PARA YOK, BORÇ ÇOK, GEL DE ÇIK İŞİN İÇİNDEN…
Aylar önce terk ettiğim okuluma dönmeliyim.
Bir öğretmenim ben. Maaşı yeterli değil diye mesleği terk edip bakkallık işine girmiştim. Onda da dikiş tutturamayınca tekrar mesleğe döneyim dedim.
On yaşındaki oğlumu da aldım yanıma. Giderken yolda sokağa terkedilmiş üç tekerli bir seyyar satıcı arabası bulduk. Sağa sola bakındık, sahibi yok. Oğlum arabayı aldı. Onu sürerek yanıma geldi. Yolumuza devam ediyoruz.
İki öğretmen arkadaşa rastladım. İlki oldukça entel birisi, diğeri giyim kuşam meraklısı. Entel Hayek hayranı, yatıyor Hayek kalkıyor Hayek… Giyim kuşam hayranı olan arkadaşımın ise çorapları bile giydiği pantolonla aynı renk olmak zorunda. Yoksa olmaz.
Oğlum, üç tekerli seyyar satıcı arabası, ben ve öğretmen arkadaşlarım, yokuş aşağı yolumuza devam ederken bir at arabasının yanından geçiyoruz. At arabasının ne yüklü olduğu belli değil. Sürücüsü bir kadın, yanında bir de çocuk var. Bizim araba daha doğrusu sokaktan aldığımız üç tekerli seyyar satıcı arabası -birdenbire ne olduysa- bir canavara dönüşüyor ve ata saldırıyor. Atı, nasıl yapıyorsa bilmiyorum, havaya kaldırıyor. Bir vinç gibi. At arabasının üstündeki kadın ve çocuk, ne olduğu bizce belli olmayan bir yükün üstünden kayarak yere düşüyorlar. Sonra hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkıp at arabasının yanında dikiliyorlar.
Oğlumla ben kaçıyoruz tabii ki, buna sebep olduk diye. Bir apartmanın damına çıkıyoruz, merdivenlerini tırmanarak. Sonucu oradan görmek ve ona göre davranmak için mevzi alıyoruz. Canavarlaşan seyyar satıcı arabası -artık hayret etmiyorum kendisine- atı kaldırıyor, kaldırdıkça at arabasından gacır gucur sesler çıkıyor. At arabasının ön tekerleri havalanıyor. At biraz daha kaldırılınca, atın arabaya bağlanan koşum takımları kopuyor ve at arabası yere düşüyor. At arabası birkaç kere zıpladıktan sonra sakinleşiyor. Canavara dönüşen seyyar satıcı arabası, atı alarak sağ tarafta akan derenin kenarına götürüyor. Burada atın arka sağ ayağının toynağından tutup sıkıyor. Oğlumla ben, saklandığımız apartmanın damından canavar seyyar satıcı arabasının atın toynağını ikiye ayırırken çıkardığı sesi duyuyoruz.
Çatırt diye kırılıyor toynak. Ne yapacağız şimdi? Atın sahibi kadın, bizden atın bedelini ister, amma ödeyecek gücümüz yok. Oğlan daha on yaşında, bense aylardır okula ders vermeye gitmeyen bir öğretmen. Acaba işime son vermişler midir? Belki de işime son vermemişlerdir, maaşlarım da birikmiştir. Muhasebeden git al derler mi? İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar mı…
Aşağı bakıyorum arabanın sahibi kadın elini gözüne siper etmiş bize doğru bakıyor, bizi görmesin diye damın öbür ucuna yöneliyoruz. Damın üstüne zift çekmişler, akıtmasın diye. Ayaklarımız zifte yapışıyor, zor yürüyoruz. Ve işte yakalandık!
Tekrar öğretmen arkadaşlara takılıyoruz. Salgın hastalıktan dolayı maske takılıyor. Maskeliyiz biz de haliyle. Cebimden elektrikli bir tıraş makinesi çıkarıp satmaya çalışıyorum. Çok eski bir model. İyi giyinen öğretmen ilgi gösteriyor tıraş makinesine. Ben de özelliklerini sıralıyorum. Bıyık düzeltme yerini çalıştırıp gösteriyorum. Eline alıyor öğretmen arkadaş bıyığını düzeltmek için ama elinden düşürüyor. Düşen makine çamura bulanıyor. Temizleyecek başka bir şey bulamadığımdan yüzümdeki maskeyi çıkarıp onunla siliyorum. Maske yer yer lekelenmiş bir hâlde.
