PEYGAMBER EFENDİMİZ, HANGİ MİZAÇTADIR?
Eskiden beri okuduğum/üzerine çalıştığım kitap ve risalelerde, kadim tıbbımızın anasır-ı erbaa (dört unsur: toprak, su, hava, ateş.) ve ahlat-ı erbaa (dört hılt: kan, balgam, sevdâ, safra) terimleri üzerine kurulduğunu okur, bu kelimelere elimdeki sözlüklerden bakar, fakat verilen karşılıklar tatmin etmez, okuduklarımı tam olarak anlamaya yetmezdi. Ta ki a) Lügat-ı Remzî, b) Kâmûsu-l-Muhît ve Vankulu tercümeleri, c) el-Kânûn fi-t-Tıb Tercümesi ile karşılaşıncaya kadar. Neden mi, anlatmaya çalışayım.
a) es-Seyyid Doktor Hüseyin Remzi Altınbilek (1853-1936) Rüşdiye ve İdadî yani orta tahsilini tamamladıktan sonra iki sene Orman Mektebi’nde okumuş; yirmi yedi yaşında iken Mekteb-i Tıbbıye-i Mülkiye’den (Tıp Fakültesi) mezun olmuş; sonra da Mekteb-i Hukuk (Hukuk Fakültesi)’ni bitirmiştir. Buna rağmen ne tıp ve ne de hukuk mesleğinde çalışmamış, maliye muhasebeciliği memurluğuna devam etmiş, matbaa işletmiş, eserler vermiş önemli bir zattır (1). Lügatini farklı ve üstün kılan da farklı alanlarda tahsil görmüş olması ve gençliğinden itibaren lügat tertip etmenin önemine inanmış olmasıdır. Hem eski tıp geleneğimizi hem de çağdaş tıbbı bilmesi de ayrıca dikkate değer…
b) Konumuz lügatçilik olmadığı için kısaca söylüyorum: Kâmûsu-l-Muhît ve Vankulu sözlükleri büyük Arapça sözlüklerin tercüme ve şerhleridir; büyük âlimler tarafından hazırlanmışlardır, son derece kıymetlidirler. Ehli bilir, bu lügatlerde kelime bulmak insanın zamanını alır; ayrıca edinmek pahalı olduğu için kütüphaneye gitmek gerekirdi. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı bu iki lügati hem bastı hem de internete yükledi; şimdi aradığınız kelimeyi yazdığınızda hemen karşınıza geliyor (2).
c) Hekimbaşı Tokadî Mustafa Efendi hazretlerinin Tahbîzü’l-Mathûn el-Kânûn fi’t-Tıb Tercümesi’ni ilim dünyamıza kazandırmak, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’nın yaptığı büyük hizmetlerdendir. Eserin 6. cildinde sözlük bulunmaktadır. Bu eserin öneminden kısaca bahsetmekte fayda görüyoruz: Tokadî hazretlerinin tercümesi; çevirisi yapılan bütün diller içinde eksiksiz ve en mükemmelidir. Eserde İbn Sînâ’nın (3) Arapça Kânûn nüshaları karşılaştırılmıştır; şerhlerinden büyük ölçüde istifade edilmiştir; tercümede ise en doğru cümleleri bulmak için ciddi gayret gösterilmiştir. Tenkitli metin (edisyon kritik (4)) faaliyetlerinin Osmanlı sahasında ilk örneğidir ve ilmi tercümenin en güzel örneklerindendir.
Yavaş yavaş içimize girmeye başlayan batı tıbbına karşı ilk büyük ve ciddi bir cevaptır ki sadece bu özelliği bile eseri kıymetli kılmaktadır. Son olarak YEK’in Tahbîzü’l-Mathûn’u en doğru ve en güzel bir şekilde hazırlayıp ilim dünyamıza kazandırması da ayrıca tebrike değer. (Bu paragrafta, birinci cildin 25-34 sayfalarındaki ‘Hazırlayanın Önsözü’den istifade ettik.)
