Pazartesi, Haziran 23, 2025

ÇİN’DEKİ MÜSLÜMANLAR

YÜCE DEVLET’İN NOTU:

Hiç bir Müslüman cemaati Çin’deki cemaat kadar az tanınmaz. Buradaki Müslümanların toplam sayılarına ilişkin güvenilir rakamlar bile ortada yoktur. Güney kıyı bölgelerinden çok, iç kısımların ve Sibirya ile batı sınırlarının dini olarak Çin İslâm’ı, İslâmî inancın güçlü yurtları olan Kuzey Hindistan ve Önasya ile çok seyrek ilişki kurduğu gibi, denizyolu bağlantısı çok kolay olabilecek Endonezya gibi güçlü Müslüman bölgelerle ilişkileri de yetersizdir. Diğer yandan Çinli Müslümanlar Mekke ve Medine’ye çok zahmetli hac yolculukları yapacak kadar heveslidirler ve bu seyahate mevcut Çin Komünist rejimi altında bile halen izin verilmektedir. Tarihî Çin sınırları içinde kalan Müslümanlar hakkında bildiğimiz tek şey; büyük bir etnik çeşitliliğe sahip olduklarıdır: Normal Çinliler (Örneğin Liaoning Çinlileriyle Kuang-tung Çinlileri arasında bütün kültürel ve ırksal farklılıklarıyla birlikte); İç Moğolistan ve Kansu sınırları boyunca Moğollar ve Hsin-chiang ya da Doğu Türkistan’da çeşitli kabilelere mensup ve sayısız göçmen soylarla birlikte Türkler Çinli Müslümanları oluşturmaktadırlar. (s. 15)”

Bu dikkat çekici satırlar C. E. Bosworth’a ait ve Raphael İSRAELİ tarafından yazılan Çin’deki Müslümanlar kitabında önsöz olarak bulunuyor. Raphael İSRAELİ, Jarusalem (Kudüs) Hebrew Üniversitesi’nde Orta Asya ve Çin İslamı Tarihi profesörüdür; bu alanda 15 kitap ve 80 kadar makaleye imza atmıştır.

Böyle bir kitabın bir Yahudi tarafından yazılması oldukça dikkat çekici. ABD ve İsrail’in dünyaya nasıl hükmettiğini bu kitapla bir kez daha anlıyoruz: Çalışkanlık, kılı kırk yararcasına her meseleyi ciddi ve ilmi olarak ele almak, insanları ve toplumları çok iyi tahlil ederek yönetmek vb.

Kitap, İbrahim KAPAKLIKAYA tarafından tercüme edilerek 2003 yılında Gelenek Yayıncılık’tan neşredilmiş. Baskısı tükenen bu önemli kitabın yeniden basılmasını diliyoruz.

Dünyanın her tarafındaki müslümanlar bizim için çok önemli. Onlar hakkında bilgi sahibi olup gerektiğinde onların her bakımdan yardımlarına koşmak İslam kardeşliğinin tabii bir gereğidir. Fakat maalesef medyamız, sadece günlük olaylarla ilgili ve at gözlüğü takmış gibi bazı meselelere odaklanmış durumda. Hâlbuki müslümanlarca kurulmuş yayın kuruluşların en önemli misyonlarından biri de dünyanın her yerindeki müslümanlar hakkında araştırmalar-haberler yapmak ve yayınlamak değil midir? Bu konu, şimdilik temenni durumundadır ama biz, Yüce Devlet Dergisi olarak karınca kararınca bunu yapmaya çalışıyoruz, inşaallah yapmaya da devam edeceğiz.

______________________________

Diyanet İslam Ansiklopesi’nden Çin’de İslamiyet bölümünden yaptığımız alıntıyla girelim konumuza ve daha sonra Çin’deki Müslümanlar kitabından aldığımız pasajlarla Çin’deki kardeşlerimiz hakkındaki bilgimizi artıralım. Çin’deki ve dünyanın her yerindeki müslüman kardeşlerimize dua etmeyi de unutmayalım. 