Maskeyi yine takıyorum. Ama bakıyorum herkes maskesini çıkarmış. Sebebini soruyorum, “toplumsal bağışıklık kazanılsın” diye diyorlar.
Okula geldiğimizi söylüyor, öğretmenlerden biri. Fakat bu okul benim terk ettiğim okul değil. “Okul mu değiştirdiniz” diyorum onlara. “Hayır” diyorlar “okul yeniden yapıldı, kentsel dönüşüm sırasında.” “Şimdi ben müdürün odasını nasıl bulacağım” diyorum. Diyorlar ki “biz seni oraya götürürüz.” Bir asansöre biniyoruz. Asansör ben diyeyim yirmi, siz deyin otuz kişilik. Bir okula bu kadar büyük asansör yapmanın manası yok, kardeşim, bu israfın dik âlâsı. Asansör duruyor, Hayek meraklısı öğretmen dışarı çıkıp etrafı araştırırken giyim meraklısı öğretmen asansörün kapısını tutuyor kapanmasın diye.
“Burası değil” diyor Hayek meraklısı, “ineceğimiz yer burası değil.” Müdürün odasına gitmek için başka bir katta inmemiz gerekiyor. “Hani siz biliyordunuz” diyorum onlara, “bu nasıl biliş?” “Bina yeni yapıldığı için ara sıra biz de şaşırıyoruz” diyorlar. Sonraki katta iniyoruz. Aşağı kata inmek için merdivenlere yöneliyoruz, bir kat yukarı çıkmışız yine şaşırdığımızdan. Bu kat okulun kantini imiş. Koca bir katı kantine ayırmışlar, hayret bir şey!
Biz attan verelim haberi… At, toynağı kırık bir şekilde dere kenarında otluyor. “Seyyar satıcı arabası nerede” diye bağırıyorum ata. “Arabam kaza mahallinde duruyor” diye cevap veriyor. Kendi arabasını sorduğumu ve olayın da bir kaza olduğunu sanıyor. Bir kaza olduğunu sanması bana uyar. “Hayır” diyorum “seyyar satıcı arabasını soruyorum.” “Biz de seyyar satıcıyız” diyor sonra ekliyor “ha o mu, kuş oldu uçtu diyor, sen görmedin mi?”
“Olayı kaza sandığı iyi” demiştim, ben bunu kullanırım. Arabanın sahibiyle çocuğu arabalarının yanında dikiliyorlar hâlâ. Öyle hevesliyim ki onlarla konuşmak için koşarak yanlarına gidiyorum. “Geçmiş olsun” diyorum pişkin pişkin, “polis mi çağıralım tutanağı biz mi tutalım?” “Polise de tutanağa da gerek yok” diyor. “Sen atın bedelini ver, anlaşalım.” “Ama at aşağıda otluyor “diyorum, “ata bir şey olmadı ki.” “Nerde” diyor sevinçle, ona atı gösteriyorum. Atın topallayarak yürüdüğünü görünce, “atım sakatlanmış” diyor “bunun bedelini öde, anlaşalım.”
Okuldan verelim haberi… Müdürün odasına ulaşmaya çalışıyorum. Hangi sınıfta derse gireceğimi de bilmiyorum üstelik. Programımı almalıyım ondan. Sonra hazırlığım da yok, nasıl ders anlatacağım, kaygılanıyorum. Sonra oğlum nerde bekleyecek? Onu da sınıfa alırım diye düşünüyorum.
Müdürün odasına ulaşıyorum sonunda, kapıyı çalıp giriyorum içeri. Çok süslü masası var müdürün, arkasındaki vitrinde de bir sürü plaket, şöyle bir bakıyor bana, “ne istemiştiniz” diyor bir amir edasıyla. Beni bir öğrenci velisi mi sandı ne? “Şey, ben” diyorum “öğretmenim bu okulda”, “ha” diyor “o öğretmen sen misin aylardır okula gelmeyen”, “evet benim o” diyorum. “İşine son verildi” diyor acımasızca. “Ayrıca” diyor “peşin olarak aldığın son maaşı” da geri vermen gerekiyor, “git muhasebeye öde.”
Dışarı çıkıyorum.
Ne oğlum, ne öğretmenler, ne canavara dönüşen seyyar satıcı arabası, ne de at var…
Yalnızca geriye ödemem gereken bir maaş ve atın toynağının bedeli var.
Para yok, borç çok, gel de çık işin içinden…
Hayrettin MERAL
Mayıs 2021