İSLAM BİRLİĞİMİZ, ÇAĞIMIZ VE ÖNERİLERİMİZ
1. TANIM, KAPSAM, İÇERİK VE ESASLAR
İslam Birliği (İttihad-ı İslam); en küçüğünden en büyüğüne, en basitinden en karmaşığına, en alt derecesinden en yüksek mertebesine kadar Müslümanların birleşmesi, birbirlerine yardım etmeleri, danışma ve dayanışma içinde olmaları, düşmana karşı yekvücut olmaları demektir. Üç müslümanın bir araya gelmesi de, topyekûn İslam âleminin de (inşallah) bir ve beraber olması da İslam Birliği’dir.
İslam Birliği gönül birliğidir, fikir birliğidir, şekil birliğidir; gönül birliğinin fikir birliğine dönüşmesiyle şekil birliğinin de sağlanması idealidir. Müslüman, bağımsız ve özgür olmadan asla yaşayamaz; bağımsızlığın şartı da birliktir, zilletten kurtulmanın yolu da birlikten geçer. Birlik içinde olmak, birliği korumak, birlik kurmak, birliğe ulaşmak; Kur’an ve Sünnetin emrinde olmanın yanında tarihin, coğrafya ve sosyolojinin yani dünyanın kanunlarına da uymak demektir.
İslam Birliği her şeyden önce yardımlaşma fikir ve aksiyonudur. Elbette birlik; yardımlaşma, paylaşma, danışma, dayanışma ve anlaşma ile gerçekleşir. İnanan insanların sorumlulukları, yükümlülükleri ve problemleri beraberce üstlenmeleri anlamına gelir. Sonuçlara, acı ve sıkıntılara beraberce katlanmaları; elde edilenleri paylaşma temelindedir. Birliğin, iki müslümanın birbirine en küçük yardımından, küçük topluluklardan ırklara, kentlerden devletlere doğru büyüyebilen bir açılımı vardır. Küçükten büyüğe, bireyden topluma, toplumdan devlete, devletlerden devletlere doğru bir dayanışma ve birleşmeyi kapsar.
Bu idealden bahsederken, sadece, dünya üzerindeki bütün müslümanların tek bir devlette birleştirilmesi üzerinde durmak doğru değildir; bu zaten realiteyle de uyuşmaz. İdeallere adım adım ulaşılır. Lakin önündeki en küçük bir engeli bile aşamayanların ufka bakması da anlamlı olmayacaktır. “En büyük gayenin en yakın ve küçük dairede, en küçük amacın ise en büyük ve uzak dairede olduğu” bilinciyle hareket edilmelidir. Tabii ki İslam Birliği büyük bir idealdir; en büyük dairedir; ama bu giderek oluşur ve adım adım kendini tamamlar.
Bu idealin gerçekleştirilmesi elbette ki kolay değildir. Ne kadar doğru, haklı, güçlü ve hatta kutlu olursa olsun eğer inanç, özveri, metanet ve sabır yoksa; bilgi, bilinç ve tefekkür yeterli değilse; güncelin ve realitenin gereklerine dikkat edilmiyorsa; bütün bunlar aksiyona, mücadele ve mücahedeye dönüşmüyorsa hatta mümkün değildir. Biz bilgi ve tefekkür yönünü ele alıyor, ideali hatırlatıyor, tehlikelere karşı uyarıyor, çağımıza uygun yol ve sistemler arıyoruz.
Yönler ve Esaslar
İslam Birliği davası dört yönlüdür: 1. Hedef ve ideal; 2. Bilgi ve tefekkür; 3. Aksiyon ve atılım; 4. Devlet, siyaset ve üst düzey organizasyonlar.
Birlik bir ideal ve hedeftir, Kızıl Elma’dır; lakin Müslümanların en küçük birlikteliğinden en ileri düzeydeki beraberliğine kadar erişimleri içermektedir. Bu, zaten Kur’an ve Sünnetin emridir; Kutlu Önderimizin tatbikatı ve mirasıdır. Aklın gereği; tarih, coğrafya ve sosyolojinin yani bilimin de önerdiği büyük bir gayedir, gittikçe büyüyen amaçlar silsilesidir. Her adımda sonraki büyük adımları, her merhalede sonraki menzilleri düşünme ve onlara erişmeyi gerektirir.
Tefekküre, bilgi ve bilince dayanmayan hiçbir dava muvaffak olamaz. Birlik hedeflerinin gerçekleşebilmesi için tarih, coğrafya, sosyoloji, antropoloji, demografi, etnografi, hukuk, siyasal bilimler, uluslar arası ilişkiler gibi bilimlerin yardımına ihtiyaç vardır. Tefekkür de bilginin ışığı altında sorunların güçlü bir şekilde analizi, bu tahlillerin değerlendirilmesinden sağlam bir biçimde sentezler yani çözümler oluşturmak demektir. Mağlubiyet ya da muzafferiyette, kolay veya zor zamanlarda yolumuzu ancak tefekkür aydınlatabilir. Çıkış yollarını düşüncenin ince ışıkları gösterir, gelişme ve büyümenin zorlu çalışmaları da ancak bilgi ve düşünce ışıklarıyla mümkün kılınabilir. Hatta her adımda, hatta koşarken ve dururken bilim ve tefekkür bizim en önemli yönümüzdür.
Çalışmadan, özveri göstermeden, risk alıp eyleme geçmeden, azim ve sebat sahibi olmadan, yani atılım ve aksiyon olmadan hedeflere ulaşmayı beklemek, ham hayalden başka bir şey değildir. En küçüğünden en büyüğüne kadar herkesin yapacağı iş ve görevler vardır. Mevcut durumun olumsuzluklarına rağmen yapılacak bir şeyler mutlaka vardır. Diğer yandan aksiyon ve atılım demek, illa büyük işler yapmak değildir. Küçük görünen nice işler vardır ki toplana toplana, birike birike, eklene eklene sel halini alır da önüne geleni siler süpürür. Ayrıca bize düşen çalışmak ve gayret etmektir; çalışmalarımızın sonucunu göremeyebiliriz, bu sonuçları biz göremesek de çocuklarımız göreceklerdir, inşallah.
İslam Birliği aksiyonu, aynı zamanda siyasettir, devletin ve uluslar arası siyasetin konusudur. Dünya tarihine ve günümüze baktığımızda, büyük olmayan devletlerin ya giderek yok olduklarını ya da birleşerek büyüyüp dünya tarihine damga vurduklarını görmekteyiz. Roma ve Bizans birleşik büyük devletlerdi, eski Mısır birleşmiş bir devletti. Hitit, Babil ya da Mezopotamya devletleri de birleşmiş devletlerdi; eski İran da öyleydi; eski Yunan, birçok krallığın Delos Birliği adı altında toplanmış halidir. Medine’deki ilk İslam devleti şehir devletinden büyüyen birleşik bir devlete önemli bir örnektir, Emevi ve Abbasi devletleri de birleşmiş devletlerdi. Kutsal Roma-Germen Devleti de öyleydi; Selçuklu ve Osmanlı devletleri büyük İslam birlikleriydi. Yeniçağların süper devletleri Fransa, İngiltere, Rusya ve nihayet ABD de birleşik devletlerdir (ABD kelime olarak Amerika Birleşik Devletleri’dir ve ne kadar da dikkat çekicidir.) Avrupa Birliği de değişik bir birliktir ama bir birliktir; üye ülkeleri siyaseten, madden ve hatta manen büyüten bir birliktir. Günümüzde birliğe duyulan ihtiyaç, çok daha büyüktür. Hele müslümanlar, her zamankinden daha çok birleşmeye muhtaçtırlar.
Devlet adamları da kendi millet ve devletlerini ne kadar güçlü ve büyük hale getirirlerse o kadar büyük olurlar, bilge ve kahraman olurlar. Ebu Müslim Horasani bir İslam Birliği kahramanıydı. Salahaddin Eyyubi, bu davanın yılmak bilmez bir hükümdarıydı. Kılıçaslan, Celaleddin Harzemşah, Yavuz Sultan Selim, İdris-i Bitlisi ve daha niceleri bu idealin büyük ve bilge devlet adamlarıydılar. Devlet planında bu siyaseti son olarak temsil eden II. Abdülhamid Han’dı. Bu mübarek sultan, İslam Birliği siyasetini çökmekte olan Osmanlı Devleti’nin en büyük kurtarıcısı olarak görmüş ve bunun için çalışarak devletin ömrünü uzatabilmişti. Aslında bir İslam devletinin temel fikri ve ana gayesi İttihad-ı İslam’dır. II. Abdülhamid, devleti bu gayeye yani asla ve ilk temele döndürerek kurtarmak istemişti, lakin yalnız kaldı ve bu siyaset ve ideali aydınlara, bürokrasi ve askeriyeye intikal ettiremedi. Sonuç ise malumdur: Son büyük İslam devleti, II. Abdülhamid’den on beş sene sonra tarihe karıştı. Ve müslümanların en büyük buhranı ve zillet dönemi başladı.
