BİZDE ve BATIDA DEVLET, SİYASETTE AHLAK ve MEŞRUİYET ÜZERİNE
İki yüzyıldan fazla, bu ülkede bir mücadele yaşanıyor. Kimi dönemler iyice kızışmasına, zaman zaman da bir tarafın büyük başarı elde etmesine rağmen bu mücadele henüz kesin sonuç kazanmamıştır. Bin yıldır bu coğrafyaya hâkim olmuş ve kök salmış olan düşünce ve yaşantı ile iki yüzyıldır ikame edilmeye çalışılan dünya görüşü arasındaki çatışmanın neticesi belki daha zaman alacaktır. Çok yönlü, çok boyutlu fakat bir o kadar belirsiz ve tutarsız olan bu mücadelenin şimdilik safları da iyice ayrışmamıştır. Çünkü toplumda bu mücadeleye ilişkin niyet ve talep, iyice belirginleşmemiştir. Şimdilik alt seviyede ve alt şuurda süregelen bu çekişmenin ancak olağanüstü dönemlerde daha keskin bir duruma geçtiğini söyleyebiliriz.
Çekişme, çatışma ve mücadele her sahada ve her yörede devam etmektedir. Teoride ve pratikte; düşünce, bilim, sanat ve edebiyatta; kültür ve medeniyette; ekonomi, sermaye ve işletmecilikte; basın, yayın ve medyada, bürokrasi, siyaset, askeriye ve hariciyede bu büyük çekişmenin izlerini görmek mümkündür. Çok genel anlamıyla sağ-sol denilen bu zıtlaşmaya yerlileşme-yabancılaşma, gelenek-modernlik, dindarlık-laiklik, muhafazakârlık-ilericilik gibi değişik tanımlar getirilebilirse de, İslâm-Batı mücadelesi demek daha doğru olacaktır. Çünkü bütün dış görünüm ve tavırların altında bu vardır. Ne kadar kafa karıştırmaya yönelik değişik tanımlar yapılırsa yapılsın, esas karşıtlık İslâm ve Batı arasındadır.
Her alana yayılmış olan bu mücadelenin belirleyici neticesi iktidar, siyaset ve devlet yoluyla olacaktır. Lakin önce ruh planında kazanım olmadan sıcak sonucu beklememek lazımdır. Önce bilim, düşünce ve entelektüel alanda muvaffakiyet kazanmadan gerçek güce ulaşmayı beklememek gerekir. Yalnız bir yön ve alanın kurtarıcı olabileceğini reddederek bütüncü bir anlayışla hareket etmeden kalıcı bir neticeye ulaşılamayacağı da muhakkaktır. Tempoyu hiç düşürmeden ve her zaman ve mekânda, her türlü şartta, mücahede ve mücadeleyi devam ettirmeden sonuç beklemek ise ham hayaldir. Dışımızdakilerin ifsat ve fitnelerine azami dikkat gösterip, her an ve zamanda muhasebe ve murakabeyi baş ilke kabul ederek hareket etmek bizim için elzemdir.
Örnekler ve Kaynaklar
Rönesans dönemi İtalyan düşünür ve devlet adamı Makyavel‘in, ahlâk ve ilkeyi tamamen reddedip gayeye giden her yolu mubah ve meşru sayarak geliştirdiği siyaset felsefesi, daha sonra Batı’nın takip ettiği tek tarz ve yöntem haline gelmiştir. Hıristiyanlıktaki Reform ve Fransız Devrimi‘nden sonra kesinleşen laiklik (din ve devlet ayrışması) kurumu Makyavelizm’i pekiştirmiştir. Hıristiyanlığın tahrifi, devlet ve dinin arasını açmış; bozulmuş olan din ve ahlâkın egemenliğini de devlet reddetmiş ve böylelikle Reform ve Laiklik doğmuştur. Ayrıca din, ahlâk ve siyasetin birbirinden tamamen ayrı alanlar olduğu anlayışı, Batı’nın her bütünü ne olursa olsun parçalama ve ayrıştırma özelliğinin bir ürünüdür. Coğrafî keşifler sonucu zenginleşen ve Sanayi Devrimi sonucunda teknolojik üstünlüğü ele alıp gücünü dünya çapında pekiştiren Batı, Makyavelist felsefesini de bütün cihana kabul ettirmiş görünüyor. Çünkü Batı, güçlü ve zengin olanın doğru ve haklı olduğu inancındadır.
