İSLÂM AHLÂKI MUCİZESİ
Veya Dünya ve Ahiret Saadeti Veren
İslâm Ahlâkı İlmihali
Ebu-ş-Şefîk Hamdî
***
Kitap ve Sadeleştirilmesi Hakkında Birkaç Söz
Kitabın orijinal ismi şöyledir: MU’CİZE-İ AHLÂK-I İSLÂM Veyahud Dünyevî ve Uhrevî Mes’ûd Ahlâk-ı İslâm İlm-i hâli. Bu küçük ama çok faydalı ahlak kitabı, h. 1331 (m. 1915) yılında Matba’a-i Bahriye’de basılmıştır (Risalenin Ebu-ş-Şefîk Hamdî ve Donanma Cemiyeti tarafından mühürlenmiş bir nüshası; İ.B.B. Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Kitapları 1483 numarada kayıtlıdır.)
Risalenin kaynağı ve kaleme alınışıyla ilgili olarak Ebu-ş-Şefîk Hamdî (rahmetullahi aleyh), Hâtime-i Kitâb’da şu ifadelerde bulunuyor: “Bundan on sene önce bir kütüphanede bulunan eski ve yazma Cevâhiru-l-Hulki ve-t-Târîh (Tarih ve Ahlâk Cevherleri) adıyla ahlâki ve tarihi bir kitapta, İmam Ebû Yûsuf’un yazıp Halife Hârûn Reşîd’e takdîm ettiği Mu’cize-i Ahlâk-ı İslâm ilmihâliyle İmâm Şâfî’nin talebeliğindeki bir hikâyesini okumuştum; gerek ilmihâlden gerek hikâyeden ziyadesiyle istifade edip haz aldığım için ikisini de istinsah ettim ve bu güne kadar birçok din kardeşime bu Mesud Ahlâk hakkında az çok bilgi verdim.”
(Cevâhiru-l-Hulki ve-t-Târîh kitabı ve Ebu-ş-Şefîk Hamdî hazretleri hakkında bütün araştırmalarımıza rağmen -şimdiye kadar- bir bilgiye rastlanılmadı.)
***
Bu mühim kitabı, İslam Harfli Osmanlı Türkçesi derslerimizde, değişik üniversitelerde öğrenci olan Recep Hasar, Köksal Yılmaz, Abdullah Ayhan, Uğur Cemil Gül, Abdurrahman Hacımelek beylerle zevkle şevkle okuduk ve çok istifade ettik; Allah Teâlâ’nın rızası ve ümmet-i Muhammedin yararlanması için, bugünkü yazıya aktarıp sadeleştirmeye karar verdik. Talebe kardeşlerimiz mevcut yazıya aktardılar, biz de bugünkü insanların anlayabileceği dille sadeleştirmeye çalıştık.
Risalenin ilk (ilmihal) kısmının sadeleştirilmiş halini Yüce Devlet Dergisi’nde yayınladık (11-13. sayılar; 2012-2013). Tamamlandığında elbette kitaplaştırmayı düşünüyorduk ki Kökler Derneği, bu kitabın yayımlanmasını kabul etti; kendilerine içten teşekkür ediyoruz.
***
Rabbimiz hazretleri, bu naçizane hizmetimizi kabul buyursun; özellikle gençlik arasında İslâm ahlâkının yayılmasına vesile olsun, âmin. Bizleri de “güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen” Peygamber (sallallahu teala aleyhi ve sellem) Efendimizin ahlâklı ve hayırlı ümmetinden olmak nasip eylesin, âmin.
***
(MU’CİZE-İ AHLÂK-I İSLÂM kitabının kapağının bugünkü harflere çevrilmiş hali)
MU’CİZE-İ AHLÂK-I İSLÂM
Veyâhud
Dünyevî ve Uhrevî Mes’ûd Ahlâk-ı İslâm
İlm-i hâli
*******
İşbu kitâb en iyi bir mücevher taşı gibi ufak ve kıymetlidir.
Ve kaldırım taşı misilli olan romanlar gibi büyük ve kıymetsiz değildir.
*******
Her müslümâna [dünyevî ve uhrevî mes’ûd ahlâkını öğrenmek için]
bir tanesi lazımdır.
*******
Müellif ve sâhib-i kitâb
Ebü-ş-Şefîk Hamdî
*******
Kitâbın her gûnâ hakkı müellifine â’iddir.
*******
Yalnız kitâbın hâsılât-ı sâfiyesinin nısfı [yeni yapılacak Mecîd Han
Dretnotu için] Donanma Cem’iyyet-i Muhteremesine aiddir.
*******
Sâhib-i kitâb ve Donanma Cem’iyyetinin mührünü hâvî olmayan nüshalar
sahtedir. Sahte nüshayı ihbâr edene beş lira mükâfât verilir
ve sahtekâr hakkında ta’kîbât-ı kânûniye icrâ olunur.
*******
Matba’a-i Bahriye
1331
Donanma Cem’iyyeti Sâhib-i kitâb
mührü mührü
***
E’ûzu-billâhi-mine-ş-şeytâni-r-racîm
B-ismi-llâhi-r-rahmâni-r-rahîm
MUKADDİME
Ahlâk ilmi bakımından, mesud İslam ahlâkı iki yönlüdür. Bir yüzü melekliktir ki insanlığın ahirete yönelik tarafıdır; diğer yüzü de âdemoğlunun dünyevi mutluluğuna yöneliktir.
Bu mesud ahlâk, İslam diniyle mütedeyyin olan bütün fertlere yani İslam milletinin hepsine Kur’ân’ın emri ile tahsis buyrulmuştur. Bu mesud ahlâk üzere İslam milletinin fertlerine (amelleri ölçüsünde) dünyevi ve uhrevi saadetleri, Kur’ân’la vadedilmiştir.
Yani Müslüman kimsenin gerek dünya gerek ahiret saadeti için, İslam Ahlâkı üzere çok çalışırsa çok mutlu olacağı ve az çalışırsa az mutlu olacağı (ve dünya ve ahiret saadeti için İslam Ahlâkı üzere hiç çalışmazsa asla mesut olamayacağı) Kur’ân’ın kesin beyanlarındandır.
Sual: Dünyevi ve uhrevi mesud İslam ahlâkı nedir?
Cevap: Dünyevi ve uhrevi mesud İslam ahlâkı on iki temel üzerinedir.
Sual: On iki temel nedir?
Cevap: ‘Ubûdiyyet, İtâ’at, Sadâkat, Tahâret, Adâlet, İctinâb, İlim, Teâvün, Fa’âliyet, Islâh, Cihâd, Nikâh’tır.
Sual: Bu on iki temel kelime nedir?
Cevap: Bu on iki temel kelime, Kur’an’daki emirleri ve tefsirleridir.
Sual: Bu on iki temel kelimenin, Kur’an’daki emirlerin tefsiri oldukları, Kur’an’daki hangi kelimelerle sabittir?
Cevap: Aşağıda yazılan Kur’an’nın kelime ve emirleriyle sabittir:
v-‘abudû / etî’û / ve kûnû ma’a-s-sâdikıyn / fe-t-tahherû / i’dilû / fe-ctenibû /
v-a’lemû / ve te’âvenû / ve-f’alû / fe aslihû / ve câhidû / ve-nkihû.
Sual: Bu kelime ve emirler, hangi Kur’ân ayetleriyle sâbittir?
Cevap: İşte bu Kur’ân ayetleriyle sâbittir:
1. “v-‘abudû-l-lâhe ve lâ tuşrikû bihi şey’en … (Ve Allah teâlâ’ya ibadet ediniz ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayınız …) Nisâ suresi, 36. ayet”
2. “… etî’û-l-lâhe ve etî’û-r-resûle ve ulu-l-emri minkum … (… Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin …) Nisa suresi, 59. ayet”
3. “… ve kûnû ma’a-s-sâdikıyn. (… sadık olanlarla beraber olun …) Tevbe suresi, 119. ayet”
4. “… fe-t-tahherû … yurîdu li-yutahhirakum ve li-yutimme ni’metehu aleykum … (… iyice temizleniniz … Allah, sizi tertemiz kılmak ve size nimetini tamamlamak ister …) Mâ’ide suresi, 6. ayet”
5. “… i’dilû huve akrabu li-t-takvâ … (… Adaletli davranın! Takvaya en yakın olan odur …) Mâ’ide suresi, 8. ayet”
6. “… fe-ctenibûhu le’allekum tuflihûn. (… artık bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.) Mâ’ide suresi, 90. ayet”
7. “… v’alemû enne-l-lâhe ma’a-l-muttakıyn. (… Biliniz ki Allah muhakkak takva saahibleriyle beraberdir.) Tevbe suresi, 123. ayet”
8. “… ve te’âvenû ‘ale-l-birri ve-t-takvâ … (… ve iyilik ve takvâ üzere yardımlaşınız …) Mâ’ide suresi, 2. ayet”
9. “… ve-f’alu-l-hayra le’allekum tuflihûn. (… ve iyi işler yapın ki, kurtuluşa erişesiniz.) Hacc suresi, 77. ayet”
10. “… fe aslihû beyne ahaveykum … (.. kardeşlerinizin arasını hemen ıslah ediniz …) Hucurât suresi, 10. ayet”
11. “Ve câhidû fi-l-lâhi hakka cihâdih … (Ve Allah yolunda hakkıyla cihad ile mücâhedede bulununuz …) Hacc Suresi, 78. ayet”
12. “ve-nkihû-l-eyâmâ minkum … (İçinizden evli olmayanları evlendirin …) Nûr suresi, 32. ayet”
***
Mesud İslam ahlâkı esasları ve açıklamaları
Sual: ‘Ubûdiyyet kelimesinin manası nedir?
Cevap: ‘Ubûdiyyet kelimesi; kulluk, kölelik ve bendelik manalarına gelir.
‘Ubûdiyyet, meleki bir haslet ve insani saadettir; İslam ahlâkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Her müslüman, Cenâb-ı Hakk’ın emri üzerine önce iman, sonra namaz, oruç, hac ve zekât farzlarıyla dinen sorumludur. (Ondan sonra diğer farz ve vaciplerle peygamberimizin sünneti üzere) kalbiyle, sözüyle, ameliyle, bedeniyle, malıyla kulluk yapmaya; her hususta zikr, hamd ve şükretmeye; ihsan olunan nimetleri tahdîs etmeye (söyleyip şükretmeye, teşekkür etmeye) kendi dünyevi ve uhrevi saadeti için dinen memurdur (İbâdet, hamd, teşekkür, tahdîs-i nimet ve zikr; hepsi ubûdiyyet manasına dâhildir.)
‘Ubûdiyyet hasleti hakkında İmam Ebu Yusuf’un sözü şudur:
“el-‘Ubûdiyyetu nûr-ul-ekberu li-l-insân (Ubûdiyyet, insan için en büyük nurdur.)”
***
Sual: İtâ’at kelimesinin manası nedir?