2. TARİH VE İSLAM BİRLİĞİ
Çağımız müslümanlarının çoğu, İslam Birliği hakkında tereddüt içindedir. Zamanımızdaki şartların ağırlığı hatta bir kısmını umutsuzluğa sürüklemektedir. Lakin tarihte bir kere var olanın yeniden tekrarlaması, ilk defa gerçekleşecek olan sosyolojik bir hadiseden çok daha mümkündür. İslam tarihine, aslında çok da derin olmayan bir şekilde hızlıca baktığımızda ise İslam Birliği’ne dair birçok örneği hemen görebilmekteyiz. İnanıyoruz ki bu örnekler, tereddüt ve hatta ümitsizliğe düşen kardeşlerimizin yüreğine su serpecek ve inşaallah birliğimiz için gayret etmelerine vesile olacaktır. O zaman, Asr-ı saadetten başlayarak günümüze kadar bazı örnekleri sizlerle paylaşalım:
* İslam’dan önce, o zamanki adıyla Yesrib’de, Evs ve Hazrec adlı iki kardeşin çocuklarından türeyen iki kabile arasında kıyasıya düşmanlık vardı (Aralarındaki savaş 100 seneden fazla devam etmiştir); Yahudiler de bu iki kabile arasındaki husumeti körüklüyor ve bunda da başarılı oluyorlardı. İslam Yesrib’e gelip de onu Medine yaptığında, bu kabileleri hem kaynaştırıp birleştirdi hem kendi halklarının cahilleri ve inatçılarına karşı onları kuvvetlendirdi, hem de aralarına sürekli nifak sokan Yahudilerin bozgunculuğundan kurtardı. (Medine’deki Yahudiler, Hicret’ten sonra Evs ve Hazrec’in arasını ne kadar açmaya çalıştıysa da artık muvaffak olamadılar ve sonuçta yok olup gittiler.) İslam’ın gelişiyle yalnız Evs ve Hazrec yani Ensar değil Mekke’den hicret eden inananlar, yani Muhacirler ile öyle bir güç ve birlik sağlandı ki bu, müslümanları kısa bir zaman içinde Çin’e ve diğer tarafta Fransa’ya kadar götürdü. Bu, dünya tarihinin gördüğü en büyük ve en hızlı birliktir; benzeri yoktur, tek kelimeyle muhteşemdir. Medine İslam Devleti, İslam Birliği’nin ilk örneğidir, ilk devletidir ve İslam tarihi boyunca müslümanlar bunu örnek almışlar ve yeni örnekler de ortaya koymuşlardır. Bunlardan bazılarını hatırlayalım:
*İslam tarihinin en muhteşem ve yine en hüzünlü sayfalarından birisi olan Endülüs’te, Emevi hanedanı sona erince tavaif-i müluk (beylikler) dönemi başlamış ve Müslümanlar birliklerini yitirmişlerdi; Hıristiyanlarca onlara karşı büyük bir kuşatma başlatılmıştı. Bu kötü zamanlarda Endülüs müslümanlarının imdadına, merkezleri Kuzey Afrika olan Murabıtlar ve daha sonra da Muvahhidler devletleri yetişmiş; iki büyük meydan savaşında birleşik Hıristiyan ordularını yenerek kardeşlerini korumuşlardır. Son Endülüs İslam Devleti Benî Ahmer yenildiğinde, oradaki müslümanları, Osmanlılar da, Kuzey Afrika’ya ve hatta Anadolu’ya gemilerle nakledip zalimlerden kurtarmıştı.
* Anadolu’yu kesin olarak İslam toprağı haline getiren Malazgirt Savaşı’nda, (döneme yakın tarih kitaplarında bildirildiği gibi) bir Kürd devleti olan Mervânîler ve Sultanları Nizâmuddîn, Selçuklu Sultanı Alparslan’ın topraklarından geçmesine izin verip on bin askerden oluşan bütün kuvvetlerini Alpaslan’a teslim ettiler. Bu, iki İslam kavmi olan Kürdler ve Türkler arasındaki et ile tırnak mesabesindeki birliğin ilk adımıydı ve bir daha da birbirinden asla ayrılmadılar.
* Anadolu Selçukluları üç defa Haçlı saldırılarını göğüsledi. I. Kılıçaslan, I.Sultan Mes’ud, II. Kılıçaslan; Haçlılara karşı, ordularının azlığına ve şartların zorluğuna rağmen savaştılar ve İslam âlemini korumaya çalıştılar.
* Salahaddin Eyyûbî’nin, İslâmiyet için büyük tehlike hâline gelen Haçlılara karşı başlattığı siyaset ve hareketle Kürt, Türk ve Arap ordularını aynı gaye etrafında topladı. Salahaddin, Kudüs’ü Hıristiyanlardan kurtararak İslam Birliği’nin en büyük kahramanları arasındaki mümtaz yerini aldı.
*Cengiz Han ve putperest Moğolların korkunç bir sel gibi İslam memleketlerini silip süpürdüğü dönemde Celaleddin Harzemşah, yaptığı mücadeleyle Moğol istilâsını bütünüyle engelleyemedi ama hiç olmazsa batıya doğru yayılmasını geciktirdi.
* Bağdat’ı ve birçok İslam ülkesini yakıp yıkan Moğol ordularına karşı direnen Memluklar, Moğolları Ayn-Calut denilen yerde büyük bir hezimete uğrattılar. Hülagû’nun katliamından kaçarak Mısır’a sığınan Abbasî hanedanındaki halifeliği Mısır’a taşıyıp korudular. Haçlıları ve Ermenileri mağlup ederek, Antakya ve civarını Haçlılardan temizlediler.
* Germiyanoğlu bir beylikti, devletti; toprağı ve hükümranlığı vardı. Germiyanoğlu Yakup Bey, II. Murad’la görüşüp memleketini öldükten sonra ona bıraktığını bildirmiştir. Hatta “Germiyan’a Bey olacağıma Osmanlı’ya er olurum, daha iyi” dediği rivayet olunur.
*Timur Han, İslam ülkeleri arasında birliği temin edip İslam’ı yaymak niyetiyle müslüman memleketlerin hükümdarlarına mektuplar yazarak kendisine itaat etmelerini istedi. Hatta bir kısmına para ve hediyeler de gönderdi. Timur Han, Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezid Han’a bir kaç defa mektup yazarak, dost olmayı arzu etmişti. Fakat Yıldırım’ın ortadan kaldırdığı beyliklerin beyleri, Osmanlı sultanını Timur Han’a şikâyet ederek hakkında olmadık şeyler söylediler; Timur Han’ın önünden kaçan bazı beyler de gelip Yıldırım Bayezid Han’a sığındılar; Timur Han, ondan kendisine sığınan bu beyleri iade etmesini istedi ancak Yıldırım Bayezid Han bunu reddetti. Bunun üzerine Timur Han, Anadolu’ya geldi ve Ankara yakınlarında Çubuk ovasında yapılan savaşta, Osmanlı ordusunu yenerek Yıldırım’ı esir etti. Timur Han daha sonra Anadolu’yu eski sahiplerine havale edip ülkesine döndü.
Timur’un siyaseti ve bunun sonuçları tartışmalıdır: Altın-Orda devletini yıkması, o devletin boyundurunda olan Moskova knezliğinin güçlenmesi ve daha sonra da Osmanlı, İran ve Türkistan coğrafyasındaki müslümanların başına musallat olmasıyla neticelenmiştir. Osmanlılarla gereksiz harp çıkarıp yenmesi de, İstanbul’un fethini bir yüzyıl geciktirmiş ve dolayısıyla dünya tarihinin de seyrini değiştirmiştir; Osmanlılar, Timur’dan sonra 500 yıl daha hükümran oldular, onun devleti ise kendisinden hemen sonra yıkıldı. Timur’un zaferleri, kendisini bir cihangir olarak tarihe geçirtmiştir, lakin İslam tarihinin, İslam Birliği tarihinin en hazin sayfalarından birkaçının kendisi üzerinde ebediyyen kalmasına vesile olmuştur.
* Yavuz Selim, şehzadeliğinden itibaren devlet meselelerine el atmış, bütün mevcudiyetiyle İttihad-ı İslam için çalışmıştır. Kısa hükümdarlığına büyük işler sığdırmış, Anadolu birliğini sağladıktan sonra Mısır’ı ve halifeliği alarak uzun asırlardan sonra en büyük İslam Birliği’ni kurmuştur. Oğlu Kanuni Sultan Süleyman da bu birliği hem doğuya hem de batıya doğru büyütmüştür.
* Barbaros Hayreddin Paşa bir devlet reisiydi aslında. Cezayir’i fethetmiş ve küçük de olsa bir devlet kurmuştu, hutbede kendi ismi okunuyordu. Fakat küçük bir devletin Akdeniz gibi muhataralı bir bölgede fazla ömürlü olamayacağını idrak ettiğinden devletini getirip Devlet-i Aliyye’ye ilhak etti. İşte bu, İttihad-ı İslam’ın en büyük örneklerindendir.
* Kırım’ın kaybedilmesi, daha doğrusu Rusların vesayetine terk edilmesi, Osmanlı’nın çöküşündeki en önemli hadiselerdendir. Çünkü Osmanlı, artık İttihad-ı İslam’dan vazgeçmek zorunda kalıp bir İslam memleketini küfre teslim etmiştir. Bir İslam toprağı kaybedilmiş ve İslam milletinin kolu kanadı kırılmıştır. Birlik, böylelikle bozulmaya başlamış ve bu gidişin bir daha önü alınamamıştır.
* Kûtu-l-Amare galibiyeti de bir İslam birliği zaferidir. Osmanlı ordusu, Irak’ın güneyindeki Kût bölgesinde, iki seneden fazla süren muharebeden sonra, 29 Nisan 1916’da, İngilizlere karşı büyük zafer kazanmıştır. 13 general, 418 subay ve 13.300 askerin esir alındığı bu galibiyet sayesinde, İngilizlerin Irak, Suriye ve Anadolu’ya girişi engellenmiştir. Bu büyük başarının elde edilmesinde, bölgedeki Arab aşiretlerinin Osmanlı-İslam ordusuna verdiği fedakârca desteğin büyük payı vardır. Bu aşiretlerin arasında hatta Şia mezhebine mensup olanlar da vardı. (Necef, Kerbela’daki Şii din adamları, halka Osmanlı’nın yanında savaşmaları için çağrıda bulunmuştur.) Yani bu muharebede İngilizlere karşı Türk, Arab, Kürd vd.; Sünni, Şii Müslümanlar omuz omuza, sırt sırta çarpışmışlardır. (Bu zafer, İngilizlerin Türklerle Arabları birbirine düşürmek için uydurduğu “Araplar Türkleri arkalarından vurdu” safsatasının ne kadar yanlış olduğunun delillerinden yalnızca birisidir.)
