Sabretmek
Sabır (1), nurdur…
‘Allah sabredenlerle beraberdir… (2)’
Sabır, insanın içindeki kıymetli bir hazinedir.
Belâ ve musibetler karşısında, en sağlam kalkandır.
Allah’ın razı olduğu ve büyük mükâfatlar vereceği yüce bir haslettir.
Sabır, çok güzeldir; sabreden de güzeldir…
Peygamber ahlakıdır çünkü… Bütün peygamberler, çok çetin belalarla karşılaşmışlar lakin sabredip hepsine dayanmışlardır. Böylece Allah katında yüce derecelere erişmişlerdir.
Peygamberlerin yolundan giden âlim ve arifler de nice imtihanlardan geçmişler, onlar da belalara sabrederek imanlarını olgunlaştırmışlardır (3).
Kimde sabır varsa, onda Allah’ın kudretinden bir tecelli (4) var demektir. Allah, sabırlıların dostu ve koruyucusudur.
Sabrın ilk şartı, belayla ilk karşılaşıldığında gösterilmesidir. Vaktinde gösterilmeyen bir sabrın kıymeti yoktur.
Sabır, soğukkanlılıktır.
Sabır, dengeli olmaya çalışmaktır.
Sabır, başa gelenleri Allah’tan başkasına şikâyette bulunmamaktır.
Sabır, güzel ahlâkın ağırlık merkezidir.
Sabır, imanın yarısı, ferah ve saadetin anahtarıdır.
Sabır, belalara uğradığında kulun kendisini bağırıp çağırıp ağlamaktan korumakla olur.
Sabır, akıl ve zekâ demektir.
Sabır, cennet nimetlerine kavuşturacak büyük bir erdemdir…
Dünyevi tarafı acıdır sabrın lakin ahiret tarafı çok parlaktır. Sabrın acılarını çekenler, ebediyet devleti olan cennete ve Allah rızasına kavuşurlar.
***
Sabır, sebat ve metanetin en güzel örnekleri elbette ki peygamberlerdedir.
İlk olarak insanlığın ikinci atası Nuh (aleyhisselam) hazretlerinden söz açalım. Elli yaşında iken, Allah teala, onu kendi zamanında yaşayan bütün insanlara peygamber olarak gönderdi. Hazret-i Nuh, ömrünün sonuna kadar insanları Allah’ iman edip O’nun emirlerine uymaya dâvet edeceğine söz verdi. Kendinden önceki peygamberlerin dinlerindeki hükümleri, dokuz yüz elli sene büyük bir sabırla insanlara bildirdi, onları hidayete çağırdı.
Yıllar sürüp gidiyor, Hazret-i Nuh, tebliğ vazifesini devamlı olarak yapıyordu fakat ona çok az kimse iman etmişti. Diğer insanlar ise her geçen gün daha da bedbahtlaşıp her türlü fitne, fesat ve sapıklıktan el çekmiyorlardı. Hazret-i Nuh, böylesine düşmüş olan insanlara acıyor şefkat ve sabırla onları kurtarmaya çalışıyordu. Onlar ise bunu idrak edemeyip karşı çıkıyorlar, hazret-i Nuh’u taşa tutuyorlar, onu şehirden kovuyorlar, evini harap ediyorlar, sapıklıkla itham ediyorlardı. Bir türlü kötülüklerini anlayıp, azgınlıktan vazgeçmiyorlardı. İsyanları sebebiyle Allah teala, onlara gazap edip senelerce yağmur yağdırmadı. O isyankâr kavmin malları, hayvanları helak oldu. Bağları bahçeleri kuruyup, servetleri kayboldu, nesilleri kesildi. Son derece muhtaç ve fakir hâle düştüler.
Onların bu hâli karşısında Hazret-i Nuh “Ey kavmim başınıza gelen bunca belâlar günahlarınız sebebiyledir. Putlara tapıp Allah’a ibadet etmekten kaçındığınız için Allah teala size hiddetlendi. Bu sebeple yağmurlar kesildi. Büyük sıkıntılara düştünüz. Ama Rabbinizden günahlarınızın bağışlanmasını isteyin, sizi affedip üzerinize rahmet yağmuru göndersin. Size mallar ve evlatlar ihsan ederek imdat etsin. Nihâyet bir gün ölüp kabre gireceksiniz. Rabbiniz sizi bir müddet kabirde beklettikten sonra diriltecek ve amellerinizin ceza ve mükâfatını verecek…” diyerek onlara öğütler verdi ve yandan vaz geçmezlerse daha ağır azaplara düşeceklerini bildirdi.