Cevap: İtaat kelimesi; uymak, tabi olmak, dinlemek ve bî’at etmek* manalarına gelir. İtaat, insana saadet veren güzel bir huydur; İslam ahlâkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Her müslüman İlahi emirlere boyun eğmek ve peygamberin sünnetine uymak ve ulü-l-emr olan baba ve anneye; evliyaya; âlimlere ve hocalara, hikmet sahiplerine, padişah hazretleriyle hükümetlerine, doğruluk ve samimiyetle kalbiyle, sözüyle, ameliyle, bedeniyle, malıyla uymaya ve her hususta onları her şeyle dinlemeğe, kendi dünyevî ve uhrevî saadeti için dinen memurdur.
İtaat hasleti hakkında İmam Ebu Yusuf’un sözü şudur:
“el-İtâ’atu nasru-l-ekberu li-l-insân. (İtaatte insan için en büyük yardım ve başarı vardır.)”
İmam Ebu Yusuf’un kavline göre ulü-l-emr beş kısımdır ve şunlardır: 1. Baba ve anne, 2. Evliya (veliler), 3. Hakîmler [hikmet sahipleri, hekimler (doktorlar)], 4. Âlimler, 5. Hâkimler (yöneticiler; kadılar).
* [Bî’at: İslâm devletinde idare edenle idare edilenler arasında yapılan, seçim veya bağlılık karakteri taşıyan sosyopolitik akid (Arapça aslı bey’at). Bey’at “satmak; satın almak” mânasındaki bey’ masdarına bağlı olarak “yöneticilik tevdi etmek, birinin yöneticiliğini benimsemek” anlamında kullanılmıştır. Sosyopolitik bir akid olarak ise devlet başkanını seçme, belirleme ve İslâm hukuku çerçevesinde ona bağlılık gösterme anlamına gelmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de bey’at kelimesi geçmemekle birlikte bey’ kökünden türeyen mubayaa masdarının türevleri biatlaşma, getirdiği emir ve yasaklarda peygambere itaat arzetme ve bu konuda onunla ahidleşme anlamında kullanılmıştır. Hz. Peygamberin önemli dinî-siyasî olaylar arefesinde veya İslâmiyet’i kabul eden kimselerle ilk defa görüştüğünde biat aldığı bilinmektedir. Bu türün örnekleri olarak Akabe biatları ve Bey’atürrıdvân zikredilebilir.
Hz. Peygamber döneminde daha çok dinî hükümlere bağlı kalmak ve Resûlullah’a itaat etmek anlamında kullanılan biat Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesinden itibaren sonraki kullanışlarına esas olacak siyasî bir mahiyet kazanmış, bir devlet başkanını seçme yahut seçilmiş veya bu makama herhangi bir yolla gelmiş devlet başkanına bağlılık sunma anlamında kullanılmaya başlanmıştır (bkz. DİA, 6. Cilt, s. 120–125.)]
***
Sual: Sadâkat kelimesinin manası nedir?
Cevap: Sadâkat kelimesi; sıdk (doğruluk), mertlik, gönüllü olmak ve yâr olmak manalarına gelir. Sadakat, insana saadet veren güzel bir huydur; İslam ahlâkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Her müslüman; milletinin dinine, vatanına, namusuna; üzerine düşen her çeşit vazifeye; herkesin emanetine ve insaniyetine karşı kalbiyle, sözüyle, ameliyle, bedeniyle, malıyla sadakat etmeğe kendi dünyevî ve uhrevî saadeti için dinen memurdur.
Sadakat hasleti hakkında İmam Ebu Yusuf’un sözü şudur:
“es-Sadâkatu vefku-l-ekberu li-l-insân. (İnsan için en büyük muvaffakıyet sadakattedir.)”
***
Sual: Tahâret kelimesinin manası nedir?
Cevap: Taharet kelimesi; nezafet, paklık ve temizlik manalarına gelir. Taharet, insana saadet veren güzel bir huydur; İslam ahlâkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Her müslüman, önce kalbiyle ondan sonra diliyle, ameliyle, bedeniyle, malıyla tam manasıyla tertemiz olmaya ve her hususta nezafete ziyadesiyle dikkat etmeğe, kendi dünyevî ve uhrevî saadeti için dinen memurdur.
Taharet hasleti hakkında İmam Ebu Yusuf’un sözü şudur:
“et-Tahâretu husnu-l-ekberu li-l-insân. (İnsan için en büyük güzellik, iyilik, sağlık taharettedir.)”
***
Sual: Adâlet kelimesinin manası nedir?
Cevap: Adalet kelimesi, istikamet ve doğruluk manasına gelir.
Adalet, insana saadet veren güzel bir huydur; İslam ahlâkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Her müslüman; önce kalbindeki niyetle, ondan sonra (her öğrendiğini doğru öğrenmek şartıyla) ilmiyle, diliyle, ameliyle, bedeniyle ve malıyla adalet üzere bulunmaya ve her hususta yaradılmışların hepsine karşı adalet üzere hareket etmeye, kendi dünyevî ve uhrevî saadeti için dinen memurdur.
Adalet hasleti hakkında İmam Ebu Yusuf’un sözü şudur:
“el-Adlu hayru-l-ekberu li-l-insân. [İnsan için en büyük hayr (iyilik) adalettedir.***
Sual: İctinâb kelimesinin manası nedir?
Cevap: İctinâb kelimesi; kaçınmak, tâbi olmamak ve sakınmak manalarına gelir. İctinâb, insana saadet veren güzel bir huydur; İslam ahlâkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Her müslüman kalbindeki niyetle, diliyle, ameliyle, bedeniyle ve malıyla her çeşit kötülük, günah ve tehlikelerden kaçınmaya; yani gerek din ve gerek insanlık bakımlarından tehlikeli ve kötü olan her niyetten, sözden, işten, hareketten ve kazançtan sakınmaya, dünyevî ve uhrevî saadeti için dinen memurdur.
İctinâb hasleti hakkında İmam Ebu Yusuf’un sözü şudur:
“el-İctinâbu silmu-l-ekberu li-l-insân. (İnsan için en büyük selamet ictinâbtadır.)”
İmam Yusuf’un kavline göre İslam ahlakına tabi olmak için birinci derecede sakınılacak şeyler yirmi dörttür ve şunlardır:
1. şirkten, 2. küfürden, 3. zulümden, 4. insan öldürmekten, 5. yalan söylemekten (yani münafıklık, iftira ve yalancılıktan), 6. sarhoş eden şeylerin hepsinden (insana sarhoşluk, hiddet, keyif, tembellik ve rehavet veren her şeyden ), 7. kumardan, 8. zinadan [her türlü zina, livata (homoseksüellik) ve istimna (mastürbasyon) ve sevicilikten], 9. hırsızlıktan, 10. israftan, 11. ümitsizlikten, 12. tefrikadan (her çeşit dini, milli ayrılıktan), 13. fuhuştan (her çeşit hayâsızlık ve edepsizlikten), 14. her türlü münkerden (hakikatin inkârından), 15. bagyden (isyan etmekten; her türlü hainlikten), 16. her çeşit hileden (aldatmaktan), 17. kibirden, 18. riyadan, 19. ezadan (incitme, kırma; işkence etmekten), 20. alay etmekten, 21. tekahhurdan (yetimleri yokluk ve gadr içinde bırakmaktan), 22. tenehhürden (çalışmaktan aciz, hasta, ihtiyar ve sakat fakirleri aç, susuz, çıplak bırakmaktan), 23. her türlü hastalıktan, 24. her çeşit tembellikten; kaçınmak ve korunmak gerekir.
Hastalıklardan kaçınmak, sağlığı koruma ilmini tahsil etmekle veya sorup öğrenmekle ve ona riayet ile olur.
Tembellikten korunmak ise iş-güç görmekle; hareket, jimnastik ve idman yapmakla olur.
***
Sual: İlm kelimesinin manası nedir?
Cevap: İlim kelimesi, marifet ve bilgi manasına gelir. İlim, insana saadet veren güzel bir huydur; İslam ahlâkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Her müslüman; İslam ahlâkı ilmine (en azı İslam ahlakının temel kurallarının bilgisidir), (kalem ile) yazmak ilmine (en azı ana diliyle okuyup yazmak bilgisidir), sanat ilmine (en azı bir sanat (zenaat) bilgisidir), beden ilmine [en azı sağlığı koruma bilgisidir) ve rızık sağlama ilmine (en azı geçim sağlamak için kazanç bilgisidir) sahip olmak için fikriyle, sözüyle, ameliyle, bedeniyle ve malıyla çalışmaya, kendi dünyevi ve uhrevi saadeti için dinen memurdur.
İlim hasleti hakkında İmam Ebu Yusuf’un sözü şudur:
“el-İlmu fazlu-l-ekberu ve enfa’u-t-takvâ li-l-insân. [İnsan için ilim, en büyük fazilettir (şereftir) ve en faydalı takvadır.]”
***
Sual: Te’âvün kelimesinin manası nedir?
Cevap: Teavün kelimesi; yardımlaşma, yardım etme ve yardım manalarına gelir. Teavün insana saadet veren güzel bir huydur; İslam ahlâkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Her müslüman; kendi eviyle ailesine, din kardeşlerimiz olan bütün İslam milletine, vatana, hükümete ve yaradılmışların hepsine elinden geldiği kadar ilmiyle, sözüyle, ameliyle, bedeniyle, malıyla her hususta yardım etmeye, dünyevî ve uhrevî saadeti için dinen memurdur.
Teavün hasleti hakkında İmam Ebu Yusuf’un sözü şudur:
“el-Avnu feyzu-l-ekberu li-l-insân. (İnsan için en büyük feyz* yardımlaşmaktadır.)”
* Feyz kelimesine, Türkçe’de tam bir karşılık bulunmuyor; bütün anlamlarını verelim ki bu mübarek kelime iyice anlaşılsın. feyz: bolluk; ihsan; ilerleme; olgunlaşma; mutluluk.
***
Sual: Fa’âliyet kelimesinin manası nedir?
Cevap: Faaliyet kelimesi; çabalamak, hamarat ve becerikli olma manalarına gelir. Faaliyet, insana saadet veren güzel bir huydur; İslam ahlâkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Her müslüman kendi saadetine hizmet eden, doğru ve hak olan her çeşit iş ve menfaat için fikriyle, sözüyle, ameliyle, bedeniyle, malıyla ziyadesiyle çalışmaya yani her iş ve kâr için -avı için yavuz olan şahin gibi- gayretli bir işçi olmaya, dünyevî ve uhrevî saadeti için dinen memurdur.
Faaliyet hasleti hakkında İmam Ebu Yusuf’un sözü şudur:
“el-Fa’âliyyetu kenzu-l-ekberu li-l-insân. (İnsan için en büyük hazine çalışmaktadır.)”
***
Sual: Islâh kelimesinin manası nedir?
Cevap: Islah kelimesi; güzel hal ve ittihad-ı milli (milli birlik yani İslami birlik) ve iyilik manalarına gelir. Islah, kardeş olabilme hasletidir; insana saadet veren güzel bir huydur; İslam ahlâkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Her Müslüman; elinden geldiği kadar bütün din kardeşlerinin her türlü hallerinin iyileşmesi ve düzelmesi için fikriyle, sözüyle, ameliyle, bedeniyle, malıyla çalışmaya ve onlarla işbirliği üzere yaşamaya, kendi dünyevi ve uhrevi saadeti için dinen memurdur.
