DÜŞÜNMEK, HATIRLAMAK, AKLETMEK
Bilgi sahibi olmak önemlidir…
Derin derin düşünmek, ciddi bir şekilde tefekkür etmek çok önemlidir…
İnsana verilen nimetlerin en önemlilerinden birisi kalbdir. Evet, kalb hayvanlarda da vardır lakin insanın kalbinde yüce manevi kuvvetler vardır. İnsan konuşabilir, mantık yürütebilir, gözlem yapıp kendini geliştirebilir. Hayal gücüyle ince manaları idrak edebilir, sağduyusu vardır. Yani düşünebilmesi için ona nice kabiliyetleri verilmiştir…
Kerim Kitabımızda, çok sayıda ayetle teşvik edilen düşünme eylemi, bir ibadettir. İnsanın kendini değiştirme ve daha iyiye götürmesi için yapması gereken önemli bir eylemdir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de “Bir saat tefekkür, altmış sene ibadetten daha hayırlıdır (1)” buyurmuştur.
Mümin olan kulun düşünüp hatırlaması gereken onun Rabbine verdiği ilk söz, ilk yemindir: “Hani Rabbin Âdemoğullarının döllerinden nesillerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim’ demişti. Onlar da, ‘Evet, şahit olduk ki Rabbimizsin’ demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir. (2)”
Bunun için her şeyden önce, ilim ve irfan sahibi olmak gerekir. On çeşit ilim vardır ve insan bunları gücü yettiğince iyice öğrenmelidir: a) Rahman olan Allah’ı tanımak için hakikat ilmi, b) Dinler için tevhid ilmi, c) Farzları ve vacipleri bilmek için fıkıh ilmi, d) Şeytanları reddetmek için sır ilmi, e) Kardeşlik ilişkilerini düzenlemek için görgü bilgisi, f) Zamanları tayin için yıldız ilmi, g) Savaşçılar için döğüş ilmi, h) Hükümdarlar için yönetim bilgisi, i) Rüya ilmi, k) Delil getirmek için feraset ilmi, l) Bedenler için tıb ilmi. İlim olmadan akletmek, sağlıklı düşünmek, zikretmek elbette ki mümkün değildir.
Arapça’da düşünmeyi ifade eden kelimelerin başında ‘zikir, nazar, tefekkür, tedebbür, teemmül, itibar ve akıl yürütme’ gelmektedir.
‘Zikir’ ve ‘tezekkür’ sözlükte aynı anlamdadır ve ‘hem lisan ile anma hem de kalp ile hatırlama, akıldan geçirme’ demektir.
‘Nazar’ın asıl anlamı ‘gözle bakmak, kalp gözüyle bakmak, düşünmek’ manasında kullanıldığı gibi ‘bir şey hakkında tefekküre dalmak’ anlamına da gelir.
‘Fikr’ kökünden türeyen tefekkür de aynı anlamdadır. Buna göre nazar ve tefekkür ‘bir işin sonucu hakkında düşünmek’ demektir.
‘Tedebbür’ ise ‘bir işin sonucunu başından hesap etmek” anlamındadır. Aynı kökten gelen ‘tedbir’ tedebbürün sonucu olarak ‘bir işin neticelerini ve sonunu düşünmektir.’
Teemmül ‘durup düşünmek, araştırmak, ibret almak ve gerçeğe ulaşmak için evren ve olaylar üzerinde inceden inceye düşünmek, tefekkürü zihinde iyice yoğunlaştırarak bunu devam ettirmek’ anlamındadır.
‘İtibar da tedebbürle hemen hemen aynı anlamı ifade eder. ‘Düşünme’ tedebbürde olduğu gibi geleceğe değil de geçmişe yönelikse’ tezekkür’ adını alır ve “hatırlama, anma” anlamına gelir.
