DEKAYIKu-l-HAKAYIK’tan Bazı Mısralar
15. yüzyıl âlimlerinden manzum siyer türündeki Dekâyıku-l-Hakâyık (Hakikatlerin İncelikleri) şairi Cefâyî’nin hayatı hakkındaki bilgilerimiz pek azdır. Ancak Sehî Tezkiresi’nden (Tezkire-i Sehî, Edirneli Sehî, 1325, İstanbul) ve Tezkiretü-ş-Şuarâ’dan (Kınalızâde Hasan Çelebi, yay. Dr. İbrahim Kutluk, 1978, Ankara) Cefâyî’nin, Sultan II. Bayezid devrinde saray hocası olduğunu; ilim ehli, nazım kaidelerini ve şiir üslubunu iyi bilen bir kimse olduğunu öğreniyoruz. Ayrıca Dekâyıku-l-Hakâyık’ın Mi’rac bölümündeki “diyesin güçdür tarîk-ı Halvetî” mısraından onun Halvetî Tarikatı’na mensup olduğunu söyleyebiliriz. Saray hocalığı yaptığından ilmiye sınıfına bağlı olması gerektiğine göre bu sınıfa ait (müderrislik, kadılık vb.) memuriyetlerde bulunduğunu da tahmin edebiliriz.
Her iki tezkire de onun”yaka” kelimesinde “beş türlü manaya delalet eden tecnis” bulduğu gazelinden şu iki beyti kaydediyor:
“âhım beni bu hasret ile yaka yakandır
kim şeh yüzüne bir dahi kul yaka yakındır
boynunda yakasın görüp ey dil hased etme
sen ondan ıraksın ona ol yaka yakındır”
15. yüzyılın dil ve üslup özelliklerini taşıyan Dekâyıku-l-Hakâyık, hicri 889 (m. 1484) yılında istinsah edilmiş olup Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya K. 1782’de kayıtlıdır. Yazmanın ilk sayfasında Sultan Bayezid’in el yazısıyla “Kitâbu fî Dekâyıki-l-Hakâyık et-Türkiyye el-Manzûme min kabli-n-Nasîha ve Siyerü-n-Nebî aleyhisselâm” ibaresini görüyoruz. Yazma, II. Bayezid ve II. Mahmud’un tuğralı vakıf mührünü taşıyor. Kitap, 157 varaktır ve her birinde 11 satır bulunmaktadır.
Siyer, asıl manası “yol, gidiş; huy, tabiat; bir kimsenin ahlak ve tavırları, tercüme-i hali” anlamlarına gelen “sîret” kelimesinin çoğuludur. Terim anlamı olarak da Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hazretlerinin hayatını anlatan eserlerin umumi adıdır. Peygamberimiz Efendimiz; edebiyatımızı na’tler, siyerler, mevlidler, hilyeler, miraciyeler, manzum kırk hadisler yoluyla bir kubbe gibi bürümüştür. Sanat sarayımıza onunla, onun yüce ismiyle girilmiş, böylece ve bu sebeple edebiyatımız incelik, yücelik ve zenginlik bulmuştur.
Bakış açıları hayr olan, iyilik ve güzelliği gözeten sanatkârlarımız da en zor konu ve şekillerin üstesinden gelerek O’nu bildirmek, tanıtmak ve sevdirmek gayesiyle binlerce kitap yazmışlardır. Bu eserler de halk ve aydınlar arasında geniş çapta revaç bulmuştur. Konumuzun en iyi örneği asırlardan beri okunan, adeta gündemden düşmeyen Süleyman Çelebi’nin Mevlid adlı büyük eseridir. Diğerleri ise zamanında tanınmış, sevilmiş ve okunmuşlar; lakin bazısı unutulmuş, kimisi de dil ve alfabe yüzünden bilinmezliğe karışmıştır. İşte burada tanıtmaya çalıştığımız eser de bunlardan birisi de Dekâyıku-l-Hakâyık adlı manzum siyerdir.