Hazret-i Nuh ve bildirdiklerine inanmayıp putlara tapmakta ısrar eden azgın millet “Ey Nuh, gerçekten bizimle ısrarla çok uğraştın. Bu işe başladığın günden beri, bizi devamlı olarak azapla korkutup durdun. Artık sözünde doğru isen şu azabı getir de görelim. Artık ne olacaksa olsun” diyerek onun öğüt ve dâvetlerini kabul etmedikleri, Kur’an’da Hûd sûresinde 32. ayette bildirilmektedir.
Hazret-i Nuh, kavminin bu azgınlığı karşısında asla yılmadan, tebliğ vazifesine devam ettiği hâlde, onların imana gelmeyeceklerini iyice anladı. “… Ya Rabbi! Gerçekten kavmim beni yalanladı. Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar. (Şuara suresi, 117-118)” dedi. Allah teala da bütün insanlığın bildiği tufan azabını gönderdi. Sabır timsali Hazret-i Nuh, kendine iman eden az sayıda mümini ve hayvanlardan birer çifti elleriyle inşa ettiği gemiye bindirip kurtuldu. Ona inanmayanlar arasında karısı ve kendi oğlu da vardı, onlar gemiye binmediler. En yakınlarının ona inanmamasına rağmen dokuz elli sene sabırla tebliğ… İşte sabrın, metanetin, fedakârlığın en muhteşem örneklerinden biri…
***
Eyyûb aleyhisselam, Allah tarafından insanları hakka ve hidayete çağırmakla vazifeli, sabır, sebat ve tahammül timsali bir mübarek peygamberdir. Varlık ve darlıkta şükürden ayrılmayan, en mesut günlerinde ve en sıkıntılı anlarında Allah’a olan bağlılığından zerre kadar kopmayan müstesna bir insandı.
Onun uzun süren dayanılmaz ve sancılı bir hastalığa tutulduğu bildirilmektedir. Fakat bu İlâhî sınavı, sabır ve metanetle kazandığı, sonunda Rabbine yaptığı niyazı sayesinde sıhhat ve afiyete kavuştuğu, Kerim Kitabımızda anlatılmaktadır. O hastalık, vücudunun her tarafını sarmış, yara ve ağrılar sadece kalb ve diline ulaşmamıştı. Bu yaralar ne zaman ki, Allah’ı zikrine mâni olacak şekilde, kalp ve diline ilişince, Allah’a sığınmış, duasının kabul edilmesiyle de bu musibetten kurtulmuşlar. Şunu bilmek gerekir ki büyük mükâfatlar, daima büyük musibetlere tahammülün arkasından gelir. Eyüp aleyhisselamın kıssası da buna en güzel bir örnektir…
***
İbrâhîm [aleyhisselam (5)] Kerim Kitabımızda Allah tealanın ‘Halil (dost)’ diye kabul ettiği bir peygamberdir ve beş ulu-l-azm (6) peygamberden biridir. Allah’a olan sevgi ve bağlılığından ona ‘halîlullâh (Allah’ın dostu)’ lakabı verilmiştir çünkü insanlara karşı çok cömerttir ve onlardan hiçbir şey istememiştir.
Kavmi olan Babilliler, tek Allah’a inanmayıp putlara ve yıldızlara taparlar, onları ruhların sembolü olarak kabul ederlerdi. Bu inanca ‘Sâbiîlik’ denir; bu sahte din, ruhlara ve meleklere ibadet ve yıldızlara, aya, güneşe ve bunlar adına yapılmış putlara tapmak esasındaydı. Orada putların hem yapılıp hem de tapıldığı put haneler vardı. Bundan dolayı devlet yönetiminde bir put bakanı bile bulunurdu. İşte böyle inançtan yoksun ve medeniyetten uzak bir toplum olan Babil halkına, Hazret-i İbrahim peygamber olarak gönderildi.
