TESETTÜR ONURUMUZDUR !
Tesettür meselesi, bizim öncelikli ve değişmez gündem maddelerimizdendir.
Çünkü tesettür bizim namus ve onurumuzdur.
Çünkü insanlığımızdır, İslamlığımızdır.
Tesettür meselesi, ülkemizin en önemli meselelerindedir.
Çünkü bu topraklardaki 1000 yıllık tarihimizde, bu derecede azim ve bu kadar vahim bir haksızlık işlenmemiştir.
Çünkü tesettür meselesi, insanımızın çoğunun önemli bir derdidir; gönül burukluğudur… Çünkü başından örtüsü çıkarılmaya çalışılmıştır, üzerinden elbisesi alınmaya yeltenilmiştir.
Yalnızca kadınlarımızın meselesi değildir. Babaların, kocaların, ağabeylerin ve küçük kardeşlerin yani koca bir milletin meselesidir.
Tesettür meselesi, Anadolu insanının kalbinde, ruhunda, aklında derin yaralar açmış bir konudur. Kalbi ağrıyan adam nasıl yürüyecek, aklı meşgul adam nasıl doğru kararlar alacak, ruhu bulanmış insan nasıl tam insan olacaktır…
Nasıl ki ekonomi ile politika birbirinden ayrılamazsa; nasıl ki etle tırnak büyük bir acı vermeden, derin biz iz bırakmadan ayrılamazsa; nasıl ki ruh ile beden ancak ölümle ayrılırsa, tesettür de öyledir. Onun içindir ki bu konunun halledilememesi, ülkemizde ve devletimizde önemli bir yaradır. Onun içindir ki büyük bir hamle yapamayışımızın ardında, bu meselenin önemli bir yeri ve payı vardır.
Çözülemeyen sıradan bir konu dahi üzerimizde ne kadar büyük bir sıkıntıdır, yüktür, hatta ateştir. Gece uyutmaz, gündüz güldürmez bizi. Onun için tesettür, büyük bir “mesele”dir, önemli bir derttir…
Öncüler, Semboller, Gelişmeler
1965’ten sonra ama daha çok 1970’li yılların başında, ülkemizde, daha doğrusu büyük kentlerimizde yeni bir akım yeni bir giyim tarzı, yeni bir görüntü ortaya çıktı. Başörtülü ve pardösülü hanımlar. Sayıları da hızla arttı. 1975’lere kadar biraz görmezden gelindi ama ondan sonra ülkemizin önemli gündem maddelerinden biri oldu.
O zamanki ilginç fotoğraflardan daha doğrusu sosyolojik olaylardan biri de başı açık anne ile beraber yürüyen başörtülü ve pardösülü hanımlardı. Bir diğeri de, kısa bir zamanda, önemli bir sayıda batı tarzında giyinen bayanın, bu yeni kıyafete bürünmesiydi.
(Osmanlı’nın son döneminde başlayıp Cumhuriyet’le beraber hız kazanan asker ve memur eşlerinin Batı tarzı giyime yönelmesi / açılması, giderek şehirli kesime de yayıldı ve bir süre sonra geleneksel tesettürde olan hanımlar ikinci sınıf statüde sayıldılar. Hâlbuki tesettür, dinen emridir. Bin senedir Anadolu ve Rumeli’nin herkesçe kabul edilmiş giyim tarzıdır. Kötü bir tükenme devresi yaşandı ama bu anlayış ve yaşama biçimi kendini yeniden mutlaka üretecekti ve böyle de oldu.
Bütün bu gelişmelerin öncüsü ve sembolü Şule Yüksel Şenler (1) Hanımefendiydi. Hatice Babacan Hanım (2) da üniversitede başörtüsü takan ilk hanım olmuşsa da, 1967 yılında Ankara İlahiyat Fakültesi’ndeki olaylardan sonra ön planda yer almamıştır.