Olumlu ve olumsuz daha nice örnek var elbette, biz burada yalnızca bazı örnekler aktardık. Bir İttihad-ı İslam Tarihi yazılsa ve İslam Birliği’ne örnek teşkil edebilecek olaylar anlatılıp bunlar tek tek yorumlansa cidden anlamlı bir hizmet olurdu. Tabii ki tarihçinin de cihadı ve hizmeti vardır. İşte bu, onlardan biri değil midir?
Tarih de bize açıkça gösteriyor ki İslam Birliği davası, sadece bir tez ya da ütopya değildir. Evet, kimi zaman bu birlik parçalanmış ve Müslümanlar çok zor zamanlar geçirmişlerdir; ama bu acı olaylar bizim için birer derstir. Ayrıca daha önce birçok kere gerçekleşmiş olan, yeniden neden olmasın? Belki de İslam Birliği bakımından tarihten alınacak en büyük ders budur.
Yeni Çağlar, Yeni Birlikler
Geçmiş, mazide kaldı, günümüze gelelim. Çağımızda İslam Birliği ne durumdadır, buna bakalım.
17. yüzyıldan sonra kuzeyden, batıdan ve hatta güneyden gelen tazyiklerle Osmanlı giderek zayıflatıldı ve I. Dünya Savaşı’nda bu son ve büyük İslam Birliği çökertildi. İslam âlemi hem siyasi hem askeri hem ekonomik olarak yani hemen her alanda yenilgiye uğradı. Galipler yani Batı, bu zaferin tadını tam çıkaramadı çünkü zafer kendi çocuklarını yedi ve II. Dünya Savaşı, galipleri de bir nevi mağluba dönüştürdü. ABD ve Sovyetler arasında ortaya çıkan ve Soğuk Savaş dediğimiz iki bloklu dünyada, Müslümanlar ülkeler biraz nefes aldılar; birçok devlet bağımsızlıklarını kazandı, ulus devletler kuruldu. Yalnız bu devletler nüfus, sınır, ekonomi ve idari bölümleme bakımlarından sorunluydu; galiba özellikle böyle olmaları istenmişti. Çünkü sınırlar (msl. Irak-Suriye-Suudi Arabistan, Mısır-Libya-Sudan, Cezayir-Moritanya-Mali-Nijer vb.) cetvelle ve yapay olarak çizilmişti. Kurulan devletlerin ekonomik bağımsızlıları yoktu; sömürgeci devletlere iktisaden bağımlıydılar. Yeni ve komşu devletlerin halkları, köyleri ve aşiretleri anlamsız bir şekilde ayırılmıştı; bunlar daha sonra yeni sorunlar oluşturmakta kullanılacaktı. Velhasıl I. Dünya Savaşı’nın galipleri, İslam ülkelerinin yeniden toparlanmaması, yeniden birleşmemesi için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı; onun için birbirleriyle rahatça kavga edebildiler.
Şimdi de, I. Dünya Savaşı’ndan bu yana İslam dünyasında meydana gelen olumlu/olumsuz birleşme olaylarından önemli olanları üzerinde duralım. Elbette ki İslam Birliği’ni benimseyen siyaset bilimciler, siyaset tarihçileri, uluslar arası ilişkiler uzmanları bu hususları ve burada yazılmamış olanları, çok daha iyi ve derin bir şekilde tahlil edeceklerdir ama biz bir giriş yapmış olalım.
*Türkiye, İran, Irak ve Afganistan, (1935’te Cenevre’deki ilk antlaşmadan sonra) 8 Temmuz 1937’de Tahran’da Sadabad Sarayı’nda dörtlü bir pakt imzaladılar. Bu devletler, antlaşma ile dostluk ilişkilerini devam ettireceklerini, birbirinin iç işlerine karışmayacaklarını, ortak çıkarlarını ilgilendiren hususlarda birbirlerine danışacaklarını, birbirlerine karşı saldırıda bulunmayacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini taahhüt etmişlerdi. Sadabad Paktı’nı önemli kılan siyasi ve psikolojik sebep, sömürge ve yarı sömürge dönemlerinden kısa süre önce kurtulabilen bu devletlerin bağımsızlıklarının vurgulanmasıydı. (Antlaşmanın hukuki varlığı, 1979’da İran’daki yeni rejim paktı fesh ettiğini ima edene kadar sürmüştür.)
*25–27 Mayıs 1953’de Orta Doğu ülkelerini ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, Ankara’ya da uğrayarak, Sovyet yayılmacılığına karşı Ortadoğu’da bir savunma teşkilatının kurulmasının önemini belirtti. Türkiye, bu konuya sahip çıktı ve çalışmalarını yoğunlaştırdı. 24 Şubat 1955’te Türkiye ile Irak arasında “Karşılıklı İşbirliği Antlaşması” imzalandı. Bu antlaşma ile Bağdat Paktı kurulmuş oldu. Ancak, Bağdat Paktı’nın imzalanması diğer Arap Devletleri’nin tepkisine yol açtı. İlk tepki olarak Mısır ile Suriye, Irak’ı dışarıda bırakacak şekilde işbirliği yapmaya karar verdiler. Fakat Bağdat Paktı, Amerika tarafından olumlu karşılandı. İngiltere 5 Nisan 1955’te pakta üye oldu. İngiltere’nin üyeliği paktı güçlendirdi. 23 Eylül 1955’te Pakistan’ın da Pakta girmesiyle üye sayısı dörde yükseldi. 3 Kasım 1955’te İran da pakta iştirak etti. Bağdat Paktı, böylece Arap devletlerinin karşı koymasına rağmen, kuruldu ve güçlendi. Amerika, Arap devletlerinin tepkisini fazla çekmemek için pakta resmen üye olmadı, ama üye devletlere askeri teknik ve ekonomik yardımda bulunacağını belirterek paktın güçlenmesine çalıştı. Sovyetler Birliği’nin tehdidine ve yayılmasına karşı Bağdat Paktı’nın kurulması Türk-Sovyet ilişkilerini daha da gerginleştirdi. Ayrıca, Irak hariç Arap devletleri ile Türkiye arasındaki münasebetler olumsuz bir seyir takip etmeye başladı. Irak’ta 14 Temmuz 1958’de ihtilal oldu. 24 Mart 1959’da da Irak, Bağdat Paktı’ndan çekildiğini resmen açıkladı. Irak’ın ayrılmasından sonra Pakt’ın merkezi, Ankara oldu. 18 Ağustos 1959’da da Bağdat Paktı’nın adı ‘Merkezi Antlaşma Örgütü” yani CENTO olarak değiştirildi. Bu şekliyle 20 yıl devam eden örgüt, 12 Mart 1979’da Pakistan’ın ve İran’ın ayrılması ile fiilen sona ermiş oldu.
*1947’de Pakistan (Doğu ve Batı Pakistan olarak) siyasal bağımsızlığını kazandı. Ama 1971 yılında ayrıldılar ve Doğu Pakistan, Bangladeş adıyla bağımsız bir devlet oldu.
* (Church of God adlı tarikata bağlı Dennis Michael Rohan adında Avustralyalı bir Yahudinin) 21 Ağustos 1969 tarihinde Mescid-i Aksa’yı kundaklamayı denemesinden sonra İslâm Dünyasında meydana gelen huzursuzluk ve tepki sonucu Eylül1969’da Fas’ın başşehri Rabat’ta bir araya gelen 50 kadar İslâm ülkesi, İslam Konferansı Teşkilatı’nın (İKT) kurulmasına karar verdiler. (2011’de ismi ve amblemi değiştirilen İslam âleminin bu en büyük organizasyonu hakkındaki görüşlerimizi müstakil bir başlık altında ileride inceleyeceğiz.)
*1958’de Suriye ve Mısır, Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleştiler, 1961 yılında Suriye birleşmeyi feshetti. 1958’de Irak ve Ürdün birleşerek Kral Faysal’ın yönetiminde Federal Arap Devleti’ni kurarlar. 1963’te ikinci kere Mısır, Suriye ve Irak arasında “Birleşik Arap Cumhuriyeti” federasyonu ilan olundu; 1972’de Mısır ve Libya birleşmeye razı olduklarını açıkladılar. Ama her üç girişim de akim kaldı.
*1974’te Araplar, İsrail’le dost olan ABD ve benzer ülkelere petrol ambargosu uyguladılar. Dünyayı ekonomik ölçüde sarsan bu ambargo, İslam ülkelerinin gerektiğinde birlikte hareket edebileceklerini gösterdi.
*1980 yılında İzmir’de yapılan ve daha sonra 2005 yılına kadar ara verilen İslam Oyunları, 25 yıllık aradan sonra 2005 yılında Suudi Arabistan’da yapılmış ve sadece erkekler yarışmıştı. 2009’da İran’ın üstlendiği oyunlarda, türbanlı kadın sporcuların katılımıyla ilgili tartışmalar yaşanmıştı; ama bu yarışmalara 15 branştan ve 53 ülkeden 6 bin sporcu katılmıştı. 2013’te yapılacak olan ve olimpiyata dönüşmesi beklenen bu oyunlara, Türkiye de taliptir.
*İki Yemen arasında, Nisan 1990’da bir birleşme antlaşması imzalandı ve bu antlaşma uyarınca 22 Mayıs 1990’da birleşme gerçekleştirildi. Antlaşma 22 Kasım 1992’ye kadarki sürenin geçiş süresi olarak kabul edilmesini, bu sürenin bitiminde seçim yapılmasını ve geçiş dönemi sonrası idari mekanizmasının bu seçim sonuçlarına göre belirlenmesini öngörüyordu. Geçiş döneminde her iki taraftan kaynaklan sorunlar ortaya çıktı ve bu problemler silahlı çatışmaya dönüştü ve Yemen yeni bir iç savaşın içine sürüklenmiş oldu. Güney Yemen tarafı 12 Mayıs 1994’te Kuzey’den ayrıldığını bildirerek bağımsızlığını ilan ettiyse de Kuzey Yemen yöneticileri bunu kabul etmedi ve Temmuz 1994 başlarında da Güney Yemen’in başkenti Aden’i ele geçirerek bütün Yemen’i yönetimleri altına aldılar.
