CEMAATLER, ADALET ve SİYASET HAKKINDA
İnsanoğlu; güçlü şahsiyetlere, gruplara ve topluluklara bağlı olmaya eğilimlidir, yaradılışı böyledir çünkü. Rabbimiz de Peygamberler aracılığıyla diğer insanlara kendi emir ve yasaklarını iletmiştir. Peygamberler de, deyim yerindeyse, inananlardan bir kadro yani cemaat kurmuşlar ve dinlerini bu şekilde yaymışlardır. (Aslında cemaat, aynı dinden olan insanların oluşturduğu topluluk anlamına gelir.) İnsanlar birçok bakımlardan bir araya gelir ve birçok bakımlardan ayrılırlar. Parti, grup veya cemaatler de, hem bir araya gelmenin hem de ayrılmanın ifadesidir. Bir araya gelmek; din veya ideale hizmet etmek, baskı ve zulümden kurtulmak, diğer insanlardan (düşmandan) korunmak, menfaat için olur; böylelikle yeni bir insan topluluğu doğar. Diğer insanlardan farklı bir düşünce, tavır ve yaşayış ortaya konulduğu için, bu yeni grup, aynı zamanda bir ayrılma eylemi yapmış olur.
Evet, grup, parti veya cemaat olmak tamamen insani ve doğal bir eylemdir. Bireyin kendini bir grup veya topluluk içinde idrak ve ifade etmesi normaldir. Yalnız toplumların sağlıksız zamanlarında, fetret devirlerinde bu durum bambaşka bir hale dönüşmektedir. Şahıslar, partiler ve gruplar putlaştırılmaktadır ki insanoğlunun en korku verici hatalarındandır. Bir şahsın her şeyi çözeceği, kötü olan her şeyi halledeceği boş inancını insanlara aşılamakta ve birey olgusunu yok etmektedir.
Bağlı olunan grup veya parti ya da cemaati her şeyin üstünde görmek ise toplum ve devlet organizasyonlarını bozmak anlamına gelir. Şahısların etrafında toplanma veya parti ya da grup veya cemaat, alt düzey organizasyonlardır ve devlet, millet ve medeniyeti ifade edemezler. Devlet bir toplumun en üst organizasyonudur ve kesinlikle şahıslar veya gruplarla kaim değildir. Lakin eğer devlet, bir takım şahıs veya grupların gereğinden fazla büyümesini önleyemiyorsa zayıflamış demektir. Fakat zayıfladığı halde devlet bazı şahıs, grup veya odaklarla iş birliği veya pazarlık için bulunma zilletine düşmüşse durum iyice kötüleşir ve devlet zayıflar, bir takım alt birimler devletçilik oynamaya başlar. Bu çok açıkça görülmez, dolayısıyla meydana getirdiği bozukluk ve hatta zulüm bile çok açıktan hissedilmez.
Siyaset, çağlar boyunca, insanoğlunun en çok meşgul eden meselelerdendir. Çünkü devlet bütün bireyleri kapsar, hayatını kuşatır. Düzen içinde yaşamak, devletle mümkündür. Siyaset de en geniş anlamıyla, devletin yönetimi ve toplumun idaresi demektir. Fakat insan, çok açılımlı ve yönlü bir varlıktır. “Celâlim hakkı için, biz bu Kur’ân’da insanlar için her örnekten (ve manadan) çeşitli şekillerde açıkladık. Fakat insan, mücadeleye her şeyden daha çok düşkündür (Kehf suresi, 54. ayet; Hayrat neşriyat meali)” Bu ayete göre, insan mücadeleci bir tabiatta yaratılmıştır, bunun için de yönetilmesi, sevk ve idaresi zor olmaktadır. Sağlıklı, geçerli ve tutarlı bir yönetim için birçok fikirler öne sürülmüştür, fakat insanoğlunun tabiatı sebebiyle hiçbiri tam bir başarı gösterememiştir.