Hazret-i İbrahim, Babil halkına uzun süre sabır ve sebatla hak dini, dünyayı, ahireti, hayatı, ölümü ve yeniden dirilişi anlatmış, babasına da bu meseleyi inceden inceye izah etmişti. Fakat başta babası Âzer olmak üzere halk, Hazret-i İbrahim’e inanmayıp inkâr etmişti.
Milletine, putların hiçbir fayda sağlayamayacağını pek çok kere söyleyen ve Allah tealanın yüce ve üstün niteliklere sahip olduğunu bildiren Hazret-i İbrahim, milletinin kendisine inanmadığını görünce, Nemrud’a gitti. O zamanda, milletinin başında bulunan Nemrud, sahip olduğu servet ve saltanatıyla kendini ilâh sanmaktaydı. Hazret-i İbrahim, Nemrud’a Allah inancını tebliğ etti fakat reddederek İbrahim ile Rabbi hakkında münakaşaya girişmişti.
Bir zaman sonra, Allah inancını kabule yanaşmayan halk, bir bayram günü âdetleri üzere put haneye yemek getirmiş, putlarının önüne koymuş, daha sonra da eğlenme yerlerine gitmişlerdi. Fakat Hazret-i İbrahim onlarla beraber gitmeyip put hanedeki bütün putları kırıp baltayı en büyük putun yanına bırakmıştı. Bayram eğlenceleri biten halk, âdetleri üzere yemeklerini almak için put haneye gelince orayı harabeye dönmüş bir durumda gördüler. Putları bu hale getirenin Hazret-i İbrahim olabileceğini düşünüp Hazret-i İbrahim’i sorguya çektiler. O da ‘Putlara sorun’ demiş, onlar da ‘Putlar, böyle bir şey yapamaz’ deyince ‘O halde, neden bu taştan ve tahtadan şeylere inanıyorsunuz, gelin sizi yoktan yaratan Allah’a inanın’ demişti. Hazret-i İbrahim’in bu savunmasını, kavmi kabul etmemişti. Bunun üzerine Zalim Nemrud, Hazret-i İbrahim’in öldürülerek veya yakılarak cezalandırılmasına ve ateşte yakılmasına karar vermişti. Hazret-i İbrahim ise bu karar karşısında Allah’a sığındı.
Hazırlanan ateşin alevi, en şiddetli ve hararetli duruma geldiğinde, Hazret-i İbrahim’i mancınıkla fırlatıp ateşe attılar. Ateşin ve her şeyin sahibi olan Allah, ateşe şöyle emir vermişti: ‘Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol (Enbiya suresi, 69. ayet)’ ateş de onu yakmamış, iyice alev alan odunları yara yara çıkıp bu sınavdan başarıyla kurtuldu.
İşte inancın, sabrın ve tevekkülün en büyük örneklerinden biri…
***
Yakup (aleyhisselam), Hazret-i İbrâhim’in oğlu İshak (aleyhisselam)’ın oğludur ve Yahudilere gönderilen bir peygamberdir. Kerim Kitabımızda, Hazret-i Yakub’un güçlü bir iradeye, keskin bir zekâya sahip ve salih, hayırlı, dürüst bir insan olduğundan bahsedilir.
Allah teala, bütün acılığına rağmen sabretsin ve kendisine olan bağlılığı daha da artsın diye Hazret-i Yakub’a şiddetli bir keder ve büyük bir üzüntü verdi ki, her zaman Hakk’a yönelsin. Çünkü öyle dereceler vardır ki, onlara ancak bela ve mihnetlere tahammül etmek suretiyle erişilebilir.
