KARANLIK ÇAĞ SONA ERMEKTE
Allahu ekber!
Ülkelerindeki Müslümanlara ve bütün halka zulmeden zalimlerden Zeynelabidin bin Ali, Hüsnü Mübarek, Kaddafi, Ali Abdullah Salih’i devirdiği için Rabbimize Tunus, Mısır, Libya ve Yemen halkının sayısınca hamd ederiz.
Darısı İslam ülkelerindeki diğer zalim ve müstekbirlerin başına. Darısı dünyadaki bütün zulüm ve küfür düzenlerinin başına.
Darısı bütün çağdaş Firavunların, Nemrutların başına. Darısı bütün çağdaş Sezarların, Çarların, İmparatorların başına. Zalim olan bütün kral, kraliçe, başkanların başına. Darısı bütün zulüm sistemlerinin, rejimlerinin, idarelerinin başına.
Darısı, daha büyük zalimlerin emrinde ve gölgesinde hainlik eden zalimciklerin başına. Darısı zalimlerin yardakçıları olan aşağılıkların başına.
Ve zulme razı olanlara yazıklar olsun. Zalimlere karşı ses çıkarmayanlara yazıklar olsun. İçinden, yüreğinin bir köşesinden bile zalimlere itiraz etmeyenlere yazıklar olsun.
Yeni bir dönemin geldiğini anlamayanlara, fark etmeyenlere yazıklar olsun.
Artık yeni bir çağ başlamaktadır.
Karanlık çağ sona ermektedir.
Artık tarih hızlanmıştır.
Değişim hızlanmış, devrimlere dönüşmüştür. Artık inkılâplar çağı başlamıştır.
Zalimlerin ve müstekbirlerin yüreklerindeki korku, artık iyice artmaya başlamıştır.
Gözlerinin yuvalarından fırlayacağı, yüzlerinin kâğıt gibi sararacağı günlerin işaretleri artık belirginleşmiştir.
Çünkü artık mazlumlar uyanmakta ve korkularını yenmeye başlamaktadırlar.
Dünya Tarihi: Zalimler ile Mazlumların Mücadelesi
Marks, dünya tarihini iyi okuyamadı. Dünya tarihini, modern zamanların en kuvvetli teziyle sermaye ile emek, işverenle işçi, burjuvayla köylü, ezenle ezilen arasındaki mücadeleye dayandırmış ve fakat gerçeğin bütününü görememişti. Dünya tarihi, zalimler ile mazlumların mücadelesidir. Ve bu mücadele sadece üretim araçlarında yani ekonomide değildir, her alandadır. İnsanın bulunduğu her yerde ve zamandadır.
Tarih, Habil ile Kabil’in savaşıyla başlar. Hazret-i Nuh, Salih, Lut ve diğer Peygamberlerin mücadeleleriyle devam eder. Hazret-i Musa, Davud, İsa’nın, Muhammed Mustafa (aleyhissalatu vesselam) Efendilerimizin cihadlarıyla zirveye erişir. Seyyid Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz bu bayrağı devam ettirir. Ashab-ı kiram ve ondan sonra gelenler, Romalılar, Haçlılar, Moğollar ve Batılılar ile mücahede ederler. zalim hükümdarlar ile mazlumların mücadelesinden ibarettir.
Ecdadımız “Zulm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur (Zulüm ile mutlu olanın, sonu berbat olur)” demiştir. Evet, hiçbir zalim yoktur ki sonu perişan olmasın. Fakat zalimlerin devri bazen o kadar uzun olur ki mazlumların gönlü kahrolur ve karşı duracak mecalleri olmaz. Ama bir süre sonra kendilerini toparlayan mazlumlar ve onlarla beraber nesillerinden gelen gençler, zalimleri mutlaka devirirler. Yıkılıp gitmeyen hiçbir zalim ve zulüm rejimi yoktur. Ve bu, bütün dünya tarihinde böyle olagelmiştir.
Zalimler, gücü ellerinde tutabilmek için millete ait mal ve mülke de el koyarlar ve kendilerine yardakçı olan küçük bir zümre hariç bunları halklarına adil dağıtmamak için her türlü tedbiri alırlar. Bu da onların sonunu hazırlar. Aç kalan, işsiz kalan, hor ve hakarette kalan halk, bir kıvılcım bekler; bir küçücük kıvılcım ise zalimin sonunu getirmeye yeter. Ve bu, bütün dünya tarihinde böyle olagelmiştir.