Adalet Bilgisi
Yönetime dair fikir yürütmek önemlidir, yönetim biçimleri üzerinde durmak gereklidir, toplumun başarılı ve sağlıklı bir şekilde idaresi için düşünmek şarttır. Zaman ve devir değiştikçe, şartlar ve zaruretler gerektirdikçe, ihtiyaçlar vaki olunca, bunları yapmaktan başka çareniz yoktur. Fakat uygulamaya gelince karşınıza “adalet” kavramı ve olgusu ortaya çıkar ki zorun zorudur, kıldan ince ve kılıçtan keskincedir. Adaletin bundan iyi bir tarifi yoktur; fakat yine de biraz açmak faydalı olacaktır. Adalet, denge demektir, iki nesne arasında ki denge değildir bu, belki de onlarca yüzlerce şeyin arasında denge gözetmek demektir. Adalet, hakkın yerini bulması demektir. Adalet, zayıfın güçlü karşısında ezilmemesi demektir. Adalet, hak ile batılın, doğru ile yanlışın kesinkes ayrılması ve her birinin hak ettiği karşılığı bulmasıdır. Adalet, sadece akıl ve bilgiyle gerçekleşmez, gönül ve ruh ve kalple mümkün olur. Adalet, zenginlik demektir; ilim, akıl, bilinç demektir. Adalet, cömertlik demektir, devletin ve milletin imkânları ve kaynaklarının (adaletli bir şekilde) dağıtılması demektir. (Görülüyor ki adaleti açıklamak için yine kendisine muhtacız.) Adalet, adil insanların uygulamasıdır. İlim, bilinç, zekâ ve görüş sahibi şahısların, insanların iyi yönetilmesi konusundaki doğru uygulamaları demektir.
Adalet, toplum psikolojisini bilmek ve ona göre davranmakla mümkün olur. Halka kulak vermeyenler, toplumun arzularını bilmeyen ve dinlemeyenler, ister istemez, zulme düşeceklerdir. Bir cemiyetin tarih içinde oluşturduğu ve geliştirdiği dengeleri bilmeyenler, adaletten bahsetmemelidir. Tarihteki adil hükümdarların uygulamaları; Hukuk, Siyasal, İktisat ve Edebiyat fakültelerinde ders olarak okutulmalıdır. Tarih boyunca, adalet ve zulme örnek olabilecek uygulamalar, bir kitap haline getirilmeli ve ortaya konulan örneklerin neden adalete uygun veya zulme düşmüş oldukları ayrıntılarıyla açıklanmalıdır.
Siyaset ve İslam
Adalet siyasetle gerçekleştirilir. Devlet kurumlardır, siyaset de bunlar arasındaki bağdır, güncel yönetimdir. Siyasetin diğer yönü de muvaffakiyettir. Siyaset, başarılı olmaya dayanır ve bu da normaldir; başarısız bir insanı, kimse devlet yönetiminde görmek istemez. Halkını dışa karşı korumakta, toplumun yararını sağlayıp zararlarını telafi etmekte, hatta ileriyi görüp memleketle ilgili her konuda önceden tedbir almakta başarılı olmayan bir yöneticinin siyasette yeri yoktur. Fakat başarılı olma arzusunun şiddeti, insanları yanlışa ve kötülüğe düşürebilmektedir. Gerçek başarı, sabır ve metanet ister; kuvvetli bir irade, güçlü bir bilgi birikimi, geniş bir hayat tecrübesi ister. Ucuz başarılarla halkın gözünü boyama, son derece kötü bir eylemdir; maalesef siyaset ve idare alanında yüz binlerce örneği vardır. İlla başarılı olmak veya her ne pahasına olursa olsun muvaffak olmak arzusu insanı inanç ve ilkelerden, kanun ve kurallardan, şahsiyet ve makamdan taviz vermeye kadar götürebilir, maalesef götürmüştür de. Meşhur deyimle dini siyasete alet etmek, siyasette başarı için dinden ve dini duyguları sömürmekten medet ummak, siyasetçiye kısa bir süre başarı verir, lakin uzun vadede onu da toplumu da helake sürükler.