* Rusya’da (o zamanki adıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) Radikal Komünistler 16 Ağustos 1991’de Gorbaçov’a karşı bir hükümet darbesi yaptılar. Gelişmeleri, yeni bağımsızlık ilanları takip etti. Azerbaycan 30 Ağustos 1991’de; Özbekistan ve Kırgızistan 31 Ağustos 1991’de; Türkmenistan 27 Ekim 1991’de; Kazakistan 16 Aralık 1991’de bağımsızlıkla ilgili halk oylamaları yapıldı ve oylama sonunda ilgili ülke ve halkları bağımsızlıklarını kazandılar. (İslam âlemi, bu gelişmelere tabii ki hazırlıksız yakalandı; Türkî Cumhuriyetlere önemli bir birlik önerisinde bulunamadı; ABD’nin dümen suyunda gitmekten hatta Amerika’nın bölgeyle ilgili planlarına yardımcı olmaktan başka bir çıkar yol bulamadı.)
* D–8 (Developing Eight yani Kalkınan 8 Ülke), Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya’nın bir araya gelerek oluşturmuş oldukları bir organizasyondur. Bu ülkeler; tabii kaynakları, kalabalık nüfusları ve potansiyel pazarlarından ötürü kendi bölgelerinde önemli konum arz etmektedirler. 22 Ekim 1996 tarihindeki “Kalkınmada İşbirliği Konferansı”nı izleyen bir dizi hazırlık toplantılarından sonra 15 Haziran 1997’de İstanbul’da yapılan devlet ve hükümet başkanları zirvesinde, D-8’in kuruluşu resmen ilan edilmiştir. (Bu organizasyon, o zamanki TC Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın çabalarıyla gerçekleştirilmiştir; Erbakan’ın hükümetten ayrılmasından sonra gündemden düşmüş; 2002’den sonra Ak Parti hükümeti D-8’i canlandırmış, merkezini İstanbul’a aldırmıştır.) Dünyanın en zengin ülkelerince oluşturulan G-7’nin İslam dünyasındaki örneği sayılabilir. [G–7 (Group of Seven, Yediler Grubu); önemli sanayileşmiş ülkeler tarafından ekonomik politikaların koordinasyonunu sağlamak amacıyla 1975 yılında kurulmuş bir forumdur. Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere ve ABD’den oluşmaktadır.]
İslam Birliği fikrini ilgilendiren başka olay ve kurumlar vardır elbette, biz genel bir bakışla bilgilendirme yapmış olduk. Yukarıda bahsi geçen birleşmeler, ciddi anlamda teorik ve reel politik hazırlıkları yapılmış organizasyonlar değildir. Ya düşman tehdidine karşı alınmış ani tedbirlerdir; ya büyük çaptaki olumsuz olayların tesiriyledir; ya da kişiye bağlıdır, kurumsallaşamamıştır veya dışımızdaki güçlerin dayatmalarıyla olmuştur. Lakin en kötü zamanlarımızda bile birlik çabaları hep var olmuştur. Evet, bunlar istediğimiz gibi değildir, hatta elimize yüzümüze bulaştırmışızdır ama birlik ideali ve pratiği hep var olmuştur. Çünkü birlik fikri ve ideali genlerimize kadar işlemiştir, içimizdeki bir ruhtur adeta. Birliği hep aradık ama maalesef şimdiye kadar bulamadık.
İslam Birliği, yani müslüman ülkelerin birliği veya işbirliği demek dünyadan tecrit olmak demek değildir; dünyayı karşımıza almak demek de değildir. Yerkürenin karşısına daha güçlü ve söz sahibi olarak çıkmak demektir. Batı ile ilişki korunacaktır. Doğu ve kuzey ülkeleri ile olan irtibat geliştirilecektir. İslam ülkelerinin diğer devletlerle birlik içine girmesi elbette ki normaldir ve hatta teşvik edilmelidir. Mesela TC, Avrupa Birliği’ne girmektedir. Türkiye’nin Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal Karadeniz Ekonomik İşbirliği’ni kurmuştu. Afrika Birliği Teşkilatı; kuruluşunda Afrika’daki İslam ülkelerinin aktif rol aldığı ve temel amacı Afrika ülkeleri arasında dayanışma ve işbirliğini artırmak olan, 1963 yılında kurulan 2002’de Afrika Birliği adını alan ve 53 ülkeden oluşan bir örgüttür ve İslam ülkelerinin ağırlığı halen devam etmektedir.
İslam Birliği fikri, Türk ya da Arap birliğine de karşı değildir. Araplar, Arapçayı yeniden İslam’ın ve dünyanın dili haline getirmesinler? Türkler, Türkî cumhuriyetlerle ya da dünyadaki Türk topluluklarıyla neden ilgilenmesinler; mesela Türkçenin bir dünya dili haline gelmesi için neden çalışmasınlar? Örnekler diğer İslam ülkeleri için çoğaltılabilir. Yalnız bunların İslam Birliğiyle mutlaka irtibatlandırılması gerekir. Yalnız ırkçılığın İslam ülkeleri için en büyük belalardan biri olduğunu da unutmamak gerekir; bizi bir araya getirmeyen nifak ve fitnenin büyüğü olduğunu iyice hatırlamak lazımdır. Batının bizi bölmek ve parçalamak için hâlâ ırkçılık şeytanlığını kullandığını bilmek ve her zaman akılda tutmak gereklidir.
Dünya Müslümanları birlik fikrini artık daha ciddiye almalıdırlar. Çünkü artık tarih daha hızlı seyrediyor. Çünkü artık tek kutuplu dünyada rakip, teke inmiştir ve İslam olarak deklare edilmiştir. Çünkü artık ABD ve müttefikleri meşum planlarını teker teker devreye sokmaktadırlar; gün geçmiyor ki bir İslam ülkesi işgal edilmesin, bombalanmasın, parçalanmasın ya da karıştırılmasın.
Müslümanlar, iki yüz yıldır tarihlerinin en büyük krizini yaşıyor, bu kesindir. Lakin şartlar, zaman ve zemin ne kadar elverişsiz olursa olsun, yapılacak çok görevler vardır, hatta birlik meselesi ve atılımı eğer en öncelikli işimiz değilse o zaman halimiz gerçekten haraptır diyebiliriz.
3. İslâm İşbirliği Teşkilâtı Üzerine
2005 yılından itibaren yeni atılımlara başlayan İslâm Konferansı Teşkilatı, Kazakistan’da düzenlenen 38. Dışişleri Bakanları toplantısında 42 yıllık ismini değiştirdi ve İslâm İşbirliği Teşkilâtı oldu. Aynı zamanda amblemini de değiştirerek (Türkiye’den Raciha İpek Öke tarafından hazırlanan) sade ama etkileyici yeni bir simge kabul etti.
57 üyesiyle BM’den sonra dünyanın en büyük organizasyonu olan İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nı kısaca bir hatırlayalım:
(O zamanki adıyla) İslâm Konferansı Teşkilâtı, 21 Ağustos 1969 tarihinde Mescid-i Aksâ’nın bir Yahudi tarafından yakılmasının ardından tepki göstermek için bir araya gelen İslâm ülkelerinin 25 Eylül 1969’da Fas Krallığı’nın başkenti olan Rabat’ta İslâm Konferansı Örgütü ismi ile kurduğu bir beynelminel kuruluştur. İlk konferans tarihi olan Mart 1970’de yapısı belirlendi, genel sekreterliği ve idari genel merkezi kuruldu. Suudi Arabistan’ın başkenti Cidde, Kudüs kurtarılana kadar, İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nın Genel Sekreterlik merkezi oldu.
İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nın, resmi amaçları şunlardır: 1. İslâm Ülkeleri arasındaki yakınlığın ve işbirliğin artırılması, 2. Müslüman halkların çıkarlarını ve güvenliğini korumak ve mücadelelerini desteklemek, 3. Üye devletler arasında siyasal, ekonomik, kültürel, bilimsel ve sosyal işbirliğini arttırmak, 4. Müslümanlarca kutsal olarak kabul edilen yerlerin korunması, 5. Filistin halkının mücadelesini ve bağımsızlık haklarını desteklemek ve savunmak, 6. Her türlü sömürgeci yaklaşımın ortadan kaldırılmasını sağlamak (bkz. İİT’nin resmi internet sitesi: www.oic-oci.org).
İİT’nin en üst kurumu 3 yılda bir toplanan, Devlet Başkanları’nın katılımı ile gerçekleşen “İslâm Zirvesi”dir. İkinci derece kurumu, toplantısı her sene yapılan ve Dışişleri Bakanları’nın katıldığı İslâm Ülkeleri Dışişleri Bakanları Konferansı’dır. Üçüncü derecede ise İslâm Konferansı Genel Sekreterliği’dir. Genel Sekreterlik üst kurumların aldığı kararları işletir. Genel Sekreterlik makamında verilen hizmet 4 sene sürer. Halen Genel Sekreter olan Eklemeddîn İhsanoğlu seçimle görev başına gelen ilk Genel Sekreter’dir. Genel Sekreterlik’in resmî olarak kullandığı diller Arapça, İngilizce ve Fransızcadır.
İİT’ye bağlı şu komiteler vardır: Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (COMCEC-İSEDAK; bkz. www.comcec.org), Bilimsel ve Teknolojik İşbirliği Daimi Komitesi (COMSTECH; bkz. www.comstech.org), Enformasyon ve Kültürel İşler Daimi Komitesi (COMIAC), Daimi Mali Komite, Kudüs Komitesi, Ekonomik, Kültürel ve Sosyal Sorunlar İslami Komitesi.
İİT’ye bağlı yan kuruluşlar şunlardır: İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (SESRIC, merkezi: Ankara; bkz. www.sesrtcic.org); İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA, merkezi: İstanbul; bkz. www.ircica.org); İslam Ticareti Geliştirme Merkezi (ICDT, merkezi: Kazablanka; bkz. www.icdt-oic.org); İslam Teknoloji Üniversitesi (IUT, merkezi: Dakka; bkz. www.iutoic-dhaka.edu); İslam Fıkıh Akademisi (IIFA, merkezi: Cidde; bkz. www.fiqhacademy.org); İslam Dayanışma Fonu (ISF, merkezi: Cidde; bkz. www.isf-fsi.org).
