TEKNOLOJİYE ALDANMAK
İnsanları kaldıran veya indiren asansör değildir… Yemekleri ısıtan, yerleri süpüren elektrikli aletler değildir… Makineler elektrikle çamaşırı, bulaşığı yıkar lakin asıl güç elbette ki her şeyi yok var eden Allah’ın kuvvetidir…
Karadaki taşıtları yürüten, denizdeki gemileri yürüten, havadaki uçak ve helikopterleri uçuran benzin, mazot ya da motorlar değildir. Asfalt, su veya hava değildir. Ancak ve ancak Allah’ın iradesidir… Otobüs, minibüs, tramvay vb. insanları bir yerden bir yere çabuk götürüyor ama kimse kimsenin yüzüne bile bakmıyor. Herkesin elinde cep telefonu, ona kafalarını gömüp kalabalıklar içinde yapayalnız kalıyorlar… Arkadaş olanlar bile neredeyse birbirlerinin yüzüne bakmıyorlar. Tren, gemi ve uçak yolculuklarının uzun olanları, iletişim bakımından daha avantajlı, fakat yolculuk yapanların çoğu dinlenmeyi tercih ediyorlar… Lakin yine herkesin elinde cep telefonu… Bitmeyen bir kısır döngü…
İnterneti, bilgisayarları, cep telefonlarını, radyo ve televizyonu iletişim aracı yapan, evet, insanoğludur lakin onlara bu özelliği veren o küçük veya büyük aletler midir yoksa onları yoktan var eden midir…
İnsanoğlu bu konularda, çok büyük bir aldanış içindedir.
Bütün bu aletler yokken de insanoğlu, karada yürüyor, hayvanlarla seyahat ediyor, bugüne göre geç de olsa varacağı yere varıyordu. Lakin temiz havada yolculuk yapıyor, yeni yerler görüyor, yeni insanlarla tanışıp okuma yazması olmasa da bilgi ve görgüsünü arttıyordu. Şimdiye göre, insanoğlunun hafızası o zaman daha kuvvetliydi. Hele ilim sahibi olanlar, gittikleri beldelerin bilgili kişilerinden yararlanıyordu. Onların yazdığı kitapları okuyor, kendi eserlerini de onlara okutuyorlar, onlardaki kitapları da yazıp kendi beldelerine getiriyorlardı. Böylece şimdikine göre çok daha fazla bilgi ve görgü sahibi olup vatanlarına döndüklerinde, öğrenip yazdıklarını ilim sahiplerine, öğrencilere ve halka aktarıyorlardı.
Teknoloji ilerledikçe, gürültü ve hava kirliliği arttı. Apartman hayatı, insanları birbirine yaklaştırdı, lakin aynı katta yaşayanlar bile, maalesef, birbirini tanımaz oldular. Mesafeler çok yakın, velakin gönüller birbirinden uzak oldu.
Evet, insanlar daha kolay ve zahmetsiz yaşamaya başladılar. Ama işlerin kolaylaşması, tembelliği ve gafleti arttırdı. Öğrenme imkânları, eski zamanlara göre çok arttı fakat şunu unutmayalım ki kolay öğrenilen bilgi kolay unutulur. Öğrenciler, verilen ödevleri internetten indirip öğretmenlerine sunuyorlar ve tabii ki akıllarında bir şey kalmıyor… Kitaplar ve dergiler, pdf olarak nette ve bilgisayarlarda mevcut. Eskiye göre bilgiye erişim çok kolay… Lakin bilgi kirliliği yüzünden sağlıklı düşünülmüyor. Teknoloji ve endüstri öncesi insanıyla sonrası arasında dağlar kadar fark oluştu. Eski insanların bilgi ve kültür seviyesi nerede, şimdikilerin nerede…
VE KURTULMAK
Eskiye dönmek mümkün değil tabii ki, peki, bu kısır döngüden nasıl kurtulacağız…
Mümkün olduğu kadar şehir hayatından ve gürültüden uzak kalmaya çalışmalıyız. Çalışanlar, eve gelip yemeklerini yedikten sonra çevredeki parklara gitmelidir. Hafta sonraları şehir dışına çıkmaya gayret etmelidir, arabası olanlar arabayla, olmayanlar toplu taşıma araçlarıyla…
Yakın ve uzak yerlerdeki sohbet, seminer ve konferanslara katılarak bilgilerimizi arttırmalıyız. Kendilerinden bilgili ve yaşlı insanlardan yararlanmalıyız. Sosyal medyadan mümkün olduğu kadar uzak kalmalı, cep telefonları ve bilgisayarlarla gereğinden fazla meşgul olmamalıyız. Uzun yürüyüşler yapmalı, gürültü ve stresten mümkün olduğu kadar uzak kalmaya çalışmalıyız.
Sene sonu tatillerinde, memlekete gidip akrabaları, büyükleri ve eski dostları ziyaret edip onların gönüllerini almak, insanı hem madden hem de manen rahatlatır. Bütün bir sene için iç enerji depolanmasına vesile olur.
İnsan yaşadığı şehrin tarihi yerlerini öğrenmeli, bahar ve yaz aylarında çocukları, komşuları ve dostlarıyla beraber gezmelidir. İnsanlar böylece ferahlayacak, çalışma temposu, trafik, gürültü, çevre kirliliği gibi içinde yaşadığımız çağın olumsuzluklarından biraz olsun kurtulabilecektir.
İçinde Selçuklu ve Osmanlı eserleri olan beldelerin ahalisinin bunları bilmemesi; hele İstanbul’da yaşayıp da Osmanlının o şaheserlerini bilmemek, görmemek, gezmemek kabul edilir bir şey değildir. Öğretmenler, bahar aylarında öğrencilerini alıp buralara mutlaka götürmeli, gitmeden önce de çocuklara bu yerler hakkında ödev vermelidir.
Güler yüzle aile ve akrabalarla, komşular ve dostlarla sohbet etmek, her gün yeni bir şeyler öğrenmek insanı, çağın bulanıklığından ve kısır döngüsünden kurtaracak ilaçlardandır.
Namazları mümkün olduğu kadar farklı camilerde kılmak, sesi güzel hafızlardan Kur’an dinlemek, zikir ve ilim meclislerine katılmak; kulağa, gönle ve ruha şifadır.
O zaman ne duruyoruz, çıkalım, gezelim, yeni yerler görelim, yeni arkadaşlar edinelim… Gözümüzü, gönlümüzü, ruhumuzu ferahlatalım. Yeteneğimize göre el sanatları öğrenelim, bunlardan yaptıklarımız çocuklara ve dostlarımıza hediye edelim…
Haydar Hepsev
Haziran 2022