kıt’a
şark u garb u hem şimâl ü hem yemîn
bahr ü berr ü âsumân u şol zemîn
fahr edüpdür on sekiz bin âlemîn
geldiğin çün yâ Muhammed Mustafâ
[Mevlid-i Nebî (aleyhissalâtü vesselâm) vesilesiyle acizane yazılmıştır.]
tahmîs-i na’t-ı şerîf-i Nâbî (rahmetullâhi aleyh)
mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün
bil ey nefsim kararmış kalbe nûrânî cilâdır bu
onulmaz derde düşmüşler içün dârü’ş-şifâdır bu
sarây-ı şehr-i Yâr-ı Şehriyâr-ı dilrubâdır bu
sakın terk-i edebden kûy-i Mahbûb-i Hudâ’dır bu
nazargâh-ı İlâhî’dir makâm-ı Mustafâ’dır bu
yürek nîrân-ı hicrânıyla büryân oldu şâkîdir
şu gönlüm âteş-i firkatle her dâim mülâkîdir
ne yazdıysam anın çün ben bu yüzden hep firâkîdir
felekde mâh-ı nev Bâbü’s-Selâm’ın sîneçâkidir
bunun kandîli cevzâ matla-ı nûr u ziyâdır bu
hayâl ettim bir ân olsun gidip şehr-i saâdetde
gezerken Kubbetü’l-hadrâ’yı görsem bâri sûretde
neler var bir göreydim ben de âh bir kez hakîkatde
Habîb-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazîletde
tefevvuk-kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu
nasîb etdi Hudâ oldum ziyâret etmeğe nâil
gönülden isteğimdir cânım orda alsın Azrâil
turâbın şol günahkâra aceb olmaz mı ki kâil
bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i ‘adem zâil
‘amâdan açdı mevcûdât çeşmin tûtiyâdır bu
muhabbetdir tarîkin ger dilersen varmak Allah’a
edebdir rehnümâsı uy girersen sen bu şehrâha
şu âdâb üzre git Beyzâde* Nâbî-veş haremgâha
mürâ’ât-i edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha
metâf-ı kudsiyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu
ol hayâlin kıymeti
fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün
sîne biryân dîde giryân çeşm-i dil ummân olup
mâsivâyı boğsa bir âlemşümûl tûfân olup
gâh Ferhâd olsa dağlardan yol açsa kuvveti
gâh Mecnûn olsa sahrâlar ana seyrân olup
vuslat-ı cânân içün cânın fedâlar eylese
zülf-i yâre bağlayıp boynunu ol kurbân olup
rûz u şebden bir nefeslik anda râhat bulmasa
saltanat sürse sarayda ol saray zindân olup
himmeti olmazsa dilbendin eger dilbesteye
hâric-i insân eder nefsi anın şeytân olup
leyl-i bî-mehtâb-ı hicrân bir nihâyet bulsa ger
rûz-ı vuslat şems-i tâbân yaksa bir nîrân olup
sorsalar Beyzâde’den ger ol hayâlin kıymetin
tartamaz ki ol bi-hakkın söylesin mîzân olup
Sultan Fâtih “Avnî” (aleyhi-r-rahmeti-l-Bârî) Hazretleri’nin gazeline nazîreciktir.
terbî’-i gazel-i Tâhirü-l-Mevlevî (rahmetullâhi aleyh)
fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün
gayri kim âsûde etsin dalgalanmış gönlümü
hangi gem zabteylesin derken boşanmış gönlümü
şu’le-hîz etdin yine vaktiyle yanmış gönlümü
eyledin mecrûh-ı nev gûyâ kapanmış gönlümü
rûyunun gülden füzûn bir bûy-ı şevk-engîzi var
ol kemân ebrûların müjgân-ı âteş-rîzi var
çeşminin bilmem nasıl te’sîr-i sihr-âmîzi var
aşka mecbûr etdi sevdâdan usanmış gönlümü
döndü bak gülfâma benzim sûznâk nârın ile
çeşm-i dilden akdı hûnâb dilşikâf hârın ile
âteşîn bir renge koydun aks-i ruhsârın ile
hayli demler sıbga-yı aşka boyanmış gönlümü
ben gedâ-i âcizim lûtfunla sen kıl bahtiyâr
her ne lûtfetsen kabûlüm ey keremver şehriyâr
göz süzüş baygın bakışlar eyledi bî-ihtiyâr
kendini fi mâ-ba’ad uslandı sanmış gönlümü
mihr-i sûzânın senin ihrâka pek mâhir gibi
ol mahâret sûziş-i Beyzâde‘den zâhir gibi
mûm imiş âteş-ruhânın şevkine Tâhir gibi
zannederdim ben durulmuştur bulanmış gönlümü
sendendir
mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün
usandım şol mekânda ıztırârım varsa sendendir
esîr oldum zamânda intizârım varsa sendendir
adın ağyâre bildirmem benim yâr-i nihânımsın
velâkin âh u zâr-ı âşikârım varsa sendendir
şitâdır tavr-ı bîgânen hazân âlâm u hüznündür
eger ki zemherirde bir bahârım varsa sendendir
şu dünyâda aranmaz bir misâlin yâr-i nâdîde
sebatkârım ebed-müddet karârım varsa sendendir
vücûdum âteş-i sûzân-ı aşkından bırak yansın
kerem-veş yanmaya ger ihtiyârım varsa sendendir
şuâ-yı şems-i çeşminden şu çeşmânım kör olmuşken
nihâyetsiz leyâlimde nehârım varsa sendendir
birazcık hüsn ü ânın ‘gâlibâ’ değmiş şu tanzîre
fakat elbette Beyzâdem kusûrun varsa sendendir
Şeyh Gâlib Dede (kuddise sirruh) Hazretleri’nin gazeline nazîreciktir.