İİT’ye bağlı uzmanlık kuruluşları şunlardır: İslam Kalkınma Bankası (IDB, merkezi: Cidde; bkz. www.isdb.org); İslam Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (ISESCO, merkezi: Rabat; bkz. www.isesco.org.ma); Uluslararası İslam Haber Ajansı (IINA, merkezi: Cidde; bkz. www.islamicnews.org.sa); İslam Ülkeleri Yayın Örgütü (ISBO, merkezi: Cidde¸ bkz. www.isboo.org).
İİT’ye bağlı diğer kuruluşlar şunlardır: İslam Başkentleri ve Şehirleri Örgütü (OICC, merkezi: Cidde; bkz. www.oicc.org); Uluslararası İslam Hilal Komitesi (ICIC, merkezi: Bingazi); İslam Konferansı Diyalog ve İşbirliği Gençlik Forumu (ICYFDC, merkezi: İstanbul; bkz. www.icyf.com); İslam Gemi Sahipleri Birliği (OISA, merkezi: Cidde; bkz. www.oisaonline.com); İslam Ticaret ve Sanayi Odası (ICCI, merkezi: Karaçi; bkz. www.icci-oic.org); İslami Bankalar ve Finans Kurumları Genel Birliği (GCIBFI; bkz. www.cibafi.org); İslam Ülkeleri Müteahhitler Birliği (FOCIC, merkezi: Fas); İslami Dayanışma Spor Federasyonu (ISSF, merkezi: Riyad); Uluslararası Arap-İslam Okulları Federasyonu (WFAIIS, merkezi: Cidde; bkz. www.wfais.org); İslam Dünyası Bilim Akademileri (IAS, merkezi: Ürdün, bkz. www.ias-worldwide.org); Uluslararası Müslüman İzciler Birliği (IUMS, merkezi: Cidde); İslam Ülkeleri Müşavirler Federasyonu (FCIC, merkezi: İstanbul; bkz. www.fcic-org.com); Bilgisayar Acil Müdahale Ekibi (OIC-CERT, merkezi: Malezya).
İslam Konferansı Örgütü tarafından Nijer (Nijer İslam Üniversitesi; bkz. www.universite-say.ne), Uganda (Uganda İslam Üniversitesi; bkz. www.iuiu.ac.ug), Malezya ve Bangladeş’te kurulan veya örgüt tarafından finanse edilen 4 adet İslam Üniversitesi bulunmaktadır.
İİT Hakkındaki Önerilerimiz
1. İslam ülkelerinin en büyük organizasyonu, İslam İşbirliği Teşkilatı’dır. Kuruluş amaçlarından birisi Filistin’dir ama şimdiye kadar Filistin’le ilgili bir başarısı yoktur. 1969’dan bu yana işgal edilen İslam ülkeleri ciddi girişimlerde bulunmamıştır. Birleşmiş Milletler’de (BM), 5 devletin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) veto hakkı vardır ve hiçbir İslam devletinin veto hakkı yoktur. İİT, ya kendi üzerine ya da büyük ve etkin bir üyesine bu hakkı almak için mutlaka ve muhakkak çaba göstermelidir.
2. İİT’nin başarılı olamamasının en önemli sebebi, liderinin bulunmamasıdır. (BM’nin lideri ABD’dir, onun için tıkır tıkır çalışmaktadır. Önemli kararlarda ABD, veto hakkına sahip ülkeleri de yanına alır ve istediğini elde eder.) İçinden güçlü bir lider çıkaramadığı için ya da bir liderlik organizasyonu kuramadığı için (yani mesela BM’de olduğu gibi bir güvenlik konseyi olmadığı için) İslam ülkeleriyle ilgili önemli çözümler üretememektedir. Onun için etkin İslam devletlerinin (Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, İran, Pakistan, Malezya, Endonezya) veto yetkisine sahip olduğu yeni bir karar mekanizması ve yeni bir işleyiş tarzına kavuşmalıdır.
3. Ekim 2003’te o zaman Türkiye Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül, Malezya’daki İİT toplantısında, Irak’ın ABD tarafından işgalinden önce “Seyret, bak-gör politikasıyla bir yere varılmıyor. Gelin, İslam Barış Gücü oluşturalım” demişti. Lakin o zamandan bu yana bu konuda herhangi bir adım atılmadı. Çekirdeği, veto yetkisine sahip İslam ülkelerinden oluşacak İslam Barış Gücü bir an önce kurulmalı ve İslam ülkeleri arasındaki problemlere müdahil olmalıdır. İİT’nin gayesi mademki “Müslüman halkların çıkarlarını ve güvenliğini korumak ve mücadelelerini desteklemek ve her türlü sömürgeci yaklaşımın ortadan kaldırılmasını sağlamak”tır, o halde İslam Barış Gücü elzemdir, ehemmdir ve bir an önce hayata geçirilmelidir.
4. İslam ülkelerinden birinde meydana gelen işgal, deprem, tsunami, sel, açlık gibi afetlerde İİT acil olarak toplanmalı, başka ülkelerden önce, bu ülkelere yardım etmelidir. (Dünya ülkelerinin herhangi birinde böyle bir afet meydana gelmesi durumunda da aynı duyarlılığı göstermelidir.)
5. Genel Sekreterlik’in resmî olarak kullandığı diller (Arapça, İngilizce ve Fransızca) arasına Farsça ve Türkçe de eklenmelidir.
6. Suudi Arabistan’ın başkenti Cidde, Kudüs kurtarılana kadar, İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nın Genel Sekreterlik merkezi olmuştu. Lakin Cidde, dünya merkezinden uzaktır; büyük bir metropol de değildir. İİT’nin merkezini Kahire ya da İstanbul’a almak çok daha doğru olacak, teşkilatın etkinliğini arttıracaktır.
***
İslam Birliği’yle ilgili tek çözümümüz tabii ki İİT de değildir; İİT mevcut en büyük, en üst düzey ama en gevşek organizasyondur. Evet, İİT’ nin güçlendirilmesi gerekmektedir. Lakin en yükseğe çıkana kadar yapılacak işler vardır, üretilecek fikirler ve çözüm önerileri vardır. Biz de bazılarını söyledik, söylüyoruz ve dahasını da üreteceğiz. Lakin bizimkiler bazen teorik kalabilecektir. Hâlbuki hepimiz artık gerçekleşimlerle ilgileniyoruz. İslam Birliği’nin reel politiğin alanına girmesini arzu ediyoruz. Onun için siyaset bilimcilere, uluslar arası ilişkiler uzmanlara çok iş düşmektedir.
4. İSLAMİ HAREKETLER, AYDINLAR VE BAZI ÖNERİLER
Bugün maalesef dünyanın çeşitli yerlerindeki İslami hareketler birbirinden habersizdirler. Bu hareketlerin birbirleriyle ilgi ve irtibatları ve hatta dayanışma ve işbirliği içinde olmaları sağlanmalıdır. En gerekli olanı ise fikir alanındadır. Değişik hareketlerin, müslümanların ve dünyanın meselelerine getirdiği çözüm önerileri ve yaklaşım tarzlarından diğerlerinin pek az haberi olmaktadır. İslami hareketlerin önderi ve yönlendiricisi olan mütefekkir, dava adamı ve aydınlar kendi ülkelerinin dışında pek tanınmamakta, görüş ve önerileri bilinmemektedir. Bu büyük bir eksikliktir. Biz Müslümanlar birbirimizden haberdar olmamakta mazur sayılamayız. Onun için bazı öneriler sunmak istiyorum:
* Bir dergi düşünüyorum. İçinde İslam Birliği ile ilgili fikirlerin, gerekçe ve önerilerle beraber anlatıldığı yazıların bulunduğu ve bir milyon adet basılacak olan bir mecmua hayal ediyorum. İslam Birliği hakkındaki mesela Türkçe bir yazının Arapça, Farsça, Kürtçe, Urduca, Malayca gibi İslam dillerine ve İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, Çince ve Japonca gibi dünya dillerine tercüme edileceği ve dünyadaki bütün İslami kuruluş, dernek, vakıf ve teşekküllere; gazete, dergi, radyo ve televizyonlara; üniversitelere ve öğretim üyelerine ve İslam aydınlarına gönderilecek bir dergi düşünüyorum. Ne muhteşem bir tesir yapardı, Müslümanlar arasında. En azından, İslam Birliği için bir irade ve kararlılığın bulunduğunu gösterirdi. En azından, bu ideal için feragat ve fedakârlıkla çalışıldığını ifade ederdi.
*İslami basılı-sesli-görüntülü yayın organları, dünya müslümanlarını çok daha yakından takip etmeli; İslam aydınları, İslami hareketler konusunda bilgilendirme çabasının içinde olmalıdır. Bütün İslam âlemine hitap edebilen yazılı-sesli-görüntülü yayın organları mutlaka kurulmalıdır. İslami hareketlerin liderleriyle sık sık geniş ve etraflı mülakatlar yapılmalı, onların görüş ve önerilerinin tanıtılmasına çalışılmalıdır. İslam ülkelerinin hepsinde, en azından stratejik ve kritik İslam ülkelerinde; yetişmiş ve geniş donanımlı muhabirler bulundurulmalıdır. İslami hareketlerin çıkardığı gazete, dergi vs. gereği gibi yeterince ve etkince tanıtılmalı, bunlardan zamanında çeviriler yapılıp yayınlanmalıdır.