İşin bir de diğer yanı var: Siyasette bulunan insanların en çok dikkat etmesi gereken işlerin başında dini korumak olmalıdır. Siyaset ve başarı uğruna dinden taviz vermek, Müslümanların siyasete yönelik olarak yanlış anlayışlara düşmesine vesile olmak (msl. dini sadece siyasetten ibaretmiş gibi göstermek), dini kurumların yozlaşmasına yol açmak, son derece tehlikeli ve muhataralıdır. 80 yıllık TC tarihi, siyaset eliyle dinin yok edilmeye çalışılmasının, dinin siyasete en berbat şekillerde alet edilmesinin, güçlenen İslam’ın hedeften uzaklaştırılmasının örnekleriyle doludur. Müslümanların da bunlardan azami bir şekilde ders almaları ve yeniden bu hatalara düşmemeleri gerekmektedir.
Aslında, siyaset iki anlama gelir: Birincisi, devlet ve memleket yönetiminin belirlenmesidir. İkincisi de, bir fikir veya felsefenin hayata geçirilmesinde uygulanan yöntemlerdir. Yani düşünceyi, hayata geçirmek için yapılır. TC rejiminin İslam’a karşı olan olumsuz tutumun etkisiyle, Müslümanlar İslam’ı yaşamak ve yaymak için bazı hareketlerde bulundular. Dernekler, vakıflar, gruplar ve cemaatler kurdular ve bunlar vasıtasıyla İslam’a hizmet etmeye İslam’ı yeniden gerçekleştirmeye çalıştılar. (O zaman ki şartlar ve rejimin baskısı dolayısıyla, bütüncü davranmayıp daha çok tek bir yönü hesaba katan anlayışla hareket ettiler, fakat niyetleri tabii ki İslam’dan başka bir şey değildi.) Önceleri rejim (hükümet, iktidar, zinde güçler) tarafından baskı altında tutuluyorken daha sonra az çok güçlenmeleri, bazı imkân ve zenginliklere kavuşmaları, hitap ettikleri insan sayısının artması sebebiyle bilhassa partilerin ilgi odağı haline geldiler. Sonuçta ise gerek baskı ve gerekse menfaat sağlama yoluyla hükümet ve iktidarın peyki olma derecesine düştükleri oldu. Bu tabii ki kabul edilir bir durum değildir. Fakat rejime ve düzene karşı sağlıklı ve tutarlı bir tutum belirlemek her zaman zordur.
80 senelik rejimin İslam açısından durumu bellidir, fakat Müslümanlar İslam’a nasıl hizmet edecekler? Bu sorunun cevabını herkes kendine göre veriyor. Her ne olursa olsun menfaatçilerden ve rejim, iktidar ve medyanın oyuncağı olmaktan şeytandan kaçar gibi kaçmak Müslümanlara düşen en büyük görevlerdendir. Yazımızın başında grup, parti ve cemaat sosyolojisinden bahsetmiştik. Aslında iki büyük parti vardır: Hizbullah (Allah’ın cemaati), Hizbuşşeytan (Şeytanın gurubu). Kur’an’daki diğer bir deyimle Ashab-ı Yemin (Sağcılar), Ashab-ı Şimal (Solcular). Rejime karşı Müslümanların takınacağı tavrın anahtarı buradadır. Eğer, bir kimse Allah’ın cemaatinden olmak istiyorsa şeytanın cemaatine yardım etmekten şiddetle kaçınmalıdır. Müslüman her hareketinde bu muhasebeyi yapmalıdır.
Müslümanların bugün en mühim eksiklerinden birisi de bütüncü olmayışlarıdır. Hâlbuki İslam tam ve eksiksiz bir bütündür ve Müslümanları bütüncü olmaya çağırmaktadır. Sadece belli bir yön ve tarafta çalışmak yeterli değildir, her alan ve anlamda gayret sarf etmek, ancak yeterli olabilecektir. Bu bağlamda, bir kısım Müslümanların siyaseti tamamen reddetmeleri, diğer bir kısmın ise siyasetten başka hiçbir yol ve tarzı kabul etmemeleri doğru ve İslami değildir. Partiler üstüyüm derken patilerin altında ezilmeyelim. Siyasetten kaçacağım derken çirkef bir siyasetin tuzağına düşmeyelim. Siyaseti de bilelim, takip edip tavır alalım. Hatta dünya siyasetini bilmek, dünya Müslümanlığı için de gereklidir, şarttır ve elzemdir. Her şeyi yapalım, fakat İslam’ın yüce davasını hiçbir şeye feda etmeyelim.
