SEÇİMLE YÖNETİM, TARİHİMİZ ve DEMOKRASİ ÜZERİNE
Seçimle işbaşına gelme, millet ve devlet yönetiminin halkın oylarıyla belirlenmesi sistemi, artık, kurumlaşmış görünmektedir. Bizde, bu sistemin uygulanma süreci, 1876’da Birinci Meşrutiyet’in ilanıyla başlamış; 1908’de İkinci Meşrutiyet, 1923’te Cumhuriyet ve 1945’te çok partili hayata geçiş aşamalarını yaşamış; 1960, 1971, 1980, 1998 askeri darbelerini (ve hatta 27 Nisan 2007 e-muhtırasını) atlatarak bugüne kadar gelmiştir. Fakat görüldüğü gibi bir asırdan fazla geçmişe ve bunca tecrübeye dayanmasına rağmen bazı ilke ve kurallar hâlâ tam olarak belirlenememiştir. Seçim sistemi birçok kere tıkanmış, her iktidar ayrı ve yeni bir seçim sistemi getirmeye çalışmıştır. Oysaki devlette devamlılık ve süreklilik esastır. Devlet, ilke ve kuralların hâkimiyeti ile yönetilir. Devletin milletiyle huzurlu olması, istikrar ile mümkündür, milleti şaşırtarak bir devletin gideceği hiç bir yer yoktur.
Memleketimizin her kurum ve alanının yeniden gözden geçirilmesi, yeniden değerlendirilmesi, en ince nokta ve ayrıntısına kadar kılı kırk yararcasına incelenip yeniden bir karara varılması gerekmektedir. Devlet yönetimi konusu ise en önemli ve gerekli meselelerin başında gelir. Bunun için;
1. 1876’dan beri yaşanan tecrübeler en dikkatli bir biçimde incelenmelidir. Tabii ki tarih ve medeniyetimizde, bu sistemin öncülleri hem de fazlasıyla vardır, bunlar da en ince ayrıntısına kadar araştırılmalıdır.
2. Dünyanın diğer devletlerindeki, biçim ve yorumlar dikkate alınmalıdır, sadece güçlü olan ülkelere bakmamalı, seçim sistemi değişik olan sistemlerin hepsi gözden geçirilmelidir.
3. Ülkemizin tarihi, coğrafyası, yakın ve uzak komşuları tam manasıyla hesaba katılmalıdır. Milletimizin ruhu ve özü, sosyolojik hususiyetleri iyice dikkate alınmalıdır. Mevcut durum iyice değerlendirilmeli, ayaklar yere sımsıkı basmalı, fakat geleceği görerek hareket etmelidir.
4. Ekonomik gelişim, siyasi istikrar ve iktisadi büyümeyle doğru orantılıdır. İlke ve kuralları sağlam, esnek ve geniş açılımlı (siyasi, iktisadi, bürokratik) bir sistem olmazsa ekonominin de büyük olmayacağı açıktır.
Günümüzde; seçim konusu, zaman zaman gündemin ilk maddesini teşkil ediyor. Ama partiler menfaat yarışı yapılan ve kavga edilen kulüplere dönüşmüş, ülkenin bu günü ve geleceği için hiçbir çözüm üretememektedirler. Oysaki gerçek bir parti, üniversite ve aydınlarla da işbirliği yaparak, hemen her konuda, inceleme ve değerlendirme çalışmaları yapmalı ve bunları Millet Meclisi’nin ve kamuoyunun önüne sunmalıdır.
Bu konularda elbette ki üniversiteye büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Master, doktora, doçentlik tezlerinin yanı sıra, tercüme çalışmaları, araştırma ve incelemeler ile objektif veriler sunmak, üniversitenin en baş görevlerindendir.
Medya, evet, pratik alan ve gündemle daha çok ilgilidir; lakin bu hususta da vazifesini tam yapamamaktadır. Dünya ülkelerindeki seçimler esnasında yaşanan gelişme ve olayları, röportaj ve dizi inceleme yazılarıyla bildirmek ve duyurmakta büyük eksiklik içindedir.
