Cuma, Kasım 7, 2025

BİLİM ve MÜSLÜMAN, AŞIRILIKLAR ve ORTA YOL

 

BİLİM ve MÜSLÜMAN, AŞIRILIKLAR ve ORTA YOL*

 Ziyaüddin Serdar**

Çağımızda bilim adamları, toplumda ayrıcalıklı bir pozisyona sahip olmaktan hoşlanıyorlar. Bu imtiyazın bir bedeli de, bilimsel olan ve olmayan konular arasındaki karşıtlığın sürdürülmesi olmuştur. Snow (1) ve Bronowski(2)  cesur denemeleriyle bu ayrımın üstesinden geldiler; dikkatimizi bilimsel ve sanatsal üreticilik arasındaki estetik benzerliğe çekerek müspet ilimlerle beşeri bilimleri birbirine yaklaştırdılar. Bununla beraber, her şeye rağmen, bir ayrılık varsa bunun arası özellikle açılmış kabul edilmelidir. Bazı bilim adamlarına göre böyle olmasının faydası vardır. Sadece cömertçe desteklendikleri için değil, fakat nispeten soyutlanmış bir muhitte, çözülmemiş toplumsal sorunlardan ve engellerden uzakta, çalışmaları gelişme şansına sahip olduğu için bu böyledir. Dış dünyanın baskılarından korunmuş olmasıyla, zamanımızda, eşsiz bir biçimde, tabii bilimler ve branşlarının kapasite ve yeteneği artmış, incelik ve derinliği gelişmiştir.

Bununla beraber günümüzde bilim öyle önemli, güçlü ve pahalı bir hale gelmiştir ki artık soyut bir biçimde ele alınmasını imkânsız bir hale kılmaktadır. Bilimin bu mutlak başarısı onu politikaya sokmuştur; önemli siyasi kararlar halkın genel eleştirisine gittikçe daha fazla konu olmaktadır ve “bilim poltikası” da artık açıkta ve açıkça tartışılmalıdır.(3)

Bütün bunlar, bilimin doğasının bütünlüğü ve önemliliğiyle anlaşılmasını sağlıyor. Fakat şu soruya cevap bulunmalıdır: Bilim, diğer insani faaliyetlerden nasıl ayrılabilecektir?

Bilim, gerçekte, insan faaliyetlerinin belirli bir grubu olarak düşünülmelidir. Evet, bu tanımlamaya birçok kimse katılmayabilecektir. Bazılarına göre bilim sadece bir yöntemdir; ispat edilebilir gerçeklerin tespitine yarayan nesnel yöntemlerdir. Diğerlerine göreyse bilim, bu yöntemlerin birikerek toplanan ve ilavelerle çoğalan geniş çaplı uygulamasının sonucu olarak genel (avami) bilginin tutarlı olmasına hizmet eder. Biz, bilimi, bu üç görüşün hepsinin birleşik ve karmaşık bir toplamı olarak değerlendiriyoruz. Daha da fazlası; değer ve öneme yönelme odağıyla birleşmiş bütün yönleriyle düşünüyoruz ve bir bütün olarak kültürel, medeni bir etkinlik olarak kabul ediyoruz; bilim adamının dünya görüşüne göre biçimlenen, yönlendirilen bir etkinlik olarak.

 

Bilimsel Mantık, Bilimsel Akılcılık

 

“Nesnel gerçek” olarak kabul etme bakımından Yeni Apollonculuk(4) kuramıyla bilimin savunması, son dönemde, Wineberg tarafından yapılmıştır. Wineberg’e göre, bilimin kendi kanunlarının temel amaçlarının doğasıyla yapılan anlaşmaya nüfuz etmeye karar veren bir bilim adamı, artık doğanın bir öğrencisi olduğunu kabul etmektedir.(5)  Aslında kararın kendisi, bir değer yargısıdır. Buna rağmen, yaptığı anlaşmayla bilim adamı, doğanın bireysel ve değerden yoksun olmamayı şart koşan kanunlarını reddedemez.  Wineberg’in vardığı sonuçlar, tabii ki Yeni Apolloncu bilgi kuramının (epistemoloji) ifade sistemine göredir ve akılcı ahlak nazariyesine uygundur: buna göre bilimi değer anlayışından bağımsız ve insani faaliyetlerin asli değeri olarak tanımlamak sonunda bir inanç eylemi olmaktadır. Ayrıcalıklı bireylerin paylaştığı bu inanca dönüşmüş kanaat, bilim adamları için birleştirici ve bağlayıcı önemli özellik sağlamaktadır.