*İslami hareket liderlerinin ve İslam Birliği davasını güden aydınların katılacağı, dünya Müslümanlığı üzerindeki görüş, öneri ve çözümleri hakkında fikir alışverişinde bulunup tartışabilecekleri, geniş katılımlı bir İslam Aydınları Meclisi‘nin toplanmasına gayret sarf edilmelidir. (Bu belki İKT’nin danışma ve öneri meclisi olabilecektir.) Bu meclis, her sene bir İslam ülkesinin başkentinde, konferans veya sempozyumlar silsilesi şeklinde, yapılabilir. Dünyanın her yerindeki müslüman azınlıklardan da temsilci alınması asla unutulmamalıdır. Bu işin öncü ve önderi olma şerefini de ülkemizin kazanmasını dileriz.
*İslam Birliğini her sene zaten gerçekleştiren Hacc’ı, ibadet boyutunun yanı sıra müslüman âlim, sanatkar ve aydınların buluşup kaynaştığı, meselelerini görüşüp çözümlediği bir hüviyete yeniden kavuşturmak için çalışmalar ve girişimler yapılmalıdır, İslam aydınlarına özel kontenjanlar ayrılmalı, Hacc zamanında İslam aydınlarının buluşup dünya müslümanlarının o seneki önemli meselelerini konuştuğu, çıkış yolu ve çözüm önerilerini bütün İslam âlemine bir bildiri halinde yayınladığı bir oluşum için çalışılmalıdır.
*Tarikatlardan da İslam Birliği açısından faydalanmayı ihmal etmemek gerekir. Tarikatlar, İslam Birliğinin manevi yönünü oluşturmaktadır. Çünkü tarikatlar şümullüdür, ırklar ve coğrafyalar üstüdürler. Daha da ötesi tasavvufun geniş ve çok yönlü oluşu dolayısıyla İslam’ın tebliği ve birliği için büyük bir rol oynayabilirler; geçmişimizde bu böyle olmuştur. Bugün de bu fonksiyonlarını devam ettirmektedirler ama kimsenin haberi yoktur. Mesela güneydoğumuzdaki Kaadirî ve Nakşî-Halidî gelenekleri; Türkiye, Suriye ve Irak’taki Müslümanların bir kısmını zaten birleştirmiştir. (Bu Anadolu’ya ait bir örnektir; tarikatlar dünyanın birçok yerinde, Müslümanları birleştirmeye devam etmektedir.)
*İslam ülkelerinin her alanda tanışması ve işbirliğine vesile olacak, büyük organizasyonların gerçekleştirilmesine çalışılmalıdır. İzmir Fuarı gibi bir İslam Ülkeleri Sanayi Fuarı, İstanbul Festivali gibi İslam Ülkeleri Kültür ve Sanat Festivali düzenlenebilir. Böyle büyük organizasyonların yan faaliyeti olarak, panel ve sempozyumlar düzenlenmeli ve İslam Birliğinin; Müslümanların önemli siyaset, kültür, sanat, iktisat meselelerinin konuşulması ve tartışılması sağlanmalıdır.
* Bunca dernek ve organizasyonumuz vardır, birisi çıkıp İslam ülkelerindeki etkili aydınları toplasa ve “İslam Birliği Nasıl Kurulur?” başlıklı bir konferans düzenlese ne büyük bir iş yapmış olur. Bu birliğin Müslümanlara neler kazandıracağı, İslam âleminde ve dünyadaki sorunlara hangi çözümleri getireceği vb. konularda gündem maddeleri iyi hazırlanmış böyle bir organizasyon, en azından liderliği yeniden üstlendiğimizin bir göstergesi olacaktır. İslam Birliği belki hemen kurulmayacaktır ama adım atılmış ve mesafe kat edilmiş olacaktır? Bu da az şey midir?
5. HİLALİN İKİ UCU: KUZEY VE GÜNEY
a) Hazar Bir İslam Denizidir
Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut ÖZAL’ın girişimiyle bir “Karadeniz Ekonomik İşbirliği” örgütü kurulmuştu; Balkan, Kafkas ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin katılımıyla büyüdü. Kanaatimce bu organizasyon eksik kalmıştır. “Karadeniz ve Hazar Ekonomik İşbirliği Örgütü” şeklinde olsaydı daha güçlü ve etkin bir organizasyon olurdu. İran, Pakistan ve Afganistan’ında katılımıyla güçlendirilir ve etkin bir teşkilata dönüştürülebilinirdi.
Osmanlı birçok defalar Hazar ve Karadeniz’i bir kanalla birbirine bağlamaya çalıştıysa da muvaffak olamamıştır. Son derece ileri görüş ve büyük bir düşüncenin ürünü olan bu projenin gerçekleşmesi, Kafkasya, İran ve Doğu Anadolu’yu; Rusya’nın şerrinden bütünüyle kurtarmış olacaktı. Tarihin böyle büyük fırsat ve imkânları vardır ki sonradan ne kadar yorum yaparsanız yapın, bir daha ele geçmez. Şeyh Şamil’in hareket ve mücadelesi de bunlardan birisidir. Osmanlı’nın, o sıralar içinde bulunduğu büyük sorunlar sebebiyle gereği gibi destekleyemediği ve biraz da bu sebeple muvaffak olmayan Şeyh Şamil’in Kafkasya’nın bütününü kurtarabilecek ama sonu mağlubiyetle biten savaşı, İslam tarihinin en hüzünlü sayfalarındandır.
Yeri gelmişken, Hazar Denizi meselesini de hatırlatmak isterim; zaten konumuzla yakın alaka içindedir; ayrıca iyi bir misal ve deneme alanı olacaktır. Petrol dolayısıyla önemi artan ve Rusya’nın hegemonyasını hissettirmek istediği Hazar Denizi, Asya ile Avrupa arasında bir kilit noktası olması bakımından da son derece stratejik bir denizdir. Dağıstan, Azerbaycan, İran, Türkmenistan, Kazakistan ve Rusya ile çevrili (suyu tuzlu ve etrafı kara ile çevrili suların en büyüğü olan) bu denize Rusya göl muamelesi yapmak ve dolayısıyla petrolün başına oturmak istemektedir. Hazar deniz bile değildir, deryadır, Farsçadaki karşılığı Derya-yı Hazar’dır; Kuzeydeki Türkmenler ona Akdeniz derler. İsmini, etrafında yerleşen ve büyük bir devlet kuran Hazar Türklerinden alan Hazar Denizi, birçok defalar Türk denizi olmuşsa da, Türklerin de Müslüman olmasından sonra, daha çok bir İslam denizi konumunda bulunmuştur. Pek az sahili bulunan Rusya’yı Hazar’da etkisiz hale getirmek için, Hazar’ı bir İslam Denizi olarak kabul ederek medya ve diplomasi yoluyla büyük bir atağa kalkmak gerekiyor. Bunun için Karadeniz ve Hazar Ekonomik İşbirliği Örgütü kurulmasını teklif ediyorum.
b) İslam Birliği ve Akdeniz Atılımı
Akdeniz, Müslümanların karşılaştığı ilk uluslar arası, dinler ve medeniyetler arası denizdir. İslam’ın zuhurunda çok kısa bir zaman sonra, Müslümanlar, gözlerini doğuya ve batıya çevirdiklerinde, Batıda Akdeniz ile karşılaştılar ve bir asırlık bir zaman çerçevesinde Akdeniz’i neredeyse dört bir tarafından kuşattılar. Filistin’den Antalya’ya kadar fethedip Mısır ve Kuzey Afrika’yı şimşek gibi geçmişler, İspanya’yı ve Fransa’nın bir kısmını istila etmişlerdi. Maksat bir yandan İstanbul’u, diğer yandan Roma’yı, yani Hıristiyanlığın ve tarihin iki önemli merkezini almak ve İslam’a açmaktı. İlk Müslümanların bu atılımı bize İslam tarihinin ana ve genel hatlarını veriyor. Müslümanlar, Akdeniz’i tamamen ele geçirmekten hiçbir zaman vazgeçmediler. İslam’ın ilk asırlarındaki bu muvaffakiyet, Osmanlılar zamanında tekrarlandı ve Akdeniz bir İslam denizi halini aldı. Şimdi ise Akdeniz’de de sözümüz geçmiyor, yüzölçümü olarak yarısından fazlasına Müslümanlar hâkim olduğu halde.
Akdeniz, İslam’ın Batıya ve hatta dünyaya açılan kapısıdır. Ve Akdeniz, bütün medeniyetlerin sınandığı bir yerdir. Ortadoğu’nun, yani dünyanın kalbinin bir içdenizidir. Bütün dinlerin yayılmak için seçtikleri yerlerin başında gelir Küreselleşme, iletişim, silah teknolojisindeki amansız gelişmeler vs. dünyayı bütünüyle değiştiremez. Akdeniz dünyanın öncelikli bölgelerindendir ve sonuna kadar da öyle kalacaktır. ABD’nin 6. Filosu neden Akdeniz’dedir? Neden Rusya, “sıcak denizlere inmek” dendiği zaman, ilk olarak Akdeniz’i düşünmektedir? Çünkü Akdeniz son derece stratejik bir mevkide bulunmaktadır, üç kıtaya ve dünyaya hitap edebilmektedir, tarihi arka planı ise bütün dünyaca bilinmektedir. Akdeniz’e hâkim olan bütün dünyaya hâkim olmuş demektir. Bu yüzden İslam’ın Batıyla karşılaşması ve hesaplaşmasında önemli ve öncelikli bir alandır ve İslam aydınlarının ilgisine, çözüm önerileri ve atılımlarına muhtaçtır.