Şimdi yönetim biçimleri ve bizdeki tarihi üzerinde duralım; maksadımız bir başlangıç yapmaktır, bu konu çok yönlüdür ve elbette ki tek başına halledilecek bir mesele değildir. Aydınlarımız, üniversitelerimiz, partiler ve siyasilerimizin çok daha açılımlı çalışmalar yapacağından eminiz. Her şeyi yeniden, kökünden ve temelinden değerlendirmemiz gerekiyor; bunu yaparken de bütüncü, etraflı, uzak ileri görüşlü olmamız elzemdir. Biz de bu tür çalışmalara katkı yapmak için bir gözden geçirme harekâtı yapmak istedik ve sözü daha fazla uzatmadan konuya giriyoruz.
Demokrasi: Bir Yönetim Biçimi
Demokrasi, çağımızın çok tartışılan ve kafa karıştıran kavramlarındandır. Bir yönetim biçimini ifade etmekten çıkarılmış, birçok değişik anlam, demokrasi kelimesi üzerine yüklenmiştir. Bu kadar ağırlığı bu kelime kaldırır mı bilmem ama bu kelimeyi silah ve kalkan olarak kullanmaya hazır bir kısım çevrelerin oldukça işine gelmiştir. Çünkü sıkıştıklarında veya bir şeyi dayatmaya çalıştıkları zaman, bu kelimenin bir nevi büyüsünden istifade ederek emellerine ulaşabilmektedirler.
Çağımızın en büyük hastalıklardandır bu: Kelimeleri ve kavramları ve deyimleri büyütüp büyütüp insanların beyninde patlatmak, şişirip şişirip toplumların kulağını sağır etmek… Demokrasi de bir yönetim biçimidir, seçimle işbaşına gelme sistemi, iktidarın meşruiyetini seçimle kazanması modelidir. Bir hayat tarzı değildir, bir anlayış biçimi değildir, bir takım görüşlerin paravanı ve kalkanı ise hiç değildir. Sadece bir devlet veya medeniyete ait de değildir, insanlığın ortak malıdır, insanlığın hanedanlık ve diğer yönetim biçimlerinin yerine bulduğu ve deneme-yanılma metoduyla uzun asırlar boyunca geliştirdiği bir sistemdir.
Demokrasi ile İslam’ın bağdaşmayacağı, demokrasinin İslam’a karşı ve bağımsız değişken olarak sadece Batıya ait bir düzen olduğu, ise tamamen yanlıştır. Demokrasi bir biçimdir, bir yönetim tarzı ve şeklidir, içini siz doldurduktan sonra, ruh ve muhtevasını siz tayin ettikten sonra, ilke ve kurumlarını siz oluşturduktan sonra, bir şekli alıp kullanmakta ne gibi bir zarar olabilir.
Diğer taraftan seçimle yönetim, Meclis (parlamento, şura vs.), başkanlık sistemi, halkın yönetime katılması gibi konu ve kavramlar tarihimizde, İslam tarih ve medeniyetinde de mevcuttur ve bu sisteme, medeniyetimiz oldukça büyük katkılarda bulunmuştur. Batının İslam medeniyetiyle en fazla temas ettiği, etkilendiği, birçok alıntılar yaptığı ve kendi medeniyetini bu alıntılarla yeniden oluşturduğu Endülüs’ten, oradaki bir uygulamadan söz açmak istiyorum:
Endülüs’te Parlamento
Endülüs’te Emevi hanedanının son zamanlarında, Hacib (vezir, başbakan) Ebu-l-Hasan ibn Cevher b. Muhammed, Kurtuba’da şöyle bir modeli denemişti:
