RUH KONUSUNDAKİ YANLIŞLAR
Bir grup da ‘rûhlar’ konusunda yanılmıştır. Onlar da farklı derecededir. Hemen hepsi şaşırmış ve yanılmışlardır. Çünkü onlar, Allah’ın keyfiyeti konusunda düşünmeyi yasakladığı ve Allah’tan başka hiçbir kimsenin özelliğini kapsayacak bir ilme sahip olamayacağını haber verdiği bir konuda fikir üretmeye kalkışmışlardır.
Onlardan kimileri “rûh, Allah’ın nûrundan bir nûrdur” deyip ruhu zat-i ilâhiyye nûru sandılar ve helak oldular.
Bir grup “rûh, hayât-ı ilâhiyyeden bir hayattır” dedi.
Bir grup “rûhlar mahlûk ve Rûhu-l-kuds zât-i ilâhiyyedendir” dedi.
Bir grup “avâmın rûhları mahlûk, havâssın ruhları mahlûk değildir” dedi.
Bir grup “rûhlar kadîmdir; ölmez, azâba ma’rûz kalmaz ve eskimezler” dedi.
Bir taife “rûhlar cesedden cesede geçerek tenâsüh (1) eder” der.
Bir taife “kâfirin bir, müminin üç, veli ve sıddîkların beş rûhu vardır” der.
Bir taife “rûh nûrdan yaratılmıştır” der.
Bir taife “rûh rûhânidir, melekûttan yaratılmıştır. Sâfiyete erince tekrar melekûta döner” der.
Bir grup “rûh ikidir: Lâhûtî ve nâsûtî (2) der.
Bütün bunların hepsi görüşlerinde yanılmış ve tam bir dalâlete (3) düşmüşlerdir. Kendilerini yanlışa götüren şeyin farkına varamamışlardır. Bu, Allah’ın kulları üzerinde düşünmekten men’ ettiği bir konuda kendi yorumlarıyla derin düşüncelere dalmalarından kaynaklanmaktadır. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: “Sana ruhtan sorarlar. De ki: Rûh, Rabbimin emrindendir. (İsrâ suresi, 85. ayet)”
Bana göre bu konuda doğru düşünce şudur: Rûhların hepsi mahlûktur (yaratılmıştır.) Emr-i ilâhîden bir emrdir. Allah ile rûh arasında, rûhun O’nun mülkünden, O’nun emrinde ve kabzasında oluşundan başka bir sebep ve nisbet ilişkisi yoktur. Ruhlar tenâsüh etmez; bir cesedden çıkıp öbürüne girmez. Bedenin ölüm acısını tattığı gibi rûh da tadar. Bedenin ni’metlenmesiyle ni’mete nâil olur. Bedenin azâba uğramasıyla azâb görür. Çıktığı bedende haşrolunur. Allah teala, Âdem’in (aleyhisselam) ruhunu melekûttan yaratmış ve ona topraktan cesed giydirmiştir.
Anlattığım bu fırkalardan her birinin yanlışlıklarında kendilerince delilleri vardır. Doğruyu söyleyenlerin de onların yanlışlarını ortaya koyan beyanları vardır. Sözü uzatmaktan çekinerek bunları geçtim. Anlattıklarım yeterlidir. Tasavvuf konusuna ilgi duyan ve irşâda ermek isteyen akıllı kişilere bu kadarı kâfidir inşâallah.
Ebû Nasr Serrâc Tûsî, el-Lüma’ (İslam Tasavvufu), terc. Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz, Altınoluk yay., Ankara 1996, s. 438-439.
***
Ebû Nasr Abdullah b. Alî b. Muhammed es-Serrâc et-Tûsî (vefatı h.378 / m.988). İlk tasavvuf klasiklerinden el-Lümaʿ adlı eserin müellifi olan büyük âlim ve büyük ârif (hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur.)
el-Lüma’ Ebû Nasr es-Serrâc’ın (rahmetullahi aleyh) tasavvufun temel konularına dair eseri. [Daha geniş bilgi için bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (madde yazarı: Süleyman Uludağ), Ankara 2003, c.27, s.258-260]
Notlar:
(1) Tenâsüh: Batıl bir inanç olarak) ruhun insandan hayvana, hayvandan insana ya da bir cisimden başka bir cisme geçmesi; ruh göçü.
(2) Lâhûtî: İlahî âlemle ilgili olan; İlahî. / Nâsûtî: Nâsut âlemiyle, insanlıkla ilgili. Bu iki kelime, birbirine zıt anlamlıdır.
(3) Dalâlet: doğru yoldan ayrılma, yoldan çıkma, sapıtma, sapıklık. İnanç ve akîdede bâtıla sapma. Karşıtı, hidayet.