Bu kuram; bilimin, bilim adamlarının etkinliklerini yönlendiren bir dizi önemli olgunun, bilimsel buluş, keşif tekniğinin değerden bağımsız olduğudur. Bu da bilime güya bir üstünlük vermektedir. Bilimin, kendine üstünlük veren entelektüel ve ahlaki doğruluğun özel bir formu olduğu iddia edilmektedir.

Bu, Yeni Apolloncuların günümüz ahlak felsefesini sorgulamadığı anlamına gelmez, ama onların bilimi bizzat kurtarıcı olarak gördüklerini kolayca söyleyebiliriz. “Bilimin, dini bir esasa dayanan ahlakı artık yıkması, insani davranışlar için yeni ve akılcı bir temele dayanan yükümlülükler ortaya koyması, insanın ihtiyaçlarını dünyada temin edip karşılığını öte dünyaya bırakmayan ahlaki kurallar hazırlamasının zamanı gelmiştir.” (6)

Bilimin meydana getirdiği problemleri ve modern yaşantıda oluşturduğu amaç yoksunluğunu, Harvey Brooks meseleyi “Bilim Tekrar Yönetebilir mi?” adlı uzun ve mükemmel bir şekilde sergilediği yazısında şöyle sonuçlandırıyor:

“Neticede, teklif olarak, bilimin bir yere kadar şöyle bir maksadı karşılamaya başlayabileceğini öne süreceğim. (Sahip olunan şeylerde) maddi eşitlik, özellikle başarısının nüfusun önemli bir bölümünün özverisine dayandırıldığı zamanlarda, bir toplumu harekete geçirmekte asla yeterli olamaz. Ancak herkesin paylaştığı hedefler, ortaklaşa kabul edilen gayeler bir toplumun enerjisi olabilir. Zor yürütülen uzay programının 1960’larda başarılmasının altında bu vardır. Fakat buna rağmen, sonuca erişilmesi acıya dönüştü. Çünkü bu programın, sosyal eşitlik planlarıyla açık bir karşıtlığı vardı ve bunların belirlenmiş hedeflere erişmekten çok uzak olduğu anlaşılmıştı. Geçmişte, bu çeşit ortak hedeflere, ancak savaş sırasında veya milli rekabet sonucunda erişilirdi. Geleceğin meydan okuması, bütün vatandaşların övünebileceği, elde edilenlerin başkaları tarafından tüketilemeyeceği, grup ya da milli rekabete dayanmayan hedeflerin bulunmasını gerektiriyor. Bilim ve teknoloji, bu tür hedefleri sağlamada bize yardımcı olabilir.” (7)

Bilim ve teknolojinin daha iyi bir savunması bulunmakta mıdır, acaba? Tartışma, buna rağmen, göründüğü kadar karmaşık ve ayrıntılı değildir. Dört temel akılcı tahmine dayanmaktadır:

1. Müspet bilimler nesnel bilginin örneklerini ve listelerini sağlar;

2. Bilim değerden taraf değildir, bağımsızdır;

3. Ahlaki ve diğer kuralcı ‘yargılar’ ancak duyguların dışa aktarımıdırlar;

4. İnsan davranışları geçmişe dayalı olaylar tarafından tamamen kuşatılmıştır; bu yüzden bilimsel yöntemin tespit ettiği temel doğa kanunlarıyla teorik olarak etrafıyla tanımlanabilir ve önceden bilinebilirler.

Bu bilgi kuramı, bilim ile gerçeği eşitliyor ve buna rağmen sonuca önem vermeksizin ve neticede ne çıkacağını hesaba katmadan araştırma ve incelemelerin yapılmasını savunuyor. Bu tasarım Roubiczck’in işaret ettiği gibi, bilimsel bilgiyi mutlak değer haline getirmektedir. (8) Bir defa bu kuramda bir tuzak saklı olduğundan, bir Yeni Apolloncu, bilimin ötesinde şunu görmekte zorluk çekecektir: İlgi ve ilintilerin soyut çatısına nazaran daha sağlam, kesintisiz ve daha gerçek olan nedir, nerededir ve nasıl var olabilir?