***
Hılt-Ahlat, Mizac mevzuları tıbbın konusudur ve anlaşılması kolay değildir. Bu satırların yazarı da de tıb eğitimi almamıştır. Lakin bu konu çok önemlidir, insanın kendisini tanımasının adımlarından birisidir (Burayı yazının sonunda açmaya çalışacağız.). Bu değerli sözlüklerdeki hılt-ahlat, mizaç kelimelerini bugünkü dile aktarmaya çalıştım, istedim ki öğrendiklerimi paylaşayım ki ilgili olanlar istifade etsin. Şimdi sizi kelimeler ve karlıklarıyla baş başa bırakıyorum:
Hılt: ‘Bir nesneye karışmış olan şey; ve soyu sopu ve nesebi karışık adam’ ve ‘safra ve sevda ve kan ve balgamdan ibaret olan ahlat-ı erbaanın (toprak, hava, su, ateş) her birine denilir.’ Çokluğu “ahlât” gelir. ‘Dülger burgusu gibi halk içine sokulup herkesin mizaç ve meşrebince ikiyüzlülük eden ve kınanan veya pezevenk (kavvad, kaltaban, gayretsiz, muhabbet tellalı) olan kimse’ manasına da gelir. (Lügat-ı Remzî, Matbaa-i Hüseyin Remzî, İstanbul, 1305 (1887/1888), c.1, s. 506-7)
Hılt: ‘Gıda midede pişince keşkek gibi, suyu üzerinde ve tortusu altında olur. Üzerinde olana keylûs (bağırsaktan gelen, içinde yağ damlacıkları bulunan ak kan) derler, altında olana tortu derler. Ve keylûs çekilip karaciğerde pişince ona hılt derler ve keymus (yiyeceklerin mide öz suyu ile karıştıktan sonra aldıkları durum) dahi derler ve rutubet-i ûlâ (ilk rutubet) dahi derler’ (Tahbîzü’l-Mathûn el-Kânûn fi’t-Tıb Tercümesi, c. 1, s. 731). ‘(Gıdanın midede hazmdan sonra kanla karışık dönüştüğü safrâ, balgam ya da sevdâ sureti, keymûs, rutubet-i ûlâ’ (Tahbîzü’l-Mathûn el-Kânûn fi’t-Tıb Tercümesi, c. 6, s. 356).
***
el-Mizâc: ‘Bir şeye katılıp karıştırılmakla terkibe sebep olan şeye denir, katınkı derler. Suretler ve manevi olanlardan daha umumidir. Manevi olanda keyfiyyet tabir olunur. Meselâ içeceklere katılan nesnedir, su gibi. Ve dört tabiattan bedenin terkibine dönüşen tabiattır, bedenin maddelerine karıştığı için denmiştir. Malum ola ki muhakkiklerce bedenin mizacı, anasır-ı erbaanın kısımlarında birbirlerine temas eden, birleşik ve birbiriyle bağdaşık olup aralarında etki-tepki oluşan, dört keyfiyet arasında hâsıl olan ortalama bir keyfiyettir ve iki çeşittir, birine mizac-ı evvel (ilk mizac) ve birine mizac-ı sani (ikinci mizac) derler. Mizâc-ı evvel odur ki birleşik unsurlardan vasıtasız hâsıl olur. Ve mizâc-ı sânî birkaç nesnenin bir araya gelmesi ve karışmasından meydana çıkar ki o nesneler dahi unsurlardan oluşup her birinde olan kuvvet, diğerinde olan kuvvete muhalif olur; mesela mizaçlardaki hararet (sıcaklık), bürudet (soğukluk) ve rutubet (nemlilik) ve yübûset (kuruluk) gibi. Kezalik demevîlik ve safravîlik mizaçtır. Ve kötü mizaç dedikleri işbu mizacın bozulmasıdır, soğuktan veya sıcaktan veya sair aksaklıklardan olur; onun için ilaç da mizacı değiştirmeye muhtaçtır. Ve kötü mizaç, ya sıcak veya soğuk, ya nemli veya kuru, ya basit ya da karışıktır. Bunlardan her biri maddi veyahut gayr-i maddidir. Ve hastalık üç cinstir. Birine kötü mizaç ve birine karışık hastalık ve birine ayrıklıkların karışması derler. Ve maddi dedikleri ahlat-ı erbaanın birinden olur, maddi olmayanlarsa ahlattan olmuş değildir.’ Bunun tafsili Kânûn’da açıklanmıştır. [Bkz. Kâmûsu’l-Muhît Tercümesi (www.kamus.yek.gov.tr’den)]
***
Mizâc: Yaratılış, tabiat ve keyfiyet; bedenin sıhhat durumu; hılt. Çokluk hali emzice’dir; ve tıb terimlerinden olup insan vücudunda azaların vazifelerinden birinin sairleri üzerine galip gelmesinden hâsıl olan keyfiyete denir ki dört kısımdır:
Demevî Mizaç: (Tıb terimlerinden olup) demevî cihazların yani kan ve damarların diğer cihazlar üzerine galip gelmesinden yani sinir ve kan damarlarının ve beyaz kan manasına olan lenfa’nın (5) diğerler cihazlardan ziyade olmasından hâsıl olan keyfiyete denilir.