“Hacib Cevher b. Muhammed, önceleri halkın her husustaki önerilerini onaylamaya mecburdu. Bunun için mümkün mertebe asayiş ve huzurun iadesi, işlerin ıslahı için alınması lazım gelen tedbirlerde halk nazarında sorumlu bulunmamak ve halin icabına göre ortaya konulacak önerilerde kınanmadan korunmak için hükümet usulünü bir başka şekle koymak lüzumunu anladı. Böylelikle devletin işlerini, başkanlığı kendinde olarak, Kurtuba ahalisinin seçilmiş eşrafından kurulmuş bir meclisin oyuna sunardı. Gerçekten de bu tedbirin iyiliği görülüp hem kendisini hükümete getirenlerin devlet işlerine müdahalelerinden korunarak insanların işleri yolunda çalışmasına ve hem de kendisinin ikbalinin devamına sebep oldu. Çünkü bütün işler Meclisten geçtiğinden bir maslahat için, doğrudan doğruya kendisine müracaat olunduğunda ‘kendi kendine bir şey icra edemeyip hatta mecliste de diğer üyeler gibi yalnız bir rey sahibi bulunduğunu’ anlatarak sunulan işi meclise havale eder ve orada ittifakla verilen karara bırakırdı. Bir de mutlakıyet hükümetini, bir yolla meşrutiyet şeklinde göstermekteydi ve nüfuzlu insanları bu meclisin azasından bulundurup asabiyet oluşturmakla, kendisinden öncekilerin düştüğü tehlikeli durumlardan kendisini muhafaza eyledi. Bundan başka kendi hareketlerini de icat ettiği yeni usule tatbik için meliklere mahsus sarayda oturmaktan da bir müddet kaçındı. (Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, ikinci baskı, İstanbul, h.1304 (m.1886), c.II, s. 14-15)”
Görüldüğü gibi meclis (Senato, Parlamento, Şura vs) fikri, etki altında kalmaksızın veya bir örneğe bakmaksızın Endülüs’te gerçekleştirilmiştir. Sadece ihtiyaca cevap vermek için, yani yönetimin halk üzerindeki meşruiyet zemini ve adalet fikrini sağlıklı bir şekilde oluşturmak için Hacib İbn Cevher’in buluşuyla bir meclis kurulmuş olduğu anlaşılıyor. (Diyelim ki tek bir örneğe dayansa bile, böyle bir fikrin hayata geçirilmesindeki güçlük ve zorluğu göz önüne aldığımızda bile, önemli bir olay üzerinde durduğumuz açıkça anlaşılır.) Bu konunun Batıya tesir ettiği ihtimal dâhilindedir, çünkü Avrupa o zaman, Endülüs’teki en küçük bir tıkırtıya dahi hemen kulak kabartıyor ve taklit etmeye çalışıyordu. Fakat Avrupa’nın bu hadiseyi görmemiş veya es geçmiş olduğunu varsayalım; o zaman meclis ve seçimle yönetim fikrinin tarih ve medeniyetimizde var olduğu ve uygulandığı olgusu kalır ki bu bile yeterli bir delildir.
Tarihimiz ve Birikimlerimiz
Bir başka açıdan baktığımızda ise Müslüman aydın, âlim, mütefekkir ve tarihçilerin de yönetimle oldukça fazla ilgilendiklerini ve dünyadaki uygulamaları inceleyip kıyaslamalar yaptığını görürüz. Kafasını, gönlünü ve aklını Batıya göre ayarlamış ve ahkâm kesmekten başka bir şey bilmeyen ama maalesef etki sahibi olan bir kesimin iddialarının aksine, Müslümanlar bu konuda çok kafa yormuşlar, araştırma ve incelemeler yapmışlar, hatta dünyanın bütün uygulama ve örneklerini bir bir gözden geçirmişlerdir. Buna tarihimizden bir örnek vermek istiyorum:
“… Bunlardan birisi Eflatun’un yoludur. O demiştir ki, Halk bir akıllı ve adaletli padişaha itaat edip ona uyar. Bütün devlet işleri onun görüş ve tedbirlerine göre yürütülür. Onun eline tam yetki vermek ve hükmüne razı olmak gereklidir. Bu devlet ve saltanat anlayışı, Latin ve Yunan bilim adamlarının lisanında “monarşi (monarhya)” diye adlandırılır ve böylece bilinir. Sultanların çoğunluğu, yeryüzünde, bu görüşe göre ortaya çıkmıştır. Bu görüşte hükümdarın yüce soydan gelmesi, övülmüş ve itibarlı olması esastır.
