TÖVBE ETMEK
tövbe yâ Rabbî hatâ râhına gittiklerime
bilip ettiklerime bilmeyip ettiklerime (1)
Tövbe, pişmanlıktır…
Tövbe, kulun günahını unutmamasıdır…
Tövbe işlenilen günahlardan pişman olmak, geri dönmektir…
Tövbe, yerilmiş şeyleri terk edip övgüye lâyık olanlara yönelmektir.
Tövbe, Allah tealaya nispet edildiğinde ‘günah işleyen kulların tövbesini kabul edip lutuf ve ihsanıyla ona yönelmesi’ demektir.
Tövbe, Allah’ın kuluna yönelmesi; kulunun da O’na dönmesidir.
Allah’ın kuluna dönmesi ona tövbeyi nasip etmesi, kulun rabbine dönmesi işlediği günahtan ve yaptığı kötülükten dolayı O’ndan af dilemesidir.
Tövbe, kulun Allah’a dönüşüdür, ancak bunu kula nasip eden ve onu buna muvaffak kılan Allah’tır. Kendilerine karşı hatalı ve kötü davrananların özürlerini kabul edenler Allah’ın tevvâb (tövbeleri kabul eden) ismine mazhar olabilirler.
***
Saygıya en çok lâyık olan, Allah tealadır…
Allah tealanın affediciliği, İlâhî bir vasıftır.
Allah teala, affedicidir. O’nun kullarını af ve mağfiret etmesi, kulda bulunması gereken bazı niteliklere bağlıdır. Bunların başında şeksiz, şüphesiz ve tereddütsüz imandan sonra farz, vacip ve sünnet ibadetleri yapmak gelir…
Kulun hayatında, yaratana ve yaratılmışlara karşı yanlış davranışlarda bulunmadığını düşünmesi mümkün değildir… Kul, ne kadar çabalasa da kendi gücüyle, olgun bir kişi olamaz. Âdemoğlu; günah, kusur ve hatadan uzak kalamaz. Lakin son nefese kadar tövbe kapısı sonuna kadar açıktır. Kul tövbe ve istiğfara devam ederse kulun işlediği günah, kusur ve hataları Gaffar olan Rabbimiz affına mazhar kılar…
***
Günahlardan ve kötülüklerden tövbe etmek, hatalardan ve gafletten uzaklaşmak, amel ve ibadetlere dikkatle devam etmekle tövbe eden kullar hayata bağlanabilir, ebedî âlem hususunda ümit taşıyabilirler.
Kerîm Kitabımızda, tövbe kelimesi, seksen sekiz yerde geçmektedir; otuz beş yerde Allah’a, diğerlerinde insanlara nispet edilmektedir. Ayetlerde tövbenin ve anlam yakınlığı içinde bulunduğu ‘rücû, inâbe, evbe, gufrân’ kavramlarının kullanılışı göz önünde bulundurulduğunda, tövbenin bezm-i elestte (2) Allah ile kul arasında yapılan ahdin tazelenmesini ifade eder.
Kerîm Kitabımızda, ‘Rabbinize inâbe ediniz, dönünüz (3)’ buyurulmuştur Kul elest bezminde yaptığı ahde bağlı kalarak sözle Hakk’a döndüğünü ifade ettikten sonra, buna göre davranıp inâbe sahibi olabilir Kur’an’da, inâbe “kulun Hakk’a gönül vermesidir” şeklinde de tarif edilmiştir.
Hatadan doğru olana, doğru olandan daha doğru olana ve nefisten Hakk’a dönme şeklinde üç türlü tövbe vardır. Birincisi halkın, ikincisine ariflerin tövbesidir ve üçüncüsü de muhabbet derecesindeki tövbedir. Hak tealanın tecellisi karşısında kendinden geçen Mûsâ (aleyhisselam) Efendimizin kendine gelince, ‘Tövbe ettim, sana döndüm (4)’ demesi doğru olandan daha doğru olana dönüştür ve himmet ehlinin tövbesidir. Hazret-i Mûsâ’nın kendi iradesiyle Allah’ı görmeyi arzulaması, onun hakkında tövbeyi gerektiren bir eksiklik olmuştur.
Allah tealanın ‘Tevvâb, Gaffâr, Gafûr, Afüv’ gibi isimleriyle ilişkili olması bakımından tövbenin ilâhî boyutu vardır. Allah’ın tevvâb (tövbeleri kabul eden) oluşu, kuluna tövbe etmeyi kolaylaştırması, ona af ve mağfiret kapısını açmasıdır.
‘İki günü eşit olan mümin aldanmıştır’ hadisinin bir manası daeder, müminin sürekli kendini geliştirmek suretiyle her gün Allah’a biraz daha yaklaşması gerektiğini, bunun da tövbe ile gerçekleşeceğini ifade eder.
***
Tövbe pişman olmak, istiğfar ise kulun Rabbinin divanına gelip özür dilemesidir…
Hz. Peygamber (sallalahu aleyhi ve sellem) Efendimizin ‘Bazan kalbimi bir perde bürüdüğünden günde 100 defa istiğfarda bulunduğum olur (5)’ muhabbet derecesindeki tövbeyle ilgilidir. Efendimiz, sürekli Allah’a yükselme ve yakınlaşma halindeydi, bir üst dereceye ulaştığında alttaki derecenin üstteki dereceyi kapatan bir örtü olduğunu fark ediyor ve kendinden Hakk’a dönüp devamlı yükseldiğinden tövbesi de devamlıydı.
Kerîm Kitabımızda, mağfiret kökünden olan 234 kelimenin 229’u Allah’a nispet edilmiştir: ‘Gaafir, Gafûr, Gaffâr’ Allah tealanın isimlerindendir. Bunların kırk ikisi istiğfar etrafında şekillenmiş olup Allah’ın bağışlayıcı olmasını ifade eder.
Gufran, örtmek, bağışlamak bir nesneyi kendisini kirden koruyacak bir şeyle giydirmek demektir. Allah tealanın bir kulu kendisine azabın dokunmasından korumasıdır.
İstiğfar ‘örtmek, gizlemek, birinin kusurunu ifşa etmeyip bağışlamak’ demektir. Kulun ‘kusurunun bağışlanmasını Allah’tan talep etmesi’ demektir. Tövbe ve istiğfar, hem söz hem fiille olması gerekir; aksi halde istiğfar kişiyi yalancı durumuna düşürür.
Rahm, merhamet etmek, Allah tealanın kullarına acıması ve şefkatle davranmasıdır.
Afv etmek ise kulların işledikleri suç ve günahların izlerini tamamen silmesidir ki bu büyük bir mazhariyettir.
***
Tövbe, tasavvufî makamların ve menzillerin ilkidir, bunun için ‘bâbü-l-ebvâb (ana kapı)’ diye adlandırılır. Tasavvufa, tövbe kapısından girilir. Takvâ, zühd, fakr, sabır, tevekkül ve rızâ gibi makamlarda tövbenin önemi artar ve bu durum, bu yola girenin son nefesini verinceye kadar devam eder. Sağlam bir şekilde tövbe etmeyen sufinin manevi halleri, doğru sayılmaz. Tövbe ve istiğfardaki eksiklik, ondan sonra gelen bütün hal ve makamları olumsuz yönde etkiler.
Bir mürşide gönülden bağlanmaya ve ondan el almaya da inâbe denir. İnâbe, ‘tövbe ederek Allah’ın bildirdiği doğru yola dönme ve İlahî yola girme’ demektir. Tasavvufta da ‘Kuran ve Sünnete, itikatta Maturidi veya Eşari olan, ehl-i sünnet, olgun ve olgunlaştırabilen bir şeyhe bağlanma’ manasına gelir.
Bazı sufiler, tövbe makamından önce, uyanıklık durağından bahseder. Sufilerin içinden gelen bir etkiyle silkinerek, gaflet ve gevşeklik haline son vermesi, kendine gelmesi, aklını başına toplaması, tövbe ve istiğfar etmesidir. Uyanıklık makam değil, haldir. İçten gelen bir kıpırdanma olmadan, bir insanın ciddi ve samimi bir şekilde tövbe etmesi, mümkün değildir. Sufi, bazen dış sebeplerden etkilenerek intibaha gelebilir. Uyanıklık tövbenin temeli, tövbe bu halin sürekli ve kalıcı bir duruma gelen şeklidir.
Hakikat ehli denilen ârifler öyle bir hal yaşarlar ki bu halde iken Allah’tan ve O’nun tecellilerinden başka hiçbir şey göremezler. Bu durumda kendileri fenâ halindedir, varlıkları yok hükmündedir. Kendilerinde varlık görmeleri bir tür günah sayıldığından, “Senin varlığın başka bir günahla kıyaslanmayacak bir günahtır” derler.
Sûfîler yapılan haksızlık, kötülük ve hatalardan, işlenen günahlardan tövbe etmek gerektiğini, ancak daha iyi ve daha doğru olanı gerçekleştirme imkânına sahip kişilerin daha iyi olanı yapmamalarının tövbeyi gerektiren bir kusur olduğunu belirtir.
Sûfîler yalnız dille yapılan tövbeye ‘yalancıların tövbesi’ derler. ‘Tövbe, tövbeden tövbedir’ sözü gönülden gelmeyen ve sözden ibaret kalan tövbeyi ifade eder. Takvâ ehlinin dil ve kalple yaptığı tövbe sahih; dil, kalp ve bedenle yaptığı tövbe ise daha sahih bir tövbedir. Halk ile ariflerin tövbesi birbirinden farklıdır; halk günahtan, arifler gafletten tövbe eder. ‘Tövbe, Allah dışında her şeyden tövbe etmektir’ sözü âriflerin tövbesine işaret eder. ‘Pişmanlığın ilk adımı tövbe, ikinci adımı inâbe, sonu evbedir’ diyen sûfîler de vardır. Bu bağlamda Allah’ın azabından korkanın hali tövbe, azabından korkmakla beraber sevap umanın hali inâbe, sadece emrini gözetenin hali evbe terimiyle ifade edilir. ‘Tövbe müminlerin, inâbe evliyanın, evbe peygamberlerin makamıdır. (6)’ ‘Tövbe büyük günahlardan, inâbe küçük günahlardan, evbe nefisten Hakk’a dönüştür.’
***
Allahumme ente Rabbî, lâ ilâhe illâ ente halaqtenî ve ene abduke ve ene ‘alâ ahdike ve vâ’dike mes’tetâtu, e’ûzu bike min şerri mâ sana’tu, ebû’u leke bi-nîmetike ‘aleyye ve ebû’u bi-zenbî fağfirlî zunûbî fe-innehû lâ yağfıru-z-zünûbe illâ ente [Allah’ım! Sen benim Rabbimsin, senden başka ibâdete lâyık ilâh yoktur. Sen yarattın, beni. Senin kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım. Bana lütfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle anar, günahımı itiraf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları, Senden başka affedecek yoktur. (7)]
Tubtu ilallâh estagfirullâh
(Tövbe ettim Allah’a, istiğfar ettim O’na…)
Haydar Hepsev
Haziran 2022
_________________
Notlar:
(1) Abdürrahim-i Rumî (kuddise sirruh): Şiirlerinde Rûmî mahlasını kullanan mutasavvıf-şair (vefatı h.850 / m.1446): Merzifon doğumludur ve Sarı Dânişmend lakabıyla tanınan bir zatın oğludur. İlk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Mısır’a gidip orada tanıştığı Sühreverdiye tarikatının Zeyniye kolu kurucusu Zeynüddin el-Hâfî (kuddise sirruh) hazretlerine bağlanıp tarikat eğitimini tamamladıktan sonra şeyhiyle birlikte Horasan’a gidipe orada birkaç yıl kaldı. “Bir aşk kütüğü yaktık, diyâr-ı Rûm’a attık” diyen şeyhinin emriyle Anadolu’ya dönerek doğum yeri olan Merzifon’a yerleşti. Ölümüne kadar burada ilim ve irfan, mürid yetiştirme ve halka hizmetle meşgul oldu. [Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (madde yazarı: Nihat Azamat), İstanbul 1988, c.1, s.293; https://islamansiklopedisi.org.tr/abdurrahim-i-rumi ]
(2) Bu tabir, Allah teala ile yaratılışları sırasında, insanlar arasında yapılan bir sözleşmedir ve Araf suresinin 172. ayetinde geçen ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim’ hitabının yapıldığı ve ruhların da ‘Evet, şahit olduk’ diye cevap verdikleri meclistir.
(3) Bkz. Zümer suresi 54. ayet.
(4) A‘râf suresi, 143. ayet.
(5) Müslim, Ẕikir, 41-42; Ebû Dâvûd, Vitir, 26.
(6) Bkz. Nûr suresi, 31. ayet; Sâd suresi, 44. ayet, Kaaf suresi, 33. ayet.
(7) Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu istiğfar hakkında şöyle buyurmuştur:
“Her kim, bu Seyyidu-l istiğfarı sevabına ve faziletine, bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine her kim, sevabına ve faziletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse cennetlik olur. (Buhârî, Deavât 2, 16; Ebû Dâvûd, Edeb 100-101)”
#Rahman #Tevvab #Gafur #Gaffar #Kuran #Sünnet #Akıl #İlim #İrfan #Hikmet #Tövbe #İstigfar #Seyyidulistiğfar #Evbe #İnabe