‘Akıl’ ile ‘zihin’ arasında fark vardır. ‘Bu adamda, akıl vardır’ ve ‘Bu adam akıllıdır’ denildiği halde ‘zihni vardır’ denmez. ‘Bu adamın zihni açıktır veya kapalıdır’ denildiği halde, ‘Aklı açıktır veya kapalıdır’ denemez. Demek oluyor ki akıl, sıfat kabul etmez. Hâlbuki zihin ‘açık veya kapalı’ gibi bir sıfat almadıkça bir şey ifade etmeyip sıfata göre zekâ sahibi veya kalın kafalı olmaya denilebilir ‘Fikir’ ise ikisinin yerine de kullanılabilir.
Zihin; bir yönüyle insanın hafıza kuvvetidir ve akletmesini, öğrendiklerini ve bunların geçmişle ilişkisini kurmasını sağlayıp düşünce hayatını şekillendiren gücüdür. Deneyimlerle edinilen bilgilerin bir depo hâlinde saklanıp daha sonra gerektiğinde güncel yaşama uygulayarak kullanmasını sağlanmasına yarar. Zihni açılmak, kavrayışı ve anlayışı artmak, daha iyi anlar olmak anlamındadır. Zihni bulanmak, açık ve düzgün bir şekilde düşünemez olmak, düşünceleri arasında bağlantı kalmamak, aklı karışmak manalarına gelir. Zihni durmak ise şaşkınlıktan düşünemez duruma gelmek demektir
‘Akletmek’ manasındaki’ akl’ masdarı ‘teorik ve pratik meseleler üzerinde düşünmek’ anlamında kullanılmaktadır. Buna göre akıllı kişi, tutarlı bir şekilde düşünen ve tutkulara karşı kendisini kontrol edebilen kimsedir. İsim olarak ‘akıl’, ‘kalp’ ile aynı anlama gelir ve insanı, düşünemeyen canlılardan farklı kılan iyiyi, kötüden ayırt etme gücünü ifade eder. Bir şeyi akletmek, onu anlamaktır. Bir kimsenin akleden bir kalbi olduğundan söz edilirse bundan onun anlayışının yerinde olduğu sonucu çıkar. Dil bilginleri akıl ile kalbi, özdeş saymışlar ve kalp kelimesinin geçtiği yerlerde bu kelimeyi akıl olarak anlamakta tereddüt etmemişlerdir
Tefekkür; Allah’ı düşünmek, kulun kendi günahlarını, evreni, varlıkları, yaratıkları, kendini ve Allah’ın yarattığı varlıklardan, evrendeki eşsiz uyum ve mükemmellikteki düzenden ders çıkarmak demektir.
Büyük âlim Seyyid Şerif Cürcânî’nin (3) de akıl konusundaki tarifleri özet olarak şöyledir:
a) Akıl, özünde maddeden soyut, fiilde ise maddeye yakım bir cevherdir ki bu yakınlık herkesin ‘ben’ diye tarif ettiği nefs-i nâtıka (4) yani şahsiyettir. b) Akıl, Allah’ın insan bedeninde yarattığı ruhani bir cevherdir. c) Akıl, hakkı ve bâtılı tanımaya yarayan kalpteki nurdur. d) Akıl, maddeden soyut, bedenle ilişkisi olan bir cevherdir. e) Akıl, nefs-i natıkanın bir kuvvetidir. Gerçek özne nefistir; akıl ise nefse göre bıçağın kesmesi için alet menzilesindedir. f) Akıl, nefis ve zihin birdir. İdrak ettiği için akıl, tasarruf ettiği için nefis, idrake yardımcı olduğu için de zihin denilmiştir. Aklın yeri baş veya kalptir. g) Akıl, kendisiyle eşyanın hakikatinin bilinebildiği bir şeydir. h) Akıl deve yuları (ikâl) kelimesinden alınmıştır ki; akıl sahiplerini doğru yoldan sapmadan korur. Akıl, bilinmeyenleri vasıtalarla, hisleri ise müşahede ile idrak edebilen soyut bir cevherdir. i) Meleke (insanın tekrarlamalar sonucunda edindiği alışkanlık) sahibi akıl ki bu zaruri ilmin temelidir. Nefsin, teorik olan fikirleri kazanabilme yeteneğidir. Cürcânî’nin de yapmış olduğu tariflerden anlaşıldığı üzere akıl tariflerinde çoğunlukla ‘soyut cevher’ tabiri kullanılmaktadır.