Bunlardan ikincisi; Aristotales’in yoludur. Ve o demiştir ki Saltanat tedbiri, devlet ileri gelenlerinin (âyan-ı devlet) elinde olmak gerektir. Bu durumun gereği içlerinden biri hepsine başkan seçilip diğerleri tedbir ve danışmada beraber olur. Ta ki, herhangi bir kimse soyu ve sopuyla saygınlığını ve eşsizliğini ileri sürüp müstakil olmakla adaletli kanunlardan sapmasın. Bu çeşit devlet, bilginlerin dilinde “Aristograsya (Aristokrasi)” diye isimlendirilir. “Gorasya” sözü, hikmet manasınadır. “Amme tedbir-i âyân (seçkinlerin tedbirinin genele yayılması)” derler. Halen Venedik devleti bu kurala göre yönetilmektedir.
Bunlardan üçüncüsü ise Dimokratis’tir. Ve o demiştir ki; Devletin yönetiminde reayanın (bütün halkın) olması gerektir. Ta ki kendilerinden karanlığı ortadan kaldıralar. Ve bu şekildeki yönetim usulünde seçim esastır. Mesela, her on köy halkı, içlerinden birer ikişer akıllı ve tedbirli olarak tanıdıkları adamı kendi arzularıyla seçip hükümetin bulunduğu, divanı kurulan yere gönderirler. Onlardan, on köy halkının muhtarı (seçilmişleri) da içlerinden birer adamı isteklerine göre seçerler. Böyle böyle cümlenin seçilmişi olan on adam seçilmiş olur. Seçenlerin hepsi bu on şahsın yönetimini kabulde, ittifak etmiş olurlar. Bu on kişi bir yıl süre ile hükümette (divanda) oturur, meseleleri çözüp bir sonuca bağlayarak işleri yürütürler. Gelecek sene de aynı yolla on kişi seçilir. Önceden seçilen bu on kişi, geçen yıl hükümette olup ayrılanların işlerinin muhasebesini görürler. Kötülüğü görülenlerin hakkından gelinir. İşte bu devlet yönetimi şekline “demokrasiya (demokrasi)” denir. Yani demokratis, reye dayalı hükümettir. Bu hükümet halkın yönetiminde mahirdir. Halen Felemenk (Hollanda) ve İngiliz devletleri bu kurallara; göre yönetilmektedir. Ve söz konusu edilen bu üç yönetim kuralı, diğer milletlerin ve dinlerin bulunduğu ülkelerde genellikle yürürlüktedir. ([brahim Müteferrika, Milletlilerin Düzeninde İlmi Usuller (Usûlü-l-Hikem fi Nizâmi-l-Ümem), sadeleştiren Ömer Okutan, MEB Yay, İstanbul 1990, s. 30-31; eserin aslı m.1732 yılında basılmıştır. (Daha iyi anlaşılabilmesi için, tarafımızdan metinde sadeleştirmeler yapılmıştır.)]”
Görüldüğü gibi İbrahim Müteferrika (1), yönetim modellerini bir bir incelemiş, uygulanış biçimlerini, avantaj ve dezavantajlarını ortaya koymuştur. “Bu hükümet, oya dayalı hükümettir. Bu hükümet, halkın yönetiminde mahirdir” demesinden, hatta gönlünün demokrasiden yana bile olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bir sistemin, insanlığın neredeyse beş bin yıldan daha fazla kullandığı bir modelin değişmesi zordur. Nitekim memleketimizde, Osmanlıdan başlayarak yönetim şekli hanedanlık ve mutlakıyetten meşrutiyet ve parlamenter sisteme, tek partili seçimle idareden çok partili ve meclisli düzene geçiş aşamaları 200 seneye varan bir süreçte gerçekleşmiştir. Bu sürecin bittiği veya sona erdiği söylenemez. Hâlâ eksik ve gedikleri çoktur, milletin ruh ve psikolojisiyle bütünleştirilememiştir. Bunun için derin ve temelli araştırmalara, dünyaya ve kendimize; kendi ve tarih ve medeniyetimize, genişlemesine ve derinlemesine, bakmamız şarttır.