Makyavel, aslında kötü bir örnekten hareketle meşhur kitabı Prens‘i, bu kötü örnek üzerine bina etmişti. (Kızıyla dahi evlenebilecek bir ahlâk düşkünlüğüne sahip Papa VI. Alexander’in gayri meşru oğlu, dengesiz ve tutarsız bir şahsiyet olan ve kardeşini bile öldürmekten çekinmeyen Cesare Borgia, Makyavel için kötü bir örnekti.) Ve Rönesans sonrası Batı tarihi, Makyavelizm’in insanı dehşete düşürecek çok fazla tekrarlarla doludur.
Biz bunlardan da ders alırız, kötü misalin ne olduğunu bilmek ve kaçınmak için. Lakin biz, başka bir din ve medeniyete, başka siyaset ve ahlâka sahip bir tarihin çocuklarıyız. Din, ahlâk, siyaset, medeniyet ve devletin, büyük bir bütünün birbirinden ayrılmaz ve koparılamaz parçaları olduğu anlayışına sahip bir geleneğin takipçileriyiz. Ve tarihimiz, kendimize örnek olarak alabileceğimiz çok ve yüce şahsiyetlerle doludur. En başta Hz. Peygamberimiz (aleyhisalatu vesselam) her bakımdan biricik örneğimizdir; O hem bir peygamberdir, hem devlet reisi, büyük bir siyasi, teşkilatçı bir lider ve önder, usta bir hariciyeci olmasından ötürü en güzel örneğimizdir. Dört Raşit Halife, Ömer b. Abdülaziz, Harun Reşid, Gazneli Mahmud, Alparslan, Selahaddin-i Eyyubi, Osman Gazi, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Kanunî Sultan Süleyman, Sultan II. Abdülhamid ve daha nice sultan, vezir, sadrazam ve vali, bizim için en güzel misallerdir.
Devlete ait nice yüksek ve değerli kitaplarımız var bizim. Hz. Ali’nin Devlet Adamlarına Öğütleri, büyük Şafiî âlimi Ebû Ya’la el-Ferrâ’nın el-Ahkamü-s-Sultaniyyesi (Sultanlara Ait Hükümler), Hanbelî âlimi Takıyyüddin İbn Teymiyye’nin es-Siyâsetü-s-Şer’iyye fî-l-İslâhi-r-Râi ve Raiyyes’i (Yönetilenlerin Islahı İçin Şer’i Siyaset), İbn Kayyım el-Cevziyye’nin et-Turuku-l-Hükmiyye fi-s-Siyaseti-ş-Şer’iyye’si (Şeri Siyasette Hüküm Çıkarma Yolları), Mâverdî’ nin Ahkâmü-s-Sultâniyye’si, Nizamülmük’ün Siyasetnâme’si, İbn Haldun’un Mukaddime’si, Koçi Bey’in Risale’si bunlardan en önemlileridir.
Tarih külliyatımız ise devlet ve siyaset felsefe ve geleneğimizi en güzel bir biçimde aksettirir. Batı’ya ve Doğu’ya ve her yere bakarız, ama biz öncelikle kaynağımız ve geleneğimizden istifade etmeyi her zaman için tercih ederiz. [Çağımızda da bu tür büyük eserler yazılmaktadır. Rahmetli Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın İslam’da Devlet İdaresi (1963 yılında yazılmış ve Hamdi Aktaş tarafından tercüme edilerek Beyan Yayınları’nca 2007’de neşredilmiş) kitabı da konuya uluslararası hukuk ve fıkıh cephelerinden bakan yetkin bir eserdir.]
Bugün Müslümanlar adına siyaset sahnesinde olanlar, bu muhteşem geçmişten ders ve örnek alıyorlar mı, acaba? Bu büyük, yüce ve mükemmel şahsiyetlerle kendi aralarında bir kıyaslama veya örnek alma çalışması yapıyorlar mı? Tarih külliyatımız ve siyasetname geleneğimizden bir şeyler öğrenmeyi ve tarih bilinciyle hareket etmeyi kendilerine şiar ediniyorlar mı? Aydınlarımız, tarihçilerimiz, sosyologlarımız onlara bu konuda yardımcı olma endişesini taşıyorlar mı? Bilmiyorum, lâkin yapılması gerekenler bunlardır. Bize düşen her yer ve platformda uyarmak ve bu hususlara dikkat çekmektir. Yüzlerce kere de olsa, binlerce defa olsa bile.
Meşruiyet, Ehliyet ve Liyakattir!