1970’li yıllar, halkımızın İslam’a yönelişinin yoğunlaştığı bir dönemdir, bu durum gözle görünür bir haldeydi. Lakin belki de sağ sol çatışmasının kaldırdığı toz bulutundan ötürü, (hâkim güçler tarafından) tesettürdeki gelişmeler göz ardı edildi ya da sadece bir kenara not almakla yetinildi. Belki de bir yerde duracağı ve daha gelişmeyeceği farz edildi. Ama öyle olmadı, büyük şehirlerde bu yeni tesettür anlayışı yayıldı, köyden kente göçün bir sonucu olarak da varoşlardaki halk da bu şekilde örtünmeye başladı. Özellikle 1980’lerin başlarından itibaren tesettürlü kızlar üniversitelerde ve iş hayatında daha büyük oranda yer almaya başladılar.
Hâkim güçler bu duruma sessiz kalamaz ve 1982’de YÖK, yayınladığı kıyafet genelgesi ile başörtüsünü yasaklar. O zamanın başbakanı olan Turgut Özal’ın girişimleriyle 1984’te YÖK, kıyafet genelgesindeki başörtüsü yasağını kaldırır, ama üç sene sonra 1987’de Başörtüsü, üniversitelerde disiplin suçu gerekçesi ile yeniden yasaklanır. 45. Hükümetin (1. Özal Hükümeti’nin) başörtüsünü serbest bırakmak için YÖK yasasındaki yaptığı değişiklik veto edilir. 1988’de 46. Hükümet (2. Özal Hükümeti) ikinci yasa değişikliğini çıkarır ama 1989’da, Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilir. 1990’da Başörtüsüne izin veren üçüncü kanun çıkar, bunu da SHP Anayasa Mahkemesine götürür ve reddedilir. 1997 yılının15 Eylül’ünde YÖK’ün bir genelgesi ile başörtülü öğrencilerin okullara alınması tamamen yasaklanır.
Gerileme Dönemi mi…
28 Şubatta postmodern darbesinde, Yasaklama kararları (İstanbul Üniversitesindeki ikna odaları vb.), büyük infiale sebep olmuş; bildiriler, protestolar, mitinglerle bunlara şiddetle karşı çıkılmıştı. Bunca gerilime rağmen tesettürlü hanım sayısında azalma olmaz ama direnç yavaş yavaş kırılmaya başlamıştır. F.G.’nin tesettür ve başörtüsünün “füruat ve teferruata ait bir mesele olup iman meselesi ölçüsünde önemli olmadığı (1995)” hakkındaki söylemleri, tesettürün de modası olabileceğini iddia edip bu olguyu magazinleştiren düşünceler, bu direncin kırılmasında önemli etki oluşturdu. (25 Kasım 1925 tarihli Şapka Kanunu ile bütün memurlara şapka giyme zorunluluğu getirilmesi ve 3 Kasım 1934 ‘deki Kıyafet Kanunu ile cüppe ve sarık giymenin yasaklanması; bunların çok sert bir şekilde uygulanması, bu kanunlara uymayan binlerce insanın yok edilmesi realitesinin dindar insanlar üzerinde oluşturduğu kötü etkinin hafızalardan silinmemiş olmasını hafifletici bir sebep sayabilir miyiz, bilmiyorum.)
Hâlbuki tesettüre girenler bunu imanlarının bir gereği olarak yapıyorlar ve modadan uzak durmayı da bir ilke olarak benimsiyorlardı. Tabii ki tesettür ile toplumsallık arasında çok yakın bir bağ vardır. Zaten 1960’lardan sonraki tesettür de çoğunlukla bu anlayışın bir sonucu olarak (mesela çarşaf olarak değil de) başörtüsü+pardösü şeklinde yeni bir tarzla ortaya çıkmıştı. 1990’lı yılların ortalarına kadar da bu düşünce ve anlayışla devam etti. Lakin artan baskılar ve işi Kur’an ve Sünnete tabi olma çabasından farklılaştırmak isteyenlerin nifakı yavaş yavaş etkisini artırıyordu.
Tesettürün toplum ve devlet hayatında yeniden ifadesinin en müessif olayı Merve Kavakçı (3) vakası oldu. 18 Nisan 1999 seçimlerinde Fazilet Partisi’nden İstanbul milletvekili seçilen Merve Hanım’ın TBMM’de, 3 Mayıs 1999’daki yemin törenine tesettürüyle gelmesiyle başlayıp cadı avına dönüşen hadiseler zinciri, hem devlet hem de millet hayatında derin ve trajik izler açtı. Devlet, özgürlük ve haktan yana tavır koymadı, partisi de bu değerli hanım milletvekiline sahip çıkmadı; siyasi bir linç kampanyasının sonunda Merve Kavakçı Hanım’ın milletvekilliği düşürülüverdi. (Aslında türbanlı olduğu halde yemin törenine başını açarak gelip büyük alkış alan MHP milletvekili Nesrin Ünal, Merve Kavakçı’nın yalnız bırakılmasında önemli bir payı olmuştur.)
