İNANMAK
İnanmak, en büyük eylemdir.
Evet, inanmak bir eylemdir. İnsanoğlunun en büyük, en yüce, en değerli, en soylu eylemidir. Bir insanı en çabuk, en içten ve derinden değiştirebilen tek eylemdir hatta. İnanan bir adamın eski ve yeni halini bir karşılaştırıverin, hemen göreceksiniz aradaki farkı. İnancı zayıflamış bir insanın nasıl da zavallı bir hale düşüverdiğini gören gözler hemen anlayacaklardır.
Sadece soyut bir olay değildir, inanmak. Evet, önce kalb inanır, ruh inanır, sonra dile dökülür bu inanç. Lakin inanmadan önceki yaptıklarını bırakır da yepyeni işler yapmaya başlar, inanan insan. Çünkü inanmak, en derin eylemdir.
İnanmak, sürekli ve devamlı bir eylemdir; kalbe gelen geçici bir duygu değildir. Bir kez inanan, ömrünün sonuna kadar bu eylemi devam ettirir, ettirmelidir. Aksi takdirde inancının ona manalı, değerli ve kalıcı bir etkisi olmaz. Onun için inanma eylemini her gün tazelemeli insan. Onun için her gece inancının bir dökümünü çıkarıp incelemelidir.
İnançsızlık, insanoğlunun en kötü eylemidir. Yaratanı kabul etmemek ne kadar değersiz, ne kadar kaba bir eylemdir. İnanmayı reddetmek, ne kadar büyük bir iddia değil midir? Ya çok büyük bir gaflet içinde olan veya her şeyi bildiğini iddia edebilen ya da kibirden gözü dönmüş olan veyahut şeytanın kışkırtıcı aldatmalarına kanan kişiler, inançsız olurlar. Ne kadar zavallıdır onlar, kendi zavallılıklarının farkında olmayan zavallılardır; çünkü yaratanlarıyla kendilerini kıyaslamışlardır, kimi zaman bir sinek karşısında bile aciz kalabildiklerini bile bile.
***
Tarihin en dinsiz, en inançsız, en ruhsuz dönemi, daha bitmedi, henüz ve hâlâ. Pozitivizm, negatif bir inanç sistemidir yani dindir; dinlere karşı olma dinidir ve insanları etkilemeye devam etmektedir. Materyalizm (maddecilik) madde ve maddenin hareketleri ile değişimleri haricinde hiçbir şeyin var olmadığını söyler; aslında yeni de değildir ama insanlara bir din olarak sunulmaya devam edilmektedir. Diyalektik materyalizm (eytişimsel maddecilik), maddi dünyanın dinamikliğinden fikir ve inanç üretmiştir; bir yarı inanç sistemine dönüşmüştür; Marksizm’in iflasıyla ortadan kalkmamıştır, alttan alta yaşatılmaktadır. Darwinizm (evrimcilik), evrimsel biyolojiyi destekleyenlerin inancı olmuş, pozitivizm ve materyalizmin çok işine yaramış, yaratışa karşı olanların inancına dönüştürülmüş bir göz yanılmasıdır, birçok yanlışı bulunmasına rağmen hâlâ büyük bir iştahla sürdürülmeye çalışılmaktadır. Kapitalizm de tüketimcilik dini olmuş; büyük alışveriş merkezleri de tüketim ve oyalanma ibadetinin merkezleri, çoğu insanın farkında olmadan ibadet gereksinimlerini karşılamaya çalıştıkları kutsal yerlere dönüşmüş.
Ateizm, tanrısızlık ve şüphecilik inancıdır; Materyalizmin veled-i zinasıdır. Gnostizm (bilinircilik), dinleri yetersiz bulan bir sahte inanç sistemidir; inananlarının kibrini artırır, kendilerini bir şey zannetmelerini sağlar. Agnostisizm (bilinmezcilik) tanrının ya da tanrıların varlığının ya da yokluğunun bilinemeyeceğini söyler; iki arada bir derede bırakır insanı. Deizm (Yaradancılık) vahyi reddeder, peygamberi çıkarır; Teizm (Tanrıcılık), tanrıyı kişiselleştirir; ikisi de sanki dine yakınmış gibi görünürler lakin büyük sapma içindedirler.
Peki, bütün bunlara karşı kilise ne yapmaktadır: Su isteyenlere imitasyonunu vermektedir, yani insanları aldatmakta ve harareti arttırmaktadır. Yahudilikse doğuştan İsrailoğlu olmayana bir şey önermiyor, yani ayrımcılık yapıyor; dolayısıyla kendini sınırladığından insanlığa hitap etmiyor.
Doğru, iyi, güzel inanca bütün insanların ihtiyacı var yani kısacası.