Hazret-i Yakup’un 12 çocuğu olmuş, en sevdiği oğlu olan Hazret-i Yusuf, kardeşleri tarafından kıskanılmış ve kuyuya atılmıştır. Çok sevdiği ve gördüğü salih rüya (7) sebebiyle peygamber olacağını hissettiği oğlu Yusuf (aleyhisselam)’dan ayrılmış, bundan ötürü çok büyük acı duymuş, ama ‘fe-sabrun cemîlün (Sabır, güzeldir) (8)’ diyerek bu imtihanı tevekkülle karşılamış; sonra ağlamaktan gözleri görmez olmuş, ancak kırk sene sonra yeniden açılmıştır. Sonra aynı anadan doğan Yusuf’tan sonra en çok sevdiği oğlu Bünyamin’den de ayrılmasıyla evlat acısı bir kat daha artmış, yine ‘Sabır, güzeldir’ diyerek tam bir teslimiyet göstermiştir. Yakup (aleyhisselam), peygamberler arasında evlat acısı ve evlat ihanetiyle imtihan edilmesiyle tanınmıştır ki imtihanların en büyüklerindendir…
***
Yusuf (aleyhisselam), Kerim Kitabımızda dürüstlük ve güvenilirlik bakımından övülen ve güzelliği ile meşhur olan bir mübarek peygamberdir. Hazret-i Yusuf, küçük yaşta başlayan çeşit çeşit belâ ve musibetlere karşı büyük bir sabır göstermiştir. Onun kıssasında bela ve imtihanlarla dolu bir hayat serüvenin sonunda kavuşulan mutluluk anlatılmaktadır.
İlk büyük sınavı, kardeşlerinin onu kıskanıp öldürmek istemeleridir. İçlerinden biri merhamet etmiş ve onu kuyuya atmışlar, kervancılar onu bulmuş ve Mısır’da onu köle pazarında satmışlardır. Kardeşlerinin yaptığı onca eziyet ve kötülüğe, hatta kendisini öldürmeye kastetmelerine rağmen Hazret-i Yusuf, nice sene sonra onları derin bir incelikle affedip bütün dünyaya örnek olmuştur.
Babasının yanında kaldığı takdirde, imtihanlarla elde edilen o büyük olgunluğa erişemeyecekti. İşte bu hikmet dolayısıyladır ki peygamberin çoğu, kendi vatanlarından uzakta bir garip olarak yaşamak zorunda kalmışlardır.
Bir büyük sınav da, köle olarak hizmetinden bulunduğu Züleyha ile nefis imtihanı geçirmesidir ki zorların zorudur. Lakin Allah tealanın yardımıyla bu imtihanı kazandı. Velakin Züleyha’nın iftirası ile zindana atıldı. İftiraya uğramak da katlanması zor bir imtihandır. Hazret-i Yusuf, uğradığı iftirayla, on iki sene hapiste kaldı. Bunun hikmeti de, onun manen kemâle erdirilmesi idi.
Bir büyük sınav da Mısır’a maliye bakanı olmasıydı. Üst düzeyde devlet görevi, oldukça zordur. Kıskanma, iftiralara uğrama, huyları farklı çeşitli devlet adamlarını ve halk tabakalarının idaresinin zorluğu bakımlarından zorların zorudur.
Dilimizde ‘Çirkini güldürürler, güzeli ağlatırlar’ şeklinde güzel bir söz vardır. Tam da Hazret-i Yusuf’a uygun bir söz…
Annesi vefat etmiş bir yetim, kardeşlerinin ihanetine uğrama, genç yaşında babadan ayrı kalıp gurbete düşme, peygamber oğlu olduğu halde köle olarak satılma, güzel bir kadınla sınanma, iftiraya uğrama, zindana düşme, yüksek düzey devlet göreviyle zorlu bir testten geçirilme… Tahammül, sabır, metanet ve sonunda saadet… En güzel kıssa ve sabrın en güzel örneklerinden biri…
***
En büyük sınavlara Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) tabi tutulmuştur. Onun hayatı, baştan sona en güzel sabır örnekleri ile doludur. Efendimiz, çocukluğundan vefatına kadar, hep büyük acılarla karşılaşmış, her türlü sıkıntı ve ıstırabı tatmıştır. Bütün peygamberlerden daha fazla bela ve musibetlerle sınanmıştır.
Daha dünyaya gelmeden babasını, altı yaşında annesini, sekiz yaşında dedesini, peygamberliğinin onuncu senesinde kendisini koruyan eden amcası Ebu Tâlib’i, bundan üç gün sonra da davasındaki en büyük desteği sevgili hanımı Hazret-i Hatice’yi, Uhud’da amcası ve şehidlerin efendisi Hazret-i Hamza’yı, yedi evlâdından altısı ile birçok torununu, kimisi küçük yaşta kimisi de yetişkinlik çağında olmak üzere bir bir Hakk’a uğurladı. Çok sevdiği ashabından birçoğunu kendi elleri ile kabre koydu. İşkencelere, hakaretlere, iftiralara, açlığa ve yokluğa maruz kaldı. Vatanından çıkarıldı. Savaşlarda yaralandı, ateşli hastalıklara müptelâ oldu. Ancak bunların hiçbirisi, O’nun sabır, metanetini ve dengesini bozmadı. O her hâl ve şartta tevekkül, sabır ve rıza içinde oldu. Böylece Müslümanlara ve bütün dünyaya örnek oldu.