Bu büyük bir yenilgiydi, bu tarihe kadar yükselişte olan tesettür davası böylece direncini önemli ölçüde kaybetti; toplumsallık ağır basmaya ve tesettürde yozlaşma, güçlü olana benzeşme tavrında artış gözlemlenmeye başladı. (2000’li yıllarda biri başbakan ve diğeri de cumhurbaşkanı eşi olan iki hanım da sürekli farklı ve frapan giyim hevesinde bulunmaları, vücutlarını sıkı sıkıya saran rüküş elbiseleri tercih etmeleri sebebiyle bu gidişatta maalesef olumsuz örnekler oldular.)
***
Tesettür, günümüzde büyük ölçüde başörtüsüne indirgenmiş bir vaziyette. İman, hayâ, namaz, ahlaka ve dini değerlere dikkat yerine vücudu iyice saran ve giyenin tesettürlü olduğu hakkında şüphe uyandıran kıyafet biçimlerine, kız-erkek arkadaşlığıyla ilgili dikkatsizliğe, tesettürün dinde yeri olup olmadığına dair bin bir yoruma dönüşmüş durumda. Artık iyice tesettürlü hanımların yanlarında iyice açık kızlarıyla dolaşmalarına şahit olunuyor; yani iş tersine dönmüş durumda…
Peki, bu durumda Müslüman erkeklerin hiçbir rolü ve payı yok mu? En büyük sorumluluk elbette ki onlardadır. Annelerimizi, kadınlarımızı, bacılarımızı, kızlarımızı korumak ve kollamak sorumluluğu biz erkeklerdedir, her yerde ve her şekilde. Erkeklerin gerektiği kadar mert ve sağlam olamayışlarıdır ki tesettür davası yenilgiye uğramıştır. Merve Kavakçı’ya sahip olmak demek, tesettürün farz ve hak olduğuna inanan milletvekillerinin ya bu konuda sonuna kadar direnmeleri ya da mertçe ve erkekçe istifa etmeleri demekti. Üniversitede okuyan kızlarımıza sahip çıkmak demek “füruat-teferruat” demeyip onların tesettürleriyle okumalarını sağlayacak girişimlerde bulunmak demekti. Sokakta, evde ve bütün hayatta tesettürlü hanımların imanlarına göre yaşamalarını desteklemek demek, moda ve magazin konularına asla tevessül etmeden Kur’an’dan, Sünnetten destek almaya çalışmak demektir.
Böyle mertçe bir çıkış, hiç beklenmedik bir zamanda pek de beklenmedik bir yerden yani devletin bir kurumu olan T.C. Başbakanlık Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan geldi. 1993 yılına ait olan o fetvadan iki paragrafa yer verelim:
“Dinimizin emrettiği örtünmeden maksat, kadının zinetini ve zinet yerlerini eşi veya mahremi olmayan erkeklere göstermemesi ve yabancı erkekler tarafından görülmesine meydan vermemesidir. Bu itibarla örtünün; saçın, ten renginin veya zinetlerin görülmesine engel olacak kalınlıkta, vücut hatlarını göstermeyecek nitelikte olması gerekir. … Netice: 1. Gerek erkeklerin ve gerekse kadınların gözlerini haramdan korumaları, 2. Kadınların, vücudun el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlilik caiz olan erkekler yanında, vücut hatlarını ve rengini göstermeyecek nitelikte bir elbise (örtü) ile örtmeleri, 3. Başörtülerini, saçlarını, başlarını, boyun ve gerdanlarını iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmaları, dinimizin; Kitab, sünnet ve İslâm âlimlerinin ittifakı ile sabit olan kesin emridir. Müslümanların bu emirlere uymaları dini bir vecibedir. (4)”
Eğer böyle bir fetva verilmemiş olsaydı, halimiz ne olurdu, düşünemiyorum bile. Devletin diğer organları her ne kadar bu fetvaya önem vermemiş olsa bile, son derece kritik bir dönemde korkmadan bu kararı verebilen Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı’nın o dönemdeki üyelerini mert ve kahraman insanlar kabul etmek gerekir.