Islah hasleti hakkında İmâm Yûsuf’un sözü şudur:
“el-İslâhu ni’me-l-ekberu li-l-insân. (İnsan için ıslah en büyük nimettir.)”
İmam Ebu Yusuf hazretlerine göre: “Din ve millet, ruh ile ceset gibidir. Ruh ve cesede, bedenin uzuvları ne kadar lazımsa; din ile millete de ittihad-ı milli (milli birlik) o kadar lazımdır. Ruha tâbi olan cesed, uzuvlar olmadan hiçbir iş göremeyeceği gibi İslam dinine tâbi olan milletin de ittihad etmeden yani bir ve beraber olmadan hiçbir iş göremeyeceği tabiidir.”
***
Sual: Cihâd kelimesinin mânâsı nedir?
Cevap: Cihad kelimesi; mücâhade, yiğitlik ve aslanlık manalarına gelir. Cihad insana saadet veren güzel bir huydur; İslam ahlâkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Her müslüman; kendi din ve milletine, vatanına, namusuna, canına, malına kast ve tecavüz eden (ister bir kişi ister bir kavim olsun) düşmanlarla zafere inanarak sözüyle, ameliyle, bedeniyle, malıyla mücadele etmek ve galibiyete kadar -yiğit aslan gibi- mücahedede sebat etmeye, kendi dünyevi ve uhrevi saadeti için dinen memurdur.
Cihad hasleti hakkında İmam Ebu Yusuf’un sözü şudur:
“el-Cihâdu izzu-l-ekberu li-l-insân. (İnsan için cihadda en büyük izzet* vardır.)
İmam Ebu Yusuf hazretlerine göre: “Mütareke ve sulhu kabul etmeyen düşmanlara galip gelmek ve gâzî namını almak için her müslüman; her gün mütareke ve sulh kabul etmeyen “kötü ahlak, cehalet, ihtiyaç, hastalıklar ve tembellik” düşmanları ile mücahede edecektir. Bu düşmanlardan her gün “güzel ahlak, ilim, kazanç sağlama, sağlığı koruma ve kuvvetli beden sahibi olma” ganimetlerini alacaktır. Böylece din, millet, vatan, namus, can, mal, bunlardan biri veyahut hepsi bir düşman tecavüzüne uğradığı vakit -rakiplerine galip olan aslan gibi- düşmanına galip gelmek için, devamlı olması gereken ama saadet veren bu beş türlü mücahedeyi her gün yapmağa dinen memurdur.”
* Bu kelimenin de dilimizde tam karşılığı yoktur. izzet: bir kişinin zelil iken kuvvetli ve kudretli olması; ziyâdelik ve üstünlük; değer, kıymet; kuvvet; muhterem ve mu’teber olmak; bulunmaz derecede az olan şey.
***
Sual: Nikâh kelimesinin manası nedir?
Cevap: Nikâh kelimesi; te’ehhül (ülfet ve ünsiyet eyleme; ehlileşme.), izdivaç ve evlenmek manalarına gelir. Nikâh insana saadet veren güzel bir huydur; İslam ahlâkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Her müslüman; 1. Ahlâk bilgisi sâhibi, 2. Ana diliyle okuyup yazabilme becerisi sahibi, 3. Bir sanat (meslek) sahibi, 4. Sağlığı koruyabilme bilgisi sahibi, 5. Geçimini temin edecek kazanç sâhibi olmalıdır. Bu beş türlü bilgi ve beceriye sahip olduktan sonra (erkek olsun, kadın olsun) kendisi gibi şu beş bilgi ve beceri sahibi olan diğer birisiyle evlenip ev bark kurmalıdır. Eşiyle de karşılıklı olarak muhabbet, hürmet ve sadakat üzere yaşamağa; mutlu bir hayat ve aile teşkil etmeğe; nesil sahibi olmağa kendi dünyevi ve uhrevi saadeti için dinen memurdur.
Nikâh hasleti hakkında İmam Ebu Yusuf’un sözü şudur:
“en-Nikâhu zevku-l-ekberu li-l-insân. (İnsan için nikâhta en büyük zevk vardır.)”
* * *
Mes’ud İslam Ahlâkı cetveli (emirler, TERİMLER ve hasletler)
emirler |
terimler |
hasletler (Aslı)
|
hasletler (Manası)
|
|
1 |
v-‘abudû |
emr-i ubudiyet hasleti |
nûr-ı ekber |
en büyük nûr |
2 |
etî’û |
emr-i itaat hasleti |
nasr-ı ekber |
en büyük nusret (yardım) |
3 |
ve kûnû ma’a-s-sâdikıyn |
emr-i sadakat hasleti |
vefk-i ekber |
en büyük muvaffakiyet |
4 |
fe-t-tahherû |
emr-i taharet hasleti |
hüsn-i ekber |
en büyük güzellik |
5 |
i’dilû |
emr-i adâlet hasleti |
hayr-ı ekber |
en büyük hayr |
6 |
fe-ctenibû |
emr-i ictinâb hasleti |
silm-i ekber |
en büyük selamet |
7 |
v-a’lemû |
emr-i ilim hasleti |
fazl-ı ekber |
en büyük fazl |
8 |
ve te’âvenû |
emr-i teâvün hasleti |
feyz-i ekber |
en büyük feyz |
9 |
ve-f’alû |
emr-i faaliyet hasleti |
kenz-i ekber |
en büyük hazine |
10 |
ve aslihû |
emr-i ıslah hasleti |
ni’m-i ekber |
en büyük nimet |
11 |
ve câhidû |
emr-i cihad hasleti |
izz-i ekber |
en büyük izzet |
12 |
ve-nkihû |
emri-i nikah hasleti |
zevk-i ekber |
en büyük zevk |
İmam EbuYusuf’un İslam ahlâkı hakkındaki bütün bu söz, fikir ve tarifleri; felsefe veya herhangi bir ispat vasıtasıyla ile reddi kaabil olmayan doğru sözlerdir. Bu on iki hasleti kendisinde toplayan her bir müslüman “Biz ona (İbrahim aleyhisselama) dünyada bir iyilik verdik. Şüphesiz ki o, ahirette de mutlaka salihler arasında olacaktır. (Nahl suresi, 122.)” âyet-i kerimesinin sırrına dünya ve ahiret saadetiyle hem de hiç şüphesiz mazhar olacaktır.
İslam Milleti, sonsuza kadar değişmeyecek ve bozulmayacak olan bu hükümlere ve bunların dayandığı Kur’ani emirlere uyarsa “Allah onlara dünya nimetini ve (daha da önemlisi,) ahiret sevabının güzelliğini verdi .. (Âl-i İmrân suresi, 148.)” âyet-i kerimesinin sırrına hiç şüphesiz mazhar olacaktır.
Asr-ı Saadet’te Hazret-i Ömer Fâruk (radiyallahu anh) devriyle ve Hicri ikinci asırda Harun Reşid zamanında geçen (inceleme ve araştırmalarıma göre şimdiye kadar hiçbir yerde yayımlanmamış olan) iki mühim menkıbeyi, burada son bulan ilmihale, okuyucuların ve vatan evladının öğrenip ders almaları için, ilave etmeyi gerekli bulduk.
* * *
AHLÂKÎ VE TÂRİHÎ KIYMETLİ BİR HİKÂYE
Abbasi halifelerinden ve en büyük İslam padişahlarından
Harun Reşid ile büyük âlim İmam Ebu Yusuf
arasında geçen yüksek seviyedeki bir sohbet ve
karşılıklı sual-cevapları
Hârun er-Reşîd (1): Ey büyük âlim, dinin azameti (2) nedir?
İmâm Ebû Yûsuf (3): “ve inneke le-alâ hulukin ‘azîm (ve muhakkak ki sen, gerçekten yüce bir ahlâk (4) üzerindesin.) Kalem suresi, 4.” ayeti delilimiz olmak üzere, dinin azameti, İslam ahlâkıdır.
Harun Reşid: Milletin azameti nedir?
İmam Ebu Yusuf: “… ekîymuddîne ve lâ teteferrakû fîh … (… Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin …) Şûrâ suresi, 13.” ayeti delilimiz olmak üzere, milletin azameti, İslam milletinin ittihadıdır (birliği-beraberliğidir.)
Harun Reşid: Hükümetin azameti nedir ve nasıl olur?
İmam Ebu Yusuf: “inna-l-lâhe ye’muru bi-l-adli ve-l-ihsâni ve îtâ’ … (Şüphesiz Allah adaleti, ihsanı ve vermeyi emreder …) Nahl suresi, 90.) ayeti delilimiz olmak üzere; hükümetin azameti, insanlar arasında adalet etme, ilerleme temin etme, yardım etme ve dağıtma ile olur.
Harun Reşid: İnsanlar ne ile selamette (5) olur?
İmam Ebu Yusuf: “Yâ eyyuhe-l-lezîne âmenu-dhulû fi-s-silmi kâffeh … (Ey iman edenler! Hep birden tam bir teslimiyetle İslâm’ın sulh ve selâmetine girin.) Bakara suresi, 208.” ayeti delilimiz olmak üzere; insanın selameti, güzel ahlâk ve ilim ve çalışma iledir. Gerçekten de insan için her bir başarı, kuvvet, zenginlik, üstünlük ve rahat; hep güzel ahlâk, ilim ve çalışma gerçekleşir.
Harun Reşid: İnsanların sefaleti ne ile olur?
İmam Ebu Yusuf: “… ve lâ tettebi’û hutuvâti-ş-şeytân … (… Şeytanın adımları ardına düşmeyin …) Bakara suresi, 208.” ayeti delilimiz olmak üzere; insanın sefaleti kötü ahlâka, cehalete ve tembelliğe düşmesiyle olur.
Harun Reşid: En selametli insan kimdir?
İmam Ebu Yusuf: “… el-yevme ekmeltu lekum dînekum ve etmemtu aleykum ni’metî ve radîtu lekumu-l-islâme dînâ … (… Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki ni’metimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmiyet’e razı oldum …) Mâide suresi, 3.” ayeti delilimiz olmak üzere; güzel ahlâk ve salih amel nimetlerine sahip olan müslüman, en selametli insandır.
Harun Reşid: Ahlâk noktasında Müslüman nedir?
İmam Ebu Yusuf: “ … ve-l-lezîne me’ahû eşiddâu … (… Onunla beraber olanlar, şiddetli ve çetindir …) Fetih suresi, 29.” ayeti delilimiz olmak üzere; müslüman on iki emrin ahlâkıyla insan aslanıdır.
Harun Reşid: Hal noktasında Müslüman nedir?
İmam Ebu Yusuf: “… yebtegûne fadlen min-ellâhi ve ridvânâ… [… Allah’tan fazl (iman, fazilet, olgunluk, marifet) ve rıza (Allah’ın hoşnutluğunu) istediklerini görürsün …] Fetih suresi, 29.” ayeti delilimiz olmak üzere; Müslüman on iki emri işleyerek en mesut insan haline erişir.
Harun Reşid: En geniş mana itibariyle Müslüman ne demektir?