Bu çerçeveden olarak bir Akdeniz Ekonomik Birliği projesi öneriyorum. (Akdeniz Olimpiyatları zaten vardır, yani işin sportif yönü zaten mevcuttur.) İlk önce ekonomik bir birlik olarak düşünülebilecek bu projenin İslam devletleri ve bilhassa Türkiye tarafından teklif edilmesi önemli sonuçlar doğurabilecektir. Çünkü Akdeniz’e kıyısı olan İslam ülkeleriyle diğer devletlerin sayısı neredeyse eşittir ve (İslam ülkeleri hariç hepsi) AB’ye üyedirler. Avrupalıların bu birliğe girmemeleri durumunda, İslam ülkelerinin Afrika’yı da içine alabilecek daha büyük bir birliğe ulaşmaları söz konusu olabilecektir. Kabul etseler dahi bu husus göz ardı edilmemeli ve iyice düşünülmelidir. Ayrıca, Akdeniz Ekonomik Birliği’ne girmeyi kabul ederlerse Türkiye ve diğer İslam ülkelerinin konumu güçlenebilecektir. Yani, Akdeniz (Ekonomik) Birliği projesi, her iki halde de Müslümanlara yarayacaktır. Tabii ki en ince detaylarına kadar çok iyi bir şekilde hazırlanmalı, tarihi ve entelektüel arka planı ayrıntılarına varıncaya kadar araştırılıp Akdeniz ülkelerinin kamuoyuna sunulmalıdır. Akdeniz Birliği projesi, en az üç İslam devletinin, Türkiye, Mısır ve Cezayir’in işbirliği ve birlikteliği ile teklif ve deklare edilmelidir. Hiç olmazsa Türkiye ve Mısır beraber davranabilmelidir; bu iki devlet arasında bunun için uygun fırsat ve ortamlar vardır. (Bu öneri Yüce Devlet Dergisi’mizde 1995 yılında yayınlanmıştır.)
Denilebilecektir ki AB’nin daha doğrusu Fransa’nın da böyle bir projesi vardır ve Fransa, Türkiye’yi AB’ye değil de Akdeniz Birliği’ne almak istemektedir. Neden olmasın? Bunun iyi yararı olabilir: Türkiye bu öneriyi kabul ederse Fransa’nın gönlünü kazanır, dolayısıyla AB’deki muhalefetini önlemiş olur. İkincisi ve daha önemlisi, Fransa’nın Afrika’daki İslam devletleri üzerindeki hegomonyasını önleyebilme fırsatı kazanır.
Şu tarihi hadiseyi de konumuza ışık tutması için aktarmak istiyorum: Antik çağda Delos (deniz) Birliği denen bir oluşum vardı. Şimdiki Yunanistan’a ait bir adadaki bir tapınağın kutsallığından da yararlanarak şehirlerin üye olması esasına dayanan bir birlik kurulmuştu, sonradan Atina’nın egemenliğine girmiş olan Delos Birliği geçmiş zamanların en büyük organizasyonuydu. Antik çağdaki bu birlik de hatırlatılarak Akdeniz Birliği projesinin inandırıcılığı artırılabilir ve bu birliğin merkezi olarak da yine bir ada, mesela Kıbrıs adası önerilebilir. Tarihi ve stratejik önemi ile Kıbrıs böyle bir birlik için ideal bir yerdir. Kıbrıs aslında İslam Birliğinin meselesidir; Türkiye AB ve ABD’ye karşı, bu konuda tek başına başarılı olamaz, devreye İİT’yi, etkin İslam ülkelerini sokmalıdır. Bu konuda çok ince ve çok güçlü bir siyaset uygulanması gereklidir.
6. TEK ÇÖZÜM: BİRLEŞMEK
Birleşen Kazanıyor
ABD, adı üstünde birleşik bir devlettir, 50 eyalet ve bir federal bölgeden oluşur; nüfusu 300 milyondan fazladır, yüzölçümü 9.629.091 kilometrekaredir.
Rusya, bir federasyondur, 83 federal bölgeden oluşmaktadır; 17.075.200 km²’lik yüzölçümü ile dünyanın en geniş ülkesidir, nüfusu 145 milyondur. (Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun da kurucusu ve yöneticisidir.)
Çin, eyaletler ve özerk bölgelerden oluşur; yüzölçümü 9.640.821 kilometrekaredir, 1.133 milyardan fazla nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkesidir.
Büyük Britanya, birleşik bir krallıktır; bağlı devletler, sömürgeler, himaye altındaki ülkeler, vesayet ülkeleri, kondominyumlardan (birlikte yönetim; bir bölgeyi iki veya daha fazla ülkenin yönetmesi) oluşur; (ayrıca İngiliz Milletler Topluluğu’nun (Commenwealth) 16 üyesi bulunmaktadır. Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Kıbrıs, Hindistan, Pakistan, Seylân, Ghana, Malaya Federasyonu, Nijerya, Sierra Lione, Tanganika, Trinidad – Tobago, Jamaika, İlganda; Commenwealth’in yüzölçümü 34 milyon kilometrekare, nüfusu ise 667.043.528’dir.)
Almanya, federal cumhuriyettir, 13 eyalet ve 3 serbest şehirden oluşur.
Fransa, üniter bir devlettir ama savunma konusunda anlaşmalı olan ortak ülkeleri (yani Denizaşırı Topluluklar “Collectivités d’Outre-Mer, kısaca COM”) vardır.
Avrupa Birliği (AB), 27 üye ülkeden oluşan ve toprakları büyük ölçüde Avrupa kıtasında bulunan siyasi ve ekonomik bir örgütlenmedir; Yaklaşık 500 milyonluk nüfusa hitap eder ve toplam yüzölçümü 4.422.773 kilometrekarelik bir alan tutar. NAFTA (Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması); ABD, Kanada ve Meksika’yı kapsar; bu ülkeler dış ticarette olduğu kadar dış yatırımlarda da adeta bütünleşmiş durumdadır.
5+1’in yani BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı bulunan beş devletin ve Almanya’nın sistemleri, yüzölçümü ve nüfusları ile kurdukları birlikler hakkında bu kısa bilgiler, bu devletlerin neden çok güçlü ve dünya siyasetinde neden çok etkin olduklarını da izah ediyor. Hemen hepsi birleşik devlettir, yüzölçümü ve nüfusları da diğer dünya devletlerinin çoğundan kat kat fazladır.
“Birleşmiş Milletler” Adil midir?
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra galip devletler BM’yi kurdular. ABD, her iki dünya savaşının galibi olarak elbette ki aslan payını aldı. Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilen, ikincisinde galip olan Rusya; Birinci Dünya Savaşı’nda galip ikincisinde ABD tarafından kurtarılan İngiltere, her iki dünya savaşının mağlubu Fransa, her iki dünya savaşında da galip olmayan Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde ve dünya siyasetinde yerlerini aldılar. (İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Cemiyet-i Akvam’ı kurmuştu ama kimseye bir pay vermek istemediğinden, İkinci Dünya Savaşı’nın da bir nevi müsebbibi sayılır.) Almanya, her iki dünya savaşının mağlubu olduğundan, ilk önceleri bir kenara itilmiş, toparlanıp birleşip AB’yi kurduktan sonra etkinliği artmıştır.
Fransa, neden Güvenlik Konseyi’ne alınmıştır: Katolik dünyasını temsil ettiğinden. ABD ve İngiltere, Protestanlığı temsil eder; Rusya, Ortodoksluğu; Çin ise Taoizm ve Budizmi yani doğu dinlerini. Görüldüğü gibi Hristiyanlığın üç mezhebi de Güvenlik Konseyi’ndedir; dünyanın en büyük dinlerinden İslam’ın temsilcisi ise burada bulunmamaktadır.
Çin, Asya’yı, ABD Amerika’yı, Rusya hem Asya hem Avrupa’yı, İngiltere ve Fransa Avrupa’yı temsil etmektedir. Afrika ve Avustralya kıtaları Güvenlik Konseyi’nde yoktur.
Batı’nın en büyük temsilcisi ABD, Birleşmiş Milletler sistemiyle, dünyaya hükmetmektedir. ABD, İngiltere’den daha akılcı ve pragmatist davranmış, yanına dört devlet alarak kendi iktidarını, Batı ve dünya kamuoyunda önünde daha güçlü bir hale getirmiştir. Ama bu sistem, hem din hem coğrafya bakımlarından temsil adaleti gözetmediğinden tek yanlıdır; her tek yanlı sistem gibi adil değildir. Adil olmayan ise zalimdir, zalim olansa bir gün yıkılmaya mahkûmdur. Lakin zulüm sistemleri ve zalimler kendi başlarına yıkılmazlar. O halde şu soru ortaya çıkıyor: Bu zulmü ortadan kaldıracak olan kim?
Dış Engel
Müslümanların birleşmesinin önündeki en büyük engel, işte bu sistemdir, BM Güvenlik Konseyi sistemidir, küresel beşli çetedir. Kendileri birleşik devletlerdir, yeri ve zamanı geldiğinde hacim olarak daha da büyümektedirler; bu da yetmemekte siyasi ve ekonomik yeni birlikler kurarak güçlerini iyice arttırmaktadırlar.
Lakin Müslüman ülkelerin birleşmesine ise asla imkân tanımamaktadırlar. Hatta mevcut ülkeleri daha da bölmeye çalışmaktadırlar. Sudan’ı ikiye böldüler mesela, hatta üçe bölmek istiyorlar (Sudan ve Mısır’ın, Osmanlı’nın çöküp Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu dönemde birbirinden ayrılmamış olduğunu da hatırlatırız.) İran’ı, Türkiye’yi ve diğer İslam ülkelerini de ikiye bölmek istiyorlar. Bugün dünya üzerindeki bütün müslüman ülkelerin başındaki büyük dertlerin müsebbibi ya ABD’dir ya hem ABD hem İngiltere’dir, ya Fransa ya Rusya ya da Çin’dir. Öyle değildir diyeceklere “gidin iyice araştırın, biraz kurcalayın, biraz derinlere inin” cevabını vereceğiz.
Kendi özel hegemonya alanlarında yaşayan Müslümanlara yaptıkları zulümleri, (kendi halklarından bir kişinin bir kılına dahi halel geldiğinde dünyayı ayağa kaldırırken) çetenin diğer üyeleri bu işkence ve zulümleri görmezden gelmektedirler. Mesela Doğu Türkistan’daki Müslümanlara yapılan zulümlerin, ABD ve Batı yönetimlerince doğru dürüst kınandığını hiç duydunuz mu? Irak’ta ABD ve İngiliz askerlerinin yaptığı akıl almaz işkencelerin Çin, Rus, Fransız, Alman devlet adamlarınca ya da medya kuruluşlarınca gündeme getirildiğine hiç tanık oldunuz mu?