Bilimdeki ‘nesnel gerçek’ fikri, tabii ki, ‘bilimsel yöntem’ tanımından çıkarılmıştır. Bilimsel yöntem, bir bilgi bütünü olarak nesnel durumların biriktirilmesinin yönlendirmesiyle insan gözlemlerini, deney ve sonuç çıkarımlarını onaylama, daha sonra da çürütme çabalarını içerir.

Bilimsel nesnelliğin günümüzde geçerli olan görüşü, incelemeye ve gözlemi direkt duyumsal deneye (dokunma, koku alma, tatma vb.) dayanıyor.(9) Bilimsel pozitivizm, gerçekte, bu tecrübe kaynaklarını bilimsel yöntem için esas saymaktadır. Buna rağmen, belirli bir anda bir insan’ın duygusal durumu gözlem ve görüş kuvveti olarak sonuca ulaşmasında, karar vermesinde belirleyici önemli bir rol oynayabilecektir. Belirli şart ve durumlarda duyular, bir bilim adamının en kuvvetli silahı olacaktır. Ondan duygularını, acıma ve paylaşma hissini bilmezlikten gelmesini istemek, kendi doğasını inkâr etmesini istemek demektir. Bu ne mümkün ne de istenir bir şeydir.

Kant’tan bu yana bilinmektedir ki her bilimsel araştırma, inceleme ve gözlem; bilimin edinimleri için geliştirilen bazı genel teorilere dayanmaktadır. Araştırma ve incelemelerin herhangi bir türü için ‘A teorisinin sınanması’ ile bu teorinin gözden geçirilmesi arasında nasıl bir bağıntı bulunduğunu gösterebilmek için B teorisini önceden kabul etmemizi gerektiriyor. Daha da fazlası, incelemelerin bir kısmı için bir teorinin tespit edilmesi, bazı biçimlerde araştırmaların ya teorinin fonksiyonu olması ya da teoriyle bağıntıda bulunmasını şart kılıyor. Böylelikle bilimsel gerçeklerin verileri ve ortaya koydukları asla tarafsız olamaz; her zaman için bir bakış açısını, bir görüşü, bir maksadı ifade etmek zorundadır.(10) Mitroff(11) “Bilimin Öznel Tarafı” adlı eserinde, bazı seçkin bilim adamları tarafından geliştirilen ay taşlarının analizi çalışmasında, buluşlarının nasıl onların başlangıç öncesi görüşlerine dayandığına dair bazı ilginç deliller toplamıştır.

Buna karşılık, bilim adamları, bilimin öznellik, bireysellik ve keyfilikten ayıklanmasının çözümsel-eleştirel bağlayıcılığı sürecini ve yöntemini tartışabileceklerdir. Seçkin hakemlerin reyine sunulan sistem, sadece değersiz, kalitesiz ve bayağı eklemelerin atılmasını garanti ediyor. Buna rağmen, insani etkinliklerin diğer alanlarında olduğu gibi bilimin de kendine has politikaları vardır. Dürüstlüğe gelince, “şekerlemesiyle” (12)  ünlü Newton’un, bilimsel doğruluğun ilk ve orijinal örneği olduğunu iddia edeceklerdir. Geleneksel ilmi çabaların yüce idealinin gerçekleşmesi, artık muhafaza edilmediğinden yok olan masumiyet hayalinde yatmaktadır.

Araştırmanın kendisi bile politik olmaya başlamıştır. Hilary ve Steven Rose(13) göstermişlerdir ki bilimsel kavram ve anlayışlar kadar araştırma için alan seçimi de, çeşitli derecelerde, politik ve ideolojik olarak etki altında kalmaktadır. (14)  Ve Jean-Jacques Solomon’un söylediği gibi “bilimin ideolojisindeki şaşırtıcı element, zihni yaratıklar tarafından hizmeti görüldüğü, sonuçların anlamlarını soruşturan entelektüel topluluğun idealine çok sıkı bağlandığı için fertlerin ve davranışlarının bozulmasıyla kendisini koruyamayacaktır.”(15) “Bilimin ideolojisindeki şaşırtıcı element” gerçekte mayanın, bozulmanın ta kendisidir: Yeni Apolloncu inanç, Solomon’un son derece ikna edici olarak gösterdiği gibi, bilimsel güç ister istemez politik gücün hizmetkârıdır ve aslında modern bilimin gayesi, gücü ele geçirmektedir.

