YAPTIĞIMIZ HİÇBİR ŞEY BOŞA GİTMEYECEK !
80’de gençtik, üniversitelerde okuyorduk. Bütün derneklerimiz, teşekküllerimiz, yurtlarımız kapatılmıştı. Arkadaşlarımız, kardeşlerimiz sokaklarda tutuklanıyorlardı; grup grup götürülüyorlardı, meçhule… Yalnız kalmıştık, bir başımıza kalmıştık ve itiraf ediyorum ki ürkmüştük. İçimize döndük, okulumuza döndük, inzivaya çekildik; kitaplara, kitaplara, geceler boyu okumalara döndük. İçimizde bir sızı vardı: Çalışmalarımız boşa mı gitmişti; dünyayı, ülkemizi, kendimizi anlama çabamız heba mı olmuştu? Ülkemize, vatanımıza, insanımıza hizmet etme çabamız boşuna mıydı…
Dört beş senede ancak geldik kendimize, okullarımızı biraz geç de olsa bitirdik, iş bulduk, askerlik yaptık, evlendik. İçimize yeniden neşe gelmişti, hâlâ gençtik; vakıflarda, derneklerde, partilerde, evlerde, yurtlarda, kurslarda, okullarda yeniden hizmetlere başlamıştık.
Bir büyük tokat daha yedik 17 sene sonra, bir şubat ayında. Soğuk, ıslak, yapışkan, pis bir tokat. Namussuz, haysiyetsiz, pis ellerden. Umudumuz kırıldı, üzüldük. Kızlarımızın başını hatta zorla açtılar, iğrenç tezgâhlar kurdular, kendimizden bile şüphe ettirdiler. Yine düşündük, yaptıklarımız boşa mı gitti diye. Gaflete düştük, dünyevileştik lakin yine toparlandık, yeniden başladık çalışmalara, hizmetlere…
60’ı büyüklerimiz anlatırdı. 71’de daha çocuktuk, annelerimiz dışarıda yabancı bir cisim görürseniz sakın dokunmayın derlerdi. Sonradan öğrendik, o yabancı cismin molotof kokteyl olduğunu. Biz de bazı hatıratları okuduk, belgeseller izledik ve anladık ki onlar millete karşı işlenmiş büyük yanlışlardı; onurlu değillerdi; hatta dış kaynaklı ve uzun vadede hazırlanmış vahametlerdi. Büyüklerimiz, babalarımız, dedelerimiz de üzülmüş, kahrolmuşlardı ama olayları pek de anlamamışlardı. Bu hadiselerin bazıları daha yeni anlaşılıyor. Yani yapılan bütün iyi ve güzel işlerin boşa gittiğini babalarımız da düşünmüştü ve bu duygu kötü bir miras gibi bize kalmıştı.
Yaptığımız hiçbir şey boşa gitmeyecek !
Yine kötü bir oyun sahneleniyor gözümüzün önünde. Kirli, haysiyetsiz, kötü, iğrenç bir tiyatro. Artık göstere göstere yapıyorlar; alay ederek, pis pis sırıtarak… Şuna ya da buna değil doğrudan millete karşı yapıyorlar. Sakın kimse yanlış anlamasın, çünkü oyunun en büyük amaçlarından birisi de budur: Kurulan tezgâh, ona ya da buna değil, direkt olarak sanadır. Hatalı olanlar vardır, lakin şimdi hata konuşulacak zaman değildir. Zaman yeniden çalışma zamanıdır, toparlanma, direnme, güçlenme zamanıdır.
Eğer gaflete düşmez, dünyevileşmez ve çalışmaya devam edersek yaptığımız hiçbir şey boşa gitmeyecek.
“Dönersem kahpeyim millet yolunda azimetten” diyebilirsek ve gerçekten de dönmezsek yaptığımız hiçbir şey boşa gitmeyecek.
Eğer niyetimiz samimiyse, eğer dürüst isek, eğer haklı isek yaptığımız hiçbir şey boşa gitmeyecek.
Eğer biz milletsek, bir tarihimiz varsa, bir medeniyetimiz varsa, birliğimiz varsa bizim, yaptığımız hiçbir şey boşa gitmeyecek.
Dualarımız varsa kavli ve fiili, gözyaşlarımız akıyorsa soğuk soğuk yaptığımız hiçbir şey boşa gitmeyecek.
Lakin gözyaşlarımızı içimize akıtır ve çalışmaya devam edebilirsek yaptığımız hiçbir şey boşa gitmeyecek.
Her seferinde sallandık, sarsıldık, düştük, küçüldük lakin yılmadık; kalktık ve yeniden yürüdük. Bu sefer daha kararlıyız çünkü gördük ki “yaptığımız hiçbir şey boşa gitmedi.”
Gider mi hiç, bizi gören ve gözeten yok mu…
O’na inanıp, güvenip, dayanıp kendimize yeniden bir çeki düzen veriyor muyuz…
Mesele orada. Çünkü “yaptığımız hiçbir şeyin boşa gitmemesi” O’na bağlı…
O’ndan istiyoruz, O’na güveniyoruz, O’ndan bekliyoruz yardımı…
Bugünkünden çok daha zor zamanlarda “Ümidvar olunuz şu istikbal inkılabatında en yüksek ve gür sada İslam’ın sadası olacaktır” dememiş miydi Merhum Üstad Bediüzzaman…
Biz de görmedik mi her şeyin zaman içinde nasıl değiştiğini, ilahi yardım ve lütufların her an geldiğini…
O’na, O’nun birliğine emanet ediyorum seni ey milletim…
Anamı, babamı, çoluk çocuğumu, komşularımı, şehrimi, güzel ülkemi ve cennet vatanımı da sana…
“kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda”
*Bu yazı, Yucedevlet.com sitesinde 6 Mayıs 2008’de yayınlanmış, MEDENİYET MİLLET DEVLET BİRLİK KİTABI’nda (s.81-83), Mayıs 2022’de gözden geçirilmiştir.