BÜTÜNCÜ ANLAYIŞ ve MÜSLÜMANLAR
1976 yılında, İsviçre’de, çoğu Batılı okullarda okuyan Müslüman ve atılımcı gençlerin girişimiyle geniş bir toplantı yapıldı. Bu gençlerin yanı sıra konusunda uzman otuz âlim ve düşünürün de katıldığı bu seminerdeki uzun müzakere ve tartışmalardan sonra, katılımcılar “İslam ümmetinin bugünkü probleminin her şeyden önce fikri problem olduğunda ittifak ettiler. Her sahadaki ihtilaflar da buna dayanıyordu.”
Tespitleri doğruydu ama eksikti. Çabaları ve girişimleri elbette takdirle karşılanmalıydı. Çünkü İslam’ın ve Müslümanların problemlerine somut bir atılımla eğilmeyi ve katkıda bulunmayı istemişlerdi. Bu atılım bir ekol doğurdu. Amerika, Avrupa, Pakistan ve Malezya’da tesir yaptı. Uluslararası İslam Düşüncesi Enstitüsü, (1) bu girişimin devamı olarak faaliyettedir. Bu konuda birçok uluslar arası seminer ve toplantı gerçekleştirildi; eğitim ve ilmi yayın faaliyetleri yaptı; Şehid İsmail Raci Faruki [2], Seyyid Hüseyn Nasr [3] ve Ziyaüddin Serdar [5] gibi önemli fikir adamlarının yetişmesine vesile oldu. Lakin bunca takdir edilecek çalışmalarına rağmen yaptıkları ilk tespit, evet, doğruydu ama eksikti; çünkü bütüncü değildi. Tekçi bir çözüm öneriyordu. Kanaatimce bu önemli bir hatadır veya eksikliktir ya da tam istikamet üzerinde olamayıştır. Bütüncü olamayış, sonuçta darlık ve kısırlığı doğuruyor. Bu hareketin de neticesi böyle oldu, “Bilginin İslamileştirilmesi (Islamization of Knowledge) [5]” gibi tutarlı olmayan bir tarz ve üslup tutturdular.
İşin bir ucundan tutmak isteyen o kardeşlerimizin gayretlerini küçümsemek gibi bir niyetim yok. Lakin Müslümanların birbirlerine fikren yardımı lazımdır ve şarttır; bu da eksiklerimizi ve gediklerimizi, temiz bir niyet ve yumuşak bir üslupla, söylemek ve birbirimizi hayırla tamamlamak yoluyla olmalıdır. (Bilginin İslamileştirilmesi tezi, maalesef ülkemizde doğru dürüst ilgi bile uyandırmadı; birkaç kitap ve makale ile sınırlı kaldı.) Bu ayrıca, Müslümanların birbirinden haberdar olmasının bir göstergesidir, birbirine yakın, birbiriyle ilgili, birbirine yardımcı olmalarının işaretidir. Aynı binanın tuğlaları olmalarının en basit bir gereğidir.
***
Bütüncü olamayış, çağımızda, Müslümanların en mühim eksiklerinden birisidir. Yukarıdaki örneği uzaktan seçişim, kimseyi doğrudan alındırmamak içindir. Yoksa elbette ki çuvaldızı kendimize batırmak en doğru bir harekettir. Tekçi çözümlere yönelme hastalığı, belki de, asıl bize arız olmuş bir illettir. Tarlanın beşte birini kullanıp beşte dördünü kurda kuşa terk etme, belki de bize mahsus bir ifrattan başka bir şey değildir. Bu sözleri ağır bulmayınız, tenkit bile değildir, sadece tespittir. Çünkü bazı tarikat erbabına göre çözüm, sadece tasavvuftur, iyi bir İslami yaşantı onlara yeterli gelebilmektedir. Bazılarına göreyse, falan üstadın ya da hocanın eserlerinden başka külliyat yoktur. Bazılarınca siyasetten başka hiçbir tarz, partiden başka hiçbir yol yoktur. Diğer bir kesime göre kendi dergisinden başka dergi, kendi patikasından başka yol yoktur. Öte yandan, birçok grup kendisinin bütünü ve bütüncülüğü ifade etmeye muktedir olduğu iddiasını savunabilmektedir.
Mevcut rejimin ve Müslümanlara uyguladığı baskı ve zulmün, bu olumsuz tablonun ortaya çıkışında şüphesiz büyük payı vardır. Bilhassa tek parti devrinde uygulanan İslam’ı tamamen yok etme girişimlerine karşı Müslümanlar, İslam’a hizmet için bir takım yollar ve çareler aradılar ve en olumsuz şartlarda dahi İslam’ı öğretip yaşatmaya çalıştılar ve başardılar. (Rejimin İslam ve Müslümanlar üzerindeki baskısı, bazı dış şartların etkisiyle azaldı veya rejim daha değişik yöntemlerle davranmak yolunu seçti. Müslümanları oyalamak, suni konularla uğraşmalarını sağlamak, bölmek, medya ve propaganda yoluyla İslam’ın etkisini azaltmak gibi münafıkça metotlarla savaşmaya devam etmektedir.) Fakat zaman geçtikçe mücadelenin değişik alan ve konulara kaymasına rağmen, bir kısım Müslümanlar 1950 ve hatta 60 öncesi şartlarda kalmakta ısrar ve inat sahibi oldular ki bu çok yanlıştır. Değişen zaman ve şartlara göre kendini ayarlamak, strateji ve yöntem değiştirmek ve yenilenmek, mücadelenin en başlıca gereklerindendir.
İslam bir küll’dür, yani bir bütündür ve Müslümanı bütüncü olmaya çağırmaktadır. Fert olarak kabiliyetine göre ama olabildiğince İslam’ı bilmek, öğrenmek, öğretmek, yaşamak ve yaşatmak her Müslümanın borcudur. Topluluk olarak şartlar ve imkânlar elverdiğince, İslam’ı hayata ve cemiyetin her alanına yaymak, İslam topluluğunun görevi ve ödevidir. Devletin zorunluluğu işte burada daha da önemle ortaya çıkıyor. Kur’an ve Sünnetin istediği ve gerektirdiği bütüncü bir şekilde İslam’ı yaşamak ve tatbik etmek ve yaşatmak ancak devletle mümkün olabilmektedir. Zaten bugün Müslümanların hazin durumu, yani bütüncü olamayışlarının belki en belli başlı sebeplerinden birisi de budur.
Son İslam Devleti Osmanlı’nın çöküşünden sonra, bu hale geldik, dağılmış tesbih taneleri gibi her birimiz bir yerde mahzun mahzun bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Yaptıklarımız kendimizi de tatmin etmiyor, yine de bunları yapmaktan başka bir çaremiz yok. Ama bu durum bize bahane ve engel teşkil etmemelidir. Her alanda bütüncü olmaya çalışarak hedefe ve gayeye ve ideale doğru yürümek zorundayız. Zaman zaman durup kendimizi hesaba çekmek, muhasebe ve murakabeyi tam yapmak, doğruya ve hakikate göre kendimiz yeniden düzenleyip yürümek mecburiyetindeyiz. Kendimizi büyütelim o zaman. Ufku hedefleyelim o zaman. Geniş, engin, büyük ve yüce bir nefes alalım, hazırlığımızı tam yapalım ve hiç çekinmeden yola çıkalım o zaman…
***
Artık kalbimiz daralmış, damarlarımız çekilmeye başlamıştır. İslam Âleminin tansiyonu iyice yükselmiştir. Nefes almak, zillet ve mezelletten kurtulmak istiyoruz. Bütüncü olalım, hiçbir yan ve yönü unutmayalım, hiçbir alan ve sahayı ihmal etmeyelim. Her şeyin hakkını tam olarak vermeye çalışalım.
Gayret edelim ve çalışalım…
* Haydar Hepsev’in bu yazısı, Vasat Dergisi’nde (Haziran 1996, sayı 3) yayınlanmış, Mayıs 2022’de gözden geçirilmiştir.
Notlar:
(1) Virginia Uluslararası İslam Düşüncesi Enstitüsü, Müslüman toplumlarda eğitimi ilerletmek amacıyla çalışmalar yürüten bir kurum olarak 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde kurulmuştur. Genel merkezi Washington’dadır.
[2] İsmail Raci Faruki (1921-1986) Müslüman ilim ve fikir adamı. Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (madde yazarı İlhan Kutluer), İstanbul 1995, c.12, s.178-181; https://islamansiklopedisi.org.tr/faruki-ismail-raci )
[3] Seyyid Hüseyin Nasr (1933). İran asıllı, İslâmî ilimler uzmanı profesör, düşünce adamı. İslâm ve tasavvuf ile ilgili Farsça, Arapça, İngilizce ve Fransızca 50’den fazla kitabın ve 500’den fazla makalenin yazarıdır. İslâmî gelenek, İslam’ı sağlam ve ilmi bir bakış açısıyla kavrama ve İslâm kültürü alanında çalışmaları vardır.
[4] Ziyaüddin Serdar, 1951 Pakistan doğumludur; İslam’ın geleceği, bilim ve kültürel ilişkiler konusunda ilim adamı, yazar ve kültür eleştirmenidir. Prospect dergisi onu Britanya’nın ilk 100 entelektüeli arasında zikretmişti. Kendisinin Science, Technology and Development in the Muslim World (İslam Dünyasında Bilim, Teknoloji ve Gelişme; Londra, 1977) adlı kitabının “A Muslim View of Science (Bilime Müslüman Bakışı; s.21-36)” bölümü, tarafımızdan tercüme edilmiştir. Bkz. http://yucedevlet.com/bilim-ve-musluman-asiriliklar-ve-orta-yol.html
[5] Bilginin İslamileştirilmesi, bilginin Batılı vasfından kurtarılarak ona İslâmî bir hüviyet kazandırma çabasıdır. Müslümanlar tehlikeli bir bunalım geçirmekte, bilim alanında bir gerileme yaşamaktadır. Müslüman âlim ve aydınların yüzeysel ve faydasız eğitim yöntemlerinden vazgeçmelerinin zamanı gelmiştir. Eğitimde yapılacak düzenlemeler, çağdaş bilginin İslamileştirilmesi olacaktır. Büyük bir İslâmî kültür ve medeniyet mirası bırakmış ecdadımızın mirasını günümüze taşımak, Müslüman aydınların görevidir.
#SonİslamDevletiOsmanlı #UluslararasıİslamDüşüncesiEnstitüsü #Bilgininİslamileştirilmesi #ŞehidİsmailRaciFaruki #SeyyidHüseynNasr #ZiyaüddinSerdar