Bilimsel gerçek diye gizlenerek yutturulmaya çalışılan politik dogmalar için örnek bulmak zor değildir. Sovyet soyaçekim (genetik) bilimcilerinin Lysenko önderliğinde Nazilerin emrinde yaptığı çalışmaları ve IQ ile zekâ arasındaki geçerli karşıtlığı küçük örnekler olarak verebiliriz. Bunları keşfedilmesi ve bertaraf edilmesi kolay olan ayrı olaylar düşünmek safça bir hayal olacaktır. Bunlar, karşı karşıya gelindiği, güçlü ve iyi kurulmuş doktrin için çalışıldığı için keşfetmesi kolay olaylardır. Fakat ortada başka doktrin yoksa hiç kimse (en azından şimdilik) öyle olduğunu düşünmüyorsa veya düşünenler de henüz bilim adamları (ya da politikacılar) tarafından kabul olunmayacak bir şey olarak sayıyorlarsa, sonuç ne olacaktır?

“Yakın zamanlarda, tabii bilimlerin başarısı bir dereceye kadar gerçek ve asli bilginin örneği olarak görünüyordu. Yolların çeşitliliğinde, bilimin elde etme uğraşıları veya bilimsel çalışmaların halka ulaşmış imajı ya da bilimsel bilgi; gerçeğinin yerine kaim edilmek üzere bir din olarak fonksiyon kazanmıştır. Veyahut tam karşıtı olmak üzere, toplumun onaylanmış dini olarak lanse edilmektedir. Daha fazla pratik bir derecede, bir kimsenin ölümünden sonra da yaşayacak olan bir kısım gerçeğe erişmek imkânındaki inanç, birçok bilim adamı tarafından özgeci ve adanmış bir çalışmaya itici bir güdü sağlamıştır. Çevre tarafından daha çok elle yapılan iş ve mesleklere yöneltmeye zorlanan okul öğretmenleri, kendi yeni görev ve sorumluluklarına açık pay veren kanaatlerinden kendiliğinden vazgeçmiş ve aklın huzurunu da çıkarmışlardır. Mademki gerçeği arama insani etkinliklerin en az ziyan verici ve en soylu olanı olarak belirlenmektedir, bilimi böyle kavramak bilim adamlarının kendilerini ve çabalarını eleştirebilmelerine yardımcı olacaktır. Ayrıca özellikle araştırmanın pahalı deneysel alanları adına gerçekleştirilen işlerde, genelin desteğini sağlayabilmek için yapılan tartışmalarda da faydalı olacaktır.” (16)

Bilimin dini üzerinde ahlaka dair bir çatı, bir yapı kurmak demek, tabii ki, ahlakın en temel durumlarını zayıflatmak demek olacaktır. Günümüzde bilimde meydana gelen krizin sebebi ve netice olarak insanoğlunun kötü hali, kesinlikle böyle gerçekleri elde etmeye uğraşmanın, bunların peşinde koşmanın bir sonucudur. Akılcı felsefenin pratik olduğu kadar teorik olmamasında saklıdır. Şimdiye kadar olduğu kadar gerekircilik (determinizm) kuramını kabul eden bir kimse ‘değeri inkar eden bir bilim’ ve ahlaki kaygıları yok sayma durumu için teorik bir haklı çıkarma, mazur gösterme düşüncesi bina edebilir.