Acaba kaç kişi altı evlâdını kendi elleriyle toprağa vermiştir… Kaç kişinin kucağında, küçük yavruları ve torunları nefes almakta zorlanmış ve ruhunu teslim etmiştir… Amcasının bedeni parçalanıp ciğeri dişlenen bir kimse var mıdır… Efendimiz gibi her türlü acının en dehşetlisiyle sınanan ve her birinde de sabır ve rıza örneği olan başka biri var mıdır…
***
Sabır, çok güzeldir; sabreden de güzeldir…
Sabır, imanın yarısı, ferah ve saadetin anahtarıdır.
Sabır, cennet nimetlerine kavuşturacak büyük bir erdemdir…
Haydar Hepsev
Haziran 2022
***
Notlar:
(1) Sabır, ‘güçlü ve dirençli olmak” demektir. Başa gelen belâlar karşısında, direnç göstermektir. İbadetlere devam etmede sebat, günahlardan ve haramlardan sakınmada gösterilen metanet demektir. Karşıtı da telâş, kaygı ve yakınmadır.
(2) Allah teala, insanları korku, açlık, yoksulluk, yakınların ölümü, mal kaybı gibi musibetlerle sınava çeker. Bunları sabırla karşılayıp Allah’a teslimiyet gösterenler, rahmet ve ebedî kurtuluşa aday olurlar. Bir Müslümanın kendisine kötülük edenleri cezalandırma hakkı vardır, ancak sabır gösterirse yüce makamlara erer, bu da ancak Allah’ın yardımıyla olur.
(3) “Ey iman edenler, sabrediniz, sabır yarışında bulununuz ve nöbet bekleyiniz ve Allah tealadan korkunuz ki felah bulabilesiniz (Âli İmran suresi, 200. ayet; Ömer Nasuhi Bilmen meali)” Allah tealanın isimlerinden biri de es-Sabur’dur. O, azap etmekte acele etmez ve cezayı geciktirir. Sabır kelimesi, Kerim Kitabımızda beş ayette geçer ve yüze yakın ayette aynı kökten çeşitli isim ve fiiller yer alır. İman edenlerin ‘sabır ve namazla Allah’tan yardım istemesi’ tavsiye edilmiştir. Sabrın ahlâki güzellikleri içine aldığı için dinimizdeki yeri çok büyüktür. Ayetlerde, Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e ve O’nun şahsında bütün ümmete sabır tavsiye edilmiştir.
(4) Tecelli: görünme; ortaya çıkma; belirme; zuhur etme; İlahî kudretin insanlarda ya da diğer varlıklarda görünmesi; talih; kader; alın yazısı; (tasavvuf terimi olarak da) Allah’ın adları, sıfat ve fiilleriyle varlıklara yansıması ve salikin kalbinde gayp âlemine ait nurun belirmesi, İlâhî feyzin müminin kalbinde belirmesi.
(5) İbrâhîm kelimesi, cemaat babası demektir. Nitekim kendisinden sonra gelen peygamberlerin babası Hazret-i İbrahim’dir.
(6) Azim sâhipleri, karşılaştıkları büyük zorluklara rağmen peygamberlik görevlerini üstün bir azim ve kararlılıkla eksiksiz olarak yapmış bulunan peygamberlerdir. Bu mübarek peygamberler Nûh, Mûsâ, Îsâ, İbrâhim ve Muhammed Mustafa (aleyhimü-s-salâtu ve-s-selâm) efendilerimizdir.
(7) Kerim Kitabımızda o rüyadan (Yûsuf suresi, 4. ayet) “Bir zamanlar Yûsuf babasına demişti ki ‘Babacığım! Gerçekten ben (rüyâmda) on bir yıldızla, Güneş ve Ay’ı bana secde ederlerken gördüm.”
(8) Bu ibareler, Yusuf suresinin18 ve 83. ayetlerinde geçmektedir.