CAMİAMIZ VE SİYASETTE ELEŞTİRİ KÜLTÜRÜ
Tarihimizde Eleştiri
Ashab-ı kiram (r.anhüm) hazeratı, erkeğiyle kadınıyla çocuğuyla Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) hazretlerine kendilerini çok rahat ifade edebiliyorlardı. Muazzam bir şekilde saygı duydukları halde bazen Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) hazretlerine, bazı konularda ona katılmadıklarını söyleyebilmişlerdir. Mesela Uhud Harbi’nde, Mesela Hudeybiye Musalahası’nda.
***
Hazret-i Ömer (radiyallahu anh), bir savaş sonrası ganimetleri taksim etmişti. Herkese bir parça kumaş düşmüştü. Fakat bu kumaş tek başına bir işe yaramıyordu. Oğlu Abdullah, babasına: “Bu kumaş tek başına ne benim, ne de senin işine yaramıyor. Ben hakkımı sana vereyim de kendine güzel bir elbise yaptır.” demişti. Hz. Ömer de oğlunun hediyesini kabul ederek bir elbise yaptırmıştı. Birkaç gün sonra, üzerinde bu elbise olduğu halde bir konuşma yapmak için minbere çıkmıştı. “Ey müminler! Beni dinleyin ve bana uyun.” der. Arka saflarda biri itiraz eder: “Ey müminlerin emiri! Seni dinlemiyorum ve sana itaat da etmiyorum! Çünkü sen, Allah ve Resul’ünün yolundan gitmiyorsun!” dedi. Halife, “Neden?” diye sordu. O zat sebebini şöyle izah etti: “Ganimet taksiminde, bizlerden hiçbirine elbise diktirecek kadar bir kumaş düşmediği halde, görüyorum ki, sen o kumaştan fazla almış, bir elbise yaptırmışsın!” Hz. Ömer, cemaat arasında bulunan oğlu Abdullah’a (radiyallahu anh) işaret etti. Hz. Abdullah da kalkıp durumu izah etti. Payına düşen kumaşı babasına verdiğini söyledi. Gözler ikazda bulunan zata yönelmişti. O zat ayağa kalktı ve: “Şimdi konuş, ey müminlerin emiri! Şimdi dinliyor ve sana itaat ediyorum.” dedi.(1)
Dört halife döneminde daha çok örnek vardır ama konumuz günümüzdeki eleştiri olduğundan iki misalle iktifa edildi.
***
Hanedanlar (sultanlar) devrinde, Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallahu anh)’dan rivayet edilen “Cihadın en üstünü zâlim sultana karşı doğruyu söylemektir (2)” anlamındaki sahih hadisin gereğini yaparak sultanların hem de yüzüne karşı çok eleştiriler yapılmıştır. Mesela Fudayl bin İyaz gibi Halife Harun Reşid’i evine kabul etmek istemeyen, girdiğinde de hem de çok sert eleştiriler yapan zatlar da çıkmıştır(3); bunların sayısı da çoktur.
İdarecileri uyaran Nasihatü-l-mülûk (Meliklere, Yöneticilere Öğüt) ve Siyasetnameler yazılmıştır.
Şairler sultanlar ve diğer idarecileri hem de çok sert bir şekilde eleştiren şiirler (hiciv) söylemişlerdir. Şiir o devrin en çok tesir yapan eleştiri aracıydı.
İslam tarihinde yazılan tarih kitaplarında, sultanlar, vezirler ve diğer yöneticiler çok rahat ve geniş bir şekilde eleştiriliyordu. Osmanlıdakine bir örnek şudur: “Padişahlardan bazılarının işlerine ilgisiz kalmasından dolayı devletin mevcudiyeti tehlikeye girmişti. Bu madde altında kroniklerde daha çok II. Bayezid eleştirilir. Müneccimbaşı Tarihi’nde padişah hakkında şu ifadeler yer alır: “Memleket işlerini, bir memleket için lüzumlu tedbirlerin alınmasını güvendikleri kimselere havale ettiler. Bunların kötü niyetleri yüzünden memleket nizamı bozuldu… Bütün bunların sebebi sultanın memleketin durumundan bî-haber olması memleketin idaresini vezirlere bırakıp, yaptıkları işleri, aldıkları tedbirleri kontrol etmemesi olmuşdur. (4)” Celalzâde Mustafa’nın aynı padişah dönemi için kullandığı şu cümleler de çok ilginçtir: “(Nazımın nesre çevirisi) Yiğidi tamamen görevden aldılar, arzu geçidine yol eylediler. / Kılıçları bilmeyenler asker oldu, çürük ve kötü yiğit yerine geçti. / Boşluk orduyu kapladı, yiğitlik tavşan ve sıçana benzedi. / Her boşalan tımar açık artırmaya çıktı, adalet ve lütfun gözü hasta oldu. / Alçaklar rüşvetle yükselip, zenginler gül gibi elde tutuldular. (4)”
Gazeteler çıkmaya başladıktan sonra da yöneticiler gazetelerde eleştirilmişlerdir.