Bu mizaçta bulunanlarda derinin rengi kırmızıya meyilli ve beyaz olmakla beraber yüzünün renkli ve letafetli olması; saçların kumral veya siyaha meyilli olması; vücudun semizliğinin orta derecede olması; boyunun kısalığı; nabzın şiddeti; mühim uzuvların görevlerinin istenilen şekilde ve muntazam surette cereyanı; adale denilen etlerin kuvveti; aşk ve muhabbete meyilli olmakla ile beraber duygularının şiddeti; akıl ve hayal kuvvetlerinin yaygın ve geniş olması; nefsani fiillerinin hiddeti gibi alametler müşahede olunur.
Bu mizaçta bulunan muteber zatların başlıcaları Hazret-i Musa (aleyhisselam) ve Hazret-i Ömer Faruk (radiyallahu anh) ve Harun Reşid ve Cennet-mekân Sultan İkinci Bayezid ve Sultan İkinci Mahmud hazretleriyle Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa merhumlardır. Bu mizaçta bulunanlar kalb hastalığına ve kanın beyne hücum etmesine ziyadesiyle meyyal olurlar.
Asabî Mizaç: (Tıb terimlerinden olup) sinirlerin çıkış yerleri ve bütününden ibaret olan asabi cihazların diğer cihazların vazifelerine galip gelmesinden yani kırmızı ve siyah kan ile damarlardan ve diğerlerinden ziyade sinirlerin ve görevlerinin çoğalmasından hasıl olan keyfiyete denilir. Bu mizaçta olanlarda bedenin kuruluğu; adele denilen etlerin güçlülüğü ve liflerinin inceliği; çehrenin zayıf, renksiz ve hareketli olması; gözlerin parlak, ateşli ve cephesinin yüksek olması; sert hareketli, şiddetli, tez meşrepli ve hiddetli olması; hissiyatın kuvvet ve galebesi ve vücuda nispetle mütenasip olmaması; adele ve sinirlerin birbirine nispetsiz bulunması; elhasıl hissiyatın süratliliği, akli kuvvetlerin genişliği tabii alakaların fevkalade etken olması; tenasül uzuvlarının çok çalışması ayırıcı alametleri ve kendine has vasıflarındandır.
Bu mizaçta bulunan meşhur zatlar; İmam Gazalî, Muhyiddin Arabî (kuddise sirruhuma), meşhur tabiplerden İbn Sînâ, Osmanlı halifelerinden Bağdat ve Mısır fatihi Cennet-mekân Yavuz Sultan Selim Han (aleyhi-r-rahmeti)’dır.
