DÜŞÜNCEMİZ ve DEVLETİMİZ, TARİHİMİZ ve FELSEFEMİZ
Devlet ve yönetim bizim için önemlidir. Milletimiz için devlet, yönetim, iktidar, idare, nizam, teşkilât, müessese ve baş, lider, önder kavramları çok önemlidir. Tabii bu kavramların uygulama alandaki işleyişi de ayrı bir öneme sahiptir. Devlet her şeyden önce ruh, düşünce, bilgi, tecrübe ve irade demektir, maneviyat demektir. Lakin insanlarca güç, tatbikat ve kurum olarak algılanır.
Devlet çok büyük bir irade ve cesaretle kurulur, bilgi ve tecrübeyle teşkilatlanır ve kurumlaşır ve devam eder. Bunun için kavramlar ve kurumlar birbirlerinin ayrılmaz tamamlayıcısıdırlar. Kurum beden, devletin gayesi ise kavram ve ruhtur. Kurumlar şekil, kavramlarsa öz ve asıldır. Müesseseler iskelet, kavramlarsa beyin, damar ve sinirlerdir. Ve devlet, kurumlar ve kavramlar olarak, bilgi ve tefekkür olarak, düşünce ve tecrübe olarak bizim için çok önemlidir.
Çok acı tecrübeler yaşadık biz. Haçlı ve Moğol istilâlarını gördük ve yaşadık biz. Birliksizlik, devletsizlik ve disiplinsizliğin ne demek olduğunu gördük ve yaşadık. Ve son iki asırda başımıza gelenler, büyük ölçüde devlet ve yönetim zaafı, devlet adamlarının ehliyet ve liyakatsizliği sebebiyle değil midir? Millet olarak biz, büyük ve güçlü ve muazzam devletlere; şahsiyet, atılım ve cesaret sahibi büyük devlet adamlarına alışmışız. Çünkü bizim, her zaman için çok ve güçlü düşmanlarımız var olmuştur. Kâfiri, münafığı, hileciyi; hurdacıyı, entrikacıyı çok gördük ve tanıdık. Devlet adamı kıtlığına da uğradık; ehliyetsiz, liyakatsiz ve kabiliyetsiz insanların bütün makamları işgal ettiğine de tanık olduk; içimizdeki iyileri ön plana çıkaramadığımız zamanlar oldu; ehil ve lâyık olanlarımızı başımıza tayin edemediğimiz vakitler oldu. Âlimlerin, mütefekkirlerin ve önderlerin söz ve öğütlerine uymadığımız dönemler oldu.
Artık, muhasebe vakti geldi çattı. Sağlam tefekkür, iyi, düşünme, derin murakabe, kuvvetli irade, cesaret dönemi yeniden geldi… Eğer yok olmak; esir, köle ve hizmetçi olmak istemiyorsak… Namus ve haysiyetimizi korumak istiyorsak; din, iman, medeniyet ve kültürümüze yeniden sahip çıkmayı arzu ediyorsak…
Felsefemiz Var mı?
Merhum Prof. Dr. Mehmet Kaplan şu dikkate değer görüşleri serdediyor: “Bir Türk felsefesi yoktur. Fakat bir Türk edebiyatı vardır ve bu edebiyat duygular hayaller ve semboller vasıtasıyla Türk milletinin insan, kâinat, din hakkındaki görüşlerini canlı bir şekilde ifade eder. Felsefe Doğuda ve Batıda efsanelerin, dinlerin ve edebî eserlerin yorumundan doğmuştur. Eğer bir Türk felsefesi yaratılacaksa bunun kaynağı hiç şüphesiz Türk edebiyatı olacaktır. (Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I, Dergah Yay., İstanbul. 1976, arka kapak. ‘Yaratma’ kelimesine katılmadığımı söylemek istiyorum, onun yerine ‘oluşturma’ sözü daha iyi olurdu.)” Kanaatimce bu görüşlerin düzeltmeye ihtiyacı vardır; gerçi bizde, geleneğimizde edebiyat ve tarih birbirinden kesin sınırlarla ayrılmaz ama vurgulama edebiyattan ziyade tarih eserleri üzerine olmalıdır. Çünkü tarihi yazma ve tespit etme geleneği, bizim, düşünce yanımızı daha çok aksettirir. Tarih külliyatımızda, millet ve devlete yaklaşım ve kavrayışımız, olaylar ve hadiselere bakış açılarımız, yönetim biçimleri ve kurumların işleyişi hakkındaki tenkit ve değerlendirmelerimiz daha ağırlıkla yer alır.