Bizim tarihimizde de kimi zaman kötü örnekler bulunmuştur. Fakat bunlar, Makyavel’in yaptığı gibi idealize edilmemiş, misal gösterilmemiş, yönetim felsefemizde temel alınmamıştır. Bu tip olumsuz şahsiyetler tarihimizde her zaman ve en çok da kendi devirlerinde yerilmişlerdir. Dindarlık, ahlâklılık, mertlik ve dürüstlük, tutarlılık her zaman övülmüş ve takdir edilmiştir. Ehliyet, liyakat ve kabiliyet, en çok devlet yönetiminde aranan başat ilkemiz olmuştur.
Yönetim ve siyasette, ehliyet ve liyakate riayet edilmediği takdirde, Makyavelizm’e düşme tehlikesi iyice artar. Liyakatsiz ve kabiliyetsiz kişiler dürüst, ahlâklı ve doğrudan siyaset yapma yerine köstebek siyasetini, kapı ardı bezirgânlığını tercih ederler. Çünkü güçleri yetersizdir, yetenekleri sınırlıdır ve bilgileri yoktur. Etraflarına kendileri gibi olanları, yani riyakârları, dalkavukları ve evet efendimcileri toplarlar. Ehliyetsizler hileyi, yalancılığı, yaltakçılığı, tavizciliği ilke edinerek çalışırlar. Onların prensipleri, kaideleri, disiplinleri yoktur. Nefisleri, hevesleri ve şeytanları için yapmayacakları şey yoktur. Evet, onlar köstebektirler, çünkü temiz hava ve açık ve düz ortamlarda bulunamazlar, yerin altında yol açarlar kendilerine, açabildikleri kadar. Ve bir gün haysiyetsiz ve şahsiyetsiz olarak çekip giderler. Lakin olan devlet ve millete olur, balık baştan kokar, kokusu da uzun zaman devam eder, baştakilerin açtığı yaranın kapanması uzun zaman alır.
Yönetimde Sistemler ve Memluklar Örneği
Hanedanlık sistemi bitmiş ve tarihe karışmıştır. Babadan oğula geçmiyor artık yönetimler. Fakat meşruiyet problemi zaten burada değildir. Adaletin, hakkaniyetin, ehliyet ve liyakatin, cihadın ve iyiliği emredip kötülüğü yasaklamanın gereği gibi bulunduğu yerde, meşruiyet de vardır. Asıl ve temel meşruiyet bunlardır. Bu hususlar hakkıyla tamam olduğu takdirde gerisi kendi ayağıyla gelir, gerisi şekil meselesidir. Biçim de önemlidir, lâkin bilgi, tecrübe ve danışma yoluyla halledilir. Ruh, irade ve temel mevcutsa diğerlerini tamamlamak kolaydır.
Seçimle işbaşına gelme sistemi, İslâm tarihinin yabancısı olmadığı bir şekildir. Dört Râşid Halife zamanında, Kazak Türklerinde, Endülüs’te ve Mısır Kölemenler (Memluklar) Devleti‘nde bu husus uygulanmıştı. Bilhassa Kölemenler Devleti bizim için oldukça ilgi çekici ve öğretici bir örnektir. Kölemenler Devleti hanedanlık sistemi ile yönetilmiyordu. Devletin her kademesi yalnızca ehliyet ve liyakat sahibi olanların eline veriliyordu. Ortadoğu’da 270 sene hüküm süren tabir yerindeyse o zamanın süper devleti olan Kölemenlerin ehliyet ve liyakati öne çıkaran sistemi son derece mühim bir misaldir. (ed-Devletü-t-Türkiyye adını taşıyan bu devlet hakkında, Türkçede, maalesef, doğru dürüst bir kitap dahi yoktur. Böyle kıt malzemeyle yürümek zorunda kalışımızın bize çok şeyler kaybettirdiği açıktır.) Memluklar Devleti, müesseseleriyle Osmanlı Devleti’ne tesir etmiştir; Osmanlılar onlardan çok şeyler öğrenmişlerdir. Fatih dönemine kadar Osmanlı âlim, müderris ve devlet adamlarından birçoğu Mısır’da yetişmişlerdir (msl. Molla Fenarî, şair Ahmedî, Bedreddin Simavî, hekim Hacı Paşa vb.) Hilafet de onlardan Osmanlılara nakledilmiştir.
Moğolları durdurmayı başaran, Haçlıları imha eden, İsmaillileri kovan, Halifelik kurumumu yeniden dirilten bu mühim İslâm ve (Türk) devletine aydınlarımızın ve tarihçilerimizin gereği gibi eğilmelerini öneriyorum.
