AH! ŞU AŞKTAN VE ATEŞİNDEN
âh mine’l-aşqi ve hâlâtihî
ahraqa qalbî bi-harârâtihî
Şeyh Gâlib (kuddise sirruh) (1) hazretlerine ait olan bu çarpıcı şiiri Arapçadan bugünkü dile şöyle aktarabiliriz: “Ah, aşktan ve onun hallerinden (nedir çektiğim)… Hararetiyle kalbimi yaktı, (yangın yerine çevirdi.)”
Bu güzel şiiri (ve günümüzde pervasızca kullanılan) “aşk” kelimesini iyice anlayabilmek için Bakara suresinin 165. ayetinin mealini okuyalım, sonra diyeceklerimizi diyelim.
“İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Diyanet İşleri meali)”
KUR’AN’DA “AŞK” VAR MI?
Aşk kelimesinin Kur’an’da olmadığı, sevgi anlamına gelen “hubb” kökünden kelimelerin bulunduğu söylenir. Hem doğrudur, hem yanlıştır. Evet, bizatihi “aşk” kelimesi yoktur, onun için doğrudur. Lakin bu ayetteki “eşeddu hubben lillâh (Müminlerin Allah’a olan sevgisi, en şiddetli bir sevgidir)” cümlesi ise hatta aşktan da daha şiddetli, derin, yüksek ve yüce bir sevgiyi ifade etmektedir. Çünkü “eşedd”, “ef’al yani ism-i tafdil” veznindedir, yani en üstünlük sıfatıdır. Yani “Müminlerin Allah’a olan sevgisi”, sevgilerin içinde en üstün, en yüksek, en yüce ve en derin bir sevgidir; bu sebeple “aşk”tan bile üstündür.
Günümüz insanı aşktan ancak bir kadın veya erkeğin birbirine (cinsel cazibeyle) duyduğu sevgiyi anlıyor. Evet, bu da aşktandır fakat sadece bu değildir. Ebeveynin hele annenin çocuklarına olan sevgisi, aşk değil de nedir? Kim sabahlara kadar uykusunu feda eder; hayatının sonuna kadar, kim, başka birisi için olmadık sıkıntılara katlanır… Kedilere ve bazı hayvanlara olan düşkünlük, sevginin bir çeşidi değil midir? İnsanoğlu, hatta bazen bir taş parçasına bile sevgi duymaz mı? Duyar, doğrudur, sever ve âşık olur; lakin bu sevgiler, müminlerin Allah’a olan sevgisi yanında çok daha düşüktür. Bir örnek verelim:
Bir kadın ya da erkek, birbirine âşık olur; ikisinin de geceleri gözüne uyku girmez. Hep sevdiğini düşünür. Hatta aşkı için kendisini dünyaya getiren, besleyen ve büyüten ailesine bile karşı çıkabilir. Bir mümin ise bundan çok daha fazlasını yapar. Allah’ın sevgisini, rızasını kazanmak için günde 5 vakit namaz kılar, sırf Allah emretti diye yılda bir ay aç kalır, oruç tutar; her sene malının beşte birini zekât olarak verir; memleketinden kalkar, ta Hicaz’a gider, hac ve umre yapar. Geceleri kalkar, teheccüd kılar, gözyaşı döker; gönderdiği kitabı okur, hatta ezberler, her daim kitaba uymaya çalışır. Allah’ın rızasını kazanmak için onun ismini dilinden düşürmez, zikir çeker, tefekkür eder; her daim ona şükreder. Cihada çıkar, kolunu bacağını verir; hatta “canını” dahi verir. Hadi bakalım, o kadın ya da erkeğin sevgisi mi aşktır; yoksa bir müminin Allah’a olan bağlılığı mı aşktır, aşktan bile yücedir…
O’nun kulu ve habibi Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hazretlerine, bir müminin duyduğu aşkın yüceliği karşısında bütün dünya eriyiverir. “Anam babam, sana feda olsun” sözü yanında, (Allah’a olan muhabbet hariç) bütün aşklar, anlamsız kalmıyor mu? O’nun ismi geçtiğinde salâvat getirmeler, hatta yüreklerin hoplaması; aşktan bile üstün değil de nedir? Ehl-i Beyt’e, müminlerin duyduğu sevgi, ne ile kıyaslanabilir? Peygamber varisi bir âlime, arife, veliye müminlerin hürmet ve rağbeti, Hz. Mevlana’nın deyimiyle “gülü bulamayanların gülsuyuna yönelmesi” sözündeki gibi bir kuvvetli aşk değil midir
