SEVEN ve SEVİLEN BİR ADAM
İNANANLARIN YÜZAKLARINDAN
DOKTOR DURSUN AKSOY
Ona herkes “Dursun Ağabey” derdi, lakin biz “Dursun Amca” derdik çünkü baba dostumuzdu, amcamızdı, baba yerine kaimdi. Rahmetli Peder Beyimizin en çok hürmet ettiği insanlardan birisiydi. Zamane “Doktor Dursun Aksoy” diyordu ama bendeniz “el-Hacc Dursun et-Tabîb en-Nakşbendî el-Erzurumî” demek istiyorum çünkü eski zamanın büyükleri gibi büyük bir zat idi. Gerçi o bu tür övgülerin ötesinde, bir er gibi rızanın ve hizmetin peşinde, alçak gönüllüğün gerçek misali olan bir zat-ı şerif idi, böyle sözleri istemezdi ama fakir de basit ibareleri kabullenemiyor.
Asker tabiplerdendi, doktor albaydı, emekliliğinde İzmir’e yerleşmişti ve bu ikametle o belde şereflenmişti. İzmir’deki büyük hizmetlerin çoğunda payı ve emeği bulunmaktadır. Mahallemizde yani Hatay Üçyol, Halilrifatpaşa’daki Murat Reis Camii, Vakfı ve Kütüphanesi’nin her taşında ve her santimetre karesinde emeği vardır. Peder Bey de kendisine gerçek bir yardımcı idi. Allah’a hamd ü senalar bizim de çorbada tuzumuz olmuştu, gerçi o zamanlar biz çocuktuk, hizmetin büyüklüğünün farkında değildik. Ama şimdi düşünüyorum da böyle bir sadaka-i cariyede insanın bir küçük gayreti bile çok büyük anlam taşıyor; çünkü amel defteriniz kapanmıyor, o eser payidar olduğu müddetçe. Kılınan her namazdan, okunan her ayetten , yetişen her talebeden onlara hisse gidiyor, sevapları her dem artıyor.
İzmir ise hele o yıllarda yani 1980 öncesinde bir çöl gibiydi. Bu tür çalışmalarda bulunmak çok zordu ve makam sahibi herkes, bu hizmetlerin engellenmesi için elinden geleni ardına koymuyordu. Dursun Amca ve mütevelli heyetinin, önlerine çıkartılan her engelden sonra bu makamları defalarca ziyaret ettiğini hatırlıyorum, her defasında da Allah’ın yardımıyla muvaffakiyetle döndüklerini. İzmir’in gavur olmadığının en büyük delillerinden biri de Dursun Amca gibi büyük zatların buradaki hizmetleri olmuştur.
Bilirsiniz bu hizmetler Müslümanların yardımıyla yapılır. İzmir’de bu işe ön ayak olacak pek zengin yoktu, yardım toplayacak çok fazla cami de bulunmuyordu. Dursun Amcalar, İzmir ve Ege’nin hatta köylerine varıncaya kadar gezer, peder bey arabasıyla onlara şoförlük eder, toplanan yardımlarla sevine sevine dönerlerdi.
Önce alt katı açılmıştı caminin, daha önce evlerde kılınan teravihler buraya nakledilmişti; Müslümanlara bir neşe ve gayret gelmişti. Biz de namazlardan sonra kapıya dizilir, “ne verirsen elinle, o gelir seninle” diye bağırarak yardım toplardık, verilen her kuruşla sevinirdik. Herkes gidince de heyet toplanır, paraları sayar, tutanağı yazar, kapıya asardık. Tutanaklarda çocukluğuma bakmadan fakire de imza attırırlardı, Rabbimiz hazretlerine şükürler olsun.
Sahurdan sonra camiye giderdik, Dursun Amca hatim okurdu. Ne zaman uyurdun Dursun Amca, her zaman nasıl olur da camiye ilk önce sen gelirdin, sen yoksan nasıl boş olurdu o İzmir, neden giderdin bir yerlere sık sık…
Yine bir ramazandı, minarenin altındaki odada itikâfa girmişti. O büyük ibadetin ne olduğunu ilk defa ondan öğrenmiştik. Peder beyle beraber bir iftarda misafiri olmuştuk, mütevazi ama ne kadar güzel ve tatlı bir iftardı. Pembe tombul yanaklı, beyaz değirmi sakallı, nur yüzlü ne güzel bir adamdı; bakmaya doyamazdık.
Her gün bir yere sohbete giderdi akşamları. Din ve yol kardeşlerinin irşadı için ne güzel konuşurdu, kitap okurdu, menkıbeler anlatırdı. Ağzının içine bakardık, daha da anlatsın diye. Ne kadar da hızlı çay içerdi, yetiştiremezdik, hakiki bir Erzurumluydu.