terbî’-i mutarraf-ı gazel-i Zerefşân*
feilâtün feilâtün feilâtün feilün
gamla parlar nuru kalbin bu şikâyet niyedir
der sorarsan âşıkâna gam kasâvet niyedir
dinle âşıkdan merâk ettinse şayet niyedir
âşıkân teslîm olur sende şekâvet niyedir
kıl sefer vaktâ ki yeksân oldu kalb beldeleri
Hakk’ı gör sen çeşm-i dilden kaldırıp perdeleri
ol ki sultânı gedâ vü şâh eder bendeleri
anla her an mevte pâ-der-pâ azîmet niyedir
nicesin yıkdı şu sevdâ vü muhabbet öyle ki
cânın İsmâilce sen de yâre kurbân eyle ki
söylesin kim görse aşkın hayretinden şöyle ki
daha istersin o derdi bu garâbet niyedir
ey Zerefşân kıl tevâzu’ olma sen ehl-i kibir
kibr ‘aleyhi’l-la’ne şeytânın habîs hasletidir
bil ki Beyzâdem fakirlik fahr-i Zîşân’dan gelir
zîrdedir aslı gülün gör o letâfet niyedir
Gavs-ı Sânî’den el almışsın mübârek kıla Hakk
gayri var menzil-i maksûda o elden tutarak
Zü’l-celâl’e ol yakın sen mâsivâdan kal ırak
şimdi fehm et sana zulmet içre himmet niyedir
* Zerefşan, Savaş Şafak BARKÇİN’in şiirlerinde kullandığı mahlastır.
ola
fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün
istemem ağyâra akvâlim varıp meşhûr ola
isterim tek yâre ahvâlim erip meş’ûr ola
ıztırâbından firâkın şol gönül vîrânedir
iştiyâkından visâlin belki ol ma’mûr ola
cümle derd ü hüzn ü âlâm u belâ olsun benim
târumâr olsam da yârim dâimâ mesrûr ola
âşikâr etmem adın ağyâr eder yâr intizâr
ol sebebden mâye vü sâyen dahî mestûr ola
ehl-i küfrân gadr edip bilmezse kadr u kıymetim
ehl-i şükrân içre hep sa’yim benim meşkûr ola
kalmasın hâtırda nâmım levh-i mahfûzun yeter
derkenâr-ı bâb-ı uşşâkında tek mastûr ola
anmasın Beyzâde ismin kimse kâfîdir bana
gül-dehânın yâr açıp bir harf-i bâ mezkûr ola
biter
fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün
ağla vaktin var iken gözlerde yaş elbet biter
bir mu’ayyen an gelip dünyâdaki müddet biter
nevcivân hâlinle mağrûr olma aklın var ise
kurt kocarsa it güler evvelki ol hürmet biter
izzet ü ikrâma aslâ i’tibârın olmasın
bir düşersin gözden ol dem gördüğün rağbet biter
dağ delen Ferhâd u sahrâlar gezen Mecnûn gibi
yâd ederler nâmın ammâ âhir ol şöhret biter
i’timâdın varsa şol fâni hayâtın mâlına
bak şu Kârûn kıssasından hisse al servet biter
bil ki ihmâl etmez Ol hâşâ fakat imhâl eder
her ne eylersen emîn ol gün gelir mühlet biter
gûş-i cânın dinlesin hem çeşm-i dil kılsın nazar
bir bakarsın sen nasîbin almadan sohbet biter
kim ki gayret etse bulmuş evliyânın himmetin
ger senin nâkıssa tâlib gayretin himmet biter
yâri zikr et firkatin nîrânı dilden harlanır
belki ol vuslat nasîb eyler de şol hasret biter
nevbahâr var her kışın ardında her leylin nehâr
fecr-i sâdık tan yerinden bir doğar zulmet biter
inneme’l-a’mâlü bi’n-niyyat* sözün hâtırda tut
bir gün a’mâl defterin itmâm olur niyyet biter
çek çıkar âmâl ü evhâmın yeter dilhâneden
gönlü mahsûs eylemezsen yâre sen halvet biter
sürgünüz dünyâda cennetdir bizim öz yurdumuz
lûtfedip yâ Rabbim eylersen kabûl gurbet biter
gayri intâc eyle sen Beyzâdem endîşem şu ki
bir gazel vaktinde bitmez anda şi’riyyet biter
* Bu söz Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselâm) hadîs-i şerîfinden bir kısım olup “Ameller niyetlere göredir” meâlindedir.
