BİZİM HÂLÂ KENDİMİZE HAS BİR FARSÇAMIZ VAR !
Medeniyetimizin Üç Büyük Dilinden Biri
Farsça, İslam medeniyetinin üç önemli ve büyük dilinden birisidir. Günümüzde dört yerde İran, Afganistan-Özbekistan, Tacikistan ve Hind alt kıtasında konuşulmaktadır.
İslam medeniyetinin ilim, irfan, tarih, sanat vd. büyük eserlerinden birçoğu özellikle tasavvufla ilgili olanları bu dilde yazılmıştır. Ses ve dilbilgisi bakımlarından aruz veznine yatkın olması, Farsçayı, İslam’ın ilk yüzyıllarından itibaren şiir ve edebiyatın güçlü bir şekilde ifade edildiği bir kültür hazinesine dönüştürdü. Bu dille üretilen muhteşem eserler, Müslümanları çok etkiledi ve insanlığı da kendine hayran bıraktı.
Farsça ve Talebesi
Bu satırların yazarı, Farsçayı 1979-81 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde aldığı derslerle öğrenmeye başladı (1). 1981’deki sınava, merhum Tâhirü-l-mevlevî (2) hazretlerinin Şerh-i Mesnevî (3) eseriyle üç aydan fazla bir zaman hemhal olarak hazırlandı ve imtihanda muvaffak oldu. Bu muazzam ve mübarek şerhte Mesnevi’nin beyitleri önce İslam yazısıyla dizilmiş, sonra bugünkü harflerle çeviriyazısı verilmiş, sonra nesre çevirmesi yapılıp şerh edilmiştir. Farsçayı tam olarak bilmeyenler için mükemmel bir kaynaktır.
Farsçayla ilgimiz elbette devam etti ama bu alaka talebelik dönemi kadar yoğun olmadı. Derken derd-i maişet ve diğer bazı yoğunluklardan ötürü giderek azaldı. 50li yaşlardan sonra yavaş yavaş yeniden ilgilenmeye başlayıp bazı şiir tercümeleri yapıp yayınlayınca tepkiler almaya başladı. Neden ‘şod’ yerine ‘şüd’, ‘goft” yerine ‘güft’, ‘gozeşte’ yerine ‘güzeşte’, ‘kon, me-kon’ yerine ‘kün, me-kün’ diyormuşum… Efendim, aslında onların dedikleri doğru imiş, biz yanlış yazıyormuşuz. Asıl hocamız Tâhirü-l-mevlevî hazretlerini bir kenara mı bırakalım, gelen tenkidlere ne diyelim… Kaldık mı arada…
Rûmîlerin Farsçası
Mesele sonradan anlaşıldı. Bize o eleştirileri yöneltenler Farsçayı İranlılardan öğrenmişlerdi (4). (Kendilerince haklılar mıydı… Tarihle aralarındaki bağ koptuğu için, evet; yeterince inceleme ve araştırma yapmadıkları için, hayır!)
Hâlbuki bilmedikleri mühim bir husus vardı. Bundan yüz sene kadar önce Farsça beşinci bölge olarak Anadolu topraklarında mevcuttu. Konuşuluyor, öğretiliyor, öğreniliyor; bu dille şiirler, eserler yazılıyordu.
Selçuklu (dolayısıyla Anadolu Selçuklu) Devleti’nin bürokrasi ve dış ilişkilerdeki resmi dili Farsça idi. Bu durum bir süre Osmanlı’da da devam etmişti.
Hz. Mevlânâ (kuddise sirruh) hazretlerinin ve ondan sonra gelen halifelerinin etkisiyle (5) Farsça, Anadolu’da ve hatta Rumeli’de Anadolu insanının kalbine, gönlüne, hafızasında bir nevi taht kurmuştu. Belh asıllı olan Mevlânâ, bugün Afgan Farsçası da denilen Derîce konuşuyordu; eserlerini o lehçeyle kaleme almıştı. Mollâ-yı Rûm’un büyük etkisiyle Derîce bu topraklarda yaygınlaştı, Türk hançeresinin etkisiyle Anadolu (Diyar-ı Rum, Türk) Farsçası oluştu.
