DİLLER, TANIMLARI ve DOĞUŞLARI HAKKINDA
Tanımlar
* Dil, insan topluluklarına özgü, kendine göre kuralları olan, sürekli gelişen ve değişen, insanlar arasında iletişime yarayan, seslerden meydana gelmiş iletişim aracıdır. Kardeş dillerimiz Arapçada ‘lisân’, Farsçada ‘zebân’ kelimeleriyle karşılanır.
* Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir. (Prof. Dr. Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, Boğaziçi Yay., İstanbul 1981, s.4)
* Dil, birbirleriyle yakın iki farklı tarifte kullanılır. Tek olarak dil, genel ve somut bir olgudur. a) İnsanlar arasındaki anlaşmayı sağlayan bir araçtır; kelimelerden oluşur ve insanların en etkili iletişim şekli olan sözlü iletişimi sağlar. b) Dil, anlamları olan kelime hazinesine sahiptir ve dilin, kelimelerin birbirleriyle ilişki kurmasını sağlayan bir dil bilgisi yapısı vardır. Dil, duygu, düşüncelerin ve isteklerin aktarılmasına yarar.
Mutlak anlamda dil, düşüncenin ve dünya görüşünün iletişim aracıdır. Nesneler ve durumlar, dille anlaşılır. İnsan, dünyada hayvan gibi yaşamaz; ondan en büyük farkı da budur, insan kardeşleriyle dil aracılığıyla anlaşır.
Dil, kuşaklar arasında bir bağdır ve bu, sözlü kültürün taşıyıcısıdır. Onun içindir ki, dil ve kültür birbirini sürekli etkiler. Bu da doğal bir süreklilik ve tabii olma durumunu doğurur.
LİSÂN: Hâricetu-l-kelâm ma’nâsına. Sinirli yaprak dedikleri ota ki baga yaprağı dirler; lisânu-l-haml* lisânu-l-kelb dirler ve kıış dili didiklerine lisânu-l-‘asâfîr dirler ve mersin yaprağına benzer küçerek daqîq; lisânu-l-feres dahi dirler. (Muslihuddin Mustafa, Ahter-i Kebîr, h. 952 / m. 1545 (1) ) [Harici kelam manası vardır. Sinirli yaprak dedikleri ota ki baga yaprağı da lisan derler; yüklenme, gebe olma ve köpek dili de derler ve kıış dili dediklerine serçe dili derler ve mersin yaprağına benzer küçük yapraklara derler; at lisanı da derler. (* Haml; ‘gebelik; ana rahmindeki çocuk; yük; ağırlık; yüklü olma hâli; yüklenme’ manalarına gelir. Tarafımızdan sadeleştirilmiştir.)
* LİSAN: “(Tatma hassası; konuşma manasında dil; konuşma, kelam; konuşma uzvu. (Bkz. Mahmut Çanga, İlavelerle Kur’an-ı Kerim Lugati Mu’cemü-l-müfehres, Timaş yay., 6. baskı, İstanbul 2016, s.462)”
* LİSAN: (Bir organ (dil) ve onun kuvvesi; (Her kavmin ayrı bir dili, lisanı vardır; diller farklı farklıdır) Bkz. Ragıb El-Isfahani [1], Müfredat-Kur’an Kavramları Sözlüğü, Pınar yay., çev. Yusuf Türker, 5. baskı, İstanbul 2018, s.1313)”
* DİL: Ağzın içindeki organ; anahtar; yazı kaleminin ucu; hayvanların boynuna asılan çanın içindeki sallanan parça; kadın cinsel organında bulunan klitoris; denize uzanan toprak ucu; şeklen dile benzeyen şeyler; konuşma kabiliyeti; Osmanlı Türkçesinde: harbde sorguya çekilmek için yakalanan düşman; Osmanlı Türkçesinde: yürek, gönül (Bkz. Prof. Dr. Andreas Tietze (3), Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati, Tüba yay., c. 2, Ankara 2016, s.413)
*******
Dilin İlmi Tanımı
Dil, bir kavram ile o sesin zihindeki karşılığının birbirine bağlanmasındır. Bu bağlanma, doğal ve zorunlu değildir. Bununla birlikte, kavram-ses bağı, aynı toplumun bireyleri için zorunludur, yoksa toplumda anlaşma sağlanamaz. İnsan dilini bütün hayvan dillerinden ayıran iki temel özellik bulunmaktadır. Öncelikle insan dili, hayvan dilleri gibi kalıtım yoluyla elde edilmez, aksine insan dili toplumsal çevre içinde öğrenim yoluyla elde edilir. Kuşaktan kuşağa farklı koşullar içinde gerçekleşen bu öğrenme sürecinde, dil de değişikliğe uğrar. İnsan dilinin çeşitliliğine karşın hayvan dillerinin değişmezliği, bu iki dil arasındaki farktır. İkinci olarak, insan dilinin öğelerinin parçalara ayrılabilmesi mümkündür. Bu küçük parçaların değişik biçimlerde birleştirilmesiyle yeni dil öğeleri, yeni anlamlar, yeni kelimeler türetilir. Hayvan dillerinde böyle bir bölünme ve eklemlenme özelliği söz konusu değildir. Kısaca söylemek gerekirse, dil toplumsal yaşamın hem ifadesi, hem de varlık koşulu durumundadır; hem sonuçtur, hem de nedendir.
*******
DİLLERİN DOĞUŞU, TÜREYİŞ, YAYILIŞ VE ETKİLEŞİMİ
Dillerin nasıl oluştuğunu kesin olarak bilinememektedir. Bilinemeyen zamanların öncesine kadar dayanan insan hayatına bakıldığında, insanların bu işi nasıl geliştirdiklerine dair bir kanıt bulunamamıştır. Bu kanıt boşluğunda birçok teori ortaya atılmıştır.
1. Yansıma Teorisi: İlk insanlar, çevrelerindeki sesleri taklit ederek ilkel dilleri oluşturmuşlardır. Modern bütün dillerde doğal ses yansımalarına karşılık gelen kelimeler bulunmaktadır. Bu da yansıma teorisini desteklemektedir. Türkçede ‘vızıltı, mırıltı, fısıltı, gürültü, çatırtı, patırtı, havlama, horlama’ gibi kelimeler yansıma kelimelerdir. Buna rağmen somut olmayan, ses olgusuna sahip olmayan kelimelerin oluşumunu bu teori ile açıklamak zordur.
2. Ünlemler Teorisi: İlk insanlar; korkularını, acılarını, sevinçlerini, ruh hâllerini dışa vuran sesler oluşturmuşlar ve böylece dil oluşmuştur.
3. Birlikte İş Teorisi: İlk insanlar, işleri birlikte yapmaya başlamışlar ve birlikte tempo oluşturmuşlardır.
*******
DİLLERİN DOĞUŞU
1. İslam’a göre dillerin doğuşu, ayetlerde açıklanmıştır:
“Âdeme bütün isimleri öğretmişdi. Sonra onları (onların delâlet etdikleri âlemleri, eşyayi) meleklere gösterip “Doğrucular iseniz (her şeyin iç yüzünü biliyorsanız) bunları adlarıyle bana haber verin” demişti. (Bakara suresi, 31. ayet; Hasan Basri Çantay Meali)
“Allah teala, kendinin bildiği ve meleklerin bilmediği hikmetler, gerekçeler sebebiyle Âdem’i yarattığını haber verince bu üstü kapalı ve doğrulanması inanca dayalı olan açıklama melekleri ikna için yeterli idi. Fakat Yüce Allah bilginin ve imanın yalnızca kendisine güvenilen kimselerin haber ve bilgi vermesi yoluyla elde edilmesini (taklid) yeterli bulmadığı, meleklerinin şahsında insanları gözlem, deney ve düşünceye yönlendirmeyi murat ettiği için bir deneme düzenledi. Âdem’e bütün isimleri, yani maddî ve mânevî varlıkların, kavramların isimleriyle bunların özelliklerini veya isim verme, dil icat etme kabiliyetini öğretti; sonra her şeyin aslı gayb âleminde, ilâhî planda mevcut olduğu için bunları meleklerine gösterdi. Meleklerden, Âdem’in müspet vasıflarının ve kabiliyetlerinin fazlasıyla kendilerinde mevcut bulunduğu kanaatlerinde haklı ve isabetli iseler bunların isimlerini bilip söylemelerini istedi. Melekler bu deneme sonucunda kendilerine verilen bilme ve bilgi üretme kabiliyetinin Âdem’e verilenden farklı olduğunu ve bu sebeple halife olmaya onun ehil bulunduğunu anlayıp itiraf ettiler; Allah Teâlâ’nın ilim ve hikmetini, eserini görerek (ayne-l-yakîn, yani gözlem ve tecrübe yoluyla elde edilen ve açıkça doğru olan bilgi) daha üst dereceden tasdik ettiler. (bkz. Kur’an Yolu Tefsiri, hazırlayanlar: Prof. Dr. Hayreddin Karaman-Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı-Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez-Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Ankara 2006, c.1, s. 104-105)
Bediüzzaman hazretleri, bu ayet hakkında şöyle açıklama yapmıştır: [“Şahs-ı Âdem’e (Âdem aleyhisselama ), ta‘lîm-i esmâ (isimlerin öğretilmesi) ünvânıyla nev‘-i benî Âdem’e (Âdemoğullarına) ilhâm olunan bütün ulûm ve fünûnun (ilimlerin ve fenlerin) ta‘lîmini (öğretimimi) ifade eder. (Zülfikaar, 25. Söz]”
“Allah Âdem’e, yaratılışa ve değerlerine uygun, varlıklara verdiği isimleri, isimlendirilen varlıkları, varlıklar hakkındaki bilgileri, varlıklarla bilgilerin irtibatını; harfleri, kelimeleri, lafızları, mânaları, cümleleri, lehçeleri; davranışları, ferdin ve toplumun ihtiyaçlarını, uyum kurallarını, gerek duyacağı bütün bilgileri öğretti. Sonra da onları meleklerin önüne koydu.