“Determinist teorinin esas problemi, her şeye rağmen potansiyelinin yerinde kullanılmamış olması ve hatta içsel tutarsızlığı değildir. Daha çok, ahlakın en temel ilgi ve bağlantılarındaki (bilhassa şahsi karar verme, seçme yapmadaki) bakışının kısırlığıdır. Bir kimse bir seçme yapıp karar verdiğinde, determinist (en azından teorik olarak) o kimseye o kararı vermeye götüren, yaptığı seçmeye sebep olan faktörlerin tanımını bulup verecektir. Yine, bunun gibi, determinist (yine teorik olarak) başka bir şahsın belirli ve kendine özgü bir kararına neyin ve nasıl sebebiyet verdiğini, bize anlatıp bildirebileceğini iddia edebilecektir. Lakin determinist doğru ve haklı bir karara nasıl gidileceği veya doğru bir kararın nasıl belirlenebileceği hakkında hiçbir şey söyleyemeyecektir. Ve eğer modern bilim ve teknoloji bir şey yapmazsa, onlar verilmesi şart olan zor kararların gittikçe artan sayısını iyice fazlalaştırmışlardır…”(17)

Açıkçası, ahlakın pozitivist, rasyonalist izahı kendi kendini aldatmaktır; buna rağmen mantıklı bir bakışla (entelektüel saygınlığın geçmiş örneği olarak) kurumlaşmış Hıristiyanlık üzerinde bir hamlesi olduğu görülebilir. Savunmak demek, akademik bilgi kuramına (epistemolojiye) sokmak demekten çok (kumar olarak) ortaya koymak demek olur. Bu akılcı Batı (oksidental) medeniyetini bütün düşmanlarına karşı savunmaktan başka bir şey değildir. Ne yazık ki kurumlaşmış Hıristiyanlıkla bilimsel akılcılık arasındaki bu karşıtlık, bilim ve dinin savaşı diye tanınmıştır. Bilimin bu muvakkat başarısı dinin yıkılışından kotarılmıştır. Buna rağmen kurumlaşmış Hıristiyanlık, dinin tek temsilcisi değildir; gerçekte hatta Hıristiyanlığı bile temsil etmemektedir. İnancın öğrenmeye teşvik eden daha aydın bakış açıları vardır ki bunlarda modern bilimin asla yarışamayacağı gelenekler mevcuttur. Ve ayrıca bilimi kendi halinde tek başına çarpışan gerçek tehlike olarak kabul eden bazı dünya görüşleri de vardır.

(Occident, aslında eski Yunan ve Roma medeniyetlerinden direkt olarak etkilenen ve mekân olarak daha çok Avrupa ve Amerika’yı ifade eden bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Orient (Doğu) kavramının bir nevi karşıtıdır. Yahudi-Hıristiyan geleneğinin Yunan-Roma mirasıyla birleşiminden meydana gelen medeniyet ve kültürü kastetiği söylenebilir. Bu manada, orijinlerinin bir olması hasebiyle kapitalist ve kominist ideolojiler, bu kavram etrafında ayniyet taşımaktadır. Ziyaüddin Serdar, bir kısmını çevirmiş olduğumuz bu kitabın 16–17. sayfalarında kelimeye şöyle açıklık getirmektedir: “İşte bu kültürel kaynaktır ki, Marksist ve Kapitalist ekonomik teorilerini, parlamenter ve meclise dayalı yönetim biçimini ve Sovyetlerdeki idare tarzını ortaya çıkarmış ve, üretmiş ve geliştirmiştir. Aynı kaynak bu fikirleri geçmişte ihraç etmiş ve bu ihraç hâlâ devam etmektedir. Böylece, Oksident Avrupa ve ‘dış takipçileri’ ile sınırlı kalmayıp bütün dünyada kendi görüş, yaşayış tarzı ve yönetim biçimlerinin uygulayıcılarını, devam ettiricilerini de bulmuştur. Asya’da veya Avrupa’da, her nerede olursa olsun bu kaynağa ait olan her şey Oksidentaldir. Doğuda olup da Batıya, yani Oksident’e benzemeye çalışan, özenenler ya onların istediği gibi olmuş ya da olma sürecine girmiş demektir. Kavram, Avrupa ve yaşam tarzını kapsamaktadır, nerede olursa olsun.”)

 

Bilimsel Mistiklik

 

Çağımızda, Yeni Apolloncuların durumu, geleneksel bilimsel ahlakın pozitivizm ve akılcılık taraftarları, insanlığı kötü bir gidişe sürüklemekten dolayı ağır bir ithamla karşı karşıya gelmiştir. Çevre kirliliğinin güncel sorunları, insan ve insan, insan ve doğa arasındaki yabancılaşma, bilimin kendisinde bile ideoloji buhranı, geleneksel rasyonalist ahlakı suçlu kılmaktadır. Bu saldırıların öncülüğünü Yeni Diyonizosçular (veya Bilimsel Mistikler) üstlenmektedir.

