UNUTULDUM
Almus’ta öğretmen olan arkadaşımın yanına gitmeliyim. Orada çok sıkılıyormuş, ufacık bir kasaba gibiymiş, n’olacak. Neşesi yok, kederi çok bir dağın başında.
Almus’un minibüsüne binmiş vaziyetteyim. Beni götürüyor. O kadar yorgunum ki yolcular belli belirsiz sanki. Arada sallanan bir baş görüyorum, yanındakinin dediğini onaylayan bir baş. Uyuyorum, derin derin. Bu sarsıntılı yolda, minibüsün içinde bunca konuşan varken nasıl uyuyorum böyle derin derin. Ne kadar bitkin düşmüşüm, hayattan.
Bir yerde duruyor minibüs, duruşunun sarsıntısı ve yüksek sesle konuşmalar uyandırıyor beni. Bir kasaba burası, şoför aşağı inmiş elinde bir paket, kime verileceğini bağıra bağıra anlatıyor muhatabına.
Ne kadar uyuduysam artık, uykumu almışım, zindeyim. Aşağıya iniyorum minibüsten, biraz hava almak için. Bir adam açık duran ufacık kapıdan başını sokmuş içeridekilerle bir şeyler konuşuyor, iki eli bir bisikleti tutuyor, seleli güzel bir bisiklet, bunu görüyorum, merak ediyorum ne konuşuyor fakat duyamıyorum konuşulanları, yaklaşıyorum duymak için; ne kadar merak ettim bilseniz ne konuşulduğunu. Adamın kafası içerde, boyunu kapıdan sığdırmak için bedeni eğilmiş, iki büklüm olmuş. “Olmaz” dediğini duyuyorum, duyar duymaz kafasını geri çekiyor. Kafası küt diye kapının sövesine çarpıyor. Kan. Akıyor. İçerden birkaç kişi çıkıyor, adama çıkışıyorlar, dikkatsizliğinden dolayı. Ben yolcuyum neme gerek. Gidilecek uzun bir yolum var. Görülecek arkadaşım var. Üç günlük dünya.
Geriye dönüyorum, minibüsten eser yok. Ne çabuk gitmiş, hem nasıl olmuşta beni görüp hatırlamamışlar. Çok mu aceleleri vardı. Tersine dönüyorum. Kafası kırık bisikletli adam orada öylece duruyor. Kafasını sarıyorlar. Bisikleti yere bırakmış, kendisini kendisiyle ilgilenenlere teslim etmiş. Durulgan…
Minibüse nasıl yetişeceğim, çok hızlı düşünmeliyim, yolda kaldım işte. Bir bisiklet var ama. Adama bisikleti bana satmasını söylüyorum, durumu anlatıp. Adam oldukça yüksek bir fiyat çekiyor, kabul ediyorum, param var, yetmezse kredi kartım da var, yeter ki minibüse yetişeyim, tek gayem bu. Minibüs deyip geçmeyin, içinde hayat var, yaşanmışlıkların hepsi onun içinde, yolcularının her birinin ayrı bir öyküsü var ne de olsa, parmak izleri gibi farklı farklı ama hepsi dünyevî, hepsi ayrık otu gibi yoldukça çoğalan, yolunduğunda acıtan, acıttığında ağlanılan…
Aldım bisikleti, bakıyorum minibüs uzaklarda görünüyor, tozlu yollarda gide gide arkası tozlanmış. Bisiklete atlıyorum, unutmamışım sürmesini, basıyorum pedala uçar gibi gidiyorum. O da ne! Önümde bir sığır sürüsü beliriyor, frene basıyorum çok zayıf. Adam bana söylemeliydi halbuki frenlerin zayıf olduğunu. Düpedüz ahlaksızlık bu, o kadar para saydım eline. Ayıp denen bir şey var.
Bir boğaya çarpıyorum arkasından, parlak, bakanı ferahlatan sarı bir boğanın uyluğuna çarpıyorum. Kesildiğinde konuşacak olan uyluğuna. Katilin kim olduğunu söyleyecek olan uyluğuna. Ben düşüyorum ama bisiklet gidiyor. Adeta kuş gibi havalanıp yere kapaklanıyorum yüz üstü. Bisiklet gidiyor sığırların arasından. Sığırlar ona saygıyla yol veriyorlar. Çok saygılılar bisiklete karşı.
Ne yapmalıyım, acıyan yerlerim de var. Bir ıslık çalmalıyım. Korkmadım hayat senden, korkmadım düşmekten… Minibüse yetişeceğim. İçindeki yolcular beni merak eder. Gerçi merak etselerdi dönüp beni alırlardı. Belki de dönüp almak istediler ama şoför kabul etmedi, çok acımasız biriydi o, elinin paket tutuşundan anlamıştım.
Bir ıslık çalıyorum ve bisiklet duruyor bir köpek gibi. Islığımı tanıyor, bu kısa zamanda ne kadar alışmış bana. Ne kadar ünsiyet kesb etmiş. Ne kadar haysiyetli bir bisikletmiş. Ama benden epey uzak, bir demir yığını ne olacak, sonuçta etten kemikten değil ya. Durup öylece beni bekliyor.
Koşuyorum yetişmek için. Hayat virajlarla dolu. Bisiklet bir kilometre ilerideki bir virajı dönmüş üç yüz metre kadar virajdan uzaklaşmış öylece beni bekliyor. Tam virajın altına bir köprü denk gelmiş, bu derenin üstünde. Niye köprüyü böyle eğri yapmışlar acaba, düz yapacaklarına. Doğayı bozmamak için miymiş?..
Bisiklet beni bekliyor, gitmeliyim. Ya da geri dönüp kasabanın bakımsız otelinde yatıp ertesi gün gelecek minibüse binip Almus’a öyle gitmeliyim. Tercih benim. Ama bisiklet bekliyor beni, bekleyeni bekletmemek gerek. Bakıyorum kestirme bir yol var, bisiklete ulaşmak için. Yolu yarı yarıya kısaltır neredeyse. Bu yalnız yayaların gidebileceği bir yol, önce dereye iniyor, sonra tam bisikletin hizasından ana yola çıkıyor. Dereye kadar çok iniş, dereden sonrası çok yokuş.
Gitmeliyim, bu yoldan gitmeliyim, azığım yok ama bir değnek edinebilirim. İşte yerde kuru bir dal, budaklı. Budaklarını kırıp düzeltiyorum. Oldukça uzun. Ayağımın altına alıp ileri ittiriyorum, çat diye kırılıyor uç kısmı, işte bana bir asa, Musa’sız.
İniş kolay oluyor. Acaba doğru yolda mıyım? Dereyi geçebilir miyim? Bakıyorum, derenin üstüne insanların geçmesi için yarım metre genişliğinde oldukça uzun hatta uzayıp giden bir köprü yapılmış insanlar tarafından, aldatmasın insanlar sonra beni.
Dereye kadar sorunsuz iniyorum. Dere yok, baraj var. O gördüğüm köprü de baraja su akıtan bir oluktan ibaretmiş, ne yanılgı ne yanılgı. Geri dön, geri. Bisiklet beni hâlâ bekliyor mu acaba, çok geç kaldım, minibüsü de yakalayamam. İçindekileri özledim, halbuki birkaç dakika gördüm onları, kalan sürede uyudum, bu özlem niye.
Dönüş zor oldu, kan ter içinde kaldım yokuşu çıkmak için, inişi iyiydi ama. Lâkin ben böyle bir yerden geçmemiştim inerken, tepemde bir pencere var camsız ve yatay. Buradan çıkmalıymışım. Sopamı uzatıyor yokluyorum, önce sopamı yukarıya koymalıyım, sonra ben çıkmalıyım. Sopam, eğime rağmen kalıyor orda, kayıp düşmüyor. Ellerim pencerenin kenarında asılı, kendimi yukarı çekmeye çalışıyorum, ama olmuyor. Peki, olsa ne yapacağım, o da belli değil. Güçlü pazılar ister, oraya kendini çekebilmek için. Bu sende var mı? Yoksa eğer, bisiklet beklemese de olur, kasabanın bakımsız oteline dönmek bile mümkün değil, minibüstekiler beni unutsunlar, arkadaşım, öğretmen olan, zaten geleceğimden haberi yoktu.
Unutuldum burada.
Unutul gitsin, ne manası var uyanmanın, bunca koşturmanın, hatırlanmanın…
Unutul gitsin, bırak kendini hayatın akışına…
Hayrettin MERAL
Nisan 2021