Safrâvî Mizaç: (Tıb terimlerinden olup) karaciğer vazifesinin sair uzuv vazifeleri üzerine galebesinden hâsıl olan keyfiyete denir. Bu mizaçta bulunanlara derinin renginin buğday ve sarıya meyilli olması; saçların ve gözlerin koyu ve siyahlığı; çehrenin kararlılığı; adele denilen etlerin şiddet ve kuvveti; vücudun zayıflığı ve semizliğinin orta derecede olması; kemiklerin ve vücuttaki bağırsak, ciğer gibi iç organların irice olup kendine has vazifelerini layıkıyla icra etmeleri; karaciğerin irice olması ve hazmın kolaylıkla icra olunması; zeki ve kabiliyetli olmaları; her işte sağlam, mahir ve sebatkâr olmaları; ve yücelik ve yüksekliğe meyilli ve kabiliyetli olmaları ayırıcı alametleri ve kendine has vasıflarıdır.
Bu mizaçta bulunanlara, peygamberlerin başı Resul-i Kibriya Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz hazretleri başlıca olarak gösterilir. Bu mizaçta bulunanlar karaciğer hastalıklarından başka bir hastalığa müptela olunca o hastalık, safravi haller ile kendini gösterir.
Balgamî Mizaç: (Tıb terimlerinden olup) beyaz kan manasına olan lenfanın damarlarının bütününden müteşekkil cihazın diğer cihazlar üzerine yani sinirler, kırmızı ve siyah kanların ve damarlarının bütününden müteşekkil cihazlar üzerine galip olmasından hâsıl olan keyfiyete denir. Bu mizaçta bulunanların saçları gayet ince ve renkleri sarı ve kırmızı olur; üst derileri beyaz ve ince, gözleri ela veyahut mavi; etleri yumuşak, balık etli olur; dudakları renksiz, burun ve dudak ve kulakları büyücek olur; dişleri fena bir haldedir, yanakların bazı mahallerinde kırmızılık olur; el ve ayakları vücuda nispetsiz olur; bunlar ayırıcı alametleri ve kendine has vasıflarıdır.
Bu mizaç en aşağı mizaçtır. Bu mizaçta bulunanlar çeşitli istisqâ (vücudun bazı yerlerinde su toplanması hastalığı) hastalıklarına, ziyadesiyle nezlelere ve verem hastalıklarına yakalanırlar. Bir hastalığa duçar olduklarında etkilenen yerleri kolaylıkla şişip oluşan şişlik zorlukla iner ve bezler dahi kolaylıkla kabarır ve Sıraca (6) hastalığı bu mizaca mahsustur. Kadınlarda beyaz akıntı ve benzeri akıntılar bu mizacın gereklerindendir ve hastalıkları müzmin olma eğilimindedir. Bu mizaca daha meşhur olarak lenfavî mizaç derler. [Bkz. Lügat-ı Remzî, Matbaa-i Hüseyin Remzî, İstanbul,1305 (1887/1888), c.2, s. 496-7 (7)]
***
İslam âlimleri ve bilhassa tasavvuf ehli ârifler “Men arefe nefsehû fekad arefe Rabbehû (Kendini (nefsini, yaradılışını) bilen, Rabbi’ni de bilir, tanır) hikmetli kelamını eserlerinde çokça zikretmişlerdir. Çok kuvvetli, doğru ve aydınlatıcı bir sözdür. Kendini tanımak, eşref-i mahlûkat olduğunu idrak etmek, aynı zamanda sınırlarını yani acizliğini bilmek; bunlara göre tavır alıp kendini idrak etmek, zararlardan korunmak, iyi olan şeyleri elde etmek, sağlığını muhafaza etmeye çalışmak, kısacası yüksek kaliteli bir ömür sürmek açılarından lazım ve önemlidir.