Biz, daha çok yönetmek, devlet kurmak ve hükümet etmek, değişik ırk ve toplumları idare etmek konularına kafa yormuşuzdur. Bizim hikmet geleneğimizin bir yönü, yönetim felsefesi olmuştur ve bu felsefeyi biz tarih külliyatımızda buluruz. Bizde tarih yazma geleneği hiç kesintiye uğramamıştır ve devlet adamlarımız ve aydınlarımız bu kitapları ellerinden düşürmemişlerdir. Mesela en büyük devlet adamlarımızdan biri olan Yavuz Sultan Selim, Farsça Tarih-i Vassâf‘ı (1), onca savaş ve dağdağaya rağmen sürekli okur, inceler ve ders alırdı. Şunu da ilâve etmek isterim ki devlet, arkasında entelektüel bir güç, fikrî bir yardım, ilmî çalışmalar ve felsefe olmadan asla yönetilemez. Tarih külliyatımız da bu yardım ve çalışmayı sağlamıştır.
Ahmed b. Mahmûd’un Selçukname’si, Neşrî’nin Cihânnümâ’sı, İdris Bitlisî’nin Heşt Behişt’i, Kemalpaşazâde’nin Tevarih-i Al-i Osman’ı, Hoca Sâdeddin’in Tâcu-t-Tevârîh’i, İbrahim Peçevî’nin Tarih’i, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si, Müneccimbaşı’nm Sahâifu-l-Ahbâr’ı, Naîmâ’nın Tarih’i, Ahmed Cevdet Paşa’nın Tarih’i, Abdurrahman Şeref’in Tarih-i Devlet-i Osmaniye’si bizim tarih külliyatımızın en seçkin eserlerinden yalnızca birkaçıdır. Ayrıca birçok değerli devlet adamı, paşa, vezir ve sadrazamlar da bizzat tarih kitapları yazmışlar ve son derece değerli fikirler serdetmişlerdir. Bu husus da ayrıca önemlidir, tarihi yapanların tarih yazması, devlet ve hükümet edenlerin devleti anlatması, son derece faydalı ve öğreticidir.
Bir değerli ilim adamının çıkıp bütün bu tarih kitaplarından ve Osmanlı öncesi beylikler dönemi, Selçuklu, Abbasî, Emevi ve Endülüs Emevi tarihleri ve siyaset kitaplarından faydalanarak devlet ve yönetim felsefemizi inceleyen bir eser yazmasını ne kadar isterdim. Doğu ve Batı’nın (2) devlet ve yönetime bakışlarını da inceleyen, üstün ve düşkün yanlarını tespit edip bizimkisiyle karşılaştıran bir kitabın ortaya konmasını ne kadar arzu ederdim. Böyle bir kitap asıl bizim için gereklidir. Böyle bir eser, dünyaya da nam salar ve etki yapardı. İbn Haldun’un (3) Mukaddime’si gibi kalıcı ve derin bir eser olurdu. Bu tür eserlere şiddetle ihtiyaç vardır ve mütefekkir tarihçilerimize büyük iş ve görev düşmektedir. Çünkü devlet yönetimi bilgi, düşünce ve tefekkür olmadan hakikat ve adaletle asla gerçekleşemez.
Önemli Meselemiz Devlet
“Biz ol âlî-himem erbâb-ı cidd ü içtihâdız kim
Cihângîrâne bir devlet çıkardık bir aşiretten (Biz, o kadar yüksek himmet sahibi ve ciddiyet ve içtihad sahibiyiz ki bir aşiretten dünya çapında bir devlet çıkardık)” diyor, vatan ve hürriyet şâiri Namık Kemâl. Evet, konargöçer bir kabileden 600 sene şanla ömür süren bir devlet çıkarmışızdır ve Osmanlı’nın kuruluşunda büyük dersler vardır. Devlet kurmak, onu sürdürmek ve yönetmek kadar, belki de daha zor, meşakkatli ve zahmetli bir iştir. Bizans’ın ve hepsi kendisinden güçlü beyliklerin arasından sıyrılıp büyük bir devlet kuran Osmanlıların, bu muazzam hareketinin temelinde, cihad, ilim ve âlime verdikleri olağanüstü kıymet vardır; ölümü hiçe sayan cesaret, şecaat ve atılganlık vardır… Büyük bir beceri, ehliyet, liyakat ve kabiliyet vardır, dünya rahatını terk etmek vardır… Davayı, onlar önce ruhlarında, gönüllerinde ve kalplerinde kazanmışlardır. Savaşları onlar önce beyinleriyle, engin görüş ve düşünceleriyle kazanmışlardır.
Daha da ileri bir örnek vardır: Osmanlılar bir aşiretten devlet çıkarmışlardır ama Selçuklular bu işi 100 kadar sağlam adamla yapmışlardır. Evet, Orta Asya’dan Seyhun nehrinin güneyine göç ederken Selçuk’un yanında yalnız o kadar kişi vardı ve Büyük Selçuklu Devleti’nin temelini her an cihada hazır gaziler olan bu az topluluk atmıştır. Bir misal daha vereyim: Endülüs Emevi Devleti, Abbasilerden kaçan I. Abdurrahman tarafından, belki de sadece kendisinin irade, beceri ve gücüyle kurulmuştur, akıllara ziyandır.
Akıntıya Kürek Çekenler ve Çektirenler
Devlet, aynı zamanda fikrin ve düşüncenin de en önemli konumlarındandır. Devlet düşüncesinin bizde ne kadar önemli ve değerli olduğunu yazının baş tarafında vurgulamıştık. Bunun böyle olmadığını yanlış olarak savunanlar vardır ve onların bu hatalı söz ve kanaatleri eleştirilmemektedir. Bazı fikirler olumsuz dönemlerde kendilerine yer bulmakta, daha da kötüsü değişmez kanaat halini alabilmektedir. Bu gibi düşünce ve kanaat engellerini aşmak zordur, bunun da çaresi tenkit ve ilmi cevaplardır. Devlet konusu, bugün Müslümanların en önemli meselelerindendir ve maalesef bir kesim tarafından tamamen yanlış olarak ele alınmaktadır. Mesela Pakistanlı siyaset sosyoloğu Asaf Hüseyin’in (3) İslâmî Köktenciliğin Ötesi adlı kitabında şu satırlar vardır: “İslâm tarihinde İslâm’ın en büyük düşmanı devlet olmuştur. Devlet halkın bağrında yatan düşmandır. İşte İslâm toplumlarında gördüğümüz krizin ana sebebi budur. (terc. Selahattin Ayaz, Ekin yay., İstanbul 1996)”
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) devlet kurmamış mıdır… Onun ve Müslümanların devletini dört Râşid halife devam ettirmemiş midir… Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı devletleri İslâm ve Kur’an esaslarına göre yönetilmemiş midir… İslâm ahkâmı hiç tatbik edilmemiş midir… Kur’an ve sünnetin emir ve yasaklarının uygulanması, hadlerin, kısasın ve miras hukukunun uygulanması, cihadın yürütülmesi, emir bi-l-ma’ruf ve nehiy ani-l-münkerin yapılması, devlet kurumu olmadan nasıl gerçekleştirilecektir…
Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu devlet ve Râşid halifelerin tatbikatı her zaman Müslümanlara örnek olmamış mıdır? İçki, kumar, uyuşturucu, fuhuş, zina, rüşvet, cinayet gibi büyük günahlarla, devlet olmadan nasıl mücadele edilecektir… İslâm’ın tebliği, eğitimi ve öğretimini devletsiz nasıl hakikatiyle gerçekleştireceksiniz… Devletsiz olalım da anarşi ve kargaşaya mı duçar olalım? Bunlar, tam da kâfir ve münafıkların istediği hususlardır ve bir kısım Müslümanlar, maalesef, bu oyuna hiç olmazsa fikri planda gelmektedirler.
En basit meselelerde dahi böyle büyük düşünce engelleriyle karşı karşıya olduğumuzu fark etmek insana dehşet veriyor. Bu tip insanlar ve kanaatler hep var olmuştur, fakat günümüzün ortamında kendilerine daha fazla yer bulabilmektedirler ve Asaf Hüseyin’in bu fikirlerde samimi olup olmadığı şüphelidir, çünkü İstanbul’da verdiği bir konferansta şu cümleleri söylemiştir: “Dünya üzerinde 1 milyardan fazla Müslüman yaşadığı halde, İslâmî bir devlet kurulamamıştır. Bu utanılacak bir durumdur. (bkz. Akit gazetesi, 27 Kasım 1995)” Bir insanın, aynı konuda böyle çelişkili ifadelerde bulunması doğru değildir. İslâmî kaynaklardan ziyade, Batılı referanslarla hareket etmek, bugün Müslüman ilim ve fikir adamlarının bir kısmına arız olmuş bir hastalıktır. Maalesef bu tür rahatsızlıklarla uğraşmaktan zaman zaman asıl iş, gaye ve hedeflerimize yönelmeye fırsat bulamıyoruz.
Hamle ve Atılım Zamanı
Fakat biz kendimize ve işimize bakalım. Hedefe bakalım. Tarihe ve bugüne bakalım; içimize ve dışımıza dikkat edelim. İçimizde yanlış düşüncelerde olanları uyaralım. Hakkın, hakikatin, haklının ve doğrunun yanında bulunmayı her ne pahasına olursa olsun tercih edelim. Münafıkların sözlerine, düşmanların propagandalarına, bilgisiz ve düşüncesizlerin sözlerine asla kanmayalım…
Bayrağı yeniden ele alalım; surun en yüksek yerine, üzerimize binlerce ok ve gülle gelse de, dikmeye çalışmaktan geri durmayalım. Durmayalım, hamle ve atılım sahibi olalım.
* Haydar Hepsev’in bu yazısı, Yeni Şafak Gazetesi’nde (21 ve 23 Mayıs 1997) ve MEDENİYET MİLLET DEVLET BİRLİK kitabında (İstanbul 2010, s. 99-104) yayınlanmış, Mayıs 2022’de gözden geçirilmiştir.
___________
Notlar:
(1) Şerefüddîn Abdullāh b. İzziddîn Fazlillâh b. Ebî Naîm-i Yezdî (v. h.730 / m.1329-30), İlhanlı devri tarihçisi, bürokrat ve edip [Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (madde yazarı: Osman Gazi Özgüdenli), İstanbul 2012, c.42, s.558-559; https://islamansiklopedisi.org.tr/vassaf ]
(2) Mesela Eflatun’un Devlet’i. Makyavel’in Prens’i, Thomas More’un Ütopya’sı, Thomas Hobbes’un Leviathan’ı gibi…
(3) İbn Haldun (v. h. 808/ m.1406) yeniçağa tarih yazımıyla, sosyolojinin ve iktisadın öncüsü olmasıyla büyük ışık tutan düşünür, devlet adamı ve tarihçisi. İngiliz tarihçi ve tarih felsefecisi Arnold Toynbee (1889-1975) onu “herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından ortaya konmuş en büyük tarih felsefesinin sahibi” diye övmüştür. [Daha geniş bilgi için bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi (madde yazarları: Süleyman Uludağ-Tahsin Görgün-İbrahim Erol Kozak), İstanbul 1999, c.19, s.543-555 ve c.19, s.1-12; https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-haldun#3 ]
(2) Asaf Hüseyin, 1938’de Sakker / Pakistan’da doğumlu Pakistanlı Müslüman yazar ve sosyolog. Üniversite öğrenimi ardından bir süre kamu hizmetinde bulunduktan sonra 1969’da sosyoloji dalında akademik çalışmalarını sürdürmek üzere ABD’ye gitti. Pakistan ve daha sonra da İngiltere’de çalışmalarına devam eden Asaf Hüseyin, burada öğretim üyesi olarak görev yaptı. İslam dünyasında İslami hareketleri inceleyen eden Asaf Hüseyin’in yayınlanmış birçok eseri mevcuttur.
#Emeviler #Abbasiler #EndülüsEmevileri #Selçuklular #Memlukler #OsmanlıDevleti #İbnHaldun #devlet #tarih #tarihbilinci #sosyoloji