Çocukları bir gün demişler ki “baba biz de bir dernek kuracağız”, “neden” demiş mübarek, “bizim de haftada bir gün davetimize gelirsin belki” demişler. Bu derecede fedakârdı, hizmet gönüllüsüydü. Çocuklarıyla da ilgilenirdi elbette lakin din-i mübin onun birinci derdiydi. Rahmetli eşi Ulviye Hanım teyzemizin de büyük desteği vardı tabii ki; az yemeğini yememiştik, yaramazlıklarımıza az tahammül etmemişti, o mübarek annemiz. Onun ayrılığına da katlanmıştı Dursun Amcamız, lakin efendisinin ayrılığına nasıl dayanmıştı bilmiyorum çünkü çok severdi Ramazanoğlu Mahmûd Sâmî (kaddesallahu sırrıhu-l-âli) hazretlerini; bir dediğini iki etmezdi, işte onun yanına gitmek için boş bırakırdı İzmir’i. Gençliğinde İstanbul’da herkesi tanımıştı, bilhassa Abdülaziz Bekkine (kuddise sirruh) hazretlerinden büyük bir hürmetle bahsederdi. “Bir domates almak için bile pazarı dolaşmak lazım, ilk gördüğünüz belki en iyi ve en ucuzudur ama dolaşırsanız kalbiniz mutmain olur” derdi. Herkese saygısı vardı, meşrep farkı gözetmezdi lakin efendisine hürmeti bir başkaydı.
Edebiyat Fakültesi’ni kazandığımı söyleyince çok sevinmiş, “tam bizim istediğimiz yer” diyerek derinden teşvik etmişti. İstanbul’da da boş bırakmazdı bizi, gelince çağırtırdı yanına, bazen beraber gezerdik. Bir bayram günü Erenköy’de Sami Efendi hazretlerini ziyaretten sonra görmüş ve elini öpmüştüm, cüzdanından gıcır gıcır 300 lira çıkarıp bayram harçlığı vermişti. Devletin bursu zaten o kadardı, o bayram harçlığı değil, ihsan-ı şahane idi. Cebinde ancak geri dönecek kadar parası olan bir talebenin ne kadar sevindiğini belki siz daha iyi anlarsınız. O kadar cömertti.
Allah teala hazretleri cömertleri sever zaten. Mescidleri de “Allah’a ve ahiret gününe iman edenler imar ederler.” Mümin-i kamil idi; dost-ı evliyaullah idi, kendisi de bir veli zat idi, dost-ı Allah idi. Ve Allah teala hazretleri, birini dost edindi mi o insan ne güzel olur, ne iyi olur; efendisinin medfun olduğu yerde, Kâinatın efendisi (sallallahu teala aleyhi ve sellem) hazretlerinin mübarek memleketinde, nurlu şehir Medine’de aldı onu yanına. Veli kullarını dünyada da ahirette de ödülsüz bırakır mı? Bırakmadı işte elhamdulillah.
Kadir gecesinden bir gün önce (25 Eylül 2008) vefat etti diyorlar. Hayır! Allah ona kadir gecesini ihya ettirmiş, ondan sonra yakınına almıştır, dostunu mahrum eder mi hiç, bin aydan hayırlı o mübarek geceden. Çünkü pek meraklıydı, bize pek çok anlatırdı, imrendirirdi. Yedi günlük ayın yarım ay olduğunu ama hafifçe göbeğinin içe doğru olduğunu, sekiz günlük ayınsa hafifçe göbeğinin dışarı doğru olduğunu, daha nice şeyleri ondan öğrenmiştik. İlmihali ve fıkhı âlim derecesinde bilirdi. Arabayla seyahatlerimizle Yasin, Tebâreke, Mülk, Vakıa surelerini ezberden okurdu; Kuran-ı Kerim’le hemhal olmuş bir mümin idi.
Lakin bizi yetim bıraktın Dursun Amca, İzmir’i ve İzmirlileri öksüz bıraktın. Fakat artık kınından çıktın, kârını eksik etme, duanı eksik etme. Biz de Fatihaları ve duaları art arda sıralayalım, bu zatları örnek alalım, onların yolundan gidelim inşaallah.
Allah teala hazretleri rahmetine gark etsin, sırrını takdis eylesin, Dursun Amcamızın. Derecesini âli eylesin, cennet ve cemalini nasib eylesin; onu bu dünyada sevenleri de yarın onunla beraber eylesin; şefaatini nasib eylesin. Amin, elfe elfe amin, ya Muin celle celaluhu.
Haydar HEPSEV
Şevval 1429-Ekim 2008
NOT: Bu yazı, sitemize vefattan hemen sonra eklenmişti. Değişimden sonra -maalesef- ihmal edilerek yeniden konmamış. Böyle muhterem bir zatın rahmetle anılmasına vesile olmak için yeniden koyuyoruz. Ruh-ı şeriflerine Fatiha okumanızı hatırlatırız.