ARAYIŞ
Çocuklar ne güzel eğleniyor, koşuşup oynuyorlar ormanda. Ama ben hafakanlar içindeyim. Yalnız ve arkadaşsızım. Buradan gitmeli, bir dostla sohbet etmeliyim. Çocukların konuşmaları, kesmiyor beni; nasıl kessin ki…
Düşünüyorum, neden çocukları şimdi götüreyim ki. Bırak, onlar eğlensinler. Ben gider gelirim, onlar şen şakrak oyunlarını bitirinceye kadar.
Karar verilmiştir. Yola çıkma zamanı…
İyi ama ben nasıl gideceğim şimdi. Bizi pikniğe getiren şoför “Akşama dönerim” deyip bastı gitti. En iyisi otostop yapmak. İşte bak, kalbi güzel bir adam aldı beni arabasına. Gidiyoruz konuşa konuşa.
İş yerinin önünden geçerken indim arabadan. İyi ama ben işe gelmek için mi çocukları ormanda bıraktım… Zaten izinliyim. Çocukları pikniğe götürmek için izin vermişlerdi bana. Diyorum ki kendime “Odama gidip yeni başladığım sürükleyici romanı okurum.”
İyi ama ben bir dostla konuşmaya gelmemiş miydim? Roman okumak da nereden çıktı şimdi? Sohbet etmek için birilerinin yanına gitsem çocukları sorarlar bana şimdi. En iyisi odamda kitap okumak. Belki bilgisayara da takılırım biraz.
Dalmışım okumaya. Aşağı yukarı üç saattir okuyorum.
Aaa, ya çocuklar. Bir saat yolda geçirdim gelmek için, üç saattir de okuyorum, bir saatte de dönerim, etti mi sana beş saat. Çocuklar ne haldedir şimdi. Gelirken bunları niye düşünmedim. Ya çocuklara bir şey olursa. Ne derim ebeveynlerine? Hemen yola düşmeliyim. Ama nasıl döneceğim, yine otostopla mı? Çok geç kalabilirim o zaman.
Fırlıyorum odadan. Asansörü çağırıyorum. Allah’ım ne olur içinde kimse olmasın. Hele pikniğe götürdüğüm çocukların birinin babası hiç olmasın. Asansör geldi. Allah’ım sana şükürler olsun içindeki bekâr bir arkadaş. Ooo, hem de arabası var bu arkadaşın. Onu isteyebilirim. “Acil bir işim çıktı, arabanı bana verebilir misin?” diyorum. Kabul ediyor, hiç iki bir yapmıyor. Arabayı park ettiği yeri söyleyip anahtarı uzatıyor bana.
Epey süratli gittiğimi fark ediyorum. Yolu da pek iyi bildiğim söylenemez. Ormana giderken çocuklarla konuşmaktan nasıl gittiğimize dikkat etmedim. Levhalara bakınca piknik yerinin yönüne doğru değil yanlış bir yolda olduğumu fark ettim. Birine sormalıyım. Ya çocuklar? Ya onlar oyuna dalıp birbirinden uzaklaşarak üçer beşer kişilik gruplar halinde ormana yayıldıysalar. Onları nasıl bir araya getiririm? Nasıl toplarım bir araya onları? Bu düşünceler kafamda dönüp duruyor.
Birinden yol tarifi alacağım ama ana yoldayım, hiç kimse görünmüyor etrafta. İşte bir benzinlik… Giriyorum oraya. Pompacı, bir arabaya akaryakıt koymakla meşgul, işinin bitmesini bekliyorum. İşi bitince piknik alanına nasıl gideceğimi soruyorum. “Sen polis misin abi” diyor. “Hayır” cevabının ağzımdan çıkacağı yerde “Memurum” diyorum. “Tamam, anladım, sivil polissin” deyip yolu tarif ediyor. “Ne kadar sürer, oraya gitmem” diye soruyorum. “Aşağı yukarı bir saatten fazla sürer” diyor. Eee, ben yaklaşık bir saattir yoldayım, bir saate kadar da gidersem eder iki saat. Üç saat de roman okudum eder beş saat. Bir saat de gelirken harcamıştım, etti mi altı saat. Çocuk, onlar çocuk! “Ne yaptılar acaba, nasıl düşüncesizce davrandın böyle” diye kendime kızıyorum.
Ormandayım şimdi. İyi de çocuklar nerede? Neredeydi bizim piknik alanımız? Burası olmalı ama çocuklardan eser yok. Ormana girdiyseler eşyaları burada olmalı, eşyalarından da eser yok. Bu arada bir kuş musallat oluyor bana. Ben “Çocuklar neredesiniz” diye bağırınca kuş aynı kelimeleri söylüyormuş gibi geliyor bana, sanki öyle ötüyor. Ben bir o yana bir bu yana gidip ağaçların arasından bakıyorum çocukları görebilir miyim diye. Kuş da ya sekerek ya da uçarak beni takip ediyor. Bu beni çok ürkütüyor, kuştan kurtulmaya çalışıyorum. Simsiyah bir kuş, çirkin mi çirkin.
Aman Allah’ım. Güneş de batmak üzere. Ne yapacağım ben şimdi? Ormana giremem, artık akşam oldu. Koşarak arabaya yöneliyorum. Olan oldu diyorum, gidip birilerine haber vereyim, gelip hep beraber arayalım. Polise de haber vermeli.
Ceremesi neyse çekeceksin artık.
En iyi dostum, can arkadaşımın da çocuğu pikniğe gelenler arasındaydı. Ona gitmeliyim. Durumu anlatıp ne yapılabileceğini konuşmalıyım.
Arkadaşımın evinin önüne gittiğimde oğlu orada oynuyordu. Oh şükür, Allah’ım sana bin şükür. Ben görünce “Nereye kayboldun amca” dedi, “bütün gün seni aramaktan yorgun düştük.” Ben de sizi aramaktan çocuğum, dedim içimden. “Daha arayacaktık da şoför ‘başka bir servisim daha var, ona yetişmeliyim’ deyip bizi getirdi. Babamlar da seni aramak için ormana gitmişlerdi, hani babam nerede, o niye gelmedi?”
Meğerse herkes birbirini arıyormuş.
Sanki işler bizim elimizde mi…
Gitme fikri nereden geldi; bana arabayı veren kim; şöförün başka servisi olmasını ayarlayan kim…
Sorular, sorular…
Hayrettin MERAL
Ağustos 2021