Hikmet, fiilde ve fikirde hakka ve doğruya isabet etmek demektir. Bir diğer tarifle zan ve kanaatin ötesinde inancı ifade eden kesin delil demektir. Bunun yanı sıra, şeytanın ve nefsin afetlerini bilmek diye de tanımlanmaktadır [Bkz. Tehânevî, Keşşâfu İstilâhâti-l-Fünûn ve-l-ulûm, ‘Hikmet maddesi’, Beyrut 1996, I, 701 (5)]
Kuran’da akıl kelimesi, fiil olarak 49 yerde, ‘akletmek, aklını kullanmak ve akıl erdirmek’ manasında geçmektedir. Düşünmek kelimesi ise, çok geniş örnekler verilerek 84 yerde geçer. Kerim kitabımıza bakıldığında, inkâr edenlerin aklını kullanmadığı, iman edenlerinse akıl yoluyla düşünerek gerçeğe ulaşmaları ya da ulaşmaları gerektiği ayrıntılı olarak işlenmektedir.
Hadislerde geçen akıl kelimesi ‘deveyi veya başka bir şeyi bağlamak’ gibi sözlük anlamları yanında ‘hatırda tutmak, anlamak ve bilmek’ gibi terim anlamlarını da ifade eder. “İlmi elde etmeye yarayan hazır kuvveye, akıl denir; insanın bu kuvveyle elde ettiği ilme de akıl denir.”
***
Filozoflara göreyse akıl, cisim olmayan, mümkün bir mevcuttur; soyut bir cevherdir. Eylemlerinde cismani aletlere ihtiyaç duymayan, diğer bir ifadeyle, hem fiilinde hem de zatında soyut bir cevherdir.
Pek çok düşünce akımlarında ise insan, yerine göre topluma kurban edilirken, yerine göre de toplum insana feda edilmiştir; toplumcu ya da bireyci akımlarda olduğu gibi. Bu şekilde olumsuz sayılabilecek insan felsefelerinin sonucunda Batı, insanın en değerli varlığı olan akıl konusunda sapmıştır. Nitekim Batı aklı, Dekart’la (6) birlikte ‘gayeler’ üzerinde kafa yormayı dışladı. Auguste Comte’un (7) pozitivizminden (8) itibaren de, dünyayı sadece ‘olgular ve kanunlar’ boyutuna indirgedi. Spiritualizm (ruhsalcılıkla (9) beraber de aklı bir ‘hayaller şebekesi’ gibi gördü.
Akıl konusunda, Kur’an ve Sünneti esas alarak tefekkür etmek, son çağın dini esas almayan bilim adamları ve filozofları olan Monod’un (10) ‘zorunluluk’ ve ‘tesadüf’ iddialarından, Sartre’ın (11) ‘boş tutku’ iddiasından ve Camus’nun (12) ‘saçma’ sapıklığından koruyacaktır. Müminler, ortaya çıkan her durum veya olay karşısında, önce akıllarını kullandıktan sonra olumlu veya olumsuz tavır takınmalıdırlar.
Bu akımları tanımak önemlidir, çünkü özellikle günümüzde, İslâm dininin ‘dogmatik (13)’ bir yapılanma olarak gösterme gayretleri oldukça fazlalaşmıştır. Fakat İslâm dinini dogmatiklikle suçlamaya çalışanlar, evet, kendilerini rasyonalizm taraftarı ilan ediyorlardı. Hâlbuki İslam, aklı dışlamaz, dogmatik de değildir. ‘İnanma’ gibi temel bir konuda dahi, Kerim Kitabımız aklını kullanmayanları yerip onları ‘körü körüne inanmakla’ suçlar.
