CEZASIZ KALMIYORMUŞ
Bir acayip gündü.
Karısı, uzun bir pardösü giymiş ve başını kapatmış olduğu hâlde geldi yanına.
Kaymakam, sebebini bilemedi böyle giyinmesinin.
Sonra başını açtı karısı, ağlamaya başladı. Meğer yeni kestirdiği saçını beğenmiyormuş. Öyle kesmişler ki saçlarını, kim olsa beğenmez. Saçlarının üstü, kabartılmış; ensesi iyice kısaltılmış. Bağırıyordu kadın, kuaförü mahkemeye vermekten bahsediyordu.
Ve ağlamaya başladı. Öyle şirret ağlıyordu ki dayanılmaz. Komşular camlara, balkonlara çıkmış onları seyrediyordu. Kadın ne kadar mutsuzdu saçlarından, bir bilseniz. Onu ne hale getirmişlerdi güzellik uzmanları, bir düşünsenize.
Kaymakam “Başörtünü al da kapa başını, kurtar kendini bu utançtan, ağlamayı da kes” dedi.
Kadın söyleneni yapacağına üstündeki pardösüyü çıkarmaya başladı. Altından bir subay elbisesi çıktı.
Berbat kesilmiş saçlarıyla, bir kadın subay…
Kaymakam “Nereden buldun” dedi, hayretle, “bu elbiseyi”.
İşte ben bulur buluşturur böyle giyinirim edasındaki kadın, komşularına şımarıkça caka satıyordu. Elini böğrüne koyup kıvırtıyor, beceriksizce asker selamı veriyordu.
***
Yıllar öncesine gitti kaymakam, birdenbire, nedense…
Yeni bir ilçeye atanmış, kaymakamlığa mahsus lojmana taşınmışlardı. Karısı evi yerleştirmek için pek de gayretli değildi. Biraz da haklıydı aslında. Lojman ıvır zıvırla doluydu. Kendisinden önce oturanlar, götürmedikleri ıvır zıvırı şurada burada bırakmışlardı. Kat kat yataklar, kanepeler, koltuklar, ev gereçleri, penseler, tornavidalar, aletler, edevatlar…
Kaymakam, karısının lojmana yerleşip yerleşmediğini görmek için öğle vakti çıkagelmişti. Ev, onun kafasında kurduğu şekilde yerleştirilmemişti. Her yer dağınıktı, önceden bırakılan eşyalar şurada burada idi. Önce bu ıvır zıvırı toplamalı diye düşünmüştü. Öncekilerden kalma tahta bir sandık görmüş, “hah” demişti, “bu ıvır zıvırı buna koyarım” kendi kendine… Hemen toplamaya başlamıştı.
Usanmıştı bu işten ki zil çaldı. Tahrirat kâtibi gelmişti, Kaymakam’ı yoklamak için. Bir de kötü haber getirmişti: Başbakan, ölmüştü. Kaymakam etraflıca bilgi almak için televizyonu açmaya gitti.
Ama salonda televizyon yoktu. Onca odası bulunan bu evde televizyon acaba hangi odadaydı? Karısı da ortalıkta gözükmüyor ki sorsun. Tahrirat kâtibi, işgüzarlık yapıyordu. Herhangi bir koliyi açıyor içinden çıkanları kafasına göre bir yerlere yerleştiriyordu. Mutfak eşyası çıkarsa onları mutfağa götürüyordu. Tam bir baş belası ama Kaymakam bir şey diyemiyordu. Dikkatli bakınca eşya yerleştirme işini kendinden daha iyi yaptığını görüyordu, Kaymakam, tahrirat kâtibinin.
Televizyonu ararken öncekilerin bıraktığı küçücük ekranı olan radyolu ufak bir televizyonun bir komodinin üstünde olduğunu gördü. Açma düğmesini aradı bir müddet, buldu nihayet. Radyosu açılmıştı. Haber istasyonu aramaya başladı. Başbakan nasıl ölmüştü, kaç yaşındaydı, daha önce hangi görevlerde bulunmuştu, kaç çocuğu vardı, hangi yabancı dilleri biliyordu; bunların hepsini söylerdi şimdi spiker. Ama aklı hâlâ kendi televizyonundaydı. Karısı niye evin düzenini değiştirmişti ki. Televizyon her zaman salonda olurdu çünkü, içinden bu duruma kızıyor, fakat bu konuda karısıyla tartışmaktan da çekiniyordu.
Böyle düşünürken birden karısını gördü. Üstünde gecelikleri vardı. Niye bu uygunsuz kıyafetle evin içinde dolaşıyordu ki. Tahrirat kâtibi geldi aklına. Ona baktı. Kolileri açmakla uğraşıyordu. Altan alttan karısına baktığını hissetti. Belki de bakmıyordu ama öyle hissetti. Sinirlendi. Tahrirat kâtibine “Senin dairede işin yok mu? Git işinin başına” diye resmen kovdu. Tahrirat kâtibi yavaşça sıvıştı.
Karısına dönerek, “Git üstüne elbiselerin giy!” dedi, sinirli sinirli.
“Nedir bu yaptıkları, bunların bir cezası yok mudur, nedir benim çektiklerim” diyordu, bir yandan, kendi kendine.
***
Aniden sirenler çalmaya başladı, bir değil birkaç yerden. Askerî polis geldi, etrafı sardı. Meğer karısı subay elbisesini çalmış imiş, elbiseye uygun olsun diye de saçlarını o şekilde kısa kestirmiş.
Kelepçelediler kadını alıp götürdüler.
“Demek ki cezasız kalmıyormuş, bazen de olsa” dedi kaymakam kendi kendine.
Sevinsin mi üzülsün mü…
Forsu yok ki kurtarsın karısını.
Gelince yeniden başına ekşiyecek çünkü…
Hayrettin MERAL
Eylül 2021