Zulüm düzenlerini koruyabilmek ve sürdürebilmek için bütün zalimler, herkesle ittifak ve birlik kurabilir, düşman devletlerden bile yardım ve hatta emir alabilir, her türlü alçaklığı yapabilirler. Kendi kavim ve dinlerinden olmayanlarla işbirliği yapıp onlarla her türlü kirli pazarlıklar ve oyunlara girmekten çekinmezler; çünkü onlarca asıl olan, kendi zulümlerinin ve zulüm sistemlerinin devamıdır. Millete ait olan kaynak, mal, para ve servetleri peşkeş çekmekten asla kaçınmazlar. Lakin halk bunu bir şekilde öğrenir ve bir gün buna dur der. Ve bu, bütün dünya tarihinde böyle olagelmiştir.
Zalimler, kendi kavim ve halklarına akla gelmedik işkencelere başvurmaktan çekinmezler; çünkü onlar, kendileri gibi zalim olmayan herkesi düşman olarak görürler. Bu kadar çok düşmanı olan kişi veya grupların, ellerinde ne kadar güçlü silahlar bulunursa bulunsun, büyük halk kitlelerine karşı durmaları mümkün müdür? Mümkün değildir; duramazlar, duramamışlardır. Ve bu, bütün dünya tarihinde böyle olagelmiştir.
Ve artık tarih yeniden yazılmalıdır. Yeni bir bakış ve yeni bir heyecanla. Çünkü tarih, yeniden büyük bir dönüşümün eşiğindedir…
Katmerli Zulüm Düzenlerine Karşı Halk Devrimleri
Tunus, Mısır, Libya (ve Fas, Cezayir, Yemen vb.) halkları, Arap Baharı (1) diye isimlendirilen ve başlarındaki zalimleri devirmek için destansı hareketlere giriştiler. Senelerdir başlarında olan zalimlere karşı kıyam ettiler. Bir kısmı bu zalimlerden kurtuldu. Bu çok önemli bir muvaffakıyettir. Zalim idareciler büyük korku imparatorlukları kurmuştular, halklarının nefes almasına izin vermiyorlardı. Lakin bıçak kemiğe dayanmıştı, insanlar aç ve işsiz kalmıştılar; komşularına, akrabalarına, dindaş ve soydaşlarına karşı mahcup olmuştular.
Bu kıyamlar sebepsiz ve haksız değildir. Başlangıçta dıştan bir etki söz konusu değildir. Demokrasi arayışı vardır ama zulüm bıçağına karşı fevri ama kararlı ve güçlü çıkışlardır. İslam âlemi için de dünya için de, yenidir. Belli başlı liderleri olmaması, en büyük eksiklileridir. Ülkelerin başında uzun süre diktatörlük yapan zalimleri, devirmeleri açısından bu hareketler oldukça dikkat çekicidir.
Bu zalimlerin devrileceği belliydi ama dünyadaki büyük güçler, halkların bu kadar güçlü ve etkili bir şekilde kısa bir zaman içinde başarıya ulaşacağını öngöremediler. Ve zannediyorlardı ki bu zalimler ve zulüm düzenleri “bin yıl” devam edecek… “Yönetenleri yöneterek” kendi menfaatlerini ilelebet koruyacaklarını, sömürge düzenlerini devam ettireceklerini, dünyanın artı değerini kendi ülkelerine sonsuza kadar taşıyacaklarını zannediyorlardı. Bu “kıyak” düzenin yıkılmasını hiç isterler mi? “Tarihin sonu” ve “Amerikan Yüzyılı” tezlerini ileri sürmemişler miydi? Kibir ve gururlarıyla kurum kurum kurulmuyorlar mıydı? İşte kibir ve zulüm, sahiplerini böyle kör eder; önlerini bile göremez hale getirir.