***
Bilgi sahibi olmak önemlidir…
Derin derin düşünmek, ciddi bir şekilde tefekkür etmek çok önemlidir…
İnsana verilen nimetlerin en önemlilerinden birisi kalptir. Evet, kalp hayvanlarda da vardır ama insanın kalbinde manevi kuvvetler vardır. İnsan konuşabilir, mantık yürütebilir, gözlem yapıp kendini geliştirebilir. Hayal gücüyle ince manaları idrak edebilir, sağduyusu vardır. Yani düşünebilmesi için ona nice kabiliyetleri bulunmaktadır.
Haydar Hepsev
Haziran 2022
____________________
Notlar:
(1) Bkz. Suyutî, Câmi’u-s-Sagîr, 365 (nr. 5897); Aclûnî, Keşfü-l-Hafâ, I/310 (nr.1004).
(2) A’raf suresi 172. ayet; Diyanet İşleri meali.
(3) Seyyid Şerif Cürcânî (vefatı h.816 / h.1413): Cürcânî, yaşadığı döneme kendi damgasını vuran ve sonraki yüzyıllarda bir otorite olarak etkisini devam ettiren çok yönlü birkaç âlimden biridir. Başlıca ilgi alanı kelâm, Arap dili ve edebiyatı olmakla beraber felsefe, mantık, astronomi, matematik, mezhepler tarihi, fıkıh, hadis, tefsir, tasavvuf gibi dinî ve aklî ilimlerin hemen hepsi hakkında telif, şerh ve haşiye (kitapların anlaşılması zor olan yerlerini açıklayan) eserler vermiş, bundan dolayı “allâme” unvanını almaya hak kazanmıştır. Kaynaklar onun zeki, derin anlayışlı, güzel ve etkili konuşan ve münazarada mahir bir âlim olduğunda ittifak eder. (Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi (madde yazarı: Sadreddin Gümüş) İstanbul1993, c.8. s.134-136; https://islamansiklopedisi.org.tr/curcani-seyyid-serif )
(4) Nefs-i nâtıka, insanın irade ve gönlüne verilen tavır hâllerinden dolayı kendisine verilen bir sıfattır. Nefs kelimesi bir şeyin ‘kendisi yani öz varlığı’ anlamındadır. Nefs-i natıka bir hakikat olup sıfatlarının değişmesi ve bulunduğu mertebeleri temsil edecek surette nefs, ruh, kalp, akıl, sır, hafi, ahfa isimlerini alır. Nefs-i natıka bir olup sıfatlarının değişmesi ile aldığı isimler değişir.
(5) Muhammed Hâmid et-Tehânevî el-Fârûkî (vefatı h.1158 / m1745’ten sonra) Keşşâfu İstilâhâti-l-Fünûn ve-l-Ulûm adlı ansiklopedik eseriyle tanınan Hintli âlim. Hayatı hakkında eserinin önsözünde yer alan ve kaynaklarda tekrarlanan sınırlı bilgiden başka bilgi bulunmayan müellif, Hindistan’da Delhi şehrinin Tehâne beldesinde doğmuştur. Hz. Ömer (radiyallahu anh) hazretlernin soyundan gelmiştir; Ehl-i sünnettir ve Hanefî mezhebindendir.
(6) René Descartes (1596-1650). Modern felsefenin öncülerinden olan ve kıtasal rasyonalizminin (akılcılığın) temellerini atan filozoftur.
(7) Auguste Comte (1798-1857): Modern sosyolojinin öncüsü olarak tanımlanan Fransız, matematikçi ve filozoftur.
(8) Pozitivizm (olguculuk) Auguste Comte’un başını çektiği, doğru bilginin yalnızca bilimsel bilgi olduğu, doğru bilgiye ise yalnızca ampirizm (deneycilik) ile ulaşılabileceğini ve bu bilginin kendisinin bile deneysel olmadığını savunan felsefi görüştür.