Medrese mezunu olup da Mesnevî, Gülistan ve Bostan (6), Kimyâ-yı Sa’âdet (7) okumayan yoktu. Sonraları buna Mektûbât-ı Rabbânî (8) de eklendi. Divan şairi olup da Farsça şiir yazmayana şair gözüyle bakılmıyordu. Farsça-Türkçe birçok lügat yazılmıştı, mesela Sünbülzâde Vehbî’nin çok okutulan ve hatta ezberletilen manzum lügati Tuhfe-i Vehbî’yi anmadan geçemeyeceğim (9).
Misaller ve Karşılaştırmalar
Bizim bu konuda yeniden kendimize gelmemizi sağlayıp Anadolu Farsçası hususunda dikkatimizi yeniden toplamamaızı sağlayan Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan 17. yüzyıla ait Cevhere fi-l-luga (10) adlı yazma eserdeki bir kelimeye verilen şu karşılık oldu:
“bedîd âyed: zâhir ve âşikâr ve peydâ olur dimekdür. (pedîd, ‘Acem bâ-yı ‘acemle okurlar, Rûmîler bâ-yı ‘Arabîyle.” [bedîd âyed: zahir, aşikar ve peyda olur demektir. Acem (İranlılar), Acem be’si (pe ile) ‘pedîd’ olarak okur; Rûmîler (Anadolu halkı, Türkler) Arap be’si yani ‘bedîd’ olarak okur.]
Ondan sonra gerisi geldi:
Kadim (Divan) şiirimiz, hâlâ orta öğretim ve üniversitelerde öğretilmektedir; bu büyük gelenekte de Anadolu Farsçası kullanılmıştır ve halen de öyle öğretilmektedir. O kadar uzağa gitmeden şi’r-i kadimin son büyük üstadı merhum Yahya Kemâl’den bir örnek verelim (11):
“Bir gülşene vardık ki uzak mihr ile mehden
Gelmiş ve gelenler bütün erbâb-ı günehden
Susmaz mı hevâsında öten bülbül-i mâtem
“Feryâd bu gülşendeki âheng-i siyehden”
‘gülşen’in ‘golşen’, ‘bülbül’ün ‘bolbol’ olarak telaffuz edilebilmesini düşünemiyoruz bile…
Haydi, biraz geriye de gidelim ve Sultan I. Ahmed Han (aleyhi-r-rahmeti ve-l-gufrân) hazretlerinin ilâhî olarak hâlâ terennüm edilen muhteşem şiirinden bir dörtlüğü hatırlayalım:
“gam-gin gönüller şâd olur
dem-besteler âzâd olur
güm-geşteler irşâd olur
âsâr-ı zikrullâh ile” (12)
İran Farsçasıyla ‘gom-geşte’ diye söyleyin de göreyim sizi o zaman…
Mevlevi ayinleri hâlâ Anadolu Farsçasıyla terennüm edilir (13). Buhurîzâde Mustafa İtrî Efendi’nin Segâh Âyîn-i Şerîfi’nin Birinci Selâm’ının ilk mısraına bir bakalım:
“Ey âşık-ı rû-yı tü (Ey senin yüzüne âşık olan)”.
‘tü (sen)’ zamirinin ‘to’ diye telaffuz edemezsiniz, bütün nota kayıtlarına Anadolu Farsçasıyla ‘tü’ diye geçmiştir çünkü.
Farsçadan dilimize geçmiş kelimelerden günümüz Türkçesinde de çok kelime vardır. İranlılar ‘gol, bolbol’ derler, biz ‘gül, bülbül’ deriz. Onlar ‘govher’ derler, biz ‘gevher’ diye telaffuz ederiz. Onların şimdi ‘peser (peyser gibi, i-e arası bir ses)’ dediklerine biz zamanında ‘püser (çocuk)’ derdik.
Örnek çok, lakin ecdad ne demiş: “Ârife bir işaret dahi kâfidir.”
Kaynaklar ve Tenkitler
Bu konudaki kaynaklardan bazısını sizlerle paylaşmak istiyorum:
Bizdeki Farsça ve edebiyatını en iyi inceleyen kitap M. Emin Riyâhî’nin (14) Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı (terc. M. Kanar, İnsan yay. İstanbul 1995) başlıklı eseridir. Hz. Mevlânâ ve Mevlevîliğe de uzunca bir bölüm ayırmış; Farsça eser veren şair ve yazarları yüzyıllara göre tanıtmış, eserlerinden örnekler sunmuş; Anadolu sahasındaki Farsça-Türkçe lügatleri de tanıtmıştır. Lakin Fars milliyetçiliği yapmış, Farsça-Türkçe ilişkisini Farsça lehine abartmış, Selçuklu ve Osmanlıların devlet yönetimlerinin dahi İran’dan aynen alındığını söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Onun için ihtiyatla okunmalıdır. İnsanın ağırına giden şu ki 1995 yılında yayınlanan bu esere üniversitelerimizden doğru dürüst bir eleştiri gelmemiş olmasıdır.
TDV İslam Ansiklopedisi Farsça maddesinde, diyar-ı Rum Farsçasından tek cümle ile bile bahsedilmemiş, maalesef. wikipedia.org’da da böyle bir bahis yok. Neden olsun ki, kendi ansiklopedimizde bile yok ki…
Adnan Karaismailoğlu Bey’in makalesini (15) okumanızı öneririm. Konumuza katkı yaptığı yerleri iktibas ediyorum:
“Tarihte Türk toplulukları arasında Farsçanın yeri ve kullanımıyla ilgili olarak
Türkiye’de yapılan değerlendirmelerde konu farklı bir noktaya taşınmakta, yaygın olarak Türkçeye Türk devletlerinde önem verilmediği, Türkçenin ihmal edilip Farsçaya özen gösterildiği ispata çalışılmaktadır. (s. 6)”
Mâverâünnehir, Horasan, İran, Anadolu ve Osmanlının hâkim olduğu Avrupa topraklarında Farsça eser vermiş Türk asıllı şahsiyetler elbette tespit edilemeyecek derecede çok olmuştur. İddialı tespit ve izahlar bu nedenle pek de anlamlı olamayacaktır. Benzeri şekilde Türkçede kullanılan Farsça ve Arapça kelimelerin sayısal olarak tespiti ve eserlerdeki kullanım oranlarının delil olarak sunulması da dikkatleri yanıltıcı bir noktaya taşımaktadır. Bu konularda bilimsel çalışmalar yapmak ve tespitte bulunmak yaklaşım tarzında bir yanlışlık olsa da elbette önem taşımaktadır. s. 13-14)”
Elnaz MALEKİ’nin yazısı da okunması gereken bir makaledir (16):
“Bu arada, yüzyıllar boyu birlikte ve birbirlerinin yanında yaşayan Türk ve
Fars gibi iki komşu etnik, kültürel ve sosyal açıdan birbirleriyle yakın ve kaçınılmaz etkileşimde bulunmuşlar. Bu iki milletin kültür, gelenek ve görenek, terimler, atasözleri, deyimler, hikâyeler, kelimeler ve hatta simaları bile birbirinden etkilenmiştir ve birbirine benzemektedir. Şüphesiz Türkçe ve
Farsçada yazılan tarihi kitaplar, ansiklopediler ve sözlüklere baktığımızda, bu iki kültür ve dilin birbirinden sayısız bir şekilde etkilendiği dikkat çekmektedir. Bu açıdan, bu makalede önce hâkim bir etniğin dil ve kültürünün başka bir etniğin dil ve kültürüne nasıl etki ettiğini incelenmektedir. Daha sonra da Türk ve Fars kültür ve dilinin birbirinden nasıl etkilendiği incelenmektedir. (s. 129)
“Türkçe ve Farsçanın Etkileşimi
… Türkçenin de eski dillerden biri olarak, dünyanın batı ve doğusunda birçok konuşanı var. Bu, Türklerin bir zamanlar dünyaya hükmetmesi ve ayrıca bu dilin güçlülüğü ve yeterliliği sonucunda ortaya çıkmıştır. …
Ural-Altay dil grubundan olan ve Hint-Avrupa dillerini bu kadar etkisi altına alan bir dil, şüphesiz komşusu olan Farsçayı daha fazla etkisi altına almış olacaktır. Türkçe ve Farsça yüz yıllar boyu birlikte ve birbirlerinin yanında yaşamış ve karşılıklı etkileşim içinde olmuşlar. Dilin yanı sıra iki milletin, kültür, gelenek, görenek, terimler, deyimler, atasözleri, hikâyeler, masallar, sözcükler ve hatta simaları bile birbirine benzemektedir. Ünlü tarihçi John
Perry Türkçenin Farsçaya etkisi konusunda şöyle demektedir: “Arapça İslamiyet’in dili olduğu için Farsçayı etkilemiştir. Türkçe de, şiir dili olduğu için Farsçada derin etkiler bırakmıştır (Heyet, 1998: 98).
Mühendis Muhammed Sadık Naebi, Doktor Muhammedzadei Sedig’ın danışmanlığında “Farsçada Türkçe Sözcükler” adlı eserinde, 1,5 yıl boyunca 27 doğrudan ve onlarca dolaylı kaynaklarda araştırma yaparak, Farsçada 1000’den fazla Türkçe kelimesine rastlamıştır. Aslında birleşik kelimeleri de bunlara eklersek, binlerce Türkçe sözcüğün Farsçada kullanıldığını göreceğiz (Nayebi, 2005: 54). (s. 140-1)”
“Türk kültür ve medeniyetinin bazı parçaları isimleriyle birlikte İran ve hatta Hindistan ve Çine kadar gitmiştir. Burada ilk önce, dünyanın birçok diline özellikle de Farsçaya transfer edilen, Türklerin kullandığı giysiler ve onlarla ilgili kavramlara yer verilmiştir: Kot, Şalvar, Şal, Arxalıg, Geba, Çadır, Tuman,
Sarık, Patlar, Palto, Çekme, Kebçe, Çagçur, Tor, Torba, Corab, Leçek, Çoga, Cuxe, Çetir, Astar, Astin, Çak, Çin, Yaka, Düğme, Sancag, Sancag, Mıncıg, Kayçı ve Utu (Ütmek fiilinden) bunlardan bazılarıdır. (s. 144-5)”
***
Tarih, Türkler, Farslar ve Dilleri
Türkler ve Farslar, İslam’dan önce de etkileşim halindeydi; ticaret, evlenme, aralarındaki savaşlardan ötürü birbirlerini çok iyi tanıyorlardı. Lakin İslam’dan sonra kardeş oldular ve aynı medeniyet dairesinde Müslümanlığa ve insanlığa büyük hizmetler ettiler. Beraber devlet kurdular, onları beraber yönettiler. Aynı coğrafyada yaşadılar. Kız alıp verdiler, akraba oldular. Aynı dilleri konuştular. Aynı yemekleri yiyip aynı içecekleri içtiler. Aynı düşmanlara karşı beraberce savaştılar.
Ta ki Şah İsmail, Şia mezhebine geçinceye kadar… Ondan sonra işler değişti, savaşlar ve rekabetin şiddetiyle işler çoğu zaman karışık oldu.
