SURİYE MESELESİ, RABİA DİRENİŞİ, ÇÖZÜM SÜRECİ, GEZİ PARKI EYLEMLERİ ÜZERİNE
İslam ülkelerinde, kendi halklarına zulmeden zalimlerin birçoğunun devrilişine şahit olduk. 30-40 senedir ülkelerinin başında kalan Irak’ta Saddam, Tunus’ta Zeynelabidin b. Ali, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Kaddafi’nin hor ve hakir bir şekilde yıkılmalarını, ibretle takip ettik. Üzerine çok düşündük.
Tunus’ta başlayıp Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn ve Suriye’ye de yayılan “Arap Baharı” diye adlandırılan bu zalimleri devirme hareketleri, bir yanardağın patlamasından önceki duman püskürmeleri gibi, aslında önceden kendilerini haber vermişti. İçteki enerji birikimi, yani zulme karşı gelişen derin muhalefet, bir yol buldu ve kısa bir zamanda büyük hareketlere dönüştü. Biz, dış muharrikten çok iç birikimlerin, bu hareketlere vesile olduğu kanaatindeydik, şimdi de aynı düşüncedeyiz.
Batı, bu hareketleri önlemekte geç kaldı ama mesela Libya gibi menfaatlerinin büyük olduğu yerlerde el çabukluğu gösterdi. Ama Tunus ve Mısır’daki hareketlere seri bir şekilde vaziyet edemedi. Lakin iş, kendi hegemonyalarını tehdit eder hale gelince, Batı ülkeleri, kontrol girişimlerini arttırdılar. Bu meyanda, Mısır’da devrim sonrasında yapılan seçimle işbaşına gelen Başkan Hüsnü Mübarek’in (1) devrilmesini sağladılar; Libya ve Tunus’taki devrimlerden sonra bu ülkelerde bazı karışıklıklar meydana getirdiler; bu devletlerin yeni bir rotaya oturmasına engel oldular. Suriye’deki zalimin devrilmemesi için ellerinden geleni yaptılar.
Evet, biz İslam ülkelerindeki zalimlerin devrilişlerine sevindik ama biliyorduk ki bunlar piyonlardır, zalimciklerdir. Gerçek zalimler ise ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ile Almanya (ve bu 5+1’in yardakçıları olan sair Batı devletleridir.) II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan modern sömürge sistemidir; işte gerçek zulüm sistemi budur. Ve biz, inşaAllah, zulmün ağababaları olan bu zalimlerin yıkıldığı ve kurdukları sistemin çöktüğü vakti gözlüyoruz; asıl sevineceğimiz zaman, o zaman olacaktır.
Gezi Parkı (2) Şoku
Evet, önce sevindik, sonra sarsıldık. Ve yeniden idrak ettik ki gayret kuşağını kuşanmaktