ORTA ASYA TÜRK EDEBİYATINDAN BİR ÖRNEK:
YUSUF EMÎRÎ ve NA’T GAZELİ
Yusuf Emîrî, Orta Asya Türk (Çağatay) edebiyatının gelişmesinde önemli rol oynayan şahsiyetlerdendir ama hayatı hakkında bildiklerimiz sınırlıdır. Elde bulunan malumat ise Ali Şir Nevâî’nin (1441–1501) Mecalisü’n-Nefâis adlı tezkiresine dayanmaktadır; bu esere göre Emîrî, Timur hanedanının ikinci hükümdarı Şahruh Mirza’nın nedimlerindendir; güzel ve muntazam şiirleri vardır, daha çok Farsça şiirleri rağbet kazanmıştır, fakat hayatında pek şöhret bulmamıştır, 1433’te vefat etmiştir. Kabri Bedahşan civarındaki Erheng Saray’dadır. Büyük mutasavvıflardan Şeyh Kemal Hocendî’nin talebelerindendir; Farsça şiirlerinde onun izinden gittiği kabul edilmektedir. Farsça’yı daha kuvvetli kullanmasına rağmen, Türkçe eserler kaleme alması, Türk diliyle bir edebiyat meydana getirme çabasına katkı yapmak istediğini ortaya koymaktadır.
Bilinen üç eseri vardır. DİVAN: Farsça ve Türkçe şiirlerinden oluşan bu eseri bir nüshası, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde T.Y. 2850 numarada kayıtlıdır. BENG Ü ÇAĞIR: Nazım nesir karışık olarak yazılmış ve sembolik bir mahiyet taşıyan münazara tarzında bir eserdir. Beng (afyon) ile çağır (şarap) karşılaştırılmaktadır. (Gönül Alpay tarafından yayınlanmıştır: “Yusuf Emiri’nin Beng ü Çağır Adlı Münazarası, TDAY Belleten, Ankara 1973, s.103–125). DEH-NAME (On Mektup): Mesnevi tarzında 906 beyitten oluşan bir eserdir. Şahruh’un oğlu Gıyaseddin Mirza Baysungur’a (1397–1433) ithaf edilmiştir. Seven ve sevgilinin karşılıklı soru ve cevaplarıyla oluşturulan bu eser, türünün en ustaca işlenmiş ve en kaliteli örneklerinden birisidir.
Klasik edebiyatımızın devam ettiği uzun asırlar boyunca, Arapça ve Farsçanın yanı sıra diğer Türk lehçelerinde yazılmış edebi ve fikri eserlerin de aydınlarımızca okunup sevildiğini ve geniş bir etki alanı bulduğunu görüyoruz. Bu, divan şairlerinin dünyadaki edebiyatları gözden geçirdiklerini, takip ettiklerini gösterir. Bu meyanda, Orta Asya Türk (Çağatay) edebiyatının da klasik şiir ve sanatımıza kuvvetli bir etkisi olduğunu belirtmek istiyoruz. Bir gazelini bugünkü dile aktarmaya çalıştığımız Emirî’nin de bu türde bir tesirinin olduğundan bahsedilmektedir. Türk Edebiyatı Numuneleri adlı eserde (Mustafa Tevfik-Hammamîzâde İhsan-Hasan Ali, İstanbul 1926, s.64–71), şu kayıt yer almaktadır: “İfadesindeki hararetli samimiyet Fuzuli’yi pek ziyade andırıyor. Her iki şairin yalnız tarz-ı tahassüslerinde değil, hatta kullandıkları kafiye ve rediflerde bile bariz müşabehet vardır.”
* * *
meh-i ruhsârıng üzre ol iki gîsû-yı ‘anber-sâ
sevâd-ı leyletü’l-kadr ü şu’â-i mihr-i isti’lâ
melâik ortasıda hâmid ü mahmûd u ahmedsin
benî âdem ara dirler muhammed hâce-i tâhâ
tamugnı otıdın tapmak necât ümîdi sendendir
men-i bîçâreni ol gün ferâmuş eyleme cânâ
gül-î ruhsâr u serv-î kaddinge sûsen-i zebânıdın
be-lafz-ı eşhedü birdi şehâdet lâle-i ra’nâ
tokuz hargâhnı mi’râc şâmı kim emîrîsin
nişân-ı nâvekingdir kâbı kavseyn ile ev ednâ
. . .
yanağının ayı üzre anber gibi o iki bukledir o iki örgü
karanlığı kadir gecesinin ve ışığı yükselen güneşin
ortasında meleklerin övülmüş sensin övülen sen ahmedsin
arasında âdem oğullarının muhammed derler tâhâ öğreten
kurtuluş ümidi sendendir cehennem odundan
unutma n’olur ben biçareyi o gün n’olur ey can
yanağının gülü ve salınan boyunun servisine suskun kalan
eşhedü diyerek şehadet getirdi lale ki iki renkli olan
dokuz büyük çadırın mirac akşamı emiri sensin hükümdarı sen
okunun hedefidir “iki yay kadar yahut daha yakın” olan
*Bu yazı, Diriliş Dergisi’nde (20–27 Temmuz 1990, 105–106. sayı, s.19 ve 31) ve H.M. Hepsev’in Şiir Bilgisi (Mayıs 1992, s.10–13) kitabında yayınlanmıştır.