Bu bir süreçtir ve daha yeni başlamıştır. 300 senedir dünyayı sömüren, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler’i kurarak dünyaya yeni bir nizam veren Batı, bu zalimlerle iş tutmayı kendi sömürü düzeninin devamı için bir usul olarak benimsemiştir. Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin; bu “temiz” düzeni “güzelce” devam ettirmekte; yani bütün dünyayı rahatça sömürmekte, halkların kanını rahatça emmektedirler. Ve asıl büyük zalimler bunlardır ve asıl büyük zulüm idaresi Birleşmiş Milletler’e hâkim olan bu beşli çetenin sistemidir, çetenin reisi ABD’dir, arkasında Yahudi vardır. İsrail, Almanya, Hindistan, Japonya gibi karakulaklar da bu beşli çetenin yakın yardakçılarıdır.
İşte bu, katmerli zulüm sistemidir ve bitiş süreci başlamıştır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Kendi ülkelerindeki zalimleri deviren halklar, bu zulüm sisteminin tuğlalarını da koparmaya başlamışlardır. Ama temelinden yok edebilmeleri için “birleşmeleri” gerekmektedir, yoksa “birleşik beşli çeteye ve yardakçılarına” karşı tam bir muvaffakıyet elde etmeleri zor olacaktır. [Bu çete daha da birleşmekte; NATO, Avrupa Birliği (AB), Kuzey Amerika Ekonomik İşbirliği (NAFTA), Şanghay İşbirliği Örgütü vb birliklerle daha da yakınlaşmaktadırlar. I. ve II. Dünya Savaşlarında zaten iyice böldükleri İslam ülkelerini daha da küçültmek istemektedirler. Sudan’ın önce ikiye sonra üçe böldüler. Osmanlı’dan sonra, Mısır ve Sudan, tek ülkeydi. Lozan’a kadar bize bağlı kalmaya devam etmişti. Yani bir memleket dörde bölündü.
İslam Birliği’nin önemi, işte bir kez daha önümüze çıkıyor. Çünkü asıl sömürülen İslam ülkeleri ve Müslümanlardır. Çünkü dünyanın en değerli maden ve hammaddeleri, enerji kaynaklarının büyük bir kısmı İslam coğrafyasındadır. Müslümanların yaşadığı alanlar, dünyanın en stratejik bölgelerindedir. Bu katmerli zulüm sisteminden Müslümanlar, büyük zarar görmektedir. Üstüne üstlük horlanmakta ve kutsal değerleri en kötü muamelelere tabi tutulmaktadır. Onun için her şey, “birlik” demektedir.
Hâlihazırda İslam ülkelerinin en rahatlarından birisi olan biz, bu katmerli zulüm sisteminin dışında değiliz elbette. Lakin “bu durumun yeterince “farkında mıyız” sorusuna “evet” cevabı veremiyoruz. Lozan’la boynu büktürülen, 1946’da ABD’ye havale edilen; 1960, 1971, 1980, 1996, 2007 yıllarındaki darbelerle sisteme iyice bağımlı kılınan edilen devletimiz, bu sisteminin bir parçası olmaktan kurtulmuş mudur? Bu soruya, “evet” cevabı vereceğimiz günler gelecektir, inşaAllah. Ama çalışırsak ve birlik için bir araya gelmeyi başarırsak…
Bu Kadarla Kalacak mı…
Mısır’daki “halk devriminin” sadece Arap ülkelerine tesiri olmamıştır; dünyanın diğer yerlerine ve bize de büyük etkisi olmuştur. İhvan-ı Müslimin yani Müslüman Kardeşler teşkilatının, kurucusu Hasan el-Benna’nın, ondan sonraki liderlerinin ülkemiz aydınlarınca hatırlanması bile bu tesire işaret etmektedir.
Müslüman Kardeşler’in Mısır’daki devrim hareketinde zayıf ve etkisiz kaldığı doğru değildir. Uzun yıllar baskı altında kalmalarına, liderleri ve etkili mensuplarının sürekli tutuklanmalarına ve uzun süreler hapis yatmalarına rağmen, halkın örgütlenmesinde, sevk ve idaresinde Müslüman Kardeşler, büyük rol oynadı ama kendini ön plana çıkarmadı. Bu siyaseti doğru idi. Müslüman Kardeşler, Mısır’daki en organize teşkilattır, ülkenin en ücra köşelerine, halkın bütün kesimlerine kadar nüfuz etmişlerdir. Ülkemizdeki ve dünyadaki Müslümanların bu teşkilattan öğreneceği çok şey vardır.