Seçim ve Meşruiyet
Seçimle işbaşına gelme sisteminin halkı ön plana çıkarıp aydınları yani âlim, mütefekkir ve aydınları geri plan ittiği iddiası doğru değildir. Evet, doğrudur; İmamı Azam gibi bir şahsiyetin de, köylü dayının da sadece birer oyları vardır. Lâkin unutmayınız ki mühim şahsiyetlerin toplumu hem derinden hem de genişlemesine etkileme güçleri vardır.
Bu durum bugün de caridir, bir kişinin reyi bazen yüz binlerce insanın oy’una tesir edebilmektedir. Aydınla halkın arasındaki gerçek iletişimin kurulmasına hakiki insan ve aydın yetiştirilmesi, toplumun her kesiminin bilinçlendirilmesi, çarpıklık ve uygunsuzlukları ortadan kaldıracak şekiller bulunması, seçimle işbaşına gelme sisteminin mahzurlarını en aza indirebilecektir. Bunun için aydın ve düşünürlere büyük iş düşüyor. Aydınların siyasetten tamamen uzaklaşma veya partilere köle olma ifrat ve tefritlerinden kurtulmaları gerekmektedir. Halk ile yönetim arasında köprüye ihtiyaç vardır. Bu köprü olma ve alışverişi sağlama görevini âlimler, mütefekkirler ve aydınlar gerçekleştireceklerdir. Bu vazife hakikatiyle yerine getirilirse birçok engelin kolaylıkla aşılacağı muhakkaktır.
***
Her şeyi kökten ve yeniden değerlendirip bu işlemin sonucuna göre büyük bir değişim başlatmanın zamanı gelmiştir. Bu aynı zamanda bir zorunluluktur. Tarihin yol ayrımında olduğumuzu bilelim. Onun için yeniden büyük ve yüce devlet olmak zorunda olduğumuzu idrak edelim. Örneklerimizi iyi seçerek ayağımızı sağlam basmak zorunda olduğumuzu iyice anlayalım. Meşruiyetin ehliyet ve liyakat ve kabiliyetten geldiğini kulağımıza küpe edinelim. Tarihsiz, geleneksiz, aydınsız bir adım dahi atamayacağımızı iyice anlayalım, bilelim, idrak edelim…
* Haydar Hepsev’in bu yazısı, Yeni Şafak Gazetesi’nde (18.04.1997) ve MEDENİYET MİLLET DEVLET BİRLİK kitabında (İstanbul 2010, s. 105-110) yayınlanmış, Mayıs 2022’de gözden geçirilmiştir.
Not:
(1) Makyavel (1469-1527), İtalyan tarihçi, politika ve askerlik kuramcısı, oyun yazarı ve diplomattır.1498 yılında Floransa Cumhuriyeti ikinci sekreteri oldu. Almanya, Fransa ve İsviçre’de diplomatik görevlerde bulundu. 1510’da üçüncü kez Fransa Kralı XII. Louis’nin sarayına giderek Fransa ve Papalık arasındaki savaşta yansız kalacağına dair güvence verdi. Bu görev Fransa’nın Durumuna İlişkin Betimlemeler adlı kitabı yazmasını sağladı. 1512’de, Floransa’da iktidar değişikliği sonucu tutuklandı, işkence gördü. Serbest bırakılınca (13 Mart 1513) karısı ve dört çocuğuyla birlikte Floransa’dan ayrılarak inzivaya çekildi. Prens başta olmak üzere en önemli eserlerini bu dönemde yazdı. 1527’de Floransa’da öldü.
Prens kitabında, prensliklerin yönetimini incelemiştir. Prensler (hükümdarlar) vatandaşlarını özel bir lütufla, krallığın yönetimindeki bakanları gibi onurlandırarak soylular vasıtasıyla yönetmişlerdir. Bunlar toprağa ve onları kendi efendileri olarak tanıyıp doğal bir sevgi gösteren halklara sahiptir. Devlet, prensin tek yönetimiyle ve halkının ona verdiği tam bir otoriteyle yönetilir; çünkü topraklar içerisinde egemen olarak o tanınır ve eğer halk başka birine itaat ediyorsa bu, özel bir sevgi hissettiğinden değil, prensin bakanları ve memurları oldukları içindir.
Makyavelist düşünce siyaset felsefesi üzerinden doğmuş olmakla birlikte, siyasi emel taşıyan her bir hareketin öncülüğünde yaşanan her bir şeyin mübah olduğunu savunmaktadır.
#medeniyet #uygarlık #İslammedeniyeti #devlet #millet #Makyevelizm #Memlukler #Prens #SeçimleİşbaşınaGelme #Meşruiyet #Siyaset #OsmanlıDevleti