Osmanlı ecdadımız bu konuda orta yolda hareket etti. İran’dan gelen şair ve yazarlara sahip çıktı, Farsçayı korumaya da devam etti. Şah İsmail’i yere seren Yavuz Sultan Selim Han (aleyhi-r-rahmeti ve-l-gufrân) yazdığı Farsça şiirlerle edebiyat âlemine koca bir divan hediye etti, mesela.
Osmanlı’da münevver olmak; Arapça, Türkçe ve Farsçaya hâkim olmakla eşdeğerdi. “Elsine-i selâsede yed-i tûlâ sahibi olmak (üç dilde geniş bilgi sâhibi olmak)” hatta üçüyle de şiir yazmak münevver olmanın en üst derecesini işaret ediyordu.
***
Günümüzde Arapçayı ve Farsçayı öğrenenlerin sayısının arttığını gördükçe seviniyoruz. Lakin bu dilleri öğrenirken tarihe de göz atmak gerek… Sosyoloji ve sosyal psikolojiye önem vermek gerek. Doğruyu bulup onun arkasında olmak gerek…
Münevverlerimize, ilim adamlarımıza çok iş düşüyor. Bu yazımızla bu önemli medeniyet, kültür ve tarih konusuna dikkat çekip uyarı görevimizi yapmaya çalıştık.
Başlığımızı tekrar ediyoruz. Evet, bizim hâlâ kendimize has bir Farsçamız vardır, bu ilmi ve tarihi bir gerçektir.
Yeter ki biz kendimize, kendi dil, tarih, kültür ve medeniyetimize sahip çıkalım…
Ehline arz olunur, efendim…
Haydar Hepsev
Haziran 2021
_____________
Dipnotlar:
(1) Aslında Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı talebesi idim; o zamanki sistemde bölüm dışından da ders alınabiliyordu.
(2) Tâhirü-l-mevlevî (kuddise sirruh), bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (Madde yazarı: Alim Kahraman), 2010 İstanbul, c. 39, s. 407-409; https://islamansiklopedisi.org.tr/tahirulmevlevi
(3) Şerh-i Mesnevî; 1923’te Fâtih Camii’nde, 1948-1951 yılları arasında Süleymaniye Camii’nde verdiği Mes̱nevî derslerinin ürünüdür. Önce formalar halinde çıkmış (1949-1951), daha sonra Fethi Sezai Türkmen tarafından yayımlanmıştır (I-V, İstanbul 1963-1975). Eser Mes̱nevî’nin V. cildinin ortalarına kadar gelmektedir. (Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (Madde yazarı: Alim Kahraman), 2010 İstanbul, c. 39, s. 409)
(4) Biz kendi yazımızı, İslam harflerini terk edip yüzümüzü Batıya dönmüştük. Farsça kimin umurundaydı.
İran’da 1979 devriminden sonraki devlet, devrimi ihraç etmek istiyordu. Ve bu konuda da çok çalıştı ve başarılı da oldu. Farsça, yeni devletin komşu devletlere özellikle de bize, nüfuz etme vesilesiydi. Devletimizin kafası karışıktı; Anadolu Farsçasını nereden hatırlayacaktı, bu Farsçayı devlet eliyle öğretip İran’dan gelecek zararlı etkilere nasıl ket vuracaktı…
(5) Başta Konya olmak üzere Osmanlı coğrafyasındaki Mevlevi tekkelerini burada hatırlamakta fayda var: Afyon, Bursa, Elbasan (Arnavutluk), Eskişehir, Gelibolu, Halep, Hanya (Girit), İstanbul [Beşiktaş (sonra Bahariye), Galata (Kulekapı), Yenikapı], Kahire, Kastamonu, Kütahya, Manisa, Muğla, Rumeli Yenişehri (Larissa), Selanik, Urfa.
(6) bkz. Gülistan, (madde yazarı: Tahsin Yazıcı), TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1996, c. 14, s. 240-241; https://islamansiklopedisi.org.tr/gulistan.