Ülkenin milleti, tarihi, coğrafyası, imkân ve şartları gözetilerek üretilecek çözümlerin pratiğe geçirilişinde bir takım sıkıntılar yaşanabilir. Deneme-yanılma metodu da bir öğrenme biçimidir ve sağlam bir metottur. Fakat görünen köye de tabii ki kılavuz istemez.
Saadetler Çağında Yönetim Biçimleri
Müslümanlar, her devirde, Asr-ı Saadete büyük önem vermişler, her konuda ilk ve en büyük müracaat kaynağı olarak kabul etmişler, bütün yaptıklarının o döneme benzemesini arzu etmişlerdir. İslam’a yeniden dönüş hamlelerinde de Müslümanların yaptığı ilk iş, her konuda, Asr-ı saadete bakmak olmuştur. Yalnız burada iki önemli konu ortaya çıkıyor. Birincisi, Asr-ı Saadet döneminin yalnız bir yönüne bakmak bizi hatta yanlışlara düşürebilecektir. En geniş ve çok yönlü bir birikim, perspektif ve derin bir yaklaşım tarzıyla Saadetler Çağını değerlendirmek gerekir. İkincisi, 1400 senelik İslam tarihini ve dünyanın değişik yerlerinde İslam’ın uygulanış şekillerini ret ve inkâr etmemek gerekir. 1400 senelik tarihimizin her devir, yön ve veçhesi de bizim için değerlidir, tabii ki Kur’an ve Sünnetten ve Asr-ı Saadetten sonra…
Asr-ı Saadet, çok farklı, yüce, büyük ve değişik bir dönemdir; çünkü vahyin yeryüzüne indiği bir çağdır, tebliği bütün dünyaya şamil olan son peygamberin fevkalade dönemidir, inananların bizzat peygamber tarafından yetiştirildiği, bunun için de kalitenin en yüksek olduğu bir devredir. Bu yüzden, Asr-ı Saadette, idare biçimlerinde, dünyanın hiçbir devrinde rastlanmayacak ölçüde zengin ve farklı uygulamalar yaşanmıştır. O devirde, seçimle yönetim vardır, ama hayatı sona erinceye kadardır. Halifenin kendisinden sonrakini tayin etme hakkı söz konusudur, ama Müslümanların onayı (biatle) alınmaktadır. Danışma yoluyla da seçim olmaktadır, ama Müslümanların değişik sınıf ve kesimlerinin görüş ve önerileri dikkate alınmaktadır. Yani meşrutiyet, cumhuriyet ve demokrasi; birden fazla değişik sistem, model ve biçim 30 sene içinde uygulanmıştır; denenmemiştir, doğal ve güçlü bir biçimde gerçekleştirilmiştir.
Hz. Ebubekir’in (radiyallahu anh) seçimi ve Asr-ı Saadetteki seçimle yönetiminde, eski Arap toplumundan gelen bir geleneğin etkisi vardır ve bu husus gözlerden kaçmaktadır. Arap kabilelerinde, diğer kabilelere karşı siyasi, askeri ve hatta diplomatik alanlarda temsil söz konusu olduğu için, kabilenin bu hususta en yetenekli ve kendini ispatlamış olanı, reis seçilirdi. Hanedan usulü cari değildi, seçilecek reisten iyi bir kumandan, bileği kuvvetli bir kahraman, iyi bir hatip hatta şair, iyi bir yönetici olması beklenirdi. Bu örnek göz önünde olduğu için de, Hz. Ebubekir’in halife olarak seçiminde, Müslümanlar zaten uugulanan bu uygulamayı bir başka şekilde devam ettirmişlerdir.