Peygamberimiz Efendimiz’i anlatan yeni eserler neden yeniden yazılmasın. O, bizim içimizi ısıtan bir güneş; gönlümüzü yakan ve benliğimizi pişiren ebedi ateş, ufkumuzu kaplayan büyük bir nurdur. Çağa O’nu yeniden tanıtan eserler yazalım, burçlara O’nun yüce ismini bayrak olarak dikelim, inşaallah. Bunun bir yolu da geçmiş âlim, şair ve sanatkârlarımızı iyice tanımak, incelemek ve anlamaktan geçiyor. Çünkü geçmişini bilmeyen, gününü ve geleceğini sağlıklı bir şekilde inşa edemez.
Şimdi Dekâyıku-l-Hakâyık’ın Mi’rac bölümünden aldığımız ve günümüze de ışık tutacak (yazmada 102b-103a’da bulunan) 13 beyti sizlerle paylaşalım. (Eserin yazıldığı zamandan bu yana değişim geçiren Türkçe kelimeler, bugünküne yakın şekliyle yazılmış; metnin bugünkü dille nesre çevrilmiş hali parantez içinde verilmiştir.)
eyleme şeytan gibi kendini medh
âlem-i mânada oldur bil ki kadh
(Şeytan gibi kendini övme ki bu, mana âleminde sana engel olur.)
denmeden sana mürayi sofidir
dense yeğ arif mükemmel safidir
(Sana riyakâr sofi denmesinden; ariftir, mükemmeldir, saftır denmesi daha iyidir.)
cenk edip kılma menabir üzre pend
murg-ı ruha oldur olan pay-bend
(Minberdeyken cenk edermişçesine öğüt verme ki bu davranış ruh kuşuna bir ayak bağıdır.)
hakk için et her nasihat k’idesin
hayf ola halkı fazahat edesin
(Ettiğin her nasihatı Allah için etmelisin, böyle yapmazsan zulmetmiş, halka edepsizlik yapmış olursun.)
şöhret için etme va’zı nagehan
olmaya mecmû-ı sûdun ta ziyan
(Vaazı şöhret için verme ki elde ettiğin bütün faydalar birdenbire ziyan olmasın.)
halkı azar etme yumuşak söylegil
hakk rızasıyçün nasihat eylegil
(Halkı azarlama, yumuşak söyle; onlara Allah rızası için nasihat eyle.)
ger huruş u na’ra-zen olma nasih
her huruş olurdu elbette fasih
(Ey öğütçü! Nara atma, şamata etme. Öyle olsaydı nara atanlar, çok güzel konuşan hatipler olurdu.)
minber üzre halka gıybet söylemen
ta’n eyleyip hakaret eylemen
(Minbere çıkınca halka gıybet olacak sözleri söylemeyin, insanları kötüleyerek hakaret eylemeyin.)
rast gelmez hergiz islam ehline
k’idesin dayim şehadet cehline
(Eğer sürekli müslümanların bilgisizliğini söylersen bil ki bu, asla doğru değildir.)
yalan ağlamakla cennet girse ele
sagucular cümle cennet ehli ola
(Yalandan ağlamakla cennete girilseydi, ağıtçıların hepsi cennet ehli olurdu.)
it gibi haklı dalama yırtıban
kimseyi etme müsavi yortuban
(Halkı yırtarak köpek gibi dalama, koşup serserilik yaparak kimseyi kendinden kaçırma.)
ademi dalamak olsa zühd ü din
kelbin işi sofilik olmuş hemin
(İnsanları dalamak takva ve din olsaydı, köpeğin işi hemen sofilik olurdu.)
ol muvahhid şirki terk et sadık ol
tâata mağrur olma âşık ol
(Muvahhid ol, şirki terk et, sadık ol; ibadetinle gururlanma, aşık ol.)
*Haydar HEPSEV’in bu yazısı, “Cefayi’nin Dekayıku-l-Hakayık’ından Mevlid ve Mi’rac Bölümleri” başlığıyla Diriliş Dergisi’nde (Ekim-Kasım 1989, sayı 62–67) yayınlanmış; Kasım 2008’de yeniden ele alınmıştır.