“Yeryüzünde Âdem’e ihtiyaç olmadığı iddiasında haklı iseniz, bana bunların isimlerini, varlıklar hakkındaki bilgileri, varlıklarla bilgilerin irtibatını; harfleri, kelimeleri, lafızları, mânaları, cümleleri, lehçeleri; davranışları, ferdin ve toplumun ihtiyaçlarını, uyum kurallarını, tek tek ortaya koyun” buyurdu (5).
“Meleklerin, Orada fesat çıkaracak kimseler mi yaratacaksın (Bakara suresi, 31. ayet) diyerek, isyan ettiklerini ileri sürenler meleklerin bunu sormakta hata ettiklerini anlayınca, “Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok” diyerek, hatalarından dönüp tevbekâr olduklarını ve özür dilediklerini söylemişlerdir.
İlimler Allah tealanın mahlûkudur: “Âlimlerimiz, Hak tealanın buyruğunu, bilgilerin Allah’ın mahluku olduğuna delil getirmişlerdir. … Biz diyoruz ki ilmin meydana gelmesinde müessir olan, bizzat delilin kendisi değil aksine delili değerlendirmektir. Onu değerlendirmek ise kulun fiilidir. Bu nedenle ilmin meydana gelmesi Allah’ın öğretmesi ile olmaz. Bir de bu Cenâb-ı Hakk’ın “Bizim, senin bize öğrettiğinden başka hiçbir ilmimiz yoktur (Bakara suresi, 31. ayet) ile tezat teşkil eder.
Falcılıkla Gayb Bilinemez: “Müslümanlar, bu ayeti, Allah’ın öğretmesi dışında, gaybı bilmeye imkân olmadığına ve gayba yıldızlar ilmi (astroloji), kehanet ve müneccimlik ile ulaşmanın mümkün olamayacağına delil getirmişlerdir. Bunun bir benzeri de Cenab-ı Allah’ın “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır. Onları ancak Allah bilir (Enam suresi, 59. ayet) ile, “O (Allah) bütün gaybı bilendir. Gaybına kimseyi muttali kılmaz. Ancak beğenip seçtiği bir peygamber müstesna. (Cin suresi, 26-27.) ayetleridir. … Yine şöyle de denebilir: Melekler gaybı bilmekten aciz olunca, bizler haydi haydi bilemeyiz.
Alîm Vasfının Mânâsı: Alîm, ilim hususunda tam bir mübalağa ifade eden sıfatlardandır. Tam bir mübalağa ise ancak bütün bilinecek şeyleri çepeçevre kuşatma esnasında mümkün olur. Böyle olan ise sadece Cenab-ı Allah’tır; mutlak âlim, şüphesiz sadece O’dur.
Hâkîm Vasfının Manası: Hakîm, iki türlü kullanılır: a) Âlim manasına gelir, buna göre de Allah’ın zatî sıfatlarından olur. Bu manada, “Allah teala, ezelde hakîmdi deriz. b) Bu, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir şeyi yapmış olan manasınadır. Hakîm, Cenab-ı Allah’ın fiili sıfatlarındandır. Dolayısıyla bu manada biz, “O, ezelde hakîm idi” diyemeyiz. Bu açıklamaya göre melekler sanki şöyle demişlerdir: “Sen her şeyi bilensin, Hazret-i Âdem’e öğretmen de mümkündür ve sen bu işinde hakîmsin, isabetlisin.”
Allah teala hazretlerinin, Âdem aleyhisselamı, halife yapmaktaki hikmeti (gayesi); onun zürriyetinden itaat edenler olup onlar hakkındaki cömertliğinin gerçekleşmesi (Allah’ın iyiliğinin meydana gelmesi), ayrıca asiler olup onlar hakkında da, ilahi adaletin meydana gelmesi ve bilinmeyecek nice şeylerdir. Nitekim Mevla teala: ‘‘Şüphesiz sizin bilemeyeceğiniz şeyleri ben bilirim” buyurarak kendisinin takdirinden ve gaybî ilminin sırlarından (kimsenin bilemeyeceği ilminin gizliliklerinden) hayret edilmemesi gerektiğine, işaret etmektedir. Zira yaratılanların hiçbiri, Yüce Yaratıcının gizli ilimlerinden, kendisi bildirmedikçe, haberdar olamaz.
Allah teala, sonsuz ilmi ve nihayetsiz hikmetiyle başkasına danışmaktan ihtiyaçsız ise de, meleklerle istişare etmesi, kullarına her işlerinde danışmalarını, öğretmek içindir. Âlimler dedi ki: ‘En akıllı kişi bile diğer akıl sahiplerine danışmaktan ihtiyaçsız olamaz; en iyi koşan hayvan bile kamçısız duramaz; en takvalı kadın da kocasız yapamaz (Rûhu-l-Beyân tefsiri’nden)
Falcılıkla Gayb Bilinemez: Bu ayet, Allah’ın öğretmesi dışında, gaybı bilmeye imkân olmadığına ve gayba yıldızlar ilmi (astroloji), kehanet ve müneccimlik ile ulaşmanın mümkün olamayacağına delil getirmişlerdir.
Alîm Vasfının Mânâsı: Alîm, ilim hususunda tam bir mübalağa ifade eden sıfatlardandır. Tam bir mübalağa ise ancak bütün bilinecek şeyleri çepeçevre kuşatma esnasında mümkün olur. Böyle olan ise sadece Cenab-ı Allah’tır, mutlak âlim şüphesiz, sadece O’dur.
Bir haberde: “Kişi iki küçük uzvuyla değerlendirilir: Kalbi ve lisanı. Kişi konuşursa lisanıyla konuşur, dövüşmek istediğinde de kalbiyle dövüşür.” Nitekim bir şair “Gencin lisanı onun bir yansı, kalbi de diğer yarısıdır; geriye ise, sadece bir et yığını ve kan kalır” demiştir.
Bazıları, ilmin kaynağının üç olduğunu söylemiştir: Tefekkür eden kalb, ifade eden dil ve tasvir eden bir beyan, ifade gücü…
3. Doğuştancı Görüş: İlahiyatçı görüşe yaklaşmakla beraber, hareket noktası, dini değil biyolojiktir. İnsanda doğuştan var olan dil kabiliyeti zamanla taklit, jest ve mimiklerle ortaya çıkmıştır.
3. Deneyimci Görüş: İnsan, çevresindeki ses ve hareketlerin tesirinde kalarak onlara benzer ses ve hareketleri tecrübe ederek dil (konuşma) kabiliyetlerini kazanmıştır.
4. Anropolojik Görüş: 25 milyon yıl önce Doğu Afrika’da yaşayan maymunsan denilen, maymun ve insan özellikleri taşıyan yaratıklar varmış. … Şiddetli rüzgârların ağaç dallarını birbirine sürtmesiyle meydana gelen yangınlar, insanlarca görülmüş ve bunları birbirlerine işaretle anlatmışlar ve yavaş yavaş diller doğmuştur. [Son üç görüş, kısaltılarak Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nden (Dergâh Yay., İstanbul 1997, s. 292-295) alınmıştır.]
Dilin Kökeni Üzerine Yapılmış İki Deney
İlk konuşma isteği, dil oluşumu nasıl meydana gelmiştir… Nasıl bu kadar çeşitlenmiş ve belli kurallarla ölümsüzleşmiştir… Tarih boyunca, dilin oluşumu üzerine kafa yoran birçok âlim ve yöneticiler farklı araştırma yöntemleri denemişlerdir
Bu tür bir çalışmalara dair en eski kayıt, tarihin babası olarak anılan Herodot’un notlarında görülür. Herodot’a göre, Mısırlı Firavun 1. Psammetikos, ahlaki olarak hiç de uygun olmayan bu deneye yeltenerek, iki çocuğu doğumlarından itibaren ana babalarından ayrılarak hiç konuşulmadan büyütülmelerine çalışmıştır. “Bir çobana, rastgele iki tane yeni doğmuş çocuk verdi, bunlar ağıla konacak ve şöyle büyütülecekti; çoban, belli saatte keçileri alıp yanlarına götürecek, süt içirip iyice doyuracak, sonra da kendi işlerine bakacaktı. Psammetikos’un böyle yapmasının nedeni, çocukların viyaklamalar çağını aştıktan sonra ağızlarından çıkacak ilk sözü yakalamaktı; gerçekten de öyle oldu. Üzerinden iki yıl geçince, bir gün çoban, kapıyı açıp içeri girdi, önünde diz üstü oturan iki çocuk, ellerini uzatarak, ‘Bekos’ diye bağırdılar. Çoban bu sözü ilk duyduğunda, bir şey demedi, ama daha sonra da her gelişinde aynı sözü işitince, efendisine haber verdi ve isteği üzerine çocukları kendi görsün diye aldı ona götürdü. Psammetikos kendi kulağı ile de duyduktan sonra, herhangi bir şeye bekos adını vermiş olan insanların kimler olduklarını aramaya koyuldu; araya taraya Phrygia’lıların (Frikyalılar) ekmeğe bekos dediklerini öğrendi. Böylece ve bu ipucuna tutunarak Mısırlılar Phrygia’lıların kendilerinden daha eski olduklarını itiraf ettiler. Deney yanılgıları yüze vurur. Psammetikos için hem büyük yanılgının hem de yalanın çöküşü uzun ama sonuç alıcı bu deney sonucunda ortaya çıkmıştır (4).”
Bir diğer deneyim de Roma İmparatoru 2. Frederick tarafından 13. yüzyılda yapılmış. İnsan etkileşimi olmadan, büyüyen çocukların hangi dili konuşacağı, onlarca çok önemli bir konuymuş. İki ayrı odada tutulan bebeklerin ana babalarıyla görüşmesini yasaklayan 2. Frederick, ne yazık ki aradığı cevabı bulamamış. Bebeklerin iletişimsiz ve yalnız bırakıldıkları için ölmeleri de, tarihte kara bir leke olarak kalmış. İmparatorun söz konusu deneyle Tanrı tarafından Âdem ve Havva’ya hangi dilin aktarılacağını keşfetmeye çalıştığı iddia ediliyor. (Bu konuda, kaynak bulunamamıştır.)
*******
DİLLERİN ÖZELLİKLERİ
1. Dolayımsallık: Dil hem bir malzeme, hem de bir araçtır. İhtiyaç, duygu, düşünce bildirirken kullandığımız dil; kelime hazinesi, söz dizimi gibi ögelerle kendi malzemesini sunar.
2. Toplumsallık: Dillerin varoluşu toplumlarla mümkündür; diğer bir deyişle dil, toplumsallığın, birlikte yaşayışın bir sonucudur.
3. Bireysellik: Dilleri geliştiren, zenginleştiren, bu dili konuşan insanlardır ve dili kullanma tarzları bireylerde farklılık gösterebilir.
4. Göstergesellik: Ses boyutu ve içerik boyutu olarak ikiye ayrılabilir; ses boyutu gösteren, içerik boyutuysa gösterilendir.
5. İletişimsellik: Diller, iletişim ihtiyacını gidermek için önemlidir.
6. Amaçlılık: Diller, çeşitli ihtiyaçların bildirilmesi için önemlidir.
7. Süreçsellik: Diller süreç içerisinde zenginleşebilir veya yok olabilir; dilin canlılığı, bu süreçle doğrudan ilgilidir.
8. Birikimlilik: Diller birikimlidir; yüzyıllar öncesinde kullanılan söz dizimleri, kurallar üzerine yenileri eklenerek zenginleşir.
*******
Dillerin belirleyici özellikleri
Bir dildeki, konuşma dili ve yazı dili o dil sisteminin çeşitlenişleridir. Her şeyden önce konuşma dilimiz, yazı dilinin morfolojik ve söz dizimi kurallarına dayanır. (Morfoloji, dil biliminde, kelimelerin yapılarını, çekimlerini ve birleşim özelliklerini inceleyen dilbilim dalıdır.) Kuralların bazılarının dil bilgisi ve sözdizimi açısından yerine getirilmesi göze çarpmaktadır. Özne, yüklem ve nesne gibi belirli standartlaşmış kelime sıralamalarına uyulur. Ama konuşma dili başka koşullar altında meydana geldiği için bir dizi kendine özgü özellik durumları söz konusu olmaktadır. Bu özellik durumları doğal dil edinimi ile öğrenilir ve konuşma süreci esnasında bilinçli olarak algılanamaz. Bu özellikler, özellikle dilsel durumun algılanmasına bağlıdır. Ses bilimiyle anlama, ayrıntı ve duyguların ifadesinin kendilerine özgü olabilirliklerini sunmaktadır.
Konuşma dili, kalıcılığı olmayan bir araçtır. Bundan dolayı konuşmacı tarafında kısıtlı bir öngörü kapasitesi ve devam eden iletişimdeki katkıyı sağlamlaştırma zorunluluğu doğmaktadır. Bu durum ara vermeksizin konuşma hakkı kaybedilmeden gerçekleştirilir. Ayrıca anlama ve anlaşılır olma konusunda başka talepler olacaktır. Bu talepler zaman baskısı olmaksızın kaleme alınmış ve keyfi olarak sık sık okunabilen yazılı metinler olabilir. Kendiliğinden oluşan bir dil karşılıklı iletişime dayalıdır. Dinleyici, konuşmacının katkılarının gerçekleşmesine geri bildirimler aracılığıyla sanki konuşmacının kendisiymiş gibi katılır, mesela bu geri bildirimler “hımm” gibi ünlemler veya mimikler olabilir. Konuşmacının yaşı, sosyal statüsü, cinsiyeti, lehçe bölgesi, tutumu ve davranışı gibi durumlarda iletişim için “Konuşma durumu” büyük oranda etkilidir. Buradaki “konuşma durumu” hangi bağlamda kim ile konuşulduğunu ifade eder. Birçok sözlü açıklama, sözlü olmayan eylemler ve ortak tecrübeler üzerine uyarılar aracılığıyla arttırılabilir.
Algısal Çerçeve ve Düzeltim Olgusu
Konuşmacı, sadece kısıtlı bir öngörü kapasitesine sahiptir. Zamansal çerçeve yaklaşık olarak 3 saniye içerisinde harekete geçebilir. Konuşma esnasında yardımcı olan ve zamansal olarak ardı ardına gelen bilgiler, eşzamanlı olarak algılanabilir. Bu zaman çerçevesinde nadiren bir cümle “nokta ve virgül” ile ayrılır. Bu durumdan, az da olsa güzel konuşma sanatı olan retorik bakımından eğitimli ve büyük bir ifade gücüne sahip bazı insanları, ayrı tutmak gerekir. Genellikle konuşmacının görüşlerinin başlangıcında kesin bir söz dizimi yapısı mevcut değildir. Bu yüzden çoğunlukla, önceden başlatılan dillerin yarıda bırakılması için bir zorunluluk ortaya çıkar. Düşünceler yeniden bir başlangıç için yeniden yapılandırılır veya var olan yapılar “konuşma sırasında düşüncelerin kademe kademe üretilmesinin doğruluğu konuşulabilsin diye bir başka yapıya dönüştürülür.
Sözlü bir ifade yazı dilinin aksine düzeltmeler aracılıyla bile geri alınamayabilir ama dil üretiminin yolu yeniden izlenebilir. Sık sık artık bilgiler söz konusu olduğundan düzeltmeler de önemli bir amacı yerine getirir. Bu amaçlar, anlamlılık oluşturma, açıklama ve niteliklerin belirtilmesi, içerik olarak zayıflama veya uzak kalmadır. Kendiliğinden düzeltme, yani onarım anlayış güvencesine ve nadiren de görünüm güvencesine hizmet eder. İletişim arkadaşınız tarafından, bir dinleyici sinyali aracılığıyla, şüpheli bir bakış veya baş sallama gibi sözlü olmayan etkenlerle ve basit şekilde bazı sinyallerin gerçekleşmemesiyle düzensizlikler ortaya çıkabilir. Telefon etmede bilinen bir olay dinleyicinin sinyallerinin “hımm”, “evet” gibi kelimelerle ahize sinyallerinin bastırılmasıdır. Bu, kısa bir süre meydana gelir.
Dilin İletişim Unsuru Olarak Sınıflandırması
İletişim teorisine göre her iletişim, içerik yönünün ve ilişki yönünün bir birimini ifade eder. Bir anlayış zamanla dil bilimine de kapılarını kapatmamalıdır. Konuşma metinleri yazılmadan önce sıkıntı verici olarak bilinen ve düzenli olarak yok edildikten sonra iletişimsel unsur olarak ifade edilen özel sınıflandırma işaretleri mevcuttu. Sesleri temsil eden “ah”, “oh”, ‘yani’ ve ‘değil mi’ gibi sözlük bilimi bakımından, dinleyici ve konuşmacı işaretleri sözlü iletişimde bir ifadenin daha küçük birimlere bölünmesini mümkün olmasını sağlar. Ayrıca bu işaretler, konuşmacı ve dinleyici arasındaki ilişkiyi konuşmanın kabulü bakımından ve konuşma hakkının güvenliğinin düzenlenmesini belirler.
Bilginin aktarımı sırasında, konuşma hakkı güvenceye alınabilsin diye ifadenin gereksiz kısmı başta bulunmalı. Daha uzun bir dikkat gerektiren hikâye, öykü gibi türlerde ‘fıkra belirtileri’ diye adlandırılan şu giriş cümleleri kullanılır: “Dün bana ne olduğunu biliyor musun?”, “Olanları duydun mu?” vs. Burada konuşmacı, dinleyicisinin eğilimini hesaba kattığını ve sözü dinleyicisine bırakmak için geniş bir zaman verdiğini gösteriyor. Bazen yanlış bir işaret ile rahatsız edici bir iletişimin temeli oluşur. Arkadaş çevresinde cümlesine “Dikkat et…” şeklinde başlayan bir kişi, başkaları tarafından yanlış anlaşılabilir. “Dikkatli olunuz!” boş sözü belki bir tehdit veya belki de bir nasihat olarak hissedilebilir.
Beyinde Dil Sürecinde Devreye Giren Kısımlar:
İnsanlar tarafından konuşulan bir dil veya tarihi ve art zamanı bulunan bir dil olan işaret dili, dilbilimde, doğal dil olarak tanımlanır. Dil biliminde ‘doğal bir dilin’ karakteristik özelliği, dilsel bir konuşma sistemi yeterliliği ve dilsel ifadeleri benimsemek olarak tanımlanır. Bu ifadeler tam bir cümleden oluşmalıdır ve tek bir cümleden birçok anlam çıkarılmalıdır. Bunun yanı sıra “doğal dilleri anlama” ve “karşılıklı ses verme” arasında fark vardır. Her bir sözcüğün ve tonların anlaşılması sınırlıdır.
Dilin ve dil kullanımının bütün yönleriyle ve tek tek somut diller ile uğraşan bilim dalı, dil bilimidir. Bunun yanı sıra, genel dil bilimi insana özgü dilleri bir sistem olarak araştırır, ayrıca dilin genel ilkelerini, kurallarını ve koşullarını araştırır. Uygulamalı dil bilimi, dilin somut kullanımı bağlamında ortaya çıkan konuları ele alır. Tarihi dil bilimi, dillerin tarihi gelişimini ve genetik akrabalıklarını araştırır, bunu genel anlamda dil değişimi gibi tek tek dillerin öğelerinin tarihini göz önünde bulundurarak yapar. Karşılaştırmalı dil bilimi, diller arasındaki farklılıkları ve ortak özellikleri araştırarak elde eder ve bunları belirli kriterlere göre sınıflandırır. Ayrıca dil önermelerini yani bütün dillerde veya birçok dilde ortak olan özellikleri araştırarak ortaya çıkarmaya çalışır.
*******
Dillerin Sınıflandırılması
Doğal Diller
Doğal diller, özellikle yapısal ve kelimeyle ilgili anlaşılmazlıklar ve belirsizlikler bakımından doğal olmayan dillerden farklıdır. Bu doğal olmayan dillere programlama dilleri örnek gösterilebilir. Böyle bir tanımlamaya göre Esperanto gibi yapay diller doğal olmayan dil olarak sınıflandırılır, çünkü bunun gibi dillerin bağımsız tarihi bir gelişimi söz konusu değildir. Doğal diller de yapay diller de jest, mimik ve iletişimdeki ton değişimleri için ses melodisi gibi aksan ve şiveleri kullanır.
Dil biliminin içinde, dilin özel yönleriyle uğraşan çok sayıda büyük ve küçük alanlar vardır. Bunlar; dil ve düşünce, dil ve gerçeklik veya dil ve kültür arasındaki ilişki ile sözlü ve yazılı dillerdir. İnsanlığın ana dili üzerine varsayımlar özellikle kurgusaldır, söylentiye dayanır; bu paleografi (Eski el yazılarını inceleyen bilim dalı) dil bilimi alanın araştırma konusudur. Dilin kullanımı, kural değeri taşıyan bakış açıları altında sözlüklerde (imla kılavuzlarında, yazı biçimi sözlüklerinde) ve dil bilgisi kullanımlarında tanımlanır.
Belirli dil bilimsel alanların yanı sıra, dilin etkisini, yaratıcı gelişimini ve anlamını yoğun olarak özellikle açıklayan bilimsel alanlar vardır. Bu alanlara; söz sanatlarını inceleme bilgisi (retorik), edebiyat bilimi, hem felsefenin hem de dil biliminin alt alanı olarak dil felsefesi ve etnoloji dâhildir.
Biçimsel Diller
Doğal dillerin aksine şeklî diller mantık ve kitle öğreniminin araçlarıyla tanımlanabilir (temel ifadelerin sayılabilir çokluğu, düzyazı kuralları, biçim olarak güzel ifadeler). Biçimsel mantığın tanımlama ilkeleri de doğal dilleri kullanır. Tamamıyla bir yeniden oluşturma elbette mümkün değildir. Çünkü mantık da doğal dillerden türemiştir. Sonuç olarak doğal dillerdeki her şeyi kararlaştırmak zorundayız.
Tek Tek Diller
Dil, özel anlamda Almanca, Japonca veya Svahili dili (asıl adıyla Kiswahili, Doğu Afrika’da kullanılan bir dildir) gibi belirli tek tek dilleri belirtir. İnsanlığın sözlü dilleri, dil aileleri içerisindeki genetik akrabalıklarına göre sınıflandırılır; bu sınıflandırma dil kodlamaları aracılığıyla her ayrı dile göre uluslararası alanda ISO 639’a göre yapılır (ISO: Uluslararası Standart Organizasyonu 639 standartlarına göre) 2005 yılında yayımlanan “National Geographic” dergisine göre Dünyada 6912 dil aktif olarak kullanılmaktadır. Fakat günümüzde var olan aşağı yukarı 6500 dilin neredeyse yarısından fazlası yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır, çünkü bu diller artık ya hiç konuşulmuyor ya da artık yeni nesillere aktarılmıyorlar. Bu durum muhtemelen, günümüzde halen var olan dillerin büyük bir kısmının önümüzdeki 100 yıl içerisinde yok olmasına sebep olacaktır. Toplum, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan dillerle ilgilenmeyi ve insanlığın mirası kabul edilen bâzı dilleri belgelendirmeyi destekliyor.
Dil yaşayan bir canlıdır. Dil doğar, zaman içerisinde değişir ve tekrar yok olur gider, ama bu yok oluş biyolojik anlamda değildir, aksine gelecek kuşaklara aktarılma anlamında bir yok oluştur; burada canlı olma, işlevlerin çeşitliliği için mevcuttur. Günlük hayatta artık kullanılmayan yani ölü diller olarak kabul edilen diller kendi yerlerini alan dillerde izlerini bırakırlar; mesela Romen dillerinde (İtalyanca, Fransızca, Rumence vs.) ve diğer başka dillerde de çoğunlukla dilsel ifadelerin alınması yoluyla Latincenin izleri görülür.
Diller, kökenlerine göre etnik diller ve yapay diller diye sınıflandırılırlar. Bir etnik dil veya halk dili, mesela bir kök dil, Peru ve Bolivya arasındaki Titikaka (Titicaca) gölü kıyısındaki “Aymara” olabilir. Mesela bir yapay dil ise Martin Luther tarafından yapılan İncil tercümesi zamanındaki Almancadır, çünkü ondan önce çok sayıda, tamamen farklı Almanca kök diller vardı ve bu kök diller de kelime hazinesinde birçok farklılıklar gösteriyordu. En çok tanınan, kendine özgü ve çok yaygın bir yapay dil örneği, Esperantodur ama Esperanto Dünya dili olarak kabul edilmeye henüz çok uzaktır.
Konuşulan Diller
Konuşulan diller, var olan bir dilin sözlü ifadelerinin bütünüdür. Konuşulan dillerin yazılı dillerden farklı olarak görsel ve el ile oluşturulmuş işaret dili ve konuşma dışı iletişim gösterilebilir. Konuşulan diller insanlığın dilinin ilk ve temel biçimidir. Bazı kültürlerde yazı dili geçmişte yoktu ve hâlâ da yok.
Konuşulan diller kendiliğinden ve özgür biçimde ifade edilen konuşmalardır. Bu konuşmalar düzenlenmemiş ve gözlemlenmemiş iletişim durumlarıdır ve bu konuşmalar iki veya daha fazla konuşmacı arasında gerçekleştirilir. Bu durum yazılı olarak önceden ifade edilen konuşmalarda hariç tutulur. Konuşulan dillerin özel oluşum durumları, kısıtlı normalleştirmesinin yanı sıra konuşmanın duruma bağlılığına, etkileşimliliğine ve az da olsa işleme zamanına aittir. Konuşulan dillerin özelliklerine elips oluşturma da dâhildir. Bu söz dizimsel olarak tamamlanmamış cümleler anlamına gelmektedir. Ayrıca ünlemlerin kullanımını ve dinleyici ve konuşmacı işareti gibi sınıflandırma işareti olarak adlandırılan farklı düzeltilmiş olguları da ifade eder.
Yapay Dil
Diğer birçok dilin aksine yapay diller kaynağı belli olan dillerdir. Yapay diller, o dili oluşturan kişi ya da komisyonun adı bilinir olan dillerdir. Yapay dillerin dil bilgisi yapıları tarihin akışı içerisinde insanların günlük kabulleri ya da yönelimleriyle belirlenmiş ve tamamen insan eliyle yapılandırılmış olan dillerdir. Örnekler: Esperanto, Elfçe, Kiril Türkçesi, İdo dili vb.
Halk Dili
Halk dili, bir halkın her yerde konuştuğu dile verilen isimdir. Halk dili, eski bir dil biçimi veya dinde, bilimde veya sahnede kullanılan bir yabancı dildir. Bu durum birçok kültür çevresinde eskiden de böyleydi, bugün de böyledir.
Halk Dili Terminolojisi: Halk dili kısmen ülke diline ve ana dile anlamca yakın kullanılır. Halk dili kavramı öncelikle şu şekilde ortaya çıkmıştır: Yöresel dil yabancı bir dile karşı oluşur veya halk dili ‘daha düşük bir dil seviyesi’ bağlamında yüksek dil seviyesinden ayrılış olarak görülür. Halk dili özellikle dinin ve bilimin dili olarak görülür.
Halk Dillerinin Rolü: Orta ve Batı Avrupa’da ayrı ayrı halk dilleri yüzyıllar boyunca dini ayinlerin ve edebiyatın dili olan Latince karşısında ortaya çıkmıştır. Kral Şarlman, zamanında Almanca, inançların arabuluculuğu için halk dili olarak büyük anlam kazandı. Ayrıca Martin Luther’in İncil tercümesi de bu amaca hizmet etmişti, çünkü bu İncil tercümesi de konuşma dilinden basit bir aktarım değildi. “Halk dillerine yönelmede”, Yeni Çağ’ın başlarında bütün Avrupa’da gözlemlenen bir eğilim söz konusudur.
Halk Dilinin Diğer Safhaları: Helenizm çağında Yunan dili Koini’nin yanı sıra, başka birçok halk dili ortaya çıkmıştır. Hindistan’da halk dilleri, kutsal Sanskritçeden oldukça uzaklaşmıştır. Arapça yazı dili, sadece camilerde, yazışmada ve uluslararası alanlarda kullanılır. Arap yazışma dili, Arap halk dillerinin farklı türlerinden belirgin bir biçimde ayrılmaktadır. Eski Doğu’ya ait Hıristiyanlar günümüzde hâlâ dini ayinler için İsa tarafından konuşulan Süryanice (Aramice ya da Aramca) dilini kullanmaktadırlar.
Avrupa’nın kültür ve yazışma dilleri, sömürgecilik sonrası Afrika’da, yöresel halk dillerinin yanı sıra ve hatta bu halk dillerinin üzerinde, resmi dil olarak büyük ölçüde kullanılmaktadır. İngilizce, Fransızca, Portekizce gibi.
Yazı Dili
Yazı dili, resmî olarak tespit edilmemiş bir işaretler sistemini belirtir. Ancak yazı dili özel kurallara uyar ve yazı dilinin bir yazı sistemi mevcuttur. Yazı dili metinlerde kendini gösterir. Yazı dilinde en başta daima kelime, düşünce ve kesinlikle ulaşılabilir bir fikir yer alır. Oysa yazı dilinde fiziksel durumda; yazı araştırmalarının belgeleri, evrakları vs hizmete sunulur.
Konuşma Dili
Günlük dil veya genel dil olarak da adlandırılan konuşma dili, günlük toplumsal ilişkilerde kullanılan standart dil değildir. Konuşma dili bir lehçe olabilir veya konuşma dili standart dil olan yüksek dil ile lehçe arasındaki bir ara durum olarak kabul edilebilir. Özellikle de konuşmacının eğitim durumu, sosyal çevresi gibi sosyolojik ve dini gerçeklikler konuşma dilini etkilemektedir. Konuşma dilsel ifade biçimleri bazen eşanlamlı (sinonim) olarak “halk dilsel” olarak da tanımlanmaktadır. Buradaki halk dilsel ifadesi genel anlamda halk dilini karşılamaktadır.
Türkiye çerçevesinden bakıldığında, konuşma dili olarak işlev gören standart bir yüksek dil bulunmamaktadır. Türkiye göz önüne alındığında yazı diline en yakın konuşma, İstanbul Türkçesi olduğu için en duru konuşma dili olarak İstanbul Türkçesi kabul edilmektedir.
Konuşma dili, yüksek dil olarak tanımlanabilen İstanbul Türkçesinden, kamusal konuşmadan, tiyatro oyunundan, şiirden farklıdır. Fakat aynı zamanda da popüler olarak görülen yüksek konuşma dilinin bir ara katmanıdır. Bu popüler yüksek konuşma diline günümüzdeki deneme yazıları, gazete makaleleri, radyo ve televizyon dilleri veya televizyon Türkçesi örnek olarak gösterilebilir.
Konuşmacının kendisi bunu normalde konuşma dili olarak adlandırmaz. Örnek olarak eğer uzman olmayan kişiler teknik dil, tıp dili gibi özel ifadeler ile uzmanlık dillerini doğru kullanamazlarsa bu durum geçerli olmaktadır. Konuşma dili ile uzmanlık dilleri arasındaki tutarsızlıklar tekdüze değildirler. Bunlar daha çok duruma ve bağlama göre değişkenlik gösterir. Belirli meslek guruplarına ait kişilerle uzman olmayan kişiler arasındaki farklı değerler yüzünden kesin ve net olarak tanımlanmış farklılıklar bulunmaktadır.
Yüksek Dil ve Konuşma Dili
Bir yüksek dilin eğitim, gelişme ve bakım süreci yaşayan konuşma dilinin sürekli bir gözlemine dayanmaktadır. Bu gözlem kültürel kurumlar sayesinde günümüzde birçok ülkede bulunmaktadır. Bu kurumlar bu görevi kendileri üstlenmişlerdir veya devlet tarafından görevlendirilmişlerdir. Ulusal tarihe göre modern ülkelerde yazı dili ve konuşma dili çok farklı biçimde gelişmişlerdir.
Buna göre konuşma dilinin öneminin değerlendirilmesi de farklılık göstermektedir ve yüksek dilin tasarlanması için var olan ilgili kurumların etkisi de aynı durumdadır.
Konuşma Dili ve Günümüzdeki Dil Değişimi: Yüksek orandaki değişim hareketliliği, yabancıların diğer ülkelere seyahatleri, kitle iletişimi, elektronik bilgi işlem ve bunlar gibi diğer etmenler günümüzde günlük dilin gelişimini hızlandırmaktadır. Diğer taraftan da televizyonun yerleşik etkileri ve esnek olan lehçe sınırlarının etkileri günlük dilin gelişimini yavaşlatmaktadır. Bir dilin şeklî tanımlamaları nasıl olsa konuşma diline dayanmaktadır.
Konuşma Dilinin Etkileri: Özellikle gençlerin dili ve diğer sosyal çevre dilleri yeni neslin konuşma dilini her zaman etkilemektedir. Asıl önemli olan askeri dil, hapishane dili, öğrenci dili, dağcı dili, avcı dili, uzmanlık alanı dili, bölgesel dil, konuşma dili, lehçe ve şiveler gibi özel guruplarda sınırlandırılmış olmasıdır. Günümüzdeki hareketlilik ve kitle iletişim araçları şivelerin ve lehçelerin sayısını sürekli olarak azaltmaktadır. Aynı zamanda konuşma dilsel unsurların bölgesel karakteri de ortadan kaybolmaktadır.
Yazı Dili ve Konuşma Dili Arasındaki İlişki: Yazı dili ile konuşma dili arasındaki farklı ilişkiler üç değişik durumda kendini gösterir ve bu üç farklı durumda da yazı dilinin konuşma diline olan bağımlılığı tartışılır. Bağımlılık teorisine dayanan bu yaklaşım, yazı dilini ikincil dil olarak yani konuşma diline bağlı olarak tanımlar. Bu noktada, yazı dili sadece konuşma dilinin kayıtlarına hizmet eder. Yazı dili kendi ifade biçiminde daima hayalidir, çünkü yazı dili başka bir iletişim aracına hizmet eder. Asıl olarak yazı dili konuşma biçiminde bulunur.
Özerk teoriye özgü olan bu yaklaşım, yazı dilini ikincil görev olmaktan kurtardığını ve konuşma diliyle eşit kabul ettiğini ifade eder.
İşaret Dili
Özellikle dilsiz ve ağır biçimde duyma kaybı olan kimselerin iletişimde kullandıkları kendine özgü, görsel olarak algılanan doğal dil sistemi, işaret dili olarak tanımlanmaktadır. İşaret dili sağır ve dilsizlerce ‘haptik (hareket ve dokunma)’ el temasıyla algılayarak kullanılıyorsa, buna ‘taktil (işaret dili) denir.
İşaret dili, mimik ve ağzın görünüşüyle mesela sessiz konuşulan kelimelerle ya da hecelerle bağlantılı olarak ve daha çok vücudun şekliyle oluşan bağlamda her şeyden önce ellerle oluşturulan toplam işaretlerden (el kol hareketleri) meydana gelir.
İşaret yazısı, 1985’ten beri gözlemlenen yazıların yerine yazılmıştır ve 1997’den bu yana işaret yazısı, resmi olarak yukarıdan aşağıya doğru bölümler halinde yazılmaktadır. 1980’li yıllardan beri, işaret yazısına ilişkin çeşit çeşit kılavuzlar ve sözlükler mevcuttur, hatta el yazısı ve kabartma yazısı da geliştirilmiştir.
Ağız Hareketi
Ağız hareketleri işitme engellilerin ve ağır işitenlerin eğitimi alanlarında söz konusudur. Ağız hareketleri konuşma dilindeki kelime üretiminde yüzün alt kısmının ve dudakların gerçekleştirdiği görsel olarak algılanabilen davranışlardır. İnsanların kelime üretimi sırasında konuşma araçlarının yanı sıra ağzın dış alanının ve dudakların da her kelimede belirli bir biçimde görevi söz konusudur. Bu durum küçük kişisel farklılıklarla da olsa birçok insanda daha az veya daha çok benzerlik göstermektedir.
Ağız hareketlerinin gerçekleştirilmesi ve durumu öncelikle işitme engellilerin ve ağır işitenlerin eğitimi alanlarında belirli bir dereceye kadar sistematik bir biçimde bilinçlidir. Bu durum anlaşılabilir şekilde canlandırılabilmektedir. Bu alanda dudak okumanın tipik ağız durumlarının ve ağız hareketinin sonuçlarının uygulamalı olarak gösterilmesiyle alıştırma yapılmakta ve dudak okuma eğitilmektedir.
Ağız hareketleri çoğu kez bir sözcüğün bütün şeklini tam olarak yansıtmayabilir, aksine sadece bir kısmını yansıtabilmektedir. Hatta ağız hareketleri özellikle sözcüğün bir kısmını konuşma esnasında tamamıyla kolay anlaşılabilir biçimde ve tipik ağız biçimlerinde yansıtabilmektedir. Özellikle önce gırtlağın konuşma aracı olan veya dilin pozisyonu sayesinde meydana çıkarılan sesler daha az anlaşılabilir olabilir veya hiç okunmayabilir. Bu durumda mesela “baba” ve “mama” kelimelerinde ağzın hareketi aynı görünmektedir.
Bunun yanı sıra bir sesin ağız hareketi kendisinden sonra söylenecek olan veya kendisinden önce söylenen (eş söyleyiş) ses yüzünden değişmektedir. İşitme engelliler için eğitim veren okullarda öğretmenler zor kelimelerin okunmasını kolaylaştırmak için bilinçli olarak ağız hareketini değiştirmektedirler. Bu durum, şu şekilde örneklendirebilir: ‘l’ hecesinin daha iyi fark edilebilmesi için dil kesici dişin iç kısmına değil de görülebilen biçimde kesici dişin alt kenarına dokundurulmaktadır. Bu davranış sesi görsel olarak sembolize etmek için gerçekleştirilmektedir. Ağız hareketleri işaret diline destek olarak da kullanılmaktadır.
*******
Yapısal ve Şeklî diller
Diller, bilişim bilimi (informatik) çerçevesinde de ele alınabilir. Biçimsel diller olarak adlandırılan diller dilin matematiksel modelini ifade eder ve bu diller özellikle teorik bilgisayar bilimi içerisinde kendine yer bulur.
Özellikle de hesaplanabilirlik kuramı ve Compilerbau kullanımında yer alır. Birçok bilgisayar program dilleri, özünde hem teorik düşüncelere hem de nesnel düşüncelere dayanır. Programlama dillerine mesela Fortran, Cobol, Basic örnek verilebilir.
Felsefenin karşılaştırılabilir bir uğraşı da Alman filozof, matematikçi ve mantıkçı Paul Lorenz’in projesi olan Orto isimli bir dil programıdır. Bu dil programında anlamlı ve sistemli bir bilimsel dilin oluşturulması amaçlanıyor ama bu durum “sistemli felsefede büyük oranda tartışmalı” durumda.
*******
Dil Değişimleri
Dil değişimi veya dil dinamizmi, bir dilin değişim veya gelişme sürecini belirtir ve dil değişimi tarihî dil bilimi ile sosyal dilbilimin araştırma alanına girer. Kıyaslama, başka bir dilden alıntı ve dilde seslerin değişimi kuralı, dil değişiminin asıl itici gücü olarak kabul edilir. Yapısalcılık bakış açısında, dil değişimi başlığı altında eşzamanlı bir dil aşamasının unsurunun tarihî, yani artzamanlı ya da eşzamanlı iki dil aşamasının birbirleri arasındaki ilişkileri anlaşılmaktadır.
Diller zamanla değişime uğrarlar veya tamamen yok olurlar. Kelime yazılışlarında, okunuşlarında ya da imlâ kurallarında oluşan yavaş ve küçük yenilikler birikerek ve büyüyerek bu değişimleri oluşturur. Bir dili konuşan ya da kullanan insanlar yeterince uzun bir süre fiziksel ya da kültürel olarak ayrı yaşarlarsa dilleri farklılaşmaya başlar. Bir lisanı belirgin farklılıklarla konuşan iki insan, birbirlerini anlayabiliyorlarsa ayrı lehçeleri, birbirlerini anlayamıyorlarsa ayrı dilleri konuşuyor olarak kabul edilirler. Dillerin birbiriyle ilişkili olup olmadıklarını anlamakta kullanılan göstergelerden biri de benzer anlamalar taşıyan, benzer yapılı kelimelerdir. Bu şekilde doğal olarak gelişmiş dillerin dışında, yapay olarak geliştirilmiş diller de vardır. Yapay dillere Esperanto ve Mondlango, örnek verilebilir.
*******
Kalıt Kelime
Kalıt kelime, bir dilin önceki evrelerinde var olan bir kelimeden türeyen bir kelime için kullanılan tanımdır. Köken bilimi, bir dilin kelime hazinesinin zamansal gelişimini ve kökenini aydınlatmaya çalışır. Kalıt kelimeler, dilin kaynağına dair açıklayıcı bilgiler verirler. Kalıt kelimeler paralel bir dilden alınan alıntı kelimelerden ayırt edilmelidir.
Somut bir örnekle açıklamak gerekirse, çağdaş Alman dili; Ortaçağ Almancası, eski yüksek Almanca gibi yazılı olarak da aktarılmış birçok ortaçağ dilinin kökenine kadar inme olanağı sunar. Mesela kökeni o zamanki dillerde olan çağdaş kelimeler kalıt kelimeler olarak karşımıza çıkar. Biraz daha geriye bakıldığında; Alman dilinin, doğrudan kullanılmayan Hint-Avrupa dilinden ortaya çıktığı ve Alman dilinin bu Hint-Avrupa dilinden birçok kalıt kelime aldığı görülür. Alman dilindeki kalıt kelimelere örnekler: Sonne (Güneş), Vater (Baba), Nase (Burun) ve geçmiş zamanlarında kökteki ünlüsü değişmiş tüm kelimelerdir.
******
Dil Yozlaşması
Dil yozlaşması kavramı, dil eleştirisinden ortaya çıkmıştır ve bu dil yozlaşması zaman içerisinde korunmaya değer görülen köken özelliklerinin değişmesi yoluyla dillerin kaybolması korkusu olarak adlandırılır. Bu duruma örnek olarak; dil bilgisindeki, temel kelime hazinesindeki, genel anlaşılırlıktaki veya ifade gücündeki çeşitlilik verilebilir. Dil kayması olarak dil yozlaşması en kötü durumda dil ölümüne yol açabilir.
Dil Yozlaşmasının Sebepleri: Dil yozlaşmasının nedenleri şunlar olabilir: Bir dil, muhtemelen o dile hâkim anadil kullanıcıları tarafından kullanılmaz. Bunun yerine dil, o dile daha az hâkim kimselerce konuşulur ve böylelikle dile gereken önem verilmez, dilin toplam gelişimini, mesela dilin günlük kullanımını yansıtan bir ölçü de budur. Diğer taraftan bir dil, diğer dillerin etkisi altında kalarak yozlaşabilir. Bu durumda dil, asıl köklerini kaybeder ve dilin kökeni kendi içindeki etkilerle olduğu kadar diğer dilden gelen etkilerle karışık bir köke dönüşür.
Başlıca bir neden de medyanın her zaman eleştirilen etkisidir, her şeyden önce televizyon ve radyoların etkileridir. Yan cümlelerdeki bağlaçların sözde yanlış kullanımı, kaba, ahlaksızca kullanılan jargonlar, gereksiz yere İngilizce kelimeler kullanmak gibi, dil bilgisi yanlışlıkları sunucuların konuşmalarını etkisi altına alır ve böylelikle dinleyicilerin dil kullanımı da değişir. Diğer taraftan da bazı dil eleştirmenleri dil yozlaşmasını “küreselleşme sürecinin ve kültürel çeşitliliğin bir parçası” olarak kabul etmektedir.
“Dil yozlaşması” kavramı bugünkü dil bilimine göre çoğunlukla kabul görmez, çünkü bu kavramın bilimsel olmayan birçok ön şarttan yola çıktığı açıktır:
Dili özenli kullananların bakış açısına göre ilgili dil öylesine yüksek bir kaliteye ulaşmıştır ki her değişiklik kaçınılmaz bir şekilde dilde kötüleşmeye sebep olmuştur. Fakat bununla beraber dilin tarihiliği şüpheli görülür olmuştur. Tüm diller değişir, hem de sürekli olarak, çünkü dil, konuşan toplumlarca sürekli değişen ortama uydurulmaktadır.
Yabancı etki sadece dilsel alanda etkisini göstermez, bunun yanı sıra yabancı etkisi kültür ve toplum gerçekliğiyle sıkı sıkıya bağlı olduğu ve bunlarla iç içe geçmiş olduğu için “dil yozlaşması” konusu genellikle kültür ve toplum eleştirisiyle aynıdır.
Bununla birlikte, dil eleştirmenlerinin ortaya çıkan genel hoşnutsuzluğu reddedici, yani yeni gelişmelere karşı çıkmada ve herhangi bir ilk standardın savunulmasında hedef olarak ortaya çıkmaktadır. Oldukça zor olan dile özen gösterme cesareti, diğer dilleri aralıksız kendisine çeken her dönemde önceden kestirilemeyen, yeni biçimli olanaklar, en iyi kavramların ve düşüncelerin yaratıcı bir şekilde türetilmesini, hatta “yabancı kelimelerin” iyi anlamda kullanılmasını zora sokmuştur.
*******
Dil Ölümü
Bir dili anadil olarak konuşan hiç kimse kalmadığı zaman dil ölümü söz konusu olmaktadır. Bu andan itibaren bir dilin içinde zamanla oluşan normal gelişimler ve değişiklikler ölü dilde görülmez; ölü dil değişmez ve hareketsiz, durağan olur.
Bir dilin ölü dil olarak görülmesi, bu dili anlayacak konumda kimsenin olmadığı anlamına gelmez. Ölü bir dil iyi bir şekilde belgelenebilir, yabancı dil olarak öğretilebilir ve hatta olası belli durumlarda sözlü ya da yazılı olarak kullanılabilir. Mesela Latince, anadil olarak kimse konuşmadığı için, ölü bir dildir; yine de yabancı dil olarak öğrendikleri için Latince anlayan bir sürü kimse vardır. Belli ses bilimsel kısıtlamalarla ölü bir dili yeniden canlandırmak mümkündür; mesela İbranicenin yok olmasından 2000 yıl sonra İsrail’in resmî dili olan İvrit (Çağdaş İbranice) gibi.
Bilim insanları Dünya genelinde yaşayan 6000 dilin, bu yüzyılda yaklaşık yüzde 90’ının yok olacağını kabul etmektedir. Son 30 yılda sadece Kuzey Amerika’da 51 dil yok olmuştur.
Dil Ölümünün sebepleri: Bir dil çocuklar tarafından anadil olarak öğrenilmiyorsa yok olma tehdidi altındadır. Diller, dil kayması yoluyla ölü dillere dönüşür. Bir dildeki yavaş değişimler bir veya birçok yeni dilin doğmasını ve köken dilin ölü dillere dönüşmesini sağlar.
Bu noktada dil ölümünün iki biçimi birbirinden ayırt edilmelidir: Birincisi, kendi içinde oluşan dil biçimleri varlığını sürdürürken konuşulan bir dilin yok olmasıdır. Romen dilleri içinde varlığını sürdüren Latince buna örnek gösterilebilir. İkincisi de kendi içinde oluşan dil biçimlerinin de varlıklarını sürdürmediği, konuşulan bir dilin yok olmasıdır. Mesela “Kıpti” dilidir.
Bir dil 50 yaşın üzerinde, 25 ve 50 yaşları arasındaki yaş grubunda yarı konuşuculara sahipse, fakat 25 yaşın altındaki yaş grubunda bu dili konuşan hiç kimse yoksa o zaman bu dil, ebeveynlerden çocuklara aktarımın mümkün olmayacağı için yarı ölü sayılır. Üst yaşlardan binlerce, hatta yüz binlerce konuşanı olsa dahi dilin yok olması ancak tüm güçlerin seferberliğiyle ve bu çabanın genel desteğiyle engellenebilir. Birçok durumda doğal bir dil ölümünün ne ölçüde gerçekleşeceğini belirlemek zordur. Dil ölümünde politik önlemlerin kesin sonuç veren rol oynadığı diller Havai dili ve yarı ölü Bretonca’dır (Bretonca, Hint-Avrupa dil ailesinin Kelt koluna ait dildir. Fransa’nin Breton bölgesi’nin resmî dilidir).
Dillerin ortadan kaybolmasının geniş kapsamlı sonuçları olabilir: Her bir dil konuşanı, özel yaşamında ve toplumsal hayatındaki birçok durumda kendini kendi dillerinde yeterli düzeyde ifade edemez. Bununla birlikte her bir dil konuşanı, kültürel ve tarihi kimliğinin bir parçasını kaybeder. Dünyayla ilgili kavramların ve görüşün bir dilde özel var olan tasarıları yok olabilir. Her dil kendine özgü bir “ses varlığı” ve bununla birlikte kaybolup gidebilecek bir kültürel miras değeri taşır.
Özel bir dil için dil politikası ya da diller politikası (mesela bir devletteki birçok dil için) yardımıyla dillerin canlı kalmasına çalışılmaktadır. Bu tür önlemlerin başarısı mevcut dil konuşanı sayısının fazlalığına, politik etkilerine, finansal olanaklarına ve dil ölümünün evresine bağlıdır.
*******
Dil ve düşünce
Düşüncenin İletişim Aracı Olarak Dil: Özellikle teknik teoriler başta olmak üzere birçok iletişim aracı teorisi dili iletişim aracı olarak ifade etmez, aksine dili iletişimsel bir araç olarak ele alır. Bu durum şu anlama gelmektedir; dil gerçek iletişim araçları için tarafsız bir mümkün olma durumudur. Dil, böyle görüşlerin sadece uygun davranışlara hizmet eder veya dil, tasarılar ve kavramlar gibi zihinsel varlıkların iletimine yardımcı olur. Bu tasarı ve kavram gibi zihinsel durumlar dilden bağımsız düşünülemez. İşte bu yüzden temsil aracı olarak ele alınır.
Düşünsel süreç ancak iletişimsellik aracılığıyla mümkün olabilir. Bu durum, insanların düşünce tarzının ancak içinde bulundukları çevredeki göstergelerin harekete geçeceği, süreç aracılığıyla mümkün kılınabileceği anlamına gelmektedir. Bu göstergeler, hem Dünya bilincini hem de benlik bilincini oluşturan göstergelerdir. Burada dil, sınırları belirleyen bir rol üstlenir. Ayrıca dilin iletişim aracı olarak tanımlanması insanların bilincini araçsal boyutta (medial) etkilemiştir. Bu yüzden yeni iletişim araçlarının insanlar üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğu konusunda fikir yürütmek daima dile bağlı olmalıdır. Yeni iletişim araçlarının etkinliği ve etkileme gücü dilsel iletişim araçlarının yapısal olarak oluşturuluşuna bağlı olmalıdır.
*******
Dil ve politik güç
İktidarlar dili politik amaçları için kullanırlar. “Siyaseten doğruluk” ifadelerinin talebi, mesela cinsiyetçi bir dil kullanan veya cinsiyetçi düşüncelere eğilim gösterenlere zaman zaman temel oluşturur. Dil iyileştirmeleri sayesinde, gerçekten bir bilinç değişikliği gerçekleşmekte mi yoksa bunun güncel politik amaçlara ulaşmak için mi olduğu halen tartışmalıdır. Dil iyileştirmeleri büyük olasılıkla genel bilinç değişimi sürecinde belirleyici ve pekiştirici bir etkiye sahip olabilir. Diğer taraftan da dilin, belirli iktidar yapılarını yıldırmak ve eline geçirmek için kullanıldığı da unutulmamalı. Bu duruma mobbing (psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek), ajanlık ve küçük düşürme örnek gösterilebilir.
Halkın dil ve düşünce üzerindeki etkisi aracılığıyla bunu uygulamaya dönük çabaya, 1949 yılında yayımlanan Georg Orwell’in 1984 romanı edebiyattan bilinen bir örnektir (6).
*******
Dil ve hayvanlar
Hayvan dili: İnsanların bebeklik dönemlerinin ilk yaşlarında gırtlağı (larinks veya larenks) derinleşir. Sadece çok az hayvanda bu durum benzer olabilir ve daha sonra sesler insanlarda olduğu gibi oluşur. Bazı durumlarda da insanların dilsel ifadelerini de taklit edebilirler; mesela papağan, fok, yunus gibi.
Hayvanlar belirlenmiş bir işaret sistemini bilirler. Bu duruma, arı dili veya hatta dans dili olarak da adlandırılan sallanarak dans eder gibi uçan arıların işaret sistemi örnek gösterilebilir. O halde; düşünülen, gerçekten içgüdüsel olarak düzenlenmiş işaret davranışının gerektiği takdirde insan diline ne derece benzerlik oluşturup oluşturmadığı sorgulanmalıdır. Kuşların, yunusların veya primatların (memeliler sınıfından maymun ve benzeri hayvanları içerir) insan fonetiğine benzer bir dili veya tamamen aynı bir dili bilip bilmediği ve hatta bu dilin yardımıyla karşılıklı haberleşip haberleşmedikleri tartışılmaktadır. Burada görünüşe göre sadece gönderen ve alıcı arasındaki düzenlenmiş ve tek taraflı işaret yolu söz konusudur. Bu duruma örnek olarak, hayvan sahiplerinin hayvanın terbiyesi sırasında köpeklerden yararlanması gösterilebilir. (Bu bölümde Wikipedia’dan da faydalanılmıştır
*********
Dil ve Ulus
Her ulusun ayrı bir dili vardır. Bu dil, o kavmi meydana getiren unsurlardandır. Sosyologlar, ulusları tanımlarken, dil birliğini temel unsur olarak saymışlardır. Bu yüzden, her dilin ayrı bir dünya görüşü vardır. Bir kavmin ruh ve yaşama şekli, diliyle manevi bir hal alır. Rusların ruhi tezatları, İngilizlerin soğukkanlılıkları, İsveç ve Norveç’in sakin, Arapların gürültücü ve hareketli oluşları, Türklerin hızlı, sert ve yönetici oluşları dillerinden anlaşılabilmektedir.
Almanca, Fransızca ve İtalyancada eski Yunan-Latin kültürlerinin ve Hristiyanlık inanışının kokusunu; Bulgarca, Çekçe, Sırpçada Slav düşünüşünün izlerini bulmak mümkündür. Bir ulusu anlayabilmek için onun dilini iyi bilmek gereklidir. Milleti kandan çok, ana dili belirtir ve aynı dili konuşanlarda ortak ve milli bilinç belirir. Bu bilinç, ulusların fertleri arasında sıkı bir bağ meydana getirir. Dil parçalanması, ülkede küçük hükümetler doğurabildiği için, devlet ve millet varlığı tehlikeye girebilir. Osmanlı, Balkanlardaki topraklarını 19. asır başlarında ortaya çıkan kavmiyetçilik duygusuyla ana dil etrafında toplanmalarıyla kaybetmiştir. Bu açıdan dile, bir kavmin silahı da denebilir. (s.291)
Dil ve Kültür
Kültürü meydana getiren unsurlar arasında, ilk sırayı dil alır. İnsanlar dille düşünür, bilgi edinir, iletişimde bulunur. Düşünce dilin ruhudur, dile hayat ve şekil verir. Düşünceye bağlanamayan dil, papağanın konuşmasından farksız olur. Dil, düşüncenin anası, evi, aleti ve hatta kendisidir. Lisan düşünceyi bireysellikten çıkarır, toplum malı haline getirir. Ve dil zenginse kültür de ihtişamla parıldar. İslam medeniyeti Arapça, Farsça ve Türkçenin; Avrupa uygarlığı Yunanca-Latincenin eseri olmuştur. Şair, yazar ve sanatkârlar, dili iyi bilen kişilerdir; Yunus Emre, Fuzuli’yi yaşatan tılsımı burada aramak lazımdır.
Diller, tarih içinde her daim evrim geçirir, sürekli değişir, gelişir veya yozlaşırlar. (Bkz. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul 1977, c.2, s. 293)
Haydar Hepsev
Mayıs 2O22
000000000000
Notlar:
(1) Muslihuddin Mustafa (vefatı h.968 / m.1560-61)Ahterî adlı sözlüğü ile tanınmış meşhur ünlü dil âlimi. [bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (madde yazarı: Hulusi Kılıç), İstanbul1989, c.2, s.184-185; https://islamansiklopedisi.org.tr/ahteri ] Afyon Karahisar’da doğduğu için Karahisârî nisbesiyle de anılır; babasının adı Şemseddin’dir. Kütahya’da müderrislik yapmış ve orada vefat etmiştir. Arap dili ve edebiyatından başka siyer ve fıkıh alanlarında da eserleri vardır
(2) Ragıb El-Isfahani, vefatı hicri V/ miladi XI. yüzyılın ilk çeyreği. Müfessir, Arap dil âlimi ve ahlâk felsefecisi. Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (madde yazarları: Ömer Kara-Anar Gafarov), 2007 İstanbul, c.34, s.398-403)
(3) Avusturyalı ünlü Türkolog Prof. Dr. Andreas Tietze, hayatı boyunca Türkiye Türkçesinin tarihi ve etimolojik sözlüğünü hazırlamak için malzeme topladı. Tietze, uzun bir süre İstanbul Üniversitesi’nde de öğretim üyesi olarak görev yapmıştır.
Prof. Tietze’nin ömrünün büyük kısmını verdiği ve metin tarama yöntemiyle 700 yıllık bir döneme ait çok sayıda kitabın incelenmesini içeren titiz bir çalışmanın ürünü olan Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati, 60 bin civarında maddeyi içeriyor. Eser, 14. yüzyıldan başlayarak Eski Anadolu ve Rumeli Türkçesi ve 20. yüzyıl sonuna kadar standart Türkiye Türkçesini kapsıyor, 19. yüzyılda Yunan ve Ermeni harfleriyle yayımlanmış bazı kitapların ve 20. yüzyılda Anadolu’da ve Rumeli’de derlenmiş diyalekt metinlerdeki kelimeler ve argo kelimeleri de içeriyor. Tietze ayrıca Lugat’ta “eski-yeni” ve köken ayrımı yapmaksızın bulduğu Türkiye Türkçesinde kullanılan tüm kelime ve örneklere yer vermiştir.
(4) (Heredotos Tarihi, Remzi Kitabevi, 1. Baskı, Aralık 1973, s.104.
(5) bkz. et-Tefsîru-l-Kebîr, 2/175-208. [Mefâtîhu-l-Gayb (Fahreddin er-Râzî (vefatı h.606, m.1210) hazretlerinin Kur’ân-ı Kerîm tefsiri. I Ayrıca bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (madde yazarı, Lütfullah Cebeci), 2003 Ankara, c.28, s.348-350; https://islamansiklopedisi.org.tr/mefatihul-gayb–razi (Ahmet Tekin mealinden iktibastır.)]”
(6) Gerçek ismi Eric Arthur Blair olan George Orwell,1903’te ve 1950’de ölmüştür. George Orwell, İngiliz edebiyatının 20. yüzyılda yetiştirdiği önemli yazarlardan birisidir. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört isimli romanı ve bu romanda oluşturduğu “Big Brother (Büyük Birader)” kavramı ile ünlüdür. Bu yapıtta hayali bir totaliter yönetim şekli anlatılmaktadır. Bu yönetim biçimi halkın iletişimini ve düşüncesini dar ve kontrolü altındaki bir yola getirmek için “yeni konuşma” adındaki yapay dili kullanır.
#Dil #Lisan #Türkçe #Farsça #Sözlük #Lugat #Tarih