NECİP FAZIL ŞİİRİNİN ÜÇ DÖNEMİ
Üstad Necip Fazıl’ın şiirini, üç ana devir halinde incelemek faydalı olacaktır kanaatindeyim:
1. Gençlik veya ilk ben’lik devresi: Her şairin hayata ve şiire başladığı yer ve konum büyük ölçüde önem arz eder. Adeta başta, en başta ele verir kendini şair. İlk konularına ve duyarlık alanlarına tekrar döner. Nasıl ki insan çocukluğunu mutlu anılar hazinesi olarak her açışında yeni pırıltılar ve yepyeni mücevherler keşfederse, bir şairin ilk dönemi de böyle bir zenginliğe sahiptir. Bunda kendini tekrara götürücü bir tehlike vardır ama büyük şair için geçerli değildir.
Necip Fazıl, hayata ve şiire ‘ben’ olarak başlayanlardandır. Olmak zorundadır. Babası, ailesini terk etmiş ve erken yaşta ölmüştür; annesi ailesinin yanına dönmek zorunda kalmıştır. Öte yandan Osmanlı’nın çöküşünün en feci ayrıntılarını müşahede etmiş ve yeni kurulan devlette pek de fazla müspet değerler bulamamıştır. Ayrıca büyük umutlarla gittiği Paris’ten, bir sene sonra hiçbir şey gerçekleştirememiş olarak ve üstelik zararlı alışkanlıklarla dönmüştür. Bunun sonucu olarak kesif bir başarısızlık ve işe yaramazlık krizi doğmuştur, gen. Necip Fazıl’da. (Bu durumu, piyeslerinden Reis Bey’de açıkça görüyoruz. Dikkatle bakılırsa şair, bu eserinde bir nevi kendinden intikam almaktadır.) Ruhu böyle bir yandan acıyla beslenirken öte yanda dedesi onu “akl-ı evvel torunum” diye sevmektedir, bir kez duyduğu bir beyti veya şiiri hemen ezberleyebildiğinden ötürü. Taşkın ve aşırı zekâsı hocalarından takdir görmektedir ve ayrıca arkadaş çevresini de kuvvetle etkileyebilmektedir. Bu iki çapraz unsur onu her şeye ben’i ile başlama zorunluluğuna itmiştir.
Bunu ben’ine sığınmak şeklinde algılamamak lâzımdır. Adeta ben dışına taşmıştır. Gezen, dolaşan, yürüyen, konuşan insan değil adeta devasa bir ben’dir. Metafiziğin en şiddetli yön ve konularını kurcalamaya yatkın mizacı da bu trajik yanını sürekli keskin sahalarda dolaştırmaktadır.
“Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin”
(Kaldırımlar, 1927)
2. ‘Hizmetkâr ben’ devresi: Bu döneme geçiş Çile şiiri ile olur, metafizikten bir nevi fiziğe yani. Teoriden pratiğe de diyebiliriz.
“Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök”
(Çile,1939)
Çile şiirinde içine girdiği yani âlemin pırıltılarını ve aydınlıklarını buluruz, lakin biraz da sislerin arasından. Ortalık karanlıktan tam kurtulamamıştır daha. Bu yeni âlem, şuurlu bir imanla varlığın bütün saha ve imkânlarını, insanı-toplumu-tarihi-medeniyeti yeniden adlandırmak ve tanımlamaktır. Bunu da açıkça ve cesurca yapmaktır. Necip Fazıl’ın mizacı içinde olanı gizlemek değil, her nevi tarz ve üslupla dışarı vurmak şeklinde belirginleşir:
“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!”
(Destan, 1947)
Bulduğu, vardığı, eriştiği ve gösterilen, erişilen gerçekleri bir bir anlatacaktır. Onu kimse durduramaz. Parasızlık, ilgisizlik, hapis ve işkence, komplolar, ablukalar, entrikalar, skandallar ve hatta (zaafları ve komplekslerinden ötürü) kendisi bile.
Kendi ifadesiyle bu ‘dava adamlığı’ devresinde ben’in rolü değişmiş, davasında hizmet eden bir yardımcı rolünü üstlenmiştir. Metafizik kaygılar kaybolmamış, yani ben’i oluşturan hiçbir şey yok olmamıştır, fakat denenmeye ve sınanmaya tabi tutulmuştur denebilir. (Bu devresinde, ‘sabık şair’ diye yaftalanıp hafife alınmasına rağmen Türk Edebiyatı; Sakarya Destanı gibi ikinci bir İstiklâl Marşı ayarında muazzam bir eser kazanmıştır; ayrıca Destan, Muhasebe ve Zindan’dan Mehmed’e Mektup başlıklı şiirleri de birer şaheserlerdir.)
3. Son ben’lik devresi:
ZEHİR
“Çocukken haftalar bana asırdı;
Derken saat oldu, derken saniye…
İlk düşünce beni yokluk ısırdı:
Sonum yokluk olsa bu varlık niye?
Yokluk, sen de yokluk, bir var bir yoksun!
İnsanoğlu kendi varından yoksun…
Gelsin beni yokluk akrebi soksun!
Bir zehir ki, hayat özü faniye…”
(Mayıs, 1983)
Hiç bir şaire, belki de, nasip olmamış bir mazhariyettir, bu şiir. Hem bir şairin son şiiridir, vefatından hemen önce yayınlama imkânı bulabilmiştir, hem de (Üstad onu 79. yaşında yazdığı halde) bu derece mükemmel ve muazzamdır.
Bu ve benzeri birçok şiirden anlaşılan, bu son devrede kavs-i urûcun tamamlandığıdır. Dikenli yollar yürünmüş ve şehre geri dönülmüştür. Tuzaklar, bataklıklar, saldırılar başarıyla savuşturulmuş ve yeni bir döneme girilmiştir. Bu yeniden ben‘liğe dönüş devresidir. Artık kıvılcımlı ve tehlikeli meseleler huzura kavuşmuş, edinimler yerleşmiştir. Kaotik bir blok halinde bulunan hayal dünyası rafine bir hal almıştır şimdi. Kimya gerçekleşmiştir artık.
Dava ve mücadele adamlığı da yeni bir veche kazanmış, ayrıca tebliğ-telkin-irşad doğrultusunda faydalı eserler vücuda getirmek suretiyle cemiyete, millete ve insanlığa unutulmayacak hizmetler vermiştir (rahmetullahi aleyh).
/// Haydar Murad Hepsev’in bu yazısı, SÖZ (Nisan 1991, s.51–54) kitabında yayınlanmış; 06 Aralık 2007 tarihinde yucedevlet.com’a eklenen bu yazı, sitemiz yeniden yapılandırılmadan (01 Aralık 2008′den) önce 797 kez okunmuştur.