Biz kendimize bakalım, değerli kardeşlerim. Biz, darbelerin üzerimizdeki olumsuz etkilerini atabilmiş değiliz. İslam’a ait önemli meselelerde bile yeteri kadar ön alamıyoruz. Meydanlara toplu çıkamıyoruz, sesimiz cılız çıkıyor. Bir gaflet ve atalet var üzerimizde. Biz, önce kendimizi sorgulayalım, daha sonra diğer Müslümanları eleştirelim.
Güçlü bir medya yok maalesef ülkemizde. Gazeteler, televizyonlar ve internet siteleri, devrimlerin olduğu ülkelerde doğru dürüst eleman bulundurmadıklarından Batı medyasının söylediklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapamadılar. (BBC ve CNN, ne başlık attıysa onu kısa zamanda tercüme etmekte başarılı oldular!) Hâlbuki İslam ülkeleriyle her alanda ve her bakımdan daha yakından ilgilenmemiz gerekir; bunun en önemli ayağı medyadır. Sağlam, güçlü, hızlı ve etkili bir medyaya ihtiyacımız gün geçtikçe artmaktadır ve bu alanda atılan yeni adımlara seviniyoruz.
İstiyoruz elbette ve kendimizi de hor görmüyoruz. Üzerimizdeki bu hal geçicidir. Geçici olmak zorundadır, çünkü bu ağır meselelerin mirasçıları değil gerçek sahibi olmamız gerektiği gün, artık gelmek üzeredir; artık zaman hızlanmaktadır, artık tarih hızlanmaktadır. Bizde hâlâ o ruh var, elhamdülillah; cihada, ilme ve âlime büyük önem vererek İslam Medeniyetinin son büyük atılımını yapan kutlu ecdadımızın inşaAllah izindeyiz. Son büyük İslam Birliği ve son büyük İslam Devlet’inin mirasçılarıyız. Birlik ve Devlet için az da olsa gayret ediyoruz; Allah’a şükür; hâlâ güçsüz de olsa haklıdan, zararımıza bile olsa mazlumdan yana olabiliyoruz.
***
Karanlık bir çağ, sona ermektedir. Zulüm çağı, artık sona ermeye başlamıştır. Zalimlerin çağı, kapanmaya başlamıştır. Katmerli zulüm düzenleri, artık yıkılmaya başlamıştır. Bu süreç, elbette zahmetli olacaktır. Dünya bir büyük doğum daha yaşıyor; bir doğum sancısız mı olacaktır? O halde kendimizi bir iyice hazırlayalım. Birlik, dirlik, devlet ve medeniyet nimetlerine erişmek için çalışmaya, zahmete, meşakkate, zorluklara göğüs germeye hazırlayalım kendimizi. Müslümanların yeniden izzetle, şerefle, hak ve adaletle hüküm süreceği altın çağa, hazırlayalım.
Denkler düzülsün, kardeşlerim, davullar çalsın; büyük yürüyüş yeniden başlasın. Karanlık çağı yıkmak isteyenler öne çıksın; onlar en önde yürüsün, millet o kutlu adamların arkasından şan ve şerefle, kararla ve azimle yürüsün.
Biz de geri kalmayalım, yürüyelim kardeşlerim…
Haydar Hepsev
Şubat 2022
___________________________
Not:
(1) Arap Baharı, 2010 yılında başlayan hükümetlere karşı ayaklanma ve silahlı isyanlardır. Bu hareketler; demokrasi, özgürlük ve insan hakları talepleriyle ortaya çıkmıştır; bölgeseldir, toplumsal ve siyasi-silahlı hareketlerdir. Sonucunda, özgürlük mücadelesi adı altında birçok Arap diktatörünü devrilmiştir. Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen’de büyük çapta; Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas’ta küçük çapta olmak üzere bütün Arap dünyasında gerçekleşmiştir.
* Haydar Hepsev’in bu yazısı Yüce Devlet Dergisi’nde 1(4 Mart 2011, 8. sayı) yayınlanmış, Şubat 2022’de yeniden gözden geçirilmiştir.