Bu konuda ülkemizdeki son ve talihsiz gelişme şu oldu: 6 Şubat 2008 tarihinde TBMM’deki oylamada, üniversitelerde başörtüsüne özgürlük veren yasa, 411 kabule karşın 103 retle geçmesine rağmen Hürriyet gazetesi “411 El Kaosa Kalktı” manşetini attı, CHP ve DSP’nin yasanın iptaline ilişkin yaptığı başvuru ile Anayasa Mahkemesi 6 Mart 2008’de davayı kabul etti ve 5 Haziran 2008’de bu yasa 2 ret oyuna karşı, 9 oyla iptal edildi.
Ama Avrupa’da yeni bir gelişme oldu ve tesettür küresel plana taşındı. 2009’da Belçika’da Hıristiyan Demokrat Parti’den aday olup Belçika Meclisi’ne seçilen Mahinur Özdemir Hanım (5), Avrupa’nın ilk ve tek başörtülü milletvekili oldu.
Tesettür Lütuftur
Bir gün otobüs beklerken durağa baştan aşağı son derece iyi giyimli ve örtülü bir hanım geldi. Gayri ihtiyari bakınca, fark ettim ki bu hanım bir âmâydı… Yani görüldüğünü ya da kendisine bakıldığını bilmesi mümkün olmayan bir insan. Aman Yarabbi, dedim kendi kendime, bu nasıl bir iştir; bu hanım doğuştan kör, ama tam manasıyla mütesettir mübarek bir hanım; nedir bunun hikmeti… Şaşkınlığım geçince anladım ki tesettür Allah’ın bir lütfudur ve hediyesidir ve hidayetidir. Gözü görenlerin birçoğu bu lütuftan uzakken, hâlbuki asıl onlara lazım bir korunma vasıtası iken, âma bir hanımın onlardan daha güzel bir şekilde örtüye bürünmesini nasıl açıklayabilirsiniz ki…
Lakin biz bunu bugünün insanına nasıl anlatmalıyız. İşte zorluk burada ortaya çıkıyor. “Giyinmek güzeldir” sloganlı bir reklâmın İstanbul sokaklarına asılmasına dahi tahammül edemeyen bir medyamız var, tesettür konusundaki küçük bir gelişmeye tahammül edemeyip bir şer korosu halinde kinlerini kusuyorlar. Öte yanda liberal-sol aydınların bir kısmı da başörtüsünün bir hak olduğunu, şöylece bir kabul ediyorlar ama hemen “mini etek ve bikini” diye bir hakkın da bulunduğunu söyleyerek işi sulandırıveriyorlar. Sanki mini etek ve bikini çok insani bir kıyafetmiş gibi, çok doğru bir yaşantı biçiminin unsurlarıymış gibi…
***
İran Devrimi, iki konuda başarısız oldu: Tesettür ve namaz. Devrimden sonra doğanlar, namaza % 95 oranında ilgisiz kalmışlar; tesettürde ülke içinde büyük bir gerileme var, ülke dışına çıkan hanımların çok büyük kısmı da hemen açılmayı tercih ediyorlar. Buradan da anlaşılıyor ki yasakçı ve zorba bir zihniyetle özellikle bu iki konuda başarılı olmak mümkün değildir. Ama % 100 doğru olan bu güzellikleri insanlara nasıl anlatmalı, nasıl tanıtmalı ve insanları bu konularda nasıl ikna etmeli?
Yeniden inanmak ve gereği gibi yaşamakla elbette. Şule Yüksel Hanımefendi, “düşüncelerim ve kıyafetim birbirine uymuyor” dedi ve gereğini yaptı, tesettüre girdi ve bunun mücadelesini verdi. Vaazlar verdi, Anadolu’yu dolaştı, yazılar yazdı, hapiste yattı. Taviz vermedi, eğilmedi, bükülmedi. İnancını hayatına uygulamaktan çekinmedi. İşte halen hayatta olan bu mübarek hanımdan alınacak ders budur, yapılacak olan da bundan başka bir şey değildir.