İmam Ebu Yusuf: “İnne İbrâhîme kâne ummeten kaaniten lillâhi hanîfâ … (Gerçekten İbrâhim, hak dine yönelen, Allah’a itaat üzere bulunan tek başına bir ümmet, bütün hayırlı halleri kendinde toplayan bir önder idi …) Nahl suresi, 120. ; “Ve âteynâhu fi-d-dunyâ haseneten ve innehu fi-l-âhirati le-mine-s-sâlihîn. [Biz ona (İbrâhim’e) dünyâda bir güzellik (iyi bir hal ve mevki) vermiştik. Şübhesiz ki o, âhiretde de mutlaka sâlihlerdendir.] Nahl suresi, 122. ; “… millete ebîkum İbrâhim, huve semmâkumu-l-muslimîn …” [… Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, bundan önce ve bunda (Kur’an’da) size ‘müslüman’ ismini vermiştir …] Hacc suresi,78.” ayetleri delilimiz olmak üzere; en geniş mana itibarıyla Müslüman, Hazret-i İbrahim gibi dünya ve ahiret saadeti için herkesten çok çalışan insan demektir. İslam milletinin kutlu babası Hazret-i İbrahim (aleyhisselam) dünya ve ahiret saadeti için herkesten ziyade çalışmış, ayetle sabit olan dünya ve ahiret mutluluğuna erişmiştir.
Harun Reşid: İnsan için dünya ve ahirete yönelik saadet, ne ile olur?
İmam Ebu Yusuf: “Lehumu-l-buşrâ fi-l-hayâti-d-dunyâ ve fi-l-âhirati lâ tebdîle li-kelimâtillahi zâlike hüve-l-fevzu-l-azîm. (Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde(ler) vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme (imkânı) yoktur; bu, en büyük saadetin ta kendisidir.) Yunus suresi, 64.” ayeti delilimiz olmak üzere; insan için dünya ve ahirete yönelik bütün mutluluklar, İslam dininde bulunan on iki emrin ahlâk ve ameliyle olur.
Harun Reşid: Ey büyük âlim, sohbetimizde tekraren hatırlattığınız on iki ahlâk ve salih amellerin, Kur’an-ı kerimin hangi mübarek kelimelerinden alındığını iyice anlamak istiyorum ve sizden duymuş olduğum “men arefe bi-cehlihi ve hatîetihi fe-hüve ekberu-l-ârifin. (Cehaletini ve hatalarını bilen kişi, âriflerin en büyüğüdür.)” ârifâne sözünüzle size itiraf ediyorum ki ben bu emirleri ve Kur’an’daki kelimeleri bilmiyorum.
İmam Ebu Yusuf: Emir-i Müminin hazretleri; ikinci halife Hazret-i Ömer Faruk (radiyallahu anh)’ın Müslümanların dünyevi ve uhrevi saadetleri için “Mu’cize-i Sa’âdet” namıyla çıkardığı fermanı (6) okumadınız mı?
Harun Reşid: Ey büyük din ve İslam tarihi âlimi, bahsettiğiniz kıymetli fermandan şimdiye kadar bana hiçbir kimse bilgi vermemiştir ve onu hiçbir kitabımda görmemiş ve okumamışımdır. Bu ferman ile merakımı daha ziyade uyandırdınız. Çünkü âcizane kanaatimce, Hazret-i Ömer İslâm milletine manen ve maddeten çok büyük hizmetler etmiştir.
İmam Ebu Yusuf: Emir-i Mü’minin hazretleri; Ömer-i Faruk’un Kur’an-ı kerimin yüce emirleriyle İslâm milletine hitap ettiği ilk hutbesini okuyorum. Ruh ve kalbinizin bütün arzusuyla dinleyiniz. Onda duyacağınız Kur’an’ın emirlerinin ebediyen değişmeyecek hükümler olduğunu bilmiş olunuz.
“Mu’cize-i Sa’âdet”
veya Hazret-i Ömer’in İlk Fermanı
“İnne-d-dîne indâllâhi-l-islâm … [Hak dîn, Allah indinde İslâm’dır (Müslümanlıktır) … ] Âli İmran suresi, 19. ayet”
“İnnâ nahnu nezzelne-z-zikre ve innâ lehu le-hâfizûn. (Şüphe yok ki, o Kur’an’ı Biz indirdik, Biz. Ve muhakkak ki, onu koruyan da Biziz.) Hicr suresi, 9. ayet”
Ey burada hazır olan müminler! Kur’an-ı azimin şu ayetlerine uyunuz ve burada olmayan kardeşlerinize de uymalarını söyleyiniz:
“v-‘abudû / etî’û / ve kûnû ma’a-s-sâdikıyn / fe-t-tahherû / i’dilû / fe-ctenibû / v’alemû / ve te’âvenû / ve-f’alû / fe aslihû / ve câhidû / ve-nkihû. (7)”
Biliniz ki müminler, mutlaka takva ehli olmalıdırlar.
“Lehumu-l-buşrâ fi-l-hayâti-d-dunyâ ve fi-l-âhirati lâ tebdîle li-kelimâtillâhi zâlike hüve-l-fevzu-l-azîm. [Dünyâ hayatında da, ahirette de onlar için müjde(ler) vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme (imkânı) yoktur. Bu, en büyük saadetin ta kendisidir.] Yûnus suresi, 64. ayet”
Kur’an-ı azimin şu kelime ve ayetlerine, saadetiniz için, emr olunduğunuz gibi istikamet üzere, uyunuz. Biliniz ki hikmet ve Kur’an’ın saadet veren mucizesine tabi olarak sizin üzerinize emir (devlet başkanı) oldum,
“… vallâhu zû-l-fadli-l-azîm.
(…Allah pek büyük fazl sahibidir.) Cuma suresi, 4. ayet”,
“Ve selâmun ale-l-murselîn. Ve-l-hamdu li-l-lâhi rabbi-l-âlemîn.
[Gönderilen (bütün) peygamberlere selâm ve âlemlerin Rabbi olan
Allah’a hamdolsun.] Sâffât suresi, 181-182. ayetler”
***
Harun Reşid: Ey büyük din ve İslam tarihi âlimi, okuduğunuz fermanda geçen Kur’an’ın emir ve kelimelerini ayetleriyle beraber kısa bir ilmihal suretinde yazıp bana takdim etmenizi rica ediyorum.
İmam Ebu Yusuf: Emir-i Müminin hazretleri, duacınızdan istediğiniz ilmihal, pek küçüktür, fakat çok pahalı dirhemde o kadar kıymet yoktur. Özde o kadar pahalıdır ki bildiğiniz bir kaldırım taşı ile en kıymetli cinsinden bir mücevher taşı arasında ne kadar kıymet farkı varsa hatta ondan daha çok fazladır.
Harun Reşid: Ey büyük âlim, ilmihal için her ne isterseniz vereceğim, yalnız mümkün ise bir iki gün içinde isterim.
İmam Ebu Yusuf: Ferman, Emir-i Müminin ve muttakilerin başkanı olan Hükümdar hazretlerinindir.
Harun Reşid: Ey büyük âlim, ders verdiğiniz talebenize Mesud İslam Ahlâkını öğretiyor musunuz?
İmam Ebu Yusuf: Emir-i Müminin hazretleri, birinci derslerim hep Mesud İslam Ahlâkının temel esaslarının öğretilmesi üzerinedir. Talebelere Mesud İslam Ahlâkının temel esaslarını daima tekrar edip hatırlatmaktan hiçbir zaman geri durmam.
Harun Reşid: Ey büyük âlim, hizmetkârıma emir buyurun da medresenizden ismini söyleyeceğiniz bir öğrencinizi çağırsın ve huzuruma getirsin. Öğrencinizden İslâm ahlâkına dair sualler sorayım ve cevaplar alayım. Ayrıca şu Mesud İslâm Ahlâkını bilen bir talebede bu ahlak, ne gibi etkiler yapar öğreneyim.
İmam Ebu Yusuf: Emir-i Müminin hazretleri, hizmetkârınıza ferman buyurunuz; lakin medresenize kadar zahmet etmesin, benimle beraber gelen ve hizmetkârlar odasında dönüşümü bekleyen talebe Muhammed’i huzurunuza çağırsın. (Bu talebe Muhammed, sonraları İmam Şâfii (8) namını alan zattır.)
Harun Reşid, hizmetkârını çağırmış ve İmam Ebu Yusuf hazretlerinin beraberinde gelen talebe Muhammed’i, ‘gönül alıcı güzel sözlerle huzuruma getirin’ demiş. Hizmetkâr, gidip talebe Muhammed’i bulmuş ve kendisini Halife hazretlerinin huzurlarına getirmeye geldiğini, İmam Ebu Yusuf’un da Halife ile beraber oturmakta olduğunu söyleyip ‘buyurun gidelim’ demiş. Talebe Muhammed, ‘Ferman, Emir-i Müminin hükümdarımızındır’ deyip hemen kalkmış ve hizmetkârın arkasından yürüyerek ve onun tarif ettiği bir saygıyla huzura girmiştir.
Harun Reşid’un huzurunda talebe Muhammed’e
Harun Reşid’in sorduğu ahlâki sorular ve talebenin cevapları;
Talebenin nikâhlısıyla beraber ahlâk muallimliğine nail olup
düğünleri için büyük ihsanlar alışları
Harun Reşid: (Güler yüzle talebe Muhammed’e hitaben) Ey Müslüman kardeşim, isminiz nedir?
Talebe: Muhammed kulunuz efendim.
Harun Reşid: Milletiniz nedir?
Talebe: İslâm, efendim.
Harun Reşid: Müslüman, ne demektir?
Talebe: Dünya ve ahiret saadeti için herkesten çok çalışan insan demektir, efendim.
Harun Reşid: Müslümanları, dünya ve ahiret saadeti için, en çok çalıştıran nedir?
Talebe: Dünyevi ve uhrevi Mesud İslâm Ahlâkı ilmidir, efendim.
Harun Reşid: Dünyevi ve uhrevi Mesud İslâm Ahlâkı nedir?
Talebe: On iki Kur’an emri üzere on iki temel esastır, efendim.
Harun Reşid: On iki Kur’an emri üzere on iki temel esas nedir?
Talebe: ‘Ubûdiyyet, İtâ’at, Sadâkat, Tahâret, Adâlet, İctinâb, İlim, Teâvün, Fa’âliyet, Islâh, Cihâd, Nikâh’tır, efendim.
Harun Reşid: Ey Mesud İslâm Ahlâkı ilmi sahibi; şu bildiğin ve saydığın İslâm Ahlâkı temel esaslarının her birinde senin ne derecede takva hissen vardır? Bana birer birer sayarak söyle.
Talebe: Ferman, Emir-i Müminin hazretlerinindir.
Kulunuz, Ubûdiyyet (kulluk) takvasında kalben iman-ı kâmil sahibi olarak her saat ibadet üzereyim, takva sahibiyim (haram ve günahlardan kaçınırım.) Fakat diğer farz, vacip ve sünnetlerde kusurum çoktur, efendim. (İmam Hazretleri hocamın, dün derste buyurdukları gibi) insan kusursuz ve işlerinde yanılmaz yaratılmamıştır. Hata ve günahlara düşen müminlere, (tövbe ederlerse) birçok ayetlerde İlahi rahmetin erişeceği bildirilmiştir; iman-ı kâmille kalben daima kulluğum sebebiyle o geniş rahmete kavuşacağımdan zerre kadar şüphem yoktur, efendim.