(9) Öte âlemcilik ya da tinselcilik diye Türkçemize çevrilen Spiritüalizm, Latince ‘ruh’ anlamına gelen ‘spiritualis’ten türetilmiş olup ruhçuluk anlamında kullanılmaktadır. Günümüzde dini, mistik ve felsefi alanlarda pek çok ekol ve gruplar kendilerine spiritüalist adını vermekteyse de aralarında ilke, görüş ve kavram bakımından önemli farklar bulunmaktadır. Aralarındaki temel ortak nokta, ruh denilen manevi bir unsurun varlığını kabul etmeleridir. Fakat bunlardan bir kısmı, ruhun orijinal ve kendine özgü olduğunu kabul etmez, bir kısmı ruhun sürekli gelişim içinde olduğuna karşıdır, bir kısmı ise ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğini kabul eder.
Genel olarak iki kısımda ele alınır: Felsefi spiritüalizm: Antik çağdan beri, pek çok filozof ruh denilen bir cevherin varlığını savunmakla birlikte, bunlardan bazıları ruhların kendilerine özgü orijinal cevherler olduklarını kabul etmemişlerdir. Deneysel spiritüalizm: Platon ve Pisagor gibi antik çağ filozofların döneminden 19. yüzyıla kadar, sistemsiz olan ve reenkarnasyonu* kabul eden ruhçuluğun, Fransa’da Allan Kardec tarafından kurulan ilk sistemli biçimidir. (*ruh göçü, ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğine inanan sapık akım.)
(10) Jacques Monod (1910-1976): 1965 Nobel Fizyoloji / Tıp Ödülü’nü kazanan Fransız biyokimyager. Monod, 1970’te Le Hasard et la nécessité (Rastlantı ve Zorunluluk) adıyla yayınlanan uzun denemesinde, hayatın kökeni hakkında bazı fikirler ileri sürdü ve evrim sürecinin olasılıklara dayanan çeşitli imkânların dâhilinde oluştuğunu savundu.
(11) Jean-Paul Sartre (1905-1980): Felsefi içerikli romanlarının yanı sıra, kendine özgü Varoluşçu felsefesiyle tanınmış; bunların yanında varoluşçu Marksizm şekillendirmesi ile 20. Yüzyılı düşünce dünyasını etkileyen Fransız yazar ve düşünürdür.
Türkçemize Varoluşçuluk diye çevrilen egzistansiyalizm, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılda, felsefi düşüncenin salt düşünen özne ile değil eyleyen, duyumsayan, yaşayan bir birey olarak insan öznesi ile başladığı inancını taşıyan felsefi akımdır.
(12) Albert Camus (1913-1960), Varoluşçulukla ilgilenen ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınan Fransız yazar ve filozof. Absürdizm, bir yaratıcı olmadığından, insanlığın evrende bir anlam bulmasına yönelik uğraşlarının boşa bir çaba olduğunu ve eninde sonunda bu anlam uğraşının başarısız olacağını söyleyen felsefi düşünce akımıdır. Bu sapık akım, varoluşçuluk ile bağlantılıdır ve II. Dünya Savaşı sırasında işgal edilen Fransa’da, absürdist (saçma, uyumsuz) görüşler yaygınlık kazanmıştır.
(13) Dogmatizm: A priori, kelime anlamı olarak ‘önsel’ demektir ‘deneyden önce olan’ anlamında kalıplaşmıştır; deneyden sonraki demek olan ‘a posteriori’nin karşıtıdır. Asla değişmeyeceği kabul edilen mutlak değerleri kabul eden, bu bilgilerin mutlak hakikat olduğunu, inceleme, tartışma yahut araştırmaya ihtiyacın olmadığını savunan bir felsefi akımdır. Tanrının varlığı, dini konular, ölüm ve hayatın başlangıcı, evrenin yapısı gibi metafiziksel savlar ‘dogma’ kabul edilir. Bu tür savlara, öğretilere ve inançlara ise dogma veya nas denir. Bilimsel açıdan hiçbir önsel bilgi yoktur; zira bilimsel metot, bu tip bilgileri reddeder.
#Kur’an #Sünnet #akıl #ilim #irfan #hikmet #zikir #nazar #tefekkür #tedebbür #teemmül #zihin #nefsinâtıka #dogmatizm #pozitivizm #spiritüalizm #dogmatizm #absürdizm