İnanç ve uygulama mı önemli, yoksa toplumsallık mı…
* Haydar Hepsev’in bu yazısı, Yüce Devlet Dergisi’nde (1 Nisan 2010, 5. sayı) yayınlanmış ve Mayıs 2020’de gözden geçirilmiştir.
===========
Notlar:
(1) Merhume Şule Yüksel Şenler (1938-2019). Ailesi aslen Kıbrıslıdır. Küçükken ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etti. Öğrenimini ortaokul ikinci sınıfta bıraktı. Bir terzinin yanında çalışmaya başladı. Bu, onun ileride kendi başörtüsü modelini oluşturmasına yol açtı. 21 yaşında gazetecilik yapmaya başladı. 1965’te tesettüre girdi. Yeni İstiklal gazetesindeki yazıları nedeniyle hakkında davalar açıldı. Anadolu’yu dolaşıp konferanslar verdi. Ondan etkilenen genç kızların başlarını aynı şekilde örtmeleriyle bu tarz örtü şulebaşı olarak anılmaya başlandı. Cevdet Sunay’a yazdığı bir mektup yüzünden cumhurbaşkanına hakaretten tutuklandı, sekiz ay cezaevinde kaldı.
Hür Söz, Yeni İstiklal, Babıalide Sabah gazetelerinde kadın sayfası yaptı. Bugün gazetesinde 1967-71’de köşe yazarı idi. Seher Vakti dergisinin başyazarı oldu. 1971’de hapis yattı. 1980’den sonra Zaman ve Millî Gazete’de yazdı. Huzur Sokağı adlı romanı filme alındı. Huzur Sokağı adlı romanı daha sonra aynı adla dizi olmuştur. 28 Ağustos 2019 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir (Rahmetullahi aleyha).
(2) Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi talebesi olan Hatice Babacan Hanım, derslere başörtüsü ile girme tutumu nedeniyle üniversiteden atılan ilk öğrenci olarak tanınmaktadır (Nur Serter, Dinde Siyasal İslam Tekeli, Derin yay., 2010, s.146); (Hasan Aksay, Gerici Eylemler ve Başörtüsü, Ölçü yay., 1989, s. 113)
(3) 1968 doğumlu Merve Hanım, bir profesörün kızıydı, Ankara TED Koleji’nden ve Dallas University’den mezun aydın bir hanımdır.
(4) Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı, Sayı: B.02.1.DİB.0.10/212; Konu: Tesettür, Karar No: 6, Karar Tarihi: 3.2.1993.
(5) Mahinur Özdemir, 1982 Belçika doğumludur; Konya ve Emirdağ asıllı göçmen bir Türk ailesinin Belçika’daki üçüncü nesil fertlerindendir. Ana dilleri Türkçe ve Fransızca’nın yanı sıra ileri, düzeyde Felemenkçe, İngilizce bilmektedir. Brüksel ULB Üniversitesi İnsan Kaynakları Mühendisliği Bölümünde Lisans, Kamu Yönetimi alanında da Master yaptı. 24 Haziran 2009 tarihinde Frankofon kesimden, Hristiyan Demokrat çizgideki CDH’den Brüksel Meclisi’ne seçildi; 2009-2019 yılları arasında iki dönem Brüksel Milletvekilliği yaptı; böylece Avrupa’da ve Belçika’da vekil seçilen ilk başörtülü hanım oldu. Seçilmesinin ardından, başörtüsü yüzünden eleştiriler aldı, çalışmasının zor olacağı iddia edildi. 2015 yılında Ermeni Kırımı’nı soykırım olarak tanımlamayı reddetmesi nedeniyle partisinden ihraç edilmiştir Şehir planlama, imar, çevre, konut sorunu ve iş yerlerinde ayrımcılıklarla mücadele konularında çalışmalar yapmaktadır. 12 Eylül 2019 tarihinde TC’nin Cezayir Büyükelçisi olarak atandı. 30 Temmuz 2010 tarihinde Rahmi Göktaş ile evlenmiştir.
DinİşleriYüksekKuruluBaşkanlığı Tesettür Başörtüsü ŞuleYükselŞenler HuzurSokağı HaticeBabacan MahinurÖzdemir İranDevrimi