmuştur. Mevlevî şeyhi olan Ali Behçet Efendi de daha sonra intisap ettiği Mehmed Emin Kerkükî hazretlerinden Nakşibendiyye, Kaadiriyye, Sühreverdiyye, Çiştiyye, Şüttâriyye tarikatlarının icazetini almış, ama o da irşadını Nakşî yoluna göre icra etmiştir.

Yani hiçbir tarikat birbirine zıt temayül içermez, tam bir paralellik içinde yan yana Hakk’a yürürler. Birbiriyle tanıştıklarında dervişler “Siz hangi bahçenin gülüsünüz” diye nazenince sorarlar; “Nakşî, Kaadirî, Gülşenî, Uşşakî, Halvetî, Mevlevî vb.” gibi cevaplar verirler birbirlerine, ya da muhterem mürşidlerinin ism-i âlîlerini telaffuz ederler, kol kola girip sohbet ederler, birbirlerinin muhabbetlerini arttırırlar, o kadar.

Tasavvuf ve tarikatların tarihini, usul ve yöntemlerini iyice incelemeden; tasavvuf büyüklerinin bilgeliklerini tam olarak anlamadan verilen hükümler, elbette yanlış olacaktır. Bu konuda azami dikkat gerekir. Salt akademik kafayla tasavvuf anlaşılmaz, irfan gerekir, irfan sahibi olmak için tasavvufu biraz olsun yaşamak lazımdır. Yaşamadan tasavvufa yaklaşmak, bal kavanozunu dışından yalamağa benzer ki tabii ki hiçbir tat ve lezzet alınmaz.

[Bu metnin hazırlanmasında, a) DİA, “Ali Behçet Efendi” maddesi, cilt II, s.382–383, hazırlayan Nihat Azamat; b) Doç. Dr. Bilal Kemikli “Üsküdar’da Bir Mesnevihan Ali Behçet Efendi ve Muhiti”, Üsküdar Sempozyumu V, s.307–315; c) Yusuf Turan Günaydın, “Ali Behçet Efendi ve Risâle-i Ubeydiyye-i Nakşibendiyye’si”, Tasavvuf: İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, VII (17), Ankara, 2006, s. 217–235) makalelerinden yararlanılmıştır.]

 

/// Haydar Hepsev tarafından hazırlanan bu yazı, Yüce Devlet Dergisi’nde (6. Sayı) yayınlanmıştır.

 

Yorumlar 15.381