Lakin ilk halifenin seçimi, birdenbire yani ilhamla, ama en ince hususların bile düşünülmesi ve hemen her konunun tartışılmasıyla gerçekleştirilmiştir. Mesela, şu husus çok önemlidir: Medinelilerden bir halife seçilmesi fikri ortaya atıldığında, “Medinelilerden seçilecek olan bir halifenin yalnız Medine’de tanınacağı, lakin Kureyş’ten seçilen bir halifenin ise bütün Müslümanlar tarafından kabul olunacağı” cevabı verilmiştir ki son derece dikkat çekicidir ve ikna edici olmuştur. Çünkü Kureyş, bütün Arap kabilelerince tanınıyor, hürmet ve itaat ediliyordu ve ayrıca Hz. Peygamber (aleyhisalatu vesselam) de Kureyş’tendi. Yani seçimin meşruiyeti, halifenin temsil gücü ve iktidarın sağlam temellere oturtulması fikri, teoriden pratiğe tam manasıyla geçirilmiştir. (Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Prof. Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, Türkçesi: Doç. Dr. İhsan Süreyya Sırma, Düşünce Yay, İstanbul, 1981)
Kur’an-ı Kerim, bir yönetim modeli ve biçimi önermemiştir. Kitabımızda anlatılan kıssalarda, hatta hanedan usulü yani babadan oğula yönetimin devretmesi modeli vardır. Bunun için, dört halifeden sonra, hanedan usulüne dönülmesi fazla yadırganmamalıdır. Çünkü hanedan usulü, o zaman için bir dünya sistemiydi. Tarihte de o modelin dışında neredeyse başka bir biçim ve sistem de yoktu. Sonra, çok kısa zamanda bir taraftan Asya’ya diğer yandan da Avrupa içlerine kadar yayılan İslam’a inanan yeni toplulukların Asr-ı Saadetteki sistemi anlaması, kavraması ve katılması daha zor olmaktaydı.
İnsanlık, Saadetler Çağının birçok kurumlarını, daha yeni yeni anlamaya başlamıştır. Saadetler Çağı, devletin kendini en az hissettirip milletle devlet arasındaki ilişki ve bağlantının en altın oranda gerçekleştiği bir devredir. Devlet başkanıyla en küçük birey arasında neredeyse hiçbir fark ve ayrımın olmadığı bir çağıdır. Onun için en ince ayrıntılarına kadar araştırılmalı, öğrenilmeli, incelenmeli ve her hususta çözüm bulmak için önce oraya müracaat edilmelidir.
***
İslam’ın yeniden parlayış çağının başlarında yaşıyoruz. İşaretler belirmiş, emareler görülmüş, yollar açılmaya başlanılmıştır. Bunun için, her konuda düşünmenin, çalışmanın, araştırmalar yapıp mütalaa etmenin, plan ve projeler üretmenin gerekliliği aşikârdır. Yönetim meselesi de bunların başında gelmektedir.
Şekil üzerinde konuşurken içini doldurmayı hiçbir zaman unutmamak gerekir. Şekil zaruri değildir, zamana ve şartlara göre değişebilir. Ruh esastır, ahlak asıldır, irade temeldir. Fakat şekilsiz ruh yoktur, ruh biçimsiz var olamamaktadır. Lakin bir şekle siz neyi koyarsanız artık o odur. Küpün içine siz sirke koyarsanız, gözeneklerini doldurur ve dışarıya sirke sızdırır. Bal koyarsanız küpe, mizacına işler küpün, bal sızar küpten.
O bal, yenileniştir, devlette, medeniyette ve millette. Tazeleniştir, bütün dünyanın gözü önünde. Ayağa kalkıştır. Yeniden adaletin geri gelişidir. Hakikatin yeniden ortaya çıkışı ve meydan okumasıdır.
* Haydar Hepsev’in bu yazısı, MEDENİYET MİLLET DEVLET BİRLİK kitabında (İstanbul 2010, s. 111-119) yayınlanmış, Mayıs 2022’de gözden geçirilmiştir.
Not:
(1) İbrâhîm Müteferrika (v. h.1160 / m.1747) İlk Türk matbaasının kurucusu, yayımcı, Osmanlı devlet adamı ve aydını; bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (madde yazarı: Müellif: Erhan Afyoncu), İstanbul 2000, c.21, s. 324-327; https://islamansiklopedisi.org.tr/ibrahim-muteferrika )
#AsrıSaadet #Hilafet #Millet #Devlet #EndülüsteParlamento #SeçimleİşbaşınaGelmeSistemi #Aristokrasi #Monarşi #Demokrasi #Meşrutiyet #Cumhuriyet #Meşruiyet #MilletMeclisi #Kamuoyu