mes’ûliyyet gazeli
feilâtün feilâtün feilâtün feilün
bilesin her kişi elbet amelinden mes’ûl
amelinden de ziyâde niyetinden mes’ûl
değiliz hiçbirimiz biz bu hayatta yalnız
biliniz her birimiz birbirimizden mes’ûl
her çoban bir sürünün ardına düşmüş de güder
koyunundan kuzusundan sürüsünden mes’ûl
neye bağlansa şu gönlün kalacaksın ondan
öldüğün âna kadar hep bilesin sen mes’ûl
sana Beyzâdem ezelden verilen her nefesi
hem alırken olasın hem de verirken mes’ûl
Beyzâde (A. Kerim AK)
Nisan 2021
_____________
* Beyzâde mahlası ile aruz ve heceyle şiirler yazan Kerim AK, 1987, Burdur doğumludur. İlköğrenimini Burdur’da çeşitli okullarda, liseyi Antalya Aksu Anadolu Öğretmen Lisesi’nde tamamladıktan sonra girdiği Boğaziçi Üniversitesi Lise Matematik Öğretmenliği Bölümü’nden 2012 yılında mezun olmuştur. Bitlis’in Adilcevaz ilçesinde zorunlu hizmetini bitirdikten sonra tayin edildiği Sapanca’da matematik öğretmeni olarak görev yapmaya devam etmektedir. Evli ve bir çocuk babasıdır.
Şiir serüvenine lise yıllarında hece ölçüsüyle başlamıştır. Üniversite yıllarında Osmanlı Türkçesini öğrenmeye ve bu vesileyle aruz veznine daha da yakınlık duymaya başlar. Gazeller yazar; geleneğe uyarak tahmis, terbi’, nazire gibi türlerde ve ayrıca edebiyatımızda önemli bir yer tutan tarih düşürme geleneğinde de başarılı örnekler ortaya koyar. Bazı şiirleri, Seferî e-Dergisi’nde ve Mes’ûl Dergi’de yayınlanmıştır. Düşürdüğü tarihleri de sosyal medyada yayınlamaktadır.
***
YÜCE DEVLET’İN NOTU: Aruza Veda şiirinde “Neydin gönülde, şimdi ne oldun zavallı sen”, “Şâhane geldiğin gibi şâhane git yine” diyerek erkenden hüküm verdi, onun için de çabuk kadük oldu, Halit Fahri Ozansoy (1891-1971). Bin senedir kullanılan bu mübarek vezin öyle kolay gider mi? (İstiklal Marşımız da aruzladır, sadece o muazzam şiir dahi bu milletin şairlerinin aruza yönelmesine bir sebeptir.) Aruzun son büyük şairi Yahya Kemal merhumdan sonra da aruzla yazan şairler vardı elbet, amma onlara küçümseyerek bakılıyordu. Çünkü Batıcı edebiyat sureta galip gelmişti. Lakin son yıllarda iş değişti, aruzla yazan şairlerin sayısı arttı. Bunların öne çıkanlarının isim ve mahlaslarını verelim: Bânî (Sıddık S. Altunbaş), Savaş Barkçin (Zerefşân), Abdullah Akın (İdris “Mahfî” Erenler), M. Ali Eşmeli (Seyrî), Mustafa Âsım Küçükaşçı (Tâlî), Ufuk Saz (Sâmî), Ömer Demirbağ (mahlas kullanmıyor) ve Beyzâde (Kerim Ak). Şiirlerdeki kalite ve söyleyiş güzelliğinde de büyük ilerleme olduğunu görüyor ve seviniyoruz. Aruzun son iki büyük şairi, Mehmed Âkif ve Yahya Kemal, aruzla, sade ve temiz Türkçeyle de muazzam şiirler yazdılar. Yeni şairlerimizin de onların bıraktığı yerden sancağı ele alıp daha ilerilere taşıyacaklarına güvenimiz tamdır.
Merhum Yahya Kemal keramet buyurmuş:
Eslâf kapıldıkça güzelden güzele,
Fer vermiş o neşveyle gazelden gazele,
Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadim
Bir meş’aledir devr edilir elden ele.
***
Beyzâde için şunları da ekleyelim:
Aruzla şiir yazmak ve hele tarih düşürmek, bilenler bilir, zorun zorudur. Şiir yazmak, üstelik aruzla yazmak ve günümüzde bu işi yapmak…
Şiirlerinde gerçek bir şiir tadı bulduğumuz, şiirlerini ve düşürdüğü tarihleri zevkle okuduğumuz Beyzâde’ye bu yolda üstün muvaffakıyetler diliyoruz.