***
Çağımız insanının ağzından çıkan her on kelimeden birisi de “inanıyorum” sözüdür, ya da “inanmıyorum.” Bir insanın bütün hayatını, dünya görüşü ve yaşam tarzını bir anda değiştiriverecek bu güçlü kelimeleri, neden, bu kadar çok kullanıyor acaba, günümüzün insanı: İnanç konusunda ciddi anlamda hastadır da ondan. Gerçek inancı bulamadığından veya kaybettiğinden mesela bir kağıdın kağıt olduğuna “inanır”, yani bunu bir inanç konusu haline getirir; veya gerekli gereksiz her yer ve zamanda “inanmıyorum” der. Hâlbuki “inanıyorum” demek büyük sorumluluk gerektiren bir eylemdir; “inanmıyorum” demek de büyük bir reddediş eylemidir, bunun da sorumluluğu elbette çok büyüktür. Dahası var, günümüzün insanı başarıya inanır, başarı ne demekse; kendine inanır, kendini bir ilah olarak mı görmektedir…
Somut bir örnek vererek konuyu daha anlaşılır kılalım. Zamanımızın bir aydını şöyle diyor: “Ben dinin ve dindarların önemine inanan bir dinsizim.”* Bu kısa cümlede çok ve derin çelişkiler var. “İnanan” diyorsunuz hem de “dinsizim” diyorsunuz. “Dinsizim” deyip ama aynı zamanda inanıyorsunuz, yani sizin “dinin ve dindarların önemine inanan” bir inancınız var. “Dinin ve dindarların önemi”nden bahsediyorsunuz ama “dinsiz” olduğunuzdan onların inancına katılmıyorsunuz; dinsizliğinizde mi samimi değilsiniz, yoksa inanan insanlara karşı mı dürüst değilsiniz. “İnanan” kelimesini bilinçsizce mi kullandınız, yoksa inanç sahibi olmak istiyorsunuz da bunun mu bilincinde değilsiniz. İnançsızlığın ne kadar büyük ve derin bir yanlışlık olabileceğini hiç düşündünüz mü? Entelektüel düzey ve çevrenizden ötürü mü gerçek inanca doğru bir adım atmaktan çekiniyorsunuz. Ebu Talib sendromu sizi de mi bürümüş yoksa; kavminin, inancını değiştirmekten ötürü kınayacağından korkanların arasında siz de mi varsınız…
***
Evet, çağımız insanının inanç konusunda kafası çok karışık. Bu konudaki bilgisi az ve öğrenmek için de bir çabası yok. İnançsızlık da, dalga dalga geliyor ve her gün sabahtan akşama, geceden sabaha kadar insanların imanlarını çalmak istiyor. Televizyon kanallarının çoğu, internet dünyasının büyük bir bölümü izleyicilerinin inancına tasallut ediyor; kitaplar, romanlar, hikâyeler saldırıyor, direkt olarak inanca ve bu işi gayet ustaca yapıyor, aralara sıkıştırdıkları cümlelerle. Karanlıklar karanlıklarla irtibat ve işbirliği içinde ve tabii ki birbirinin değirmenine su taşıyor.
Lakin inanmayanlar ya da inancı doğru ve sağlam olmayanlar sonsuz yoksunluğa uğramayacaklar mı? Dünyada sıkıntı ve rahatsızlık çekmiyorlar mı; öte dünyada yakıcı ve şiddetli azaba duçar olmayacaklar mı?
İnsanın insan kardeşine borcu var; sevgi ve dostluk borcu; uyarma ve anlatma borcu. Ne yapalım da ödeyelim bu borcu, nasıl edelim de ulaşalım onlara ve anlatalım doğruyu, iyiyi, güzeli. Müminim diyenlere düşmüyor mu bu kutlu ödev. Yoksa biz inanıp kurtulduk diyerek çağımızın en büyük hastalıklarından olan bencilliğe mi düşüyorlar. “Bir insanı kurtaran bütün insanlığı kurtarmış gibidir” buyruğunu hatırlatalım o zaman. Diyelim ki “Ey insanlar, sizi bir olan Allah’ın varlığını ve birliğini, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğunu inanmaya çağırıyoruz; kurtuluşunuz buradadır, ancak buradadır.”
***
İnanmak soylu bir eylem, ama inancımızı yaşamazsak, başladığımız işi yarım bırakmış olmaz mıyız? İnanmak, iyi ve yüce bir eylemdir, öyleyse her gün yeniden inanmaya çalışmak, daha doğru olmaz mı? İnanmak güzelse bunu en derin bir şekilde yaşamak da güzel değil mi?
Gelin, hep beraber yeniden inanalım. Büyük bir inanma eylemi yapalım. Değil elbette sadece sokaklarda; evlerde ve her yerde; fikirlerde ve kalplerde yeniden bir inanç atılımı yapalım. Bırakalım “bozuk saatler yalan yanlış işlesin.” Ama bırakmayalım inancı, yaşamayı, yeniden inanmayı; hayatımızın sonuna kadar.
*Ahmet Altan, Taraf gazetesi, 11.02.2010.
/// H. Murad HEPSEV’in bu yazısı, Yüce Devlet Dergisi’nde (Nisan 2009, 5. sayı, s.2) yayınlanmıştır.