ADAM OL DA, NE OLURSAN OL
bir kez gönül yıktın ise
bu kıldığın namaz değil
yetmiş iki millet dahi
elin yüzün yumaz değil
Yaptığım müezzinliği beğenmiyor. Güya, o daha güzelini yapıyormuş. Sesimin güzelliği bu kadar. İstemez miyim ki ben, bir Kâni Karaca olup bülbül gibi şakımayı?
Adı Hasan’mış. “Hasan, seni sevmedim. Seni cezalandırmalıyım. Nasıl bir ceza vermeliyim sana ki bir daha insanların kusurlarıyla alay edip onları beğenmezlik etmeyesin.”
“Bak işte, ben müezzinlik yaparken hoca daha iftitah tekbiri getirmemişken yüzüme öyle müstehzi baktın ki feleğim şaştı. Namaz kılıyorum ama bu kıldığım namaz değil. Sana olan kinimden dolayı intikam hisleriyle yanıp tutuşarak yatıp kalkmak bu yaptığım. Kıble yönüne değil, başka bir yöne doğru secde yapıyormuşum gibi hissediyorum. O kadar şirazeden çıktım yani.”
İçimden bir ses “yapma, etme” diyor, “uyma ona.” “O mahsus yapıyor ki sen kendini kaybedesin. Mahsus yapıyor ki namazın fasit olsun, kabul edilmesin. Bir kuş gibi süzülemeyesin namaz kılarken. Bütün derdi seni sevap almaktan alıkoymak.”
Bütün bunları ne için yapıyor, biliyor musunuz? İlk defa kaamet alışımda yani ilk defa müezzinlik yaptığımda heyecandan şaşırdığım için. Herkes şaşırır, herkes hata yapar. Bir de sesim güzel değil diye, kafayı takmış bana.
O da ne! Ben son sünneti bitirmeden, imam daha selam vermemişken “alâ rasûlinâ salavât” diyerek müezzinlik yapmayı elimden almaya kalkışmasın mı? Bu kadar mı haset olur, bir insan. Bana sonuna kadar müezzinlik bile yaptırmadı. Eh, ben sana göstermez miyim?
***
Namaz bittikten sonra, içim öfkeyle dopdolu olarak çıkış kapısına doğru yürüyorum. Bir sütunun yanında bağdaş kurmuş, namazdan sonra camilere inen o füyuzâtı toplamaya çalışan bembeyaz sakallı, nur yüzlü seksenlik bir ihtiyar beni görünce ayağa kalktı. Bana doğru yaklaştı. Onu camide her zaman görüyordum ama tanışıp konuşmamıştık daha. Kulağıma doğru eğilerek “Öfkeyle kalkan zararla oturur oğlum” dedi ve kolumdan dostça tutarak “Gel sana bir hikâye anlatayım” dedi.
“Adamın birinin tavuklarına bir tilki dadanmış, her gün bir tanesini yiyormuş. Adam buna öfkelenip ‘Bu tilkiyi yakalayıp cezalandıracağım’ diye bağırmış. Babası “Tilkiyi yakalamaya uğraşacağına kümesi sağlamlaştır ki tilki zarar vermesin’ demiş. Adam ‘Hayır’ diyormuş, ‘Ben tilkiyi yakalayıp cezayı kendi ellerimle vereceğim.” Neyse, bir gün tilkiyi yakalamış ama kümeste de yalnızca bir tavuk kalmış. Adam intikam için tilkinin kuyruğuna gaz yağı döküp yansın diye bırakmış. Tilki can havliyle tarlalara doğru koşmuş. Adamın buğday ekili tarlasına girmiş ve tarladaki ekin, tilkiyle beraber yanıp kül olmuş. Babası; ‘İşte, senin gibi öfkeyle kalkan zararla oturur oğlum’ demiş”.
Olduğum yerde kala kaldım. İhtiyar bastonuna dayanarak yavaş yavaş yürüyüp uzaklaştı.
Nereden anlamıştı benim öfkelendiğimi? “Erenlerin sağı solu belli olmaz” diye düşündüm. Bu mübarek adam öfkeli olduğumu anladığına göre cemaat de az çok anlamıştır. Öyleyse bırak intikam almak düşüncesini de biraz halim-selim ol.
Bırak o yapsın müezzinliği, sen cemaat ol.
Adam ol da, ne olursan ol…
Hayrettin MERAL
Mayıs 2021