Evet, Galib Dede’nin dediği gibi aşk yakar, yıkar, kavurur; perişan eder, hatta deli eder. Amma bir halden bambaşka bir hale geçirir; hamuru ekmek, adamı adam eder; çiğ olanı pişirir, insanı kemale eriştirir. “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur. (Nisâ suresi, 136. ayet; Diyanet İşleri meali)” ayetindeki sırlardan birisi de bu değil midir… İman, inanan kişide ilim ve amelle hayata geçirilmezse makbul olmaz, şu ayet bunu ifade ediyor “Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. Öyle ise, “iman ettik” demeyin. “Fakat boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Hucurât suresi, 14. ayet; Diyanet İşleri meali)”
Bizce aşk, âciz kalemimizin anlatamadığından da ötede, böyle bir şeydir. Biz eşimize ve çocuklarımıza, O’nun emri, rızası ve hoşnutluğu için sevgi ve saygı duyarız. Kadın ve erkek arasında cinsel cazibeyle var olan yakınlığı, yanlış kullananlarsa aşkın kıyısından bile geçemezler, onlar süfli sefihlerdir. Asıl ve gerçek âşıklar, ancak müminlerdir. Fuzûlî’mizin dediği gibi “Âşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var (Sadık âşık benim, Mecnunun ancak adı var)”
Onların “aşk adamı” dedikleri, hayatını zina ile geçirmiş olup da yaşlanınca yüzleri buruş buruş hale gelen pespayelerdir. Hz. Mevlana, Yunus Emre, Mehmed Âkif, Bediüzzaman, Necip Fazıl, Sezai Karakaoç ve daha nice büyüklerimize denir, asıl “aşk adamı.” Onlar, mecazi aşktan hakiki aşka yükselerek kendi zamanlarında, hatta ta bugüne kadar nice insana gerçek aşkı bir güzel öğretmişlerdir.
ŞİİRİMİZDE “AŞK”
Yukarıdaki resim veya benzerleri, günümüz insanı pek bilmez, eskiden evlere asılırmış. Merhum pederimin Manisa’daki arkadaşlarından birinin evinde, bir tanesini çocukken görmüş, özellikle “he”nin gözlerinden akan yaşlar dikkatimi çekmişti. Sonradan öğrendim ki böyle resimler, köy evlerinde bile bulunurmuş; ecdadımızın sevgiye ve aşka olan bağlılığının tezahürü olsa gerek…
Bizim edebiyat ve şiirimiz de bütünüyle “aşk”tan bahseder, lakin ulvi aşktan elbette. Kur’an ve Sünnet’e uyan, edeb ve terbiyeyle süslenmiş, incelik ve zarafetle yükselmiş bir aşktan… Tevhid ve Münacatlar Allah’a; Na’tler Hz. Peygambere, kasideler Ehl-i beyte, ehlullaha, büyüklere; gazellerse güzellere olan sevgi, saygı ve aşkın en güzel ifadeleri olmuştur.
Klasik edebiyatımızda “aşk”ı en güzel anlatan, hatta “aşk” denince ilk akla gelen Fuzûlî’mizden bir beyt ile bitirmeye çalışalım, aşk u muhabbet üzre olan sohbetimizi:
“aşk derdinin devâsı kaabil-i derman değil
terk-i cân derler bu derdin mu’teber dermanına (Aşk derdinin devası yoktur; aşk, derman kabul etmez. Bu dertten kurtulmanın en geçerli ilacı, canı terk etmektir, öyle derler.)”
***
Rabbimiz hazretleri, hepimize gerçek aşk ve muhabbet nasib eylesin, âmin.
Not: (1) Şeyh Gâlib (ö. 1213/1799) Divan şiirinin son büyük şairlerindendir; Geniş bilgi için bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (madde yazarı: M. Muhsin Kalkışım), İstanbul 2010, c.39, s.54-57.
***
Bu yazı, Yüce Devlet Dergisi’nde (5 Aralık 2011, 10. sayı) yayınlanmış, Ocak 2022’de yeniden gözden geçirilmiştir.
#ŞeyhGalib #edebiyat #şiir #sanat #divanşiiri #osmanlışiiri #aşk #Osmanlıca