İkinci olarak, İtâ’at takvasında İlahi emirlere uyar; Peygamberin sünnetine biat eder; ulü-l-emr olan ana-babama, velilere, hikmet sahiplerine, hekimlere (doktorlara), hocalara ve yöneticilere uymaya gayret ederim, efendim.
Üçüncü olarak; Sadâkat takvasında din ve millete, vatana, namusa, üzerime düşen vazifelere, emanetlere ve insaniyete karşı sadakat etmeye gayret ediyorum efendim.
Dördüncü olarak; Tahâret takvasında kalbimle, dilimle, amelimle, bedenimle, malımla, temizlik üzere bulunmaya çalışırım, efendim.
Beşinci olarak; Adâlet takvasında kalbimdeki niyetle, dilimle, amelimle, bedenimle, malımla, her hususta adalet üzere bulunmaya çalışırım, efendim.
Altıncı olarak; İctinâb takvasında kalbimdeki niyetle, dille, amelle, bedenle, malla her türlü kötülük ve tehlikelerden kaçınmaya gayret ederim, efendim.
Yedinci olarak; İlim takvasında İslam ahlâkı ilmi, (kalem ile) yazmak ilmi, sanat ilmi, beden sağlığını koruma ilmi, rızık sağlama ilminde biraz hissem vardır, efendim.
Sekizinci olarak; Teâvün takvasında kendi evim ve aileme, din kardeşlerim olan bütün İslam milletine, vatana, hükümete ve yaradılmışların hepsine elimden geldiği kadar yardım etmeye gayret ederim, efendim.
Dokuzuncu olarak; Fa’âliyet takvasında -yavuz avcı şahinin avına saldırdığı gibi- yapılması meşru olan her yararlı işe sımsıkı sarılarak fikrimle, sözümle, amelimle, bedenimle, malımla çok çalışırım, efendim.
Onuncu olarak; Islâh takvasında din ve milletimin her türlü iyilik ve güzelliğe erişmesi için ve bütün milletin birlik ve berberliği için elimden geldiği kadar fikrimle, sözümle, amelimle, bedenimle, malımla çok çalışırım, efendim.
On birinci olarak; Cihâd takvasında din ve milletime, vatanıma, namusuma, canıma, malıma kast ve tecavüz edecek (ister bir kişi ister bir kavim olsun) düşmanlara aslan gibi galip gelmek için her gün kötü ahlâk, cehalet, ihtiyaç, hastalık, tembellik düşmanlarıyla elden geldiği kadar mücahede ederim. Her gün o beş düşmandan güzel ahlâk, ilim, mal, sağlığı koruma, beden kuvveti ganimetlerini alırım, efendim.
On ikinci ahlak olan Nikâh takvasında, yarı yarıyayım, efendim.
Harun Reşid: Madem nikâhlısın, neden yarı yarıya bulunuyorsun?
Talebe: Efendim, İslâm Ahlâkı esaslarının her birinin şartları vardır; nikâh, İslâm Ahlâkının on ikinci esasıdır; nikâhta koca ve hanım ile aile saadeti adına beş şart vardır. Kulunuz o beş şarta nikâhlımla karşılıklı olarak sahip olmadığım ve oluncaya kadar evlilik nimetinden mahrum bir halde yaşamaya mecbur bulunduğum için nikâh takvasında yarı yarıya bulunuyorum.
Harun Reşid: Ey ahlâk sahibi talebe, bu ifadeden ben bir şey anlamıyorum. Şimdi beni dinle; huzurumda hiç çekinmeyeceksin ve nikâhınla ilgili olarak bugüne kadar nikâh hayatında her ne olduysa bana birer birer anlatacaksın; sana irade ediyorum. Nikâhının öncesi ve sonrasını İmam Hazretleri hocandan tahkikat yaparım, eğer bir şey saklarsan veya hakikatin dışında bir şey söylersen sana resmen ceza veririm. Padişah ve hoca huzurunda, mahrem olan şeylerden edeb dairesinde bahsetmek yasaklanmış değildir, gereğinde, soru sorulduğunda cevap vermek edebe uygundur. Söyle bakayım…
Talebe: Ferman Emir-i Müminin hazretlerinindir, efendim. Hocam İmam hazretlerinin akrabasından orta halli bir kadın var, onun da bir kızı var. Kadının kızıyla kulunuz arasında, masumane ve meşru bir suretle sevgi vardır. Kızın annesi de, iki sene sonra muhabbetimizden haberi oldu; o da bu sırrı bir sene kadar kimseye söylemedi; bundan altı ay önce hocam İmam hazretlerine bu karşılıklı sevgiyi söylemiş. İmam hazretleri, hemen ikimizin nikâhını kıydılar. Beşinci şarta kulunuz ne zaman sahip olursam düğünümüz o vakit yapılacaktır. İmam hazretlerinin bu emrine kulunuzun tam riayeti vardır ve bunun için çalışırım, efendim.
Harun Reşid: Nikâhın şartlarını birer birer söyle bakayım, neren eksiktir?
Talebe: Ferman Emir-i Müminin hazretlerinindir, efendim. Nikâhın birinci şartı Ahlâk İlmi sâhibi olmak, ikincisi ana diliyle okuyup yazabilme becerisi sahibi olmak, üçüncüsü bir sanat (meslek) sahibi olmak, üçüncüsü sağlığı koruyabilme bilgisi sahibi olmak, dördüncüsü geçimini temin edecek kazanç sâhibi olmaktır. Kulunuz bunların ilk dördüne sahibim fakat beşincisine değilim. Bu şarta da malik oluncaya değin düğünüm geri kalacaktır. Ayrıca bir hafta önce bir hadise oldu; kayınvalidemin (o şekilde kastetmemesine rağmen) bir latifesi üzerine, nikâhlım kulunuz derecesinde kazanç sâhibi olmadan düğünümüzün kati suretle yapılmayacağını ifade etti, efendim.
Harun Reşid: Bu beşinci şart, altı ay önce tek iken, altı ay sonra nasıl çift oluyor, sebebini anlat bakayım.
Talebe: Ferman Emir-i Müminin hazretlerinindir. Kulunuz medresede yaşamaktadır. Akşam sabah gidip evimin işlerini görüyorum; sabah akşam yemeklerini kayınvalidem ve nikâhlımla beraber yiyorum. Bundan bir hafta evvel bir akşam yemeğinde sofra başında düğünümüzle ilgili olarak kayınvalidemin yaptığı bir latifeden dolayı, nikâhlım âdetinin dışında fena halde hiddetlendi ve kendisinin de aynen benim derecemde kazanç sâhibi olmadan düğünümüzün yapılmasına hiçbir şekilde muvafakat etmeyeceğine yeminler etti. Nikâhlımın yeminsiz olarak verdiği bir sözden bile hiçbir şekilde dönmez bir insan olduğunu ve yeminle verdiği bir sözden hiçbir şekilde dönmeyeceğini bilirim. Annesi de kulunuzdan daha iyi bildiği için yapmış olduğu latifeden çok pişman oldu, fakat iş işten geçti. Bir haftadan beri, bu yeni söz üzere, beşinci şart aynı derecede karşılıklı olmadan düğün ihtimali yoktur. İşte efendim, bunun için nikâh takvasında yarı yarıya bulunuyorum.
Harun Reşid: Nikâhlın senin gibi İslam Ahlâk ilmini biliyor mu?
Talebe: Efendim, nikâhlım İmam hazretlerinin akrabasıdır ve hususi talebelerindendir. Bu itibarla her noktada, ilim ve amelde kulunuzdan üstündür.
Harun Reşid: (Gayet mütebessim bir çehre ile) Karşılıklı sevgi sahiplerinin karşılıklı bahtiyarlar olması lazım. Bahtiyarlığınızı tamamlayayım; bugün ikiniz de aynı derecede kazanç sahibi oldunuz: Seni Medresetü-l-Mansûr’a (Mansur Medresesi’ne) ve nikâhlını Medresetü-l-Nisâ’ya (Kadınlar Medresesi’ne) aylık otuzar dinar altın maaş ile ahlâk hocalıklarına tayin eyledim. Düğününüzde harcanmak üzere her ikinize ikişer yüz dinar altın verilmesini irade eyledim. Huzurumdan artık ayrılabilirsin; evine git ve nikâhlınla kayınvalidene bu lütfumu müjdele.
Talebe Muhammed huzurdan çıkmış, bu beklenmedik büyük nimetin sevinciyle evine gitmiş, nikâhlısıyla kayınvalidesine olan biteni anlatmış ve evinden hükümdarın sarayına dönmüş ve düğün için ihsan olunan dört yüz dinar altını almış ve ertesi gün hem kendisi hem nikâhlısı görevlerine gitmişler. Bir ay sonra muhteşem bir düğünle her ikisi de mutlu olup mesut bir hayat yaşamışlardır.
İmam Ebu Yusuf: Emir-i Müminin hazretleri, bakınız talebem Muhammed, yalnız sözle göstermiş olduğu İslam Ahlâkı örneğiyle bir saat içinde ne saadetlere nail oldu.
Harun Reşid: Doğru, ey büyük âlim; fakat o saadetlere benim de sahip olmam için kitabımı ne vakit yazıp takdim edeceksin.
İmam Ebu Yusuf: Emir-i Müminin hazretleri, mümkün olur ise yarın, olmazsa ertesi gün yazar takdim ederim.
Harun Reşid: Öyleyse sohbet bitti, hemen gidip kitabımı yazmanızı rica ederim;
demiş. İmam Ebu Yusuf gitmiş, el-Mu’cizetu-l-Ahlâku-l-İslâmiyyetu (İSLÂM AHLÂKI MUCİZESİ) adlı ilmihal kitabıyla Hazret-i Ömer’in fermanını yazmış ve iki gün sonra Harun Reşid’e takdim etmiş. Harun Reşid kitabı almış, okumuş, her bir kelimesini anlamış ve iki sonra İmam Ebu Yusuf’u huzura çağırmış; İmam geldikten sonra sohbet kapıları yeniden açılmış.
Harun Reşid: Ey büyük âlim, hakikaten dediğiniz gibi ve hatta dediğinizden daha kıymetli olan kitabınızı aldım, okudum ve anladım. İslam Ahlâkı ilmi sayesinde, güzel ahlâk sahibi olup buna göre amel etme noktasında insan aslanı oldum. Bu kitap için benden ne istersen vereceğim. Her ne ister isen benden iste; büyük veya küçük istediğini vereceğim.
İmam Ebu Yusuf: Emir-i Müminin hazretleri, sizden birinci dileğim şudur: Kendi öğrendiğiniz Dünya ve Ahiret Saadeti Veren İslâm Ahlâkını, halife ve hükümdar olmanız itibarıyla, bütün Müslümanlara öğretmenizi ve hocalık etmenizi isterim.
Harun Reşid: Ey büyük âlim, bütün Müslümanlara ben nasıl hocalık edeyim…
İmam Ebu Yusuf: Emir-i Müminin hazretleri, bütün Müslümanlara nasıl hocalık edeceğinizin yolunu size tarif edeyim.
Harun Reşid: Ey büyük âlim, bu yolu söyleyiniz de bütün ümmete hocalık da yapayım.