Türkiye de çok rahat mıdır? Otuz senedir süren PKK fitnesinin, 70–80 arasındaki sağ sol çatışmalarının; 1960, 1971, 1980, 1996 vb. darbelerinin arkasında kim vardır?
Tek Çözüm: Birleşmek
Tek başlarına Pakistan, İran, Mısır, Türkiye ya da başka bir İslam ülkesinin küresel zulme karşı duramayacağı apaçık bir gerçektir. Birleşmedikçe de karşı koyma ihtimalleri de bulunmamaktadır. Birleşmedikçe sömürülmekten kurtulamayacaklar. Birleşmedikçe zenginleşemeyecekler. Birleşmedikçe rahat yüzü görmeyeceklerdir. O halde ne yapıp edip birleşmenin formüllerini aramalıdırlar.
“Afganistan Afganlılarındır ya da Libya Libyalılarındır” demek soğuk savaş döneminde belki bir şeyler ifade edebilirdi ama artık beş para bile etmiyor. “Afganistan Afganlılarındır ve Müslümanlarındır; Libya Libyalılarındır ve Müslümanlarındır vb.” demenin zamanı artık gelmiştir. Afganistan ve Pakistan’daki zulmün ve işkencenin boyutları akıl almaz hale gelmedi mi? Irak’ta 1,5 milyon insan yok yere ölmedi mi? Afrika’daki açlık ve sömürgenin şiddeti Müslümanlara hiçbir şey ifade etmiyor mu? Doğu Türkistan, Keşmir, Moro, Arakan, Patani’deki zulümlerin durdurulması için gayret edilmesi gerekmiyor mu? Dini ve ırkı ne olursa olsun mazlum kavimlerin yardımına koşmak, İslam’ın ve insanlığın bir gereği değil mi?
Onun için bir yandan müslüman ülkeler arasındaki en küçük bir birleşme ihtimalini bile araştırıp bulup değerlendirirken BM Güvenlik Konseyi’ni önce fikir ve medya alanında eleştirmeye başlamalı; adil olmadığını, dünyayı din ve coğrafya bakımından tam temsil etmediğini ifade etmeye başlamalıyız.
İç Engel
Irkçılık, İslam Birliği’nin önündeki en büyük iç engeldir; Batı tarafından içimize sokulmuş büyük ihanettir. Irkçılık belasının birleşmemize büyük engel teşkil ettiğini görüp göstermek için en küçük bir fırsatı dahi kaçırmamalıyız. Kardeşlerimizi ikna etmek için elimizden geleni yapmalıyız.
Birleşme önce ruhta ve gönülde olur, zihinde ve idrakte olur, ortak hareket edebilme şuurunda olur, ilim ve irfan ile olur, çalışma ve özveriyle olur.
Birleşmenin federasyon veya konfederasyon sistemiyle mi, eyalet ya da özerklik sistemiyle mi ya da farklı bir şekilde mi olacağı üzerine, dünyanın her yerindeki müslüman aydınların artık daha fazla kafa yorması gerekmektedir. Hatta her gün hatta her an…
Birleşmenin adına illa “İslam Birliği” demek gerekmez, güçlenene kadar siyaset yapmanın zararı yoktur. Lakin ortak düşmana karşı birleşmenin yollarını aramak ve bulmak artık kaçınılmaz hale gelmiştir çünkü zulüm dayanılmaz boyutlara gelmeye başlamıştır.
***
Yukarıda sorduğumuz soruya şimdi cevap verelim: Küresel zulmü ortadan kaldıracak olan ancak Müslümanlardır. Diğerlerinin neredeyse hepsi, bu sisteme gönülden entegre olmuşlar, zalimlere yardakçı olmuşlardır. Yalnız ve ancak Müslümanlardır ki küresel zulüm sistemini asla kabul etmeyip karşı durmaktadırlar. Henüz yeterince güçlü olmadıklarından, seslerini tam olarak yükseltememektedirler belki ama zulme karşı çıkıp engelleyebilecek ve hatta durdurabilecek olanlar yalnızca Müslümanlardır.
Müslümanları yalnızca kardeşleri değil bütün mazlum halklar hatta bütün doğa beklemektedir. Çünkü aç gözlü Batı; Müslümanlara ve insanlığa kadar çevreye de zarar büyük vermiştir ve artık durdurulması gerekmektedir.
***
İslam Birliği, Müslümanların en mühim meselesidir, bu büyük ve kutlu dava büyüklerimizden bize miras kalmıştır; bilgi, görgü, ihlâs ve samimiyetle her gün, her zaman yeni çözümler bulmaya ve bunları gerçekleştirmeye çalışmalıyız. İyi niyet ve samimiyetle cehd ü gayret edersek Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Medine’de; Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Memluklar ve Osmanlılar ve diğer İslam devletlerinin Asya, Avrupa ve Afrika’da defalarca gerçekleştirdiği birlik nimetine yeniden kavuşabileceğimizi, Rabbimizin bizi bu büyük lütfa yeniden mazhar kılacağını kuvvetle ümit ediyoruz.
Evet, birleşmek zordur, zahmetlidir, büyük bir çaba ve enerji harcatır; sabır ve özveri gerektirir; büyük düşünmeye ve büyük planlar yapmaya ihtiyaç duyar. Lakin başka çare yoktur.
Sultan Selahaddin, Haçlıları Kudüs’ten kovmadı mı? Onun gibi Arapları, Türkleri, Kürtleri, Çerkezleri ve diğer kardeşlerimizi birleştirip güç kazanırsak biz de başarabiliriz.
Muvahhid ve Murabıtlar, müslümanların çağrısı üzerine, iki defa büyük zahmetlerle Magrib’den İspanya yarımadasına geçip kardeşlerine yardım etmediler mi; iki büyük zafer kazanmadılar mı?
Memluklar, Aynıcalut’ta putperest Moğol ordusunu büyük bir yenilgiye uğratıp bütün İslam âleminin bu amansız beladan kurtulmasını sağlamadılar mı?
Fatih Sultan Mehmed, topları karadan yürütüp Kostantiniyye’yi fethetmedi mi?
Demek ki biz de bir ve beraber olur, gecemizi gündüzümüze katıp çalışır, takva ve ahlakla cihad edebilirsek nice fetihlere nail olabiliriz.
7. İSLAM BİRLİĞİ BİR ÜTOPYA DEĞİLDİR
Geleceğe bakan yüzüyle hayal, geçmişe bakan tarafıyla bir menkıbe de değildir.
Geçmişimizde defaatle gerçekleştiğinden bir menkıbe de değildir. Tarih, İslam Birliği’nin müteaddit misalleriyle doludur. Geçmişte bir kere dahi gerçekleşmiş bir işin günümüzde ve gelecekte olması da zaten imkân dairesinde olduğundan, İslam Birliği bir hayal de değildir.
Evet, bir idealdir İslam Birliği. Büyük, güçlü, bereketli bir eylemdir. Gaye ve çalışmadır. Hedef ve gayrettir. İslam birliği, her anımızı kuşatan bir amaç, her günümüzü kapsayan bir iştir. Gönlümüzün muradıdır.
Bir diyalektiktir, Birlik fikrimiz bizim; bir düşünme biçimidir. Bir zihniyet meselesidir. Kısa, orta ve uzun vadeli eylem planımızdır. Her anımızı kuşatan bir aksiyondur, İslam Birliği. Birinci gündem maddemizdir.
Kahramanların işidir, birlik için çalışmak. Mangal gibi yüreği olanların kutlu çabasıdır. Bilgi ve görgü sahiplerinin işidir, İslam Birliği. Tarih bilgisi sağlam olanların, kaliteli ve doğru bilgiye dayananların başarabileceği bir çalışmadır.
Tarihin derinliklerinden gelen sesi duyabilen aydın gönüllerin idealidir. Dünyanın her yanındaki mümin gönüllerin muradını sezebilen büyük kafaların çabasıdır. Mazlumların seslerini ya da sessizliklerini işitebilen merhameti büyük adamların, adam gibi adamların hedefidir, İslam Birliği.
Zalime karşı durmaya gücünüz yetmiyorsa birleşmek zorundasınız. Organize olmuş zulme ve hıyanete karşı birleşmezseniz ne yapacaksınız? Eliniz kolunuz bağlı olarak oturacak ve ah u vah etmekten başka hiçbir şey yapamayacaksınız. Filistin ve Gazze’dekiler, Keşmir ve Pakistan’dakiler, Doğu Türkistan, Patani, Moro, Arakan ve daha nice ülkedeki kardeşleriniz amansız bir şekilde katledilecek ve siz gözyaşı dökmekten başka hiçbir şey yapamayacaksınız. Çocuklar ve kadınlar da gözyaşı döküyor, oturup onlarla beraber aynı işi mi yapacaksınız?
Bosna’nın acıları daha çok taze ve biz unutmadık henüz. Çeçenistan’ın acıları hâlâ devam ediyor, unutmak diye bir şey söz konusu bile değil. Irak’taki işgal devam ediyor. Ve biz oturup duruyoruz, yaptığımız en saygın iş gözyaşı dökmek… Çocuklar ve kadınlar gibi…
***
İslam Birliği bir an önce kurulmalıdır; kurulması için elden ne geliyorsa yapılmalıdır. Kendi bölgelerimize, İslam âlemine ve hatta dünyaya adaletin, iyilik ve doğruluğun gelmesi için kurmalıyız bu birliği.
/// Bu yazı, Medeniyet Millet Devlet Birlik kitabımızdaki Birlik bölümündeki ve daha sonra Yüce Devlet Dergimizdeki İslam Birliği ile ilgili makalelerin bir özeti mahiyetindedir. Haziran 2015’te dergimizin ücretsiz eki olarak basılmıştır. Baskısı halen mevcuttur ve isteyenlere ücretsiz olarak verilmekte/gönderilmektedir.
Haydar Murad HEPSEV