Bostan, (madde yazarı: Adnan Karaismailoğlu), TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1992, c. 6, s. 307-308; https://islamansiklopedisi.org.tr/bostan–sadi-sirazi
(7) İmam Gazalî (rahmetullahi aleyh) hazretlerinin meşhur eseri İḥyâu Ulûmi-d-dîn’nin kısaltılmışı ve Farsça yazılmış olanıdır. Daha geniş bilgi için bkz. Gazzâlî-Eserleri, (madde yazarı: H. Bekir Karlığa), TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1996, c. 13, s. 518-530; https://islamansiklopedisi.org.tr/gazzali#5-eserleri
(8) Büyük Nakşibendî şeyhi İmam Rabbânî (kuddise sirruh) hazretlerinin aslı Farsça olan mektuplarından oluşan üç büyük ciltlik bir eserdir. Nakşibendî tekkelerinde okutulurdu. Bugün de tasavvuf çevrelerinde elden düşürülmeyen mühim bir eserdir. Bkz. (madde yazarı: Hamid Algar), TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara, 1996, c. 29, s. 11-12; https://islamansiklopedisi.org.tr/mektubat . (Not: Madde yazarı, burada ansiklopedinin ruhuna da uymayan gereksiz konulara girmiştir, maalesef.)
(9) Tuhfe-i Vehbî; 1197’de (1783) öğrencileri olan, Sadrazam Halil Hamîd Paşa’nın iki oğlu için kaleme alınmış, değişik vezinlerde elli sekiz kıtadan oluşan Farsça-Türkçe bir sözlüktür. Eser, önceki sözlüklerde bulunmayan Farsça kelime ve ifadelere yer vermesi dolayısıyla çok tutulmuş, medreselerde ve rüşdiyelerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Müellifin sağlığında basılan eser (İstanbul 1213) Hayâtî Ahmed Efendi ve Lebîb Efendi tarafından şerhedilmiştir. Otuza yakın baskısı bulunan eseri Numan Külekçi ve Turgut Karabey yayımlamıştır (Erzurum 1990). (Bkz., TDV İslâm Ansiklopedisi, (madde yazarı: Selim Sırrı Kuru), İstanbul 2010, c. 38, s.141; https://islamansiklopedisi.org.tr/sunbulzade-vehbi )
(10) Cevhere fi-l-luga, Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa, no: 1161, 34b. (Lügatten haberdar eden Recep Hisar Bey’e medyun-ı şükranım.)
(11) Hâmid’in Mısraını Tazmîn, Eski Şiirin Rüzgarıyla.
(12) Bugünkü neslin anlayabilmesi için kelimeleri verelim: gam-gin: gamlı, kederli. dem-beste: Nefesi kesilmiş, susmuş, sessiz. güm-geşte: kaybolmuş, yolunu kaybetmiş. âsâr: eserler.
(13) Bu sitede bütün Mevlevî âyînleri vardır: https://neyzen.com/ney_mevlevi_ayinleri.html (Mevlevî âyînlerindeki Anadolu Farsçası hakkında bizi bilgilendiren Recep Hisar Bey’e bir kere daha teşekkür ediyorum.)
(14) Riyâhî, Ankara’da beş yıl İran Kültür Müsteşarlığı da yapmıştır. (Riyâhî’nin kitabından kıymetli Hocam Prof. Dr. Necdet Tosun Bey haberdar etti. Ayrıca bu yazının konusunu kendisiyle uzun uzun görüştük, o istişareden de çok istifade ettik. Hocamıza kalpten teşekkür ediyoruz.
(15) Bkz. Adnan Karaismailoğlu, “Tarih Boyunca Türkler ve Farsça; Modern Yaklaşımlara Bir Eleştiri”, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013).
(16) Bkz. Elnaz MALEKİ, “Türk Kültür ve Dilinin Fars Kültür ve Diliyle Etkileşimi”, TSA (Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi) / YIL: 17 S: 3, Aralık 2013