“Çin’de İslamiyet: Çin’in İslâm dünyasıyla temasları, İslâm öncesi Çin-Arabistan münasebetlerinin bir devamı niteliğinde, İslâmiyet’in Arabistan dışına yayılma devri olan VII. yüzyıldan günümüze kadar durmaksızın devam etmiştir. Bugün İslâm Hui, Uygur, Kazak, Kırgız, Özbek, Tacik, Tatar, Tung-hsiang, Pao-an kavimlerinden oluşan Çin’deki etnik gruplar arasında benimsenmiş durumdadır ve bu kavimlerin siyasî, iktisadî, kültürel hayatları üzerinde büyük bir tesir icra etmektedir. İslâmiyet’in Çin’e girmesi ve Çinliler tarafından kabul edilmesi hemen ilk zamanlarda olmayıp uzun bir tarih süreci içinde gerçekleşmiştir. İslâm’ın Çin’de yayılmasını ve tesirlerinin tarihî gelişmesini üç ana devrede incelemek mümkündür,

a- İslâmiyet’in Arap ve İranlı tüccarlar vasıtasıyla Çin’e girmesi ve T’ang, Beş Hanedan, Sung dönemlerinde güney ve doğu kıyı bölgelerine yerleşmesi;

b- Moğol istilâsından sonra Yüan ve Ming hanedanları zamanında Türkler başta olmak üzere çeşitli Orta Asya kavimlerinin müslümanlaşması ve İslâm’ın Çin’in iç bölgelerine yerleşmesi;

c- Doğu Türkistan’ın tamamına müslüman Türkler’in hâkim olması ve Ch’ing devrinde müs-lümanlara yapılan zulüm ve baskılar sonucu İslâm’ın karanlık bir döneme girmesi.

İslâm’ın Çin’e Girişi (İlk Devir). …  İslâmiyet’in Çin’de yayılışıyla ilgili kaynaklarda da üçüncü halife Hz. Osman tarafından gönderilen bir elçinin 25 Ağustos 651 tarihinde Tang hanedanının başşehri Çhang-an’a ulaştığı kaydedilir. Bu elçinin Çin’e geliş sebebi İslâm devletiyle İran arasında çıkan savaştır. Sâsânîler’in son hükümdarı Yezdicerd’in oğlu Fîrûz (Çince’de Pi-lu-ssu), 650 yılında Çin’den yardım talebinde bulunmuştu. Fakat Çinliler muhtemelen Araplar’ın durumunu henüz tam olarak kavrayamadıklarından ve onların Çin’e karşı herhangi bir düşmanlıklarının da olmadığını bildiklerinden istenilen yardımı göndermekten kaçındılar. Ayrıca Çinliler Hz. Osman’a elçi gönderip İran’la olan ihtilâflarında ara buluculuk yapmayı teklif ettiler ve bu vesile ile müslümanların gerçek gücünü öğrenmek istediler. Bu elçiye karşılık olarak Hz. Osman da meşhur kumandanlarından birini bir mektupla birlikte Çin sarayına gönderdi. Bu elçi, İmparator Kao-tsung ile resmî bir görüşme yaparak İslâm devletinin genel durumunu ve İslâm inancını açıkladı. Bu hadise 651 yılında iki devlet arasında vuku bulan ilk resmî temastır. …

Deniz Yoluyla Kurulan Temaslar. İslâmiyet’in Çin’e girmesi, İslâm öncesinde kurulan deniz yolu temaslarının tabii bir neticesi olarak müslüman Arap ve İranlı tüccarların Çin’in kıyı bölgelerine yerleşmeleriyle mümkün olmuştur. İslâmiyet’in doğuşundan çok önceleri Çin ile Arabistan arasında deniz yolu ve bazan da İpek yolu üzerinden sık sık temaslar oluyordu. … T’ang Rahibi Chian Chen, T’ien-pao devrinde (742-756] Basra körfezinden gelen sayısız geminin dağ gibi baharat ve nâdir mallarla yüklenmiş olarak Kanton sularında demirlediğini söylemektedir.   …

T’ang devrinden Sung devrine kadar geçen sürede Çin’e gelen İranlı ve Arap tüccarların sayısı gittikçe arttı. Bu sıralarda Abbâsîler’in başşehri olan Bağdat’ta ipekli kumaş, porselen, çay ve ham ipek gibi Çin mallarını satmak için hususi pazarlar kuruldu. Aynı şekilde T’ang’ın başşehri Chang-an’daki dükkânlarda da özellikle Arap ve İranlılar’ın ticaret ürünleri olan değerli taşlar, fildişi, baharat, cam, inci gibi mallar satılıyordu ve hükümet ülkenin güneydoğu bölgesindeki Kanton, Zeytun (Ch’üan-chou). Yang-chou ve Hang-chou limanlarını resmen yabancılarla olan ticarete tahsis etmişti. Zaman geçtikçe Çin’in güneydoğu bölgesindeki müslümanların nüfusu hızla artarak büyük bir sayıya ulaştı; yabancı ülkelerden gelenler arasında ilk sırayı Araplar alıyordu.

IX. yüzyıl Arap seyyahlarından Süleyman et-Tâcir ile Ebû Zeyd. 876’da meydana gelen Huang-ch’ao ayaklanması sırasında Kanton’da 120.000–150.000 arasında Arap, yahudi, hıristiyan ve diğer yabancının öldürüldüğünü bildirmektedirler. … Deniz yoluyla gerçekleşen ticareti büyük ölçüde baltalamış olan bu hadiseden sonra müslüman tüccarlar Çin’de Sung hanedanı kuruluncaya kadar fazla bir ticaret teşebbüsünde bulunmamışlardır. Sung hükümetinin yabancı tüccarları koruyan tedbirler alması ve ticaret politikasına belirli bir sistem getirmesiyle müslüman tüccarların Çin’e akın etmeleri yeniden hızlanmış ve hatta bunların bazıları zaman zaman Kore ve Japonya’ya kadar gitmişlerdir; ancak bunlar son durak olarak daima yine Çini seçmişlerdir. Sung devrinde özellikle Zeytun, Kanton’dan daha önemli olan bir milletlerarası ticaret merkezi halini al­mıştır. …

Kara Yoluyla Kurulan Temaslar. T’ang ve Sung dönemlerinde İslâmiyet’in İpek yoluyla Çine girmesi, daha ziyade İslâm ülkeleri ve Çin arasındaki siyasî münasebetlerin gelişmesinden dolayı mümkün oldu. Hz. Osman zamanında karşılıklı elçi göndermek suretiyle başlayan Çin-Arap resmî münasebetleri bu sülâlelerin hükümdarlığı süresince taraflar arasında dostluk heyetlerinin gidip gelmesiyle daha da gelişti. … Bu devirde iki ülke arasındaki siyasî ve kültürel münasebetleri Talaş Savaşı ile An Lu-shan isyanı büyük ölçüde etkilemiştir.

O devirde dünyanın en büyük iki imparatorluğu olan Çin ile Abbâsîler’i karşı karşıya getiren ve beş günlük çetin bir mücadeleden sonra Çin ordusunun mağlubiyetiyle sonuçlanan Talaş Savaşı (751), tarihte Çin ile müslümanlar arasında vuku bulan tek çatışmadır. 20.000 Çinli’nin esir alındığı bu savaş Türk ve İslâm tarihi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Bu savaştan sonraki tarihlerde Orta Asya topraklarında artık Çin nüfuzu görülmemektedir. Böylece İslâm dininin bu bölgede yaşayan Türkler arasında yavaş yavaş kendiliğinden benimsenmesi ve müslüman Türkler’in Abbasî Devleti’nin askerî ve idarî kadrolarını işgal etmeleri, kısa süre sonra onların İslâm dünyasında önemli bir rol oynama­larını sağladı. Ayrıca Türkler Budizm’in yaygın olduğu pek çok Orta Asya toprağında İslâmiyet’i yaydılar ve Doğu Asya’da İslâm ve Türk kültürünün ilk defa hissedilmesine vesile oldular. Talaş Savaşı dünya kültür tarihi bakımından da büyük gelişmelere zemin hazırlamıştır. Savaş sırasında müslümanların eline esir düşen bazı Çinliler vasıtasıyla Batı Türkistan bölgesinde ilk defa kâğıt yapımına başlanmıştır. Arap savaş esirleri ise kısa sürede serbest bırakılmalarından sonra Çin’in başşehrinde ticaret yapmakta olan soydaşlarıyla birleştiler.

Çin – Arap münasebetlerinde müsbet faktör olarak rol oynayan diğer bir hadise ise Talaş Savaşı’ndan dört yıl sonra Çin’de meydana gelen, kuzey eyaletleri kumandanı An Lu-shan’ın isyanını bastırmak için Çin hükümdarının isteği doğrultusunda bir Abbasî ordusunun oraya gönderilmesidir. Çin İmparatoru Su-tsung, bu isyanı bastırmak için batıya bir heyet yollayarak Arap ve Uygur ordularından yardım istemiştir. Abbasî Halifesi Ebû Ca’fer el-Mansûr 4000 veya bir rivayete göre 10.000 kişilik bir ordu göndermiş ve âsi güçler bu ordunun yardımıyla mağlûp edilerek iki yıl devam etmiş olan isyan bastırılmıştır (757). Bu hadiseden sonra T’ang Hükümdarı Su-tsung, minnet ve şükranlarını belirtmek üzere İslâm ordusuna misafir muamelesi yapmış ve istedikleri takdirde sürekli olarak Çin’de kalabileceklerini bildirmiştir. Bu teklif üzerine, Horasan’a dönen küçük bir grup dışında kalanlar Lo-yang ve Çhang-an’a yerleşmişlerdir. Üç yıl sonra 760 tarihinde yapılan bir nüfus sayımına göre Chang-an’da 4000′-den fazla müslüman ailesi bulunuyordu. Kaynaklar, 787 yılında Chang-an şehrinde yerleşmiş Horasan, Buhara ve Kâşgar gibi İslâm ülkelerinden gelen ve Çin sarayından aylık alan 4000 kadar yabancı aileden bahsetmektedirler. Halife Mansûr zamanında Çin imparatoruna yardım maksadıyla gelmiş olan bu müslüman askerlerinin ahfadı, bugünkü Çin müslümanlarının atalarının önemli bir kısmını teşkil etmektedir. Şüphesiz Talaş Savaşı’ndan ve An Lu-shan isyanından sonraki dönemde batıdan Çin’in içlerine doğru çok etkili bir İslâm ve Türk kültürü yayılmış ve bu yayılmada İpek yolunun da önemli etkileri olmuştur. Chang-an’daki büyük cami bu sıralarda inşa edilmiş olup Çin’in tarihî yapılarından biri niteliğiyle bugün hâlâ ayakta durmaktadır.

İslâm’ın Çin’de Yayılması ve Tesirleri. … Çinli kadınlarla evlenerek buraya yerleşen müslümanlar dinî faaliyetlerinin merkezi olarak camiler inşa etmişlerdi. Bazıları yaptıkları ticaretten mal mülk edinirken bazıları da memur olarak çalışıyordu. Böylece İslâm’ın Çinliler arasında XIV. yüzyıla kadar hızla yayılması için sağlam bir temel atılmış oldu. Çin’e gelen müslümanların bir kısmı Çinliler arasında yaşarken büyük çoğunluğu Çin hükümetince Kanton, Zeytun, Yangchou, Hang-chou gibi şehirlerde kurulan ve Fan Fang adıyla bilinen özel mahallelerde kalıyordu. Bu mahallelerde, müslümanlar arasında en çok saygı duyulan kimseler arasından Çin hükümetince tayin edilen bir şeyh veya kadı bulunur ve bunlar bir yandan müslüman toplumdaki halkın içtimaî faaliyetlerini yürütüp tüccarları vergi vermeye çağırırken diğer yandan da dinî törenleri ve ibadetleri tertip eder; toplumda cereyan eden bütün meseleleri Kur’an ve İslâm hukukuna göre hallederlerdi. Mahallî Çin yönetimi, genellikle olaylar kendisini ilgilendirmediği sürece Fan Fang’ın iç işlerine karışmazdı. Böylece İslâm ülkelerinden Çin’e gelen müslümanlar, hoşgörülü Çin kültürü, cazip hayat şartları, idarenin müsamahası ve kârlı ticaret gibi sebeplerle nesiller boyunca yavaş yavaş Çinlileşmişlerdir. Onların günlük alışkanlıkları ve giyimleri hemen hemen Çinliler’in yaşayışlarıyla aynı hale gelirken sadece dinî inançları ve ona bağlı olarak gıdaları farklı kalmıştır.

Müslümanların Çin’de uyum içinde yerleşmeleri devam ederken 876 yılında meydana gelen Huang Çh’ao İsyanı Çin’de İslâmiyet’in gelişmesini olumsuz etkiledi. Çin yönetimine karşı isyan eden Huang Ch’ao, 879’da Kanton’u zaptettiğinde pek çok Arap ve İranlı müslümanı katletti. Aynı şekilde Tien Shen-Kung isyanı sırasında da Yang-chou’da 5000’e yakın müslüman öldürüldü. Bu iki büyük felâketten sonra müslümanlar Ch’ing hanedanının kuruluşuna kadar (1644) benzer bir talihsizlikle karşılaşmadılar. Bu devrede müslümanların Ma, P’u.Ting, Hai ve Sa gibi Çin isimleri alarak kendilerini katliamdan koruma yoluna gitmeleri, bir asırdan fazla muhafaza ettikleri Müslümanlığın özelliklerini kaybederek hızla Çinlileşmelerine sebep olmuştur. …

İslâm’ın Gelişmesi (Yüan-Ming Devri). İslâmiyet Moğol İmparatorluğu devrinde Çin’in iç bölgelerinde geniş halk kitleleri tarafından kabul edilmiştir. Bilhassa Moğollar tarafından Çin’de kurulan Yüan Hanedanı döneminde (1271–1368) fevkalade bir İslâm yayılması görülmektedir. Bütün Çin topraklarını kendi idaresi altında toplayan Moğol Hükümdarı Kubilay Han (1260–1294), 1264 yılında başşehrini Kara kurum’dan Ta-tu’ya (Pekin) taşıdı. Kubilay ve halefleri Moğollar’dan sayıca çok fazla olan ve yüksek seviyede medeniyete sahip bulunan Çinliler’i etkin biçimde kontrol edebilmek için Orta Asya’daki bozkır kültürlü Türk ve İranlı müslümanları aralarında tampon olarak kullanmışlardır. Yüan imparatorları Türk ve diğer müslümanlar arasından idareciler tayin ederek onlara sarayda geniş yetkiler vermişler, özellikle vergi toplanmasında ve milletlerarası ticaret işlerinde tecrübeli müslümanları tercih etmişlerdir. Çin ile Orta Asya, İran, Ortadoğu ve Avrupa arasındaki İpek yolu ticaretinde de müslüman tüccarlar büyük rol oynamışlardır. …

Göçebe Moğollar’ın kültür hocalığı görevini üstlenen Orta Asyalı Türk ve müslümanlar, Yüan Hanedanı döneminde bütün kültür alanlarında kendilerini gösterdiler. Kubilay büyük bir gayretle müslüman sanatkâr, doktor ve bürokratları kendi hizmetine aldı. Yüan sarayı İslâm tıp ve mimarisine de itibar etmiştir. … Ta-tu şehrinin inşa projesinde de müslüman sanatkârlardan faydalanıldığı bilinmektedir. Bu dönemde müslüman şairler Çince şiir yazıp şarkılar bestelediler; .. Yüan sarayı Arapça ve Farsça eserlerle de ilgilenmiştir. 1289 yılında müslümanların konuştuğu dili öğrenmek için İslâm Yazısı Enstitüsü kuruldu ve memurlar tayin edilerek yerli mütercimler yetiştirildi. Yüan devrinde müslümanlar Çin bilim ve teknolojisine de büyük katkılarda bulunmuş­lardır. … 1271’de Çin’de müslüman ilim adamlarının yardım ve teşvikiyle Kubilay tarafından İslâm astronomisini öğreten bir okul kuruldu.

Yüan devrinde dikkate değer bir husus da müslümanların ülkenin bütün bölgelerine yerleşmiş olmalarıdır. Kansu, Suchou ve Yen-an, İslâmî cemaat oluşturulan ayrı birer bölge haline geldiler. Buralara yerleşen veya seyahat eden müslümanlar genellikle tüccar, idareci, esnaf, sanatkâr ve mimarlardan oluşuyordu. 1274 yılında Kansu’da bir cami inşa edildi. Bazı Çin ve İran kaynaklarına göre başlarında “dânişmend” adı verilen dinî liderlerin bulunduğu bu bölgelerdeki müslüman toplumlar İslâmî geleneklerini muhafaza edebiliyor ve ibadetlerini serbestçe yapabiliyorlardı. Bu dönemde Sze-chuan eyaleti de müslüman tüccarlar ve sanatkârların oturdukları bir yer olmuştu. Yünnan eyaleti ise 1270’li yıllarda Yüan hükümetince tayin edilen Seyyid Ecel Şemseddin (o. 1279] adlı bir müslüman vali tarafından yönetiliyordu.

Ming hanedanı zamanında (1368–1644) önceki Yüan hanedanının meydana getirdiği uygun zemin üzerinde Çin’in müslümanlarla olan münasebetleri daha çok gelişti. XVI, yüzyılın başlarında Ali Ekber-i Hıtâî tarafından yazılan Hıtâînâme adlı Çin seyahatnamesine göre, Ming hanedanının kurucuları arasında çok sayıda müslümanın bulunması ve imparator T’ai-tsu’nun onlardan büyük destek görmesi idarede önemli rol oynamalarını sağlamış ve o dönemde İslâmiyet’e yönelik teşvik edici bir politika takip edilmiştir. Çin kaynaklarına göre İmparator T’ai-tsu 1368’de Nanking’de Chin-Çhiao-shih adlı bir cami yaptırmıştır. … Aynı hanedanın üçüncü imparatoru Ch’eng-tsu da (1403–1424) müslümanları korumak için özel bir ferman çıkarmıştır. …

Karanlık Devir (1644 sonrası). Müslümanlar ile Çinliler arasında siyasî mahiyette ilk ciddi çarpışma, Ming hanedanının yıkılmasından sonra yerine geçen Mançular’ın Çh’ing hanedanı devrinde (1644–1911) olmuştur. Mançular, ana vatanları Mançurya ile Doğu Moğolistan’ın emniyetini temin maksadıyla Moğolistan ve Türkistan’ı da kendilerine bağlamak yoluna gittiler. Ch’ing hükümeti 1755 yılında Doğu Türkistan bölgesine bir ordu göndererek ülkeyi birkaç bölgeye ayırdı. Bir kısmını doğrudan ilhak ederken bir kısmına da Çinli askerler yerleştirip bölgeyi bunların idaresine teslim etti. Buna karşılık müslüman Türkler de Mançular’a karşı sık sık isyan ettiler. … Kansu ve Türkistan’da 1820 -1828, Yünnan eyaletinde 18SS–1873, Kansu, Shensi ve Türkistan’da 1862–1877 ve tekrar Kansu’da 1895 yıllarında vuku bulan müslüman isyanlarını özellikle kaydetmek gerekir. Bu isyanlar Ch’ing rejimi tarafından büyük bir şiddetle bastırılmış ve çok sayıda müslüman katledilerek ülkedeki sayıları büyük ölçüde azaltılmıştır.

Cumhuriyet döneminin (1912–1948) iç savaş ve huzursuzluklarından sonra 1949’da kurulan komünist yönetimin İslâm’a karşı tutumu, mutedil pragmatistlerin iktidarda bulunduğu zamanda nisbeten müsamahalı, radikal ideologların iş başında bulunduğu zamanda ise nisbeten baskılı olmuştur. Genelde parti politikasının dışarıdan müsamahalı göründüğü, fakat içeride İslâmî muhtariyet ve faaliyet sahalarında gittikçe bir daralma ve taciz etme şeklinde olduğu bilinmektedir.

Osmanlı Çin Münasebetleri. İslâm birliği (panislâmizm) siyaseti çerçevesinde Sultan II. Abdülhamid Çin’e zaman zaman heyetler ve temsilciler göndererek oradaki müslümanları Osmanlı hilâfetine bağlamaya çalışmıştır. Abdülhamid’in bu husustaki ilk icraatı, Çin’de vuku bulan Boxer isyanını (1898–1901) bastırmak için Avrupa devletlerinin Çin’e cephe aldıkları sırada Abdülhamid’in, Osmanlı padişahının halife olarak tanınması için propaganda yapmak ve dünya devletleri üzerinde iyi bir etki oluşturmak düşüncesiyle yaveri Mirliva Enver Paşa’yı Çin’e göndermesi olmuştur; ancak bu teşebbüs istenilen hedefe ulaşamamıştır. Daha sonra Abdülhamid, 1902’de din adamı Muhammed Ali’yi ve 1905’te ise Osmanlı devlet memuru Süleyman Şükrü’yü gizlice Çin’e yolladı. Muhammed Ali oradaki müslümanların lideri Abdurrahman Wang Kuan ile görüşerek Çin müslümanlarının halifeye bağlanması amacıyla birtakım teşebbüslerde bulunmuştur. 1906’da ise Abdurrahman Wang Kuan İstanbul’u ziyaret etmiş ve Abdülhamid’den Çin’e ulemâ göndermesini rica etmiştir. Bunun üzerine Pekin’e gönderilen Serezli Ali Rızâ Efendi ve Bursalı Hafız Hasan Efendi, 1907–1908 yıllarında burada tesis ettikleri Osmanlı Mektebi’nde (Dârü’l-ulûmi’l-Hamîdiyye) 100’ü aşkın müslüman talebeyi okutmuşlardır. Abdülhamid’in bu teşebbüsleri siyasî olmamakla beraber bazı tesirler bırakmış ve ismi cuma hutbelerinde okunmuştur. O dönemde İslâm birliği çerçevesinde Çin ile İslâm ülkeleri arasında başlayan mü