Yeni Diyonizosçuların hareket noktası, çağdaş toplumlarda bilimsel akılcılığın şahsiyetsizleştirme/robotlaştırmadaki asli etkisi olmaktadır. ‘İnsan davranışları ve tavırları hakkında yeni ve akılcı bir esas’ kurmakta bu yüzden bir sorun yoktur. Yeni Diyonizosçulara göre, yüksek ferdi ahlaki görünüş üretecek ve çevrebilimci politikayı meşru kılacak yeni bir ahlak sistemi bilimsel rasyonalizmin yerini alacaktır. Everett Mendelson’un sorguladığı gibi:

“Yeni bir öğrenme yolu, bilgilenme tarzı meydana getirebilir miyiz; ileri teknoloji kültüründe oldukça büyük yer tutan ve bütün insani bilimler hakkında ortaya çıkan karışık buhranlarla ahlaka bağlantı kurabilen ve bilim tarafından vücuda getirilmiş sorunlara çözüm getiren yeni bir epistemoloji? Bu bilgilenme tarzı, ne tür bir biçim ve duruma sahip olacaktır? Benim hemen muhakkak olmasını gerektiğini savunduğum şey şudur: Bilme ve davranma yolu olarak bilim, ta en dip köklerine kadar reform istemektedir.

Alamet ve işaretler her yanımızda ve yöremizdedirler; bütün yapmamız gereken ‘kazı yapmayı’ taklit etmek ve bunu yaparken bir çeşit körlük veren muvakkat bir fırtınayı geçiştirmektir. Bunun için bilimle savaşımlara göz atmak gerekecektir. Bilimin, laik otorite ile kurduğu işbirliğinin yok edici ve trajik sonucu, tarafsız olma iddiasıyla maskelenen otoriteye uysal bir köle gibi hizmet etmek olmuştur. Tabii ve sosyal olmak üzere bilimin her iki yönü de, savaş çıkarıcı, vahşi ve zalim bir sistemin ayrılmaz parçası haline gelmiştir. Tekrarlamak gerekirse, tabii ve sosyal bilimler kendi bilgilenme yollarının tarafsız olduğunu iddia ederler, iyi ve kötü yerlerde de kullanılabileceğini söylerler; fakat kendisi eleştirmeye ve kınamaya tabi tutmaksızın gelişmesinin aksine vahşet icra etmektedir. Şiddet ve zorbalığa karşı herhangi bir sınırlaması olmamak, aslında gerçekte, bilgi ve tekniğin bizzat vahşet tarafından satın alınmış olduğu demek olur. İhmalcilikle şiddetin seçimi, bunun bilinçli olarak yapılmasından daha az yıkıcı değildir; tabii ki bu kaidesiyle doldurulmuş olan bombayı ateşleyip fırlatmak sonucunu doğurmaktadır.” (18)

Ravetz mistisizmi savunurken meseleyi daha da açmaktadır: “Ah, mistisizme geldik en sonunda. Gayet güzel fakat bu, bilimin yeni bir yol ve yönteme konulmasıyla ilgili ne yapmak durumundadır? Emin olarak söyleyebiliriz ki, bunun için kurumsal ve politik bir çarpışma gerekecektir; lakin meselenin bazı dağınık hayalcileri ise oldukça uzak ve ilgisiz kalacaktır. Buradan başlamanın tek sebebi, bir kimsenin başlayabileceği tek yerinin burası olmasından ötürüdür. Aynı zamanda, bu başlama yeriyle birlikte, sosyal uyanış ruhi bilinçle bitişmiştir; değişim, radikal reformcu tarafından karar verilip emredilen bazı yollarda zorlanan halkın ideallerinin alay edilen soytarılardan birisi haline gelmekten daha az ihtimal dahilindedir. Tekrar hatırlatayım ki hiçbir laik güç gruplaşmasında veya nükleer imhaya doğru gitmeden geri çekilmenin saikinde; bu karar verilmesi, seçme yapılması zor konuda onlar işin türünde değil sadece derecesinde ayrılırlar. ‘Problem’in yeni kavrayış ve anlayışının ihtiyacımız olup olmadığın