***
Günümüzdeki Durum
Sonradan eleştiri kültürünü maalesef kaybetmişizdir. Muhafazakâr kesimde lideri/partiyi/iktidarı eleştirmek pek zor hale gelmiştir. Eleştirenlere iyi gözle bakılmaz, onlar hain ilan edilebilir, onlara “sen kimsin ki…” denebilir, söyledikleri kaale alınmaz vb.
Bunun sebeplerinden en önemlisi, Cumhuriyet rejiminin dindar kesimi çok uzun zaman siyasetten, bürokrasiden, üniversiteden uzak tutmaya çalışması ve bunda da başarılı olmasıdır. Lidere karşı aşırı muhabbet duymanın ve ona eleştiri yöneltmekte çekingen kalmanın altında, sol-laik kesimden gelen (çoğu da haksız, haince, amansız) eleştirilere karşı, lidere zorunlu olarak sahip çıkma psikolojisi vardır.
Peki, o zaman eleştiriden vaz mı geçelim. Geçmeyelim ama onu da bize yakışır bir şekilde nasıl yapalım…
Bu mühim görevin zamanımızda nasıl yapılabileceği hakkında milletimize aşağıdaki görüşleri arz etmek istedim. Ama önce şu mühim iki hususu ifade etmek gerekir:
Partiler, müslümanın şahsiyetinin asıl unsuru olamaz. Çünkü araçtır. Aracı maksat yaparsak araç da biz de uçuruma yuvarlanırız. Müslümanın şahsiyeti, temiz ehl-i sünnet akaidi üzerine ilim ve irfan ile, cihad ile teşekkül eder.
(İslam âlemindeki bugünkü zaafın en büyüğü ise -âcizane kanaatimizce- ilimden ve cihaddan geri kalmaktır.) Halkın her kesiminin ilim sahibi olması zordur, lakin üniversite bitirmiş bir müslümanın oturup önce akaid ve sonra bir ilmihal kitabını baştan sona okuması, anlamadığı yerleri sorması gerekir. Daha sonra da ömrünün sonuna kadar ilim tahsiline gücünün yettiği kadar devam etmelidir. İlim bakımından kuvvetli olmayan müslüman, rüzgârın önündeki yaprak gibi bir o yana bir bu yana savrulur gider.
Camiamızda siyaset alanındaki liderlere bakışta doğru olmayan husus, ya göklere çıkarmak ya da yerin dibine batırmaktır. En ufak eleştiriye tahammül edememektir. Bunu aşmamız gerekmektedir. Bunun yolu da İslam ve dünya tarihini iyi bilmekten geçiyor.
***
Siyasette Eleştiri Nasıl Olmalıdır/Olmamalıdır:
Eleştirenlerin Durumu
1. İlim ve irfan sahiplerinin, akla ve mantığa uygun söz söyleyenlerin, tarih ve sosyolojinin gerçeklerine uygun eleştiri yapanların iyi niyetle yaptıkları tenkitleri baş üzerine konur, tatbik edilmeye çalışılır. (Bu hüküm; milletini, vatanını, devletini seven her kesimden, her dünya görüşünden herkes için elbette geçerlidir.
2. Bir partiden makam vb için ayrılanların (mesela A. Gül, A. Babacan, A. Davutoğlu vb) eleştirilerine kayd-ı ihtiyat konur, çok ince bir elekten geçirilir, varsa doğru bir husus dikkate alınır.
3. Eskiden beraber olup da sonra farklı partilerde kalanların (mesela Sp gibi) yaptıkları tenkitlere de kayd-ı ihtiyatla bakılır, içinde doğru görüş varsa alınır.
4. Milletvekili olmak isteyip de olamayanların ve oğlum, kızım, torunum, yeğenim vb şu işe yerleşmedi deyip muhalif olanların tenkitleri, nazar-ı itibara alınmaz.
Yeri ve Zamanı
5. (Mesela Gezi olayları, 15 Temmuz Direnişi vb) Kritik yer ve zamanlarda eleştiri yapılmaz; yapanlara da sus, otur yerine denir.
6. Seçime 6 ay kalmışken eleştirende ya gaflet ya cehalet ya da hamakat veyahut ihanet vardır.
Üslup
7. Devlet büyüklerine saygılı ve ölçülü bir üslup kullanılır. Eleştiri konusu bütün boyutlarıyla güzelce izah edilir; işin neden ve nasılı ortaya konur, tarihi ve sosyolojik arka planı anlatılır; çözüm önerileri arz edilir. Lakin birkaç defa ifade edildiği halde, herhangi bir gelişme olmuyorsa sözü vurgulu kullanmakta bir beis olamaz.
Destekleyenlerin Durumu
8. Yanlış varsa görmezden gelmek, eleştirmemek veya (büyüklerimiz daha iyi bilir vb şekilde) tevil etmek ya gaflettir ya da dilsiz şeytanlıktır; bunun sonucu eldeki nimeti kaybetmektir.
Makamın Üzerine Düşenler
9. Her kesimden her insanın, her kanaldan söylediği her şeyi, dikkate ve nazar-ı itibara almak, lider/parti/iktidarın asli görevidir. Görüşler ele alınır, ölçülür biçilir, en kısa zamanda tatbik edilir, edilemiyorsa nedeni halka dürüstçe ifade edilir.
Haklı tenkitler yukarıya ulaşmıyorsa sıkıntı vardır, hem de büyük.
Tenkitler yukarıya ulaşıyor da uygulamaya konmuyorsa sıkıntının boyutu büyümüştür.
Liderin etrafını dalkavuklar sarmışsa, durum iyice vahimdir.
Bunun sonucu inkirazdır.
Haydar Hepsev
Mart 2021
_____________________
(1) İsmail Mutlu, Dört Halife Devri; Mutlu Yayıncılık, İstanbul, 1993; ayrıca bk. Müslim b. Kuteybe ed-Dineveri, Uyunu’l-ahbar, 1/118; Ebu’l-ferec İbnü’l-cevzi, Sıfetü’s-saffe, 1/203-204.
(2) Bir gün Hârun Reşîd, vezîri Fadl Bermekî’ye; “Beni bir kimsenin yanına götür. Kalbim, bu göz kamaştırıcı şâşâlı hayattan sıkıldı. Rahatlık, gönül huzûru arıyorum.” dedi. Vezîri onu Süfyân bin Uyeyne’nin evine götürdü. Süfyân kapıyı açıp; “Kim geldi?” suâline; “Emîrül-müminîn geldi.” dediler. “Ne için bana haber vermediniz. Bilseydim ben huzûruna gelirdim.” dedi. Hârûn Reşîd bunu duyunca; “Benim aradığım kimse bu değildir.” dedi. Süfyân bunu duyunca; “Sizin aradığınız kimse, Fudayl bin İyâd’dır.” dedi.
Fudayl’ın kapısına gittiler. O, Kur’ân-ı kerîmdeki meâlen; “Günah işleyenler, kendilerini îmân edenlerle bir tutacağımızı mı sanıyorlar?” (Câsiye sûresi: 21) âyet-i kerîmesini okuyordu. Hârûn Reşîd; “Nasîhat istersek, bu bize yeter.” dedi. Kapıyı çaldılar. Fudayl; “Kim o?” deyince; “Emîrül-müminîn.” dediler. Bunun üzerine; “Emîrü’l-müminînin benim yanımda ne işi var ve benim onunla ne işim var? beni meşgûl etmeyiniz.” dedi. Vezîri; “Ulûl-emre, halîfeye itâat vâcibtir…” deyince Fudayl bin İyâd yine; “Beni meşgûl etmeyiniz.” buyurdu. Vezir; “Müsâdenle mi girelim, yoksa zorla mı?” dedi. “Müsâdem yok, ama zorla girecekseniz, siz bilirsiniz.” buyurdu. Hârûn Reşîd içeri girdi. Fudayl, kimsenin yüzünü görmemek için kandili söndürdü. Karanlıkta Hârûn Reşîd’in eli Fudayl’ın eline değdi. Fudayl; “Bu el ne yumuşaktır, Cehennem’den kurtulursa…” buyurunca, Hârûn Reşîd ağladı ve nasîhat olacak bir söz daha söylemesini istedi. O şöyle buyurdu: “Senin büyük baban hazret-iAbbâs, Peygamber efendimizin amcasıydı. Peygamberimize; “Beni bir kavme emir (başkan) yapınız.” demişti. Peygamberimiz de; “Ey amcam! Seni nefsin üzerine emir ettim.” yâni nefsinin Allahü teâlâya tâat ve ibâdetle meşgûl olması, insanların bin senelik tâatından iyidir, buyurdu. Çünkü; “Bir emirlik (başkanlık) kıyâmette pişmanlıktır.” buyurmuştur. Hârûn Reşîd; “Biraz daha söyle.” dedi. O yine; “Ömer binAbdülazîz’i halîfe yaptıkları zaman, Sâlim bin Abdullah, Recâ bin Hayve ve Muhammed bin Kab’ı çağırdı ve; “Ben bu işe düştüm, kurtuluş çârem nedir?” diye sordu. Onlar da; “Yarın kıyâmet gününde azaptan kurtulmak istiyorsan, müslümanlardan yaşlıları baban yerine koy, gençleri kardeş kabûl eyle, çocukları da kendi çocukların gibi düşün! Kadınları ise kız kardeşin ve annen kabûl eyle. Onlara babana, annene, kardeşine ve çocuklarına yaptığın gibi muâmele eyle!” dediler.”
Hârûn; “Biraz daha söyle.” deyince yine; “İslâm ülkesi senin evin gibidir. İnsanları ev halkın gibidir. Babalarına lütufla, kardeşlerine ve çocuklarına iyilikle muâmele eyle!”buyurdu. Sonra devâm ederek; “Korkarım şu güzel yüzün ateşle yanar ve çirkinleşir. Güzel yüzlerden niceleri Cehennem’de çirkinleşir ve emirlerden (başkanlardan) niceleri orada esir olur.” buyurdu.
Hârûn; “Biraz daha söyle.” dedi ve hüngür hüngür ağlayıp feryâd etti. Fudayl hazretleri; “Allahü teâlâdan kork ve O’na ne cevap vereceğini düşün cevaplarını şimdiden hazırla! Çünkü kıyâmet günü, Allahü teâlâ sana müslümanların hepsinden tek tek soracaktır. Hepsi için adâlet isteyecektir. Eğer bir gece bir ihtiyar kadın, evinde bir şey yemeden yatarsa, yarın senin eteğine yapışır ve sana hasım (düşman) olur.” buyurdu. Hârûn Reşîd, ağlamaktan kendinden geçti.
Sonra Hârûn Reşîd, Fudayl bin İyâd’a; “Birisine borcun var mıdır?” dedi. O; “Evet, Allahü teâlâya borcum var. O da itâattır, huzûruna böyle borçlu çıkarsam vay hâlime.” buyurdu. Hârûn Reşîd; “İnsanlara borcun var mı demek istiyorum.” dedi. “Allahü teâlâya şükür olsun ki, bana çok nîmetler verdi, hiç şikâyetim yoktur.” buyurdu.Bunun üzerine Hârûn, onun önüne bin altın koyup; “Bunlar helâldir. Annemin mîrâsındandır.” dedi. Fudayl hazretleri; “Bütün bu nasîhatlerimin sana hiç faydası olmadı.” buyurdu ve yanından kalkıp gitti. Hârûn Reşîd de çıkıp gitti. İsmi anıldığında, Hârûn Reşîd; “Ah! Ne insandır o! Hakîkaten mert kimsedir.” derdi. (Bkz. Evliyalar Ansiklopedisi, c. 6, s. 221-222)
(3) Ebû Davud, Melahim 17; bk. Tirmizî, Fiten 13; Nesâî, Bey’at 37; İbn Mâce, Fiten 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 19, 61; IV, 314, 315; V, 251, 256. Beyhakî, es-Sünenu’l-kübrâ, X, 91; Beğavî, Şerhu’s-sünne, X, 65-66.
(4) Müneccimbaşı, II, 419, 428; Aynı padişaha diğer kroniklerde yöneltilen eleştiriler için bak. Solakzâde, I, 1989: 428; Celalzâde Mustafa, 1997: 439-440; Hoca Saadeddin Efendi, II, 1280: 182-183)
Celalzâde Mustafa, 1997: 441-442.
Bkz. Yard.Doç.Dr.Alpay BİZBİRLİK, “Kroniklerde Osmanlı Devleti Yöneticilerine Yapılan Eleştiriler Üzerine (Başlangıçtan XVI. Yüzyılın Sonuna Kadar)”, Bilig, Güz / 2004, sayı 31, s. 54-55.