İnsanın çok, büyük, yüce özellikleri var. Ruh, nefs, akıl, kalb manevi olanlardır. Dört unsur, dört hılt, mizaç, göz, kulak, mide, karaciğer, akciğer, dalak, cilt vb. maddi olanlardır. Bedenimizdeki bu organ ve görevlerine ciddi bir şekilde baktığımızda muazzam ve muhteşem bir yaradılışta olduğumuzu anlıyor ve kendimize hayran oluyoruz. Manevi kuvvetlerimiz ise çok daha büyük derecededir. İnsanın bunları bilmesi, tanıması, sorup araştırması, öğrenmesi gerekmez mi…
Âlim ve hakîmlerimiz, kâinatı Âlem-i Kübra (büyük âlem), insanı da Âlem-i Suğra (küçük âlem) olarak tanımışlardır. Evet, insanoğlu bu derecede muazzamdır. Şair ne güzel ifade etmiştir: “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen (Şeyh Gâlib) Kendine iyi bak, kendini hoş tut ki sen âlemin özüsün, sen varlıkların gözbebeği olan insansın.)” Lakin diğer taraftan coğrafi şartlar, mevsimler, diğer yaratıklar karşında, insanoğlu aciz kalmakta kimi zaman neye uğradığını şaşırmaktadır. Koca kâinata bakınca zerre kadar bile olmadığımızı idrak edip bocalıyoruz. Zıtlıklar dünyasında yaşıyoruz. Ne yapacağız o zaman…
Düşüneceğiz, akledeceğiz, hayatımızın sonuna kadar öğreneceğiz, bunları anlama çabası içinde olacağız; sağlığımızı koruyacağız; kendimizi hem maddi hem de manevi yanlarımızla tanıyıp iyi, doğru, güzel yaşamaya çalışacağız; böylelikle kendimizi toparlayıp insan kardeşlerimize, diğer canlılara ve doğaya hizmet edeceğiz. Bizi yaratan Rabbimizin tevfik ve inayetiyle…
Haydar Hepsev
Temmuz 2022
_______________
Notlar:
(1) Bkz Hüseyin Remzi (madde yazarı: Burhan Akgün), TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 2016, EK-1. cildi, s. 571-572) ve Prof. Dr. Ali Birinci’nin Lügat-ı Remzî’ye yazdığı Lügatçi Doktor Hüseyin Remzi’nin Serencamı (Lügat-ı Remzî (İnceleme-Tıpkıbasım), haz. Ali Birinci, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı yay., İstanbul 2018, c 1, s. 9-36).
(2) Hem lügatler ve mütercimleri hakkında bilgi almak hem de istifade etmek için bkz. www.kamus.yek.gov.tr.
(3) Ebû Alî el-Hüseyn b. Abdillâh b. Alî b. Sînâ (vefatı h.428 / m.1037) İslâm Meşşâî okulunun en büyük sistemci filozofu, Ortaçağ tıbbının önde gelen temsilcisi. Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi (madde yazarları: Ömer Mahir Alper, Ali Durusoy, Arslan Terzioğlu ), İstanbul 1999, c.20, s.319-358.
(4) Edisyon Kritik (Aslı Fransızca édition Critique’dir): Yazma ya da basılmış eserlerin değişik nüshalarını karşılaştırıp aralarındaki farkları belirterek, müellif nüshasına en yakın metni elde etme çalışmasına denir. Yazma eserlerin değişik zamanlardaki kopyalarında, istinsah edenler (ellerindeki nüshaya bakarak yazanlar), insanlık haliyle yanlış veya değişiklikler yapabilmektedir. Onun için tenkitli neşir çalışmalarıyla yazma nüshalar arasında eserin doğru metini tespit etme ihtimali artmaktadır.
(5) Lenf, lenfâ: Kanın esasını teşkil eden ve ince damarların içinde dolaşan beyaz kan; ahlât-ı erbaadan birisi.
(6) Sıraca: Boğazda urlar çıkmasını ve bedenin bazı taraflarında yaralar açılmasını mucib irsi hastalık, dâ’ü-l-hanâzîr. (Kaamûs-ı Türkî’den). Gıdaların karışıklığı etkisiyle arız olan bir hastalıktır.
(7) Mizaçlardaki meşhur insanlar hakkında, diğer hiçbir yerde bilgi bulamadığımı söylemek zorundayım. Lügat-ı Remzî’nin neden kuvvetli ve üstün olduğunun delilerinden biri de budur.
#Akıl #İlim #İrfan #Hikmet #Mizaç #Hılt #AlemiKübra #AlemiSugra