İmam Ebu Yusuf: Emir-i Müminin hazretleri, mülkün nizamı için muntazam bir şekilde yapılan nüfus sayımı (9) rakamlarına bakıldığında mülkünüzde 1203 büyük ve küçük beldenin emirlerinin idareleri altında 39 210 Müslüman cemaat ve her cemaatin bir imamı vardır. 6 113 508 aile vardır. 30 224 812 erkek ve kadın Müslüman nüfus vardır.
Burada, başkentte, bu ilmihalden bin iki yüz küsur adet yazdırırsınız ve birer adet belde emirlerine gönderirsiniz. Emir buyurursunuz ki her belde emiri idaresi altında kaç cemaat varsa her cemaatin imamına ve imam başına birer dane yazdırsın ve birinci haftada imamlara birer tane versinler. İmamlar da cemaatlerinde kaçar aile varsa her aile başına birer tane yazdırsınlar. Bir hafta sonunda her aile reisine (okuyup yazması olsun olmasın) birer tane versinler. Okuyup yazması olan her aile reisi kendi okusun ve kitaptaki ahlak esaslarını hakkıyla öğrensin, ailesine de öğretsin. Okuyup yazması olmayanlar önce imamlardan ve diğer okur-yazarlardan, okur-yazar evlerine misafir gelenlerden kitaptaki ahlak esaslarını sorup öğrensinler.
Üç ay sonra İslam Ahlâkı ilmi için emirlerin memurları tarafından her zaman sorulacak sorulara karşı cevap veremeyen müslümanlar için birinci derecede cemaatin imamları, ikinci derecede velileri, üçüncü derecede cevap veremeyen fertler cezalandırmalı. Zira bu iş, siz hükümdar ve emirlerden sonra, imamlarda sonra aile reislerinde, ondan sonra onlara tabi olan fertlerde biter.
Emir-i Müminin hazretleri, İslam milletinin evlatları, mükemmel dinlerinin dünya ve ahiret saadeti veren ahlâkını, umumi olarak öğrensin ve bilsin. Bilmiş olunuz ki bu bilgiden doğacak saadet size de onlara da yeter hem de çok yeter. Çünkü yaratılış itibarıyla ilim sahibi olmaya aday olan insan, sahip olduğu ahlâk ilmiyle kendisine faydalı ve zararlı olan şeyleri, kendisinde eksik ve kendisine lazım olan şeyleri bildikten sonra, ne kadar ahlâksız, cahil veya tembel olursa olsun, o bilgi kendisini sorgulamaya, ahlâka, ve çalışmaya sevk eder olduğunu biliniz.
Bu mesud ahlâk bilgisi, (yaradılışça en çalışkanından en tembeline varıncaya kadar seviyelerine göre) insanların hepsini, güzel ahlâk ile ilmi sorgulama ve araştırmaya sevk ettiğini, muhtelif yaratılışlarda bulunan değişik insanlar üzerinde tecrübe ettim; bu güzel tecrübeyi hepsinde az çok müşahede eylediğim hususunda kati surette sizi te’min ederim. Ayrıca bu Mesud Ahlâkı, gayr-i müslimlere ve bütün insanlara da şu iki ayetin hikmetlerine binaen genişletmenizi, insanlığın saadeti namına rica ederim, efendim. “… ve kuulû li-n-nâsi husnâ … (… insanlara güzel söz söyleyin …) Bakara suresi, 83. ayet” ve “… ve câdilhum billetî hiye ahsen … (… ve onlarla en güzel şekilde mücadele et …) Nahl suresi, 125. ayet”.
“Ve mâ erselnâke illâ kâffeten li-n-nâsi beşîren ve nezîrâ … [(Resulüm) seni (rahmetimizin) müjdeci(si, azabımızın) haberci(si ve) bütün insanların peygamberi olmaktan başka (bir sıfatla) göndermedik.] Sebe’ suresi, 28. ayet”. Bu ayet-i kerime ile Peygamber (sallalahu teala aleyhi vesellem) Efendimiz en kudretli bir lisan üzere, en beliğ (hem en düzgün, hem de tam yerinde söz söyleyen) bir kitapla, en mükemmel bir din ve en mesud bir ahlâk ile bütün insanlara gönderilmiştir. Peygamberliğinin bütün insanları kapsadığı ve bütün insanları manevi ve maddi olarak mutlu edebildiği, burada bahsedilen (Kur’an emirleri üzere) mesud ahlâk ile madden sabittir ve reddolunamaz bir hakikattir. İslamiyet’i kabul etmeyen insanların da, mesud İslam ahlâkı esaslarıyla amel etmeden dünyevi mutluluklarını hiçbir şekilde sağlayamayacakları gün gibi bellidir.
Harun Reşid: Doğru, ey büyük din bilgini; bütün sözlerini tasdik ve fikirlerini kabul ettim, bunları icra edeceğim ve bütün millete mesud İslam ahlâkını öğreteceğim. Bütün insanlara yayılması için de çalışacağım. Dinimin ahlâkı sâyesinde bütün milletimle her milletten daha çok mutlu olacağım; milletimle beraber mutlu bir hayat süreceğim.
İmam Ebu Yusuf’un tarif ettiği şekilde bu ahlâkın yayılması önerisi için hemen lâzım gelen emir ve fermanlar yazılmış ve bütün Müslümanlara imamlar eliyle üç ay içinde İslam ahlâkını öğretmiş ve yaygınlaştırmış; kendini de milletini de mesut etmiştir.
Bu hadiseden sonra, İmam Ebu Yusuf’tan hiçbir şey esirgenmezmiş, her ne istediyse yapılırmış. Harun Reşid, ‘Bana da millete de İslam ahlâkı ilmiyle etmiş olduğun hizmeti ben de millet de hiçbir şey ile ödeyemeyiz’ dermiş. Harûn Reşid’in de, İmam Ebu Yusuf’un da, milletin de gerçekten mesut bir hayat sürmüş oldukları bütün eser ve tarihlerin tanıklığıyla sabittir.
***
İşte ey okuyucu burada biten ahlâkî ve tarihî kıymetli hikâyenin her bir satırı, Hazret-i Faruk ve Harun Reşid devirlerindeki İslam milletinin o müthiş ilerleyişlerini ilmihâlin hatimesinde söylediğimiz gibi ancak ve ancak İslam ahlâkı esaslarının manevi ve maddi kuvvetiyle vücuda geldiği gün gibi aşikâr bir hakikattir.
Çünkü her millet, öncelikle ve her noktada ahlâki fazilet ve birlik-beraberliğiyle kudret ve kuvvetini gösterir; ahlâkının fazilet derecesi ve birliğinin seviyesine göre saadet kazanır ve varlığını devam ettirir. Saadetleri tarihçe sabit olan bütün milletlerin ahlâklarının, fazilet ve birliklerinin derecesine göre saadet kazanıp varlıklarını devam ettirdiklerini, bütün kitaplar ve tarihleri tanıklık ediyor.
Nasıl ki biz İslam milletinin kadim tarihi ve kitaplarımız, o eski ahlâki birlik-beraberliğe ve saadetimize tanıklık ediyor ve beşeriyet âleminde ebediyete kadar bizlerin manen ve maddeten mağlubiyet kabul etmeyen ahlâkî bir kuvvet sahibi olduğumuzu, o kadim tarih ve kitaplarımız bize açıkça söyleyip ihtar ediyor. Âcizane fikrime göre bu kitap da aslına nispeten yani Hazret-i Ömer, İmam Ebu Yusuf, İmam Şâfiî ve Harun Reşid gibi ileri gelen büyüklerimize nispeten, kıymeti takdir edilemeyecek kadim bir İslami eserimizdir. Bu kitap dahi beşeriyet âleminde ahlâkî hâkimiyetimizi bize açıkça söyleyip hatırlatıyor. Bu hatırlatmalara dayanarak bizler, dünya ve ahiret saadetimize kefil olan İslâm dinimizin bize emrettiği mesud İslâm ahlâkımızı hakkıyla öğrenmeliyiz; bu ahlâkımızla ciddi olarak amel ederek dünya ve ahiret saadetimiz için çok çalışmalıyız. Hem de her milletten çok çalışmalıyız. Çünkü millet oluşumuzun gereği böylece çalışmaktır; zira en geniş mana itibariyle İslam milleti demek, dünya ve ahiret saadeti için her milletten çok çalışan millet demektir. Böylece çalışmaya dinen memur olduğumuz kati surette bilmeliyiz.
“… fenteşirû fi-l-ardi ve-btegû min fadlillâh … […yeryüzünde dağılın ve Allah’ın fazlından nasip (arayın).] Cuma suresi, 13.” ayeti, yeryüzünde her çeşit meşru menfaatimiz için çalışmamızı ve her çeşit meşru kazanç ve servet sahibi olmamızı, bize emrediyor. Yani kısaca bu ayet bize meşru olan her türlü çalışmayı ve kazanmayı emrediyor. Bu ayetten ziyadesiyle ders alıp aklımızı başımıza almalıyız ve ona göre çalışmalıyız.
“… innallâhe lâ yugayyiru mâ bi-kavmin hattâ yugayyirû mâ bi-enfusihim … (… Muhakkak ki Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez …) R’ad suresi, 11.) ayeti, Cenab-ı Hakk’ın hiçbir kavmi, teşebbüs ve çalışması olmadan durumunu başka bir duruma koymayacağını bize hatırlatıyor.
“Ve en leyse li-l-insâni illâ mâ se’â. (Hakikaten insan için kendi çalıştığından başkası yoktur.) Necm suresi, 39.” ayeti, insan için işlediğinden başka bir şey olmadığını bize ihtar ediyor.
“Fe-men ya’mel miskaale zerratin hayran yerah. Ve men ya’mel miskaale zerratin şerren yerah. Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür. Ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür.) Zilzâl suresi, 7.-8.” ayetleri her kim ki bir zerre ağırlığınca hayır işlerse hayır göreceğini ve her kim ki bir zerre ağırlığınca şer işlerse şer göreceğini bize ihtar ediyor.
“…ve-f’alûl hayra le-allekum tuflihûn. (… hayr işleyin ki kurtuluşa eresiniz.) Hacc suresi, 77. ayet” İslam Ahlâkımızın faaliyet esasını emreden olan bu ayet, her türlü hayrımız, yani dünyevi ve uhrevi her çeşit meşru menfaatimiz için çalışkan olmamızı bize emrediyor, çalışkanlıkla kurtuluş bulacağımızı bize müjdeliyor.
“… ve-s-selâmu alâ meni-t-tebe’a-l-hudâ. (… Selâm, hidayete tâbi olan kimse üzerinedir. Tâhâ suresi, 47. ayet”
HÂTİME-İ KİTÂB
Bundan on beş sene önce duymuş olduğum büyük ve dinî bir mesele sebebiyle, o tarihten itibaren dinî ve ahlâki kitapları incelemeye merak saldım. O merak gereğince araştırmalarıma devam ederken, bundan on sene önce muhterem bir dostumun dostlarından birinin kütüphanesinde, eski ve el yazması Cevâhiru-l-Hulki ve-t-Târîh (Tarih ve Ahlâk Cevherleri) namıyla ahlâki ve tarihi bir kitabı elime almak nasip oldu. O kitapta, Asr-ı Saadet’ten kalma Hazret-i Ömer (radiyallahu anh)’ın Kur’an’ın emirlerine dayanan fermanını, İmam Ebu Yusuf’un yazıp Halife Harun Reşid’e takdim ettiği MU’CİZE-İ AHLÂK-I İSLÂM ilmihali ile İmam Ebu Yusuf’un bir talebesinin düğün cemiyeti ve medreseye hoca olarak tayin edilmesi hikâyesini okumuştum. Gerek ilmihalden gerek hikâyeden ziyadesiyle istifade edip memnun kaldığım için, dostum vasıtasıyla kitap sahibinden tam müsaade alarak, ikisini de yazarak kopyasını aldım. Bu güne kadar birçok din kardeşime bu mesud ahlâk hakkında az çok bilgi verdim.
Bunun üzerine, İslam milletinin Asr-ı Saadet’te Hazret-i Ömer ve sonra da Harun Reşid zamanlarındaki maddi ve manevi ilerleyişlerini görmek arzu eden bazı kardeşlerim beni teşvik ettiler. Bundan cesaret alarak (yazar olmadığım halde aczime rağmen) işte bu MU’CİZE-İ AHLÂK-I İSLÂM Veyahud Dünyevî ve Uhrevî Mes’ûd Ahlâk-ı İslâm İlm-i hâli kitabını yazıp milletimizin nazarına takdime karar verdim. Şu vesile ile büyük milletimize gerek manen ve gerek madden bir hizmet edebilmek ümidiyle kitabın (masrafları çıktıktan sonra kalan) hasılatının yarısını (yeni yayılacak Mecîd Han Dretnotu (10) için Osmanlı Donanma Cemiyeti’ne bağışlamaya İslam ahlâkından ıslâh esası namına cüret eylerim.
“vallâhu zû-l-fadli-l-azîm. Cuma suresi, 4. Ayet” /
“Ve selâmun ale-l-mürselîn ve-lhamdu li-llahi rabbi-l-âlemîn. Sâffât suresi, 181-182. ayetler”
(Bu, Allahın, kimi dilerse ona vereceği, bir fazilettir. /
Gönderilen (bütün) peygamberlere selâm ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.)
* * *
Ebu-ş-Şefîk Hamdî
3 RECEP 1333 (17 Mayıs1915)
DERSAADET (İstanbul)
***
Dipnotlar:
(1) Hârûn Reşîd (rahmetullahi aleyh),763’te doğmuş olan ve 786 yılında başa geçip 809 yılındaki vefatına kadar hüküm süren Abbâsî halifesidir. Aşağıda hakkında daha geniş bilgi verilmiştir.
(2) Azamet kelimesine, Türkçe’de tam bir karşılık bulunmuyor; bütün anlamlarını verelim ki bu mübarek kelime iyice anlaşılsın: azamet büyüklük, ululuk, yücelik, kibirlilik. Allah Teâlâ’nın her şeyi kapsayan büyüklüğü. görkem, tantana, debdebe, ihtişam, şatafat. kibir, gurur, çalım, kurum. heybet, iri yapılı olma.
(3) Ebu Yusuf’un asıl isim ve künyesi Ebû Yûsuf Ya‘kûb b. İbrâhîm b. Habîb b. Sa‘d el-Kûfî olan, 731-798 arasında yaşayan büyük âlim, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin önde gelen talebesi, Hanefî mezhebinin ilk ve önde gelen müctehidlerinden, ilk Kaadi-l-kudât (Kaadıların yani yargıçların başkanı). Aşağıda hakkında daha geniş bilgi verilmiştir.
(4) Huluk-i azîm (azametli ahlâk), ahlâkın bütününü kapsar. Mesela huluk-i kerîm (kerîm ahlâk. kerîm: ihsan ve inayet sâhibi. şerefli, izzetli. muhterem, cömert, müsamahakâr), ahlâkın müsamaha ve şeref yönüdür. Peygamber (sallallahu teala aleyhi sellem) Efendimiz, merhametli, şefkatli ve müsamahalıydı; aynı zamanda sebat, kararlılık ve celadet sahibiydi. Evlenmiş ve çocuk sahibi olmuştu; aynı zamanda ibadete çok düşkündü. İnsanların arasında tevazu ile yaşamıştı; devlet reisliği ve ordu kumandanlığı da yapmıştı. İnsanlara ve bütün mahlûkata şefkat ve merhametle muamele etmiş, bununla beraber kâfir ve münafıklarla savaşmıştı. Onun ahlâkı, ahlâkın bütün özellik ve inceliklerine sahip olduğu için huluk-i azimdir.
(5) Selâmet kelimesine de, Türkçede tam bir karşılık bulunmuyor; bütün anlamlarını verelim ki bu mübarek kelime iyice anlaşılsın: selâmet: kurtuluş, kurtulma, esenlik. her türlü tehlike, korku ve tasadan sâlim olma; güvenlik içinde olma. neticede iman ile kabre girmek.
(6) Bu hitabe, halifenin ilk hutbesidir; Hazret-i Ali (radiyallahu anh) ile danışma ve birlik halinde hazırlanmış, Hazret-i Ali’nin tarafından okunmuştur. (Bu not, kitabın aslında mevcuttur.)
(7) Kur’ân ayetlerinden alınan bu kelime ve emirler için ….. sayfaya ve sayfalara bakınız.
(8) Kaynaklar, İmam Şâfiî (rahmetullahi aleyh)’in Bağdad’a Ebû Yûsuf’un vefatından sonra gittiğini ve Ebu Yusuf’la karşılaşmadığını belirtmektedir. Burada bahsedilen başka bir Muhammed Şâfiî olmalıdır. (İslami kaynaklarda bulunan nispetler, adı geçen bir kişilerin bir yere, kabileye, atalarından meşhur birisine nispet edildiğini belirtir; onun için birçok kişi aynı nispeti taşıyabilir; mesela Mekkî demek, Mekkeli demektir.)
(9) İslam hükümdarlarından muntazam bir şekilde ilk nüfus sayımı yapan Harun Reşid olmuştur. Cemaat reisleri olan imamlar, şeyhler, muhtarlara da nüfus başına verdiği tahsisat, nüfusun intizamına sebep oldu. Şöyle ki mevcut nüfus için her sene kişi başına bir dirhem gümüş ve ölenler için bir defaya mahsus iki dirhem gümüş, doğumlar için yine bir defaya mahsus beş dirhem gümüş, bu reislere her sene ikramiye ve tahsisat olarak verirmiş. (Bu not, kitabın aslında, cümlenin içinde parantez içinde verilmişti; o haliyle cümlenin anlaşılması zorlaştırıyordu. Onun için buraya aldık.)
Harun Reşid’den önce, Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) Medine’de, daha sonra da Hz. Ömer’in, Hz. Muaviye’nin de nüfus sayımları yaptırdıkları bilinmektedir.
(10) Dretnot (İngilizcesi dreadnought), 20. yüzyılın başlarında özellikle I. Dünya Savaşı’nda kullanılan baskın savaş gemisi türü.
***
EKLER:
İMAM EBÛ YÛSUF (rahmetullahi aleyh)
731 yılında Kûfe’de doğmuştur. Büyük dedesi Sa‘d b. Büceyr (radiyallahu anh) sahâbeden olup henüz küçük yaşta bulunduğu için Uhud Gazvesi’ne iştirak etmekten alıkonulmuş, genç yaşta katıldığı Hendek Gazvesi’nde ise büyük yararlıklar göstermiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in onu çağırtıp hem kendisi hem de soyu için hayır duada bulunduğu rivayet edilir. Ebû Yûsuf bu hadiseyi hatırlar ve “O anın bereketi şu an bile bizimle beraberdir” derdi.
Ebû Yûsuf çok çocuklu ve yoksul bir aileye mensuptu. Kaynaklar, çocukluk ve gençlik yıllarının büyük sıkıntılar içinde geçtiği, ailesi tarafından bir iş tutmaya zorlandığı, bütün bu olumsuzluklara rağmen tahsil hayatını sürdürdüğü konusunda ortak ifadelere sahiptir. Yine kaynakların belirttiğine göre Ebû Yûsuf, evlendikten sonra da ailesinin nafakasını temin etmek için zaman zaman Ebû Hanîfe (rahmetullahi aleyh)’in ders halkasından uzak kalmış, fakat hocası azmini ve zekâsını çok takdir ettiği bu öğrencisinin nafakasını üzerine alarak derslerine düzenli şekilde devam etmesini sağlamıştır.
Ebû Yûsuf Kûfe’de çok sayıda âlimden ders aldı; devrinin ilmî geleneğine uyarak belli temel dersleri aldıktan ve özellikle hadis tahsil ettikten sonra fıkıh öğrenimine yöneldi; bu amaçla İbn Ebû Leylâ’nın derslerine devam etmeye başladı. Dokuz yıl boyunca ondan yargılama hukuku (kazâ) ve fıkıh okudu, ardından Ebû Hanîfe’nin ders halkasına katıldı. Hocasının vefatına kadar yaklaşık on yedi yıl derslerine hiç ara vermemiştir. Bu sırada hadis öğrenimini de ihmal etmemiş, fırsat buldukça hadis meclislerine devam ederek buralarda dinlediği hadisleri Ebû Hanîfe’nin ders halkasında müzakereye açmış, bu sayede hadisçilerin görüş ve temayüllerinin de tartışılıp değerlendirilmesine imkân hazırlamıştır.
Hocası Ebû Hanîfe’nin 767’deki vefatından sonra uzunca bir süre geçim sıkıntısı çekti; bu yüzden Halife Mehdî – Billâh (775-785) zamanında ailesiyle birlikte Bağdat’a yerleşti. Burada halife ile tanıştı ve daha sonra kadılık görevine getirildi. Mehdî’nin vefatı üzerine halife olarak Bağdat’a gelen Hâdî ile birlikte Ebû Yûsuf da Bağdat’a döndü ve kadılık görevine devam etti. Halife Hârûnürreşîd de onu görevinde bırakmış ve ilk defa onun zamanında (786-809) “kaadılkudât”lık kurumu oluşturularak yargılama hukukunda ve uygulamada birliğin sağlanması yönünde önemli bir adım atılmış, Ebû Yûsuf da İslâm yargı tarihinin ilk kadılkudâtı unvanını almıştır. Hayatının sonuna kadar bu görevde kalan Ebû Yûsuf, 798 tarihinde altmış dokuz yaşında Bağdat’ta vefat etti. Cenaze namazını bizzat kıldıran Hârûnürreşîd, namazdan sonra cenazenin önünde yürümüş ve onu kendi aile kabristanına defnettirmiştir. Kabri Bağdat’ın Kâzımiye bölgesinde, Kâzımeyn Türbesi’ne bitişik olan ve kendi adıyla anılan caminin yanındadır.
Ebû Yûsuf, fıkıh ve hadis bilgisinin yanı sıra tefsir, siyer, megaazî ve eyyâmü’l-Arab sahalarında da döneminin seçkin âlimlerindendi. Çağdaşları onun bu alanlardaki bilgisinden övgüyle söz ederler.
Gerek çağdaşları gerekse daha sonraki dönemlere mensup âlimler Ebû Yûsuf’un ilminin yanı sıra şahsiyetinden, ahlâk ve karakterinden övgüyle söz ederler. Ebû Yûsuf üstün bir zekâya, güçlü bir hâfızaya ve intikal yeteneğine sahipti. Elli altmış hadisi bir defa dinlemekle yanlışsız olarak ezberlediği rivayet edilir.
Ebû Yûsuf fazilet sahibi bir kişi olarak tanınır. Yokluk ve sıkıntı içinde geçen günlerini hatırlayarak hayatı boyunca ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatmış, aynı zamanda velinimeti olan Ebû Hanîfe’yi hayır dua ile anmaktan geri kalmamıştır. Vefatından önce Mekke, Medine, Kûfe ve Bağdat halkına yüzer bin dinar dağıtılmasını vasiyet ettiği söylenir.
Hârûnürreşîd’e hitaben yazdığı şu satırlar ne kadar öğreticidir: “Bugünün işini yarına bırakma… Allah’ın sana verdiği görevde bir saat bile olsa hakkı yerine getir. Kıyamet gününde yöneticilerin en mutlusu halkı en mutlu olandır. Sen doğru yoldan ayrılma ki halkın da ayrılmasın. Arzularına uymaktan ve öfkelenip intikam almaktan sakın… (Kitâbü’l-Harâc).”
Ebû Yûsuf, ilmin ve ilim sahibinin üstün mevkiini insanlara göstermek düşüncesiyle en güzel yerde oturur, en güzel şekilde giyinir, en değerli takımlarla donatılmış atlara binerdi. Bu davranışını yadırgayanlara da, “Bir terzi çocuğunun ilim sayesinde nerelere kadar yükselebildiğinin herkes tarafından görülmesini istiyorum” diye cevap verirdi. Aynı sebeple, yargı işine bakan fakihlerin halk katında seçkin bir konumda görülmeleri ve kendilerine gerekli saygının gösterilmesi için onların siyah sarık ve cübbeden oluşan özel bir kıyafet giymelerini sağlamıştır. Hârûnürreşîd’e Ebû Yûsuf’a niçin bu kadar çok değer verildiği sorulduğunda, “İlimdeki kemali, hâfıza gücündeki üstünlüğü, mezhepteki istikameti ve dindeki muhafazakârlığı sebebiyle” cevabını vermiştir.
Eserleri. 1. Kitâbü’l-Harâc. İslâm fıkıh tarihinde malî hukuk sahasında yazılan en önemli eserlerden biri olup bu alanda günümüze kadar ulaşan ilk teliftir. 2. İhtilâfü Ebî Hanîfe ve İbn Ebî Leylâ. Ebû Yûsuf bu eserinde hocaları Ebû Hanîfe ile İbn Ebû Leylâ’nın ihtilâf ettiği konuları zikretmektedir. 3. Kitâbü’r-Red ale’s-Siyeri’l-Evzâ’î. Ebû Hanîfe, İmam Muhammed’e imlâ yoluyla devletler hukuku (siyer) konusunda bir kitap yazdırmıştır. İmam Muhammed’e nisbet edilen ve es-Siyerü’s-sagîr adıyla anılan bu eserdeki görüşler Evzâî tarafından kaleme alınan Kitâbü Siyeri’l-Evzâ’î adlı eserde tenkit edilmiş, Ebû Yûsuf da Evzâî’ye cevap vermek amacıyla söz konusu eseri telif etmiştir. 4. Kitâbü’l-Âsâr. Oğlu Yûsuf’un babası yoluyla Ebû Hanîfe’den rivayet ettiği bazı hadisleri ve fıkhî görüşleri ihtiva etmekte olup Ebû Hanîfe’nin müsnedi mahiyetindedir. (Kaynaklarda Ebû Yûsuf’a nisbet edilen başka eserler de vardır.) [Diyanet İslam Ansiklopedisi’nden kısaltılarak alınmıştır.]
***
HÂRÛN er-REŞÎD (aleyhirrahmeti vel-gufran)
766 veya 763’te Rey’de doğmuştur. Babası Halife Mehdî-Billâh, annesi Hayzürân bint Atâ olup Hz. Abbas (radiyallahu anh)’ın yedinci göbekten torunudur. Küçük yaştan itibaren sarayda iyi bir eğitim görerek büyüdü. Birçok âlimden Kur’ân-ı Kerîm, nahiv ve fıkıh, edebiyat; İmam Mâlik (rahmetullahi aleyh)’ten hadis ve fıkıh okudu. Hocalarından on dört yaşına kadar düzenli bir şekilde ders alan Hârûnürreşîd daha sonra da ilimden kopmadı.
Hârûn genç bir delikanlı iken Bizanslılar’a karşı düzenlenen iki seferde Yahyâ b. Hâlid el-Bermekî gibi ünlü kumandan ve devlet adamlarının da yer aldığı orduyu sevk ve idare etti. Bu seferlerin sonunda birçok kale ele geçirildi ve İstanbul Boğazı’nın doğu yakasındaki Kadıköy’e kadar varılıp Bizanslılar her yıl 90.000 dinar vergi vermek şartıyla barış yapmak zorunda bırakıldı. Bu başarıları üzerine babası tarafından “Reşîd” lakabı verilerek kardeşi Mûsâ el-Hâdî’den sonra halife olmak kaydıyla veliaht tayin edildi. Mehdî-Billâh, 785’te ölünce Hârûnürreşîd, kardeşi Mûsâ el-Hâdî’ye biat edildiğini bildiren mektuplar yazıp her tarafa göndererek devlet içinde bir karışıklık meydana gelmesini önledi. Hâdî’nin hilâfeti kısa sürdü ve 786 yılında yerine resmî veliaht olan Hârûnürreşîd geçti. Hârûnürreşîd’in ilk icraatı, kâtibi ve hocası Yahyâ el-Bermekî’yi geniş yetkilerle vezir tayin etmek oldu.
Hârûnürreşîd, özellikle Bizans’la yapılan mücadelelerde ve sahillerin savunmasında büyük yararlıklar gösteren donanmanın güçlenmesine önem verdi. Nitekim güçlenen donanma 790-91 yılında Kıbrıs ve Girit’i vurmuş ve Antalya açıklarında karşısına çıkan Bizans donanmasını mağlûp edip kumandanını esir almıştır. Hârûnürreşîd, hilâfetinin başlarında daha önceki yıllardan intikal eden birçok büyük iç meselelerle uğraşmak zorunda kaldı. Hârûnürreşîd Bizans İmparatorluğu’na karşı daha önce başlatılmış olan seferleri devam ettirmiştir. 797’de bizzat yönettiği orduyla Safsâf Kalesi’ni aldı; kumandanlarından Abdülmelik b. Sâlih Ankara’ya kadar ilerledi.
803 yılında Hârûnürreşîd ile (büyük devlet adamları yetiştirmiş ve devlet üzerinde ağırlığı olan) Bermekîler’in arası açıldı; Yahyâ el-Bermekî’yi hapse attırdı, ancak Hârûnürreşîd, hapiste iken dahi ona akıl danıştığı olmuştur. Nitekim bu dönemde Horasan’da da birtakım karışıklıklar meydana geldi. Çıkan isyanın son derece tehlikeli bir hal alması üzerine halife yanına iki oğlu Me’mûn ve Sâlih’i alarak sefere çıktı (808). Tûs şehrine varınca hastalandı; 809’da burada vefat etti ve aynı yerde toprağa verildi.
Hârûnürreşîd mûsikiyi severdi. Edebiyata ilgi duyan Hârûnürreşîd beğendiği şiirleri büyük bahşişlerle ödüllendirir, şair ve âlimleri himaye ederdi. Birçok şiir ve özdeyişi ezbere bilirdi; kendisinin de güzel şiirleri vardı. Hitabeti ve ses tonu düzgündü. Karakter olarak duygulu bir yapıya sahipti; şaka ve nüktelere güler, bazen bir şiirin veya yaptığı bir hatanın etkisiyle uzun zaman mahzun olur ve ağlardı.
Kaynaklar tarafından hakkında, “Çok hacca gider ve çok cihad ederdi” şeklinde bilgi verilen Hârûnürreşîd’in dindar bir insan olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim dönemin Bizans İmparatoru VI. Konstantinos’a (780-797) İslâm’a davet mektubu göndermiştir. Hacca giderken 100 kadar fakihi aileleriyle birlikte götürür, haccedemediği seneler ise yerine 300 kişi gönderirdi. Cömert bir insandı; her gün kendi malından 1000 dirhem sadaka verirdi. Halkın durumunu araştırır, onlara yardım eder ve işlerini halletmek için gayret gösterirdi. Mütevazı bir insandı ve özellikle âlimlere büyük hürmeti vardı; derslerine katıldığı gözlerini kaybetmiş bir âlim olan Ebû Muâviye Muhammed b. Hâzim’in ellerine su dökmüştür. Eğitime büyük bir değer verirdi. Oğlu Muhammed el-Emîn’in hocası Halef b. Ahmer görevine başlayacağı zaman ondan oğluna hocaya itaati, Kur’an ve Sünnet’i, tarihi, şiiri, konuşma âdâbını, münasebetsiz gülmemeyi öğretmesini istemiş, öğretirken de orta bir yol izlemesini tavsiye etmiştir. Kur’an okumaya ve hadis dinlemeye büyük önem verirdi; kendisinden hadis de rivayet edilmiştir.
Hârûnürreşîd devletin idarî yapısında birçok mühim yenilikler yapmıştır. Devlet gelirlerinin hakkaniyet ölçüleri içerisinde tahsil edilmesine önem veren Hârûnürreşîd, Kādılkudât Ebû Yûsuf’tan bu hususta takip edilecek siyaseti ve buna ilişkin şer‘î ahkâmı ortaya koyan bir kitap yazmasını istemiştir.
Hârûnürreşîd’in zamanında ilim ve kültür hayatında önemli gelişmeler olmuştur. Nitekim Bermekî saraylarında felsefî ve kelâmî tartışmalar yapılmaktaydı. Halife Beytülhikme’nin (Hizânetü’l-hikme) zenginleşmesi için büyük çaba harcamış ve bazan cizye olarak kitap almıştır. Bu dönemde Süryânîce, Grekçe ve Sanskritçe birçok eser Arapça’ya çevrildi. Bu dönemde Bağdat’ta Cündişâpûr’daki gibi bir de hastahane kurulmuştur.
Abbâsî hânedanının İslâm dünyası dışında en fazla tanınan siması Hârûnürreşîd’dir. Onun zamanında Çin’den ve Avrupa’dan Bağdat’a elçiler gelmiş ve rivayete göre halife, Kudüs’te hıristiyan hacılara iyi davranılması konusunda istekte bulunan Charlemagne’a (Büyük Karl) çeşitli hediyeler göndermiştir. Bunlar arasında bulunan bir saat o zamanın Avrupa’sında büyük ilgi uyandırmıştır. [Diyanet İslam Ansiklopedisi’nden kısaltılarak alınmıştır.]
***
/// Bu risale, Kökler Derneği Yayınları tarafından Kasım 2014’te basılmış; baskısı tükendiğinden -yeniden gözden geçirilerek- ümmet-i Muhammedin istifadesi için sitemize eklenmiştir.