Siyaset, bir davranış tarzı, yöntemi ve biçimi olduğu gibi aynı zamanda ilimdir, aynı zamanda sanattır. Hatta siyaset, ilim ve sanat üçlü saç ayağıdır, eğer birisi eksik olursa devlet yönetimi tam manasıyla gerçeğiyle yerine getirilmez, hastalık işaretidir. Geçmişimizde devlet yönetimi ile (hem siyaset ilmi ve hem de siyaset felsefesi) ilgili yüzlerce eser yazılmıştır ve bu mesele Müslümanların en çok uğraştığı konulardandır. Lakin neredeyse, iki yüz senedir bu hususta, ortaya ciddi ve etkili bir eser ortaya konulmamıştır. Tarihi arka planını ortaya koyan ve değerlendiren, gerçek bilgi ve tefekküre dayanan, dünya ile kıyaslamalar yapan eser ve kitaplara ihtiyacımız vardır. Her şeyi batıdan tercüme ve taklit etmekle nereye kadar gidebiliriz. Meşhurdur, taşıma su ile değirmen dönmez. Kaldı ki memleket, millet, devlet, medeniyet ve dinimiz tamamen farklıdır; farklı gelenek ve tarihe, farklı toplum yapılarına sahibiz.
Aydınlar ve Siyaset
Aydınlar ve siyaset ilişkisi de konunun en mühim taraflarından biridir. Aslında yöneticilerin de aydın olmaları gerekir. Hele siyaset, tek yönlü ve bilgi beceriden uzak insanların uğraşısı olmamalıdır. Kendi işini yani siyaseti çok iyi bilmek zorunda olduğu gibi, bir yönetici, aynı zamanda çok iyi yetişmiş bir aydın ve hatta sanatkâr olmalıdır.
Siyasiler için durum böyleyken artık giderek bir sınıf haline gelen aydın tabaka ile siyaset arasında bugün bir kopukluk vardır; devlet yönetimi aydınların uyarı, düşünce ve çözüm önerilerinden mahrum kalabilmektedir. Diğer yandan siyaset, aydından köle olmasını istemektedir. Bu yüzden birçok aydın aktif siyasetten uzak durmayı seçmektedir, seçenler ise kısa bir zamandan sonra pişmanlıktan ve sütten ağzı yanmışların psikolojisiyle bir daha siyasete tövbe etmektedirler. Böylelikle devlet yönetimi çok büyük bir gıdadan, kuvvetli bir aşı ve şifadan mahrum kalmaktadır.
***
Üst düzeydeki değişim çok önemlidir, ama en zoru da budur. Kaymağını aldığımız zaman da süt süttür ve yeniden kaymak üretmekte gecikmeyecektir. Aysbergin alt tarafı ne yapmaktadır bu arada? Devlet, millet, medeniyet ve din bölünmez, bütündür, birbirinden kesinlikle ayrı düşünülmezler. Bu sebeple milletin; devlet, medeniyet ve dinle ilgili olan tutumu her zaman önemlidir. Kendilerimizi değiştirmedikçe Allah teala bizi değiştirmez, kendilerimizi bozmadıkça Allah bizi bozmaz…
Bütün zorlukların aşılacağına ve gerçek fikir ve tezlerin hâkim olacağını düşünüyorum.
Lakin önce sahte düşünceler ve ayrılık otları temizlenmelidir…
Yüreğim ve aklımla inanıyorum ki milletimiz silkinecek ve yeniden büyük bir medeniyet atılımı yapacaktır…
* Haydar Hepsev’in bu yazısı, Yüce Devlet Dergisi’nde (1 Ocak 1996, sayı 6) ve MEDENİYET MİLLET DEVLET BİRLİK kitabında (İstanbul 2010, s. 120-126) yayınlanmış, Mayıs 2022’de gözden geçirilmiştir.
#İslam #Medeniyet #Adalet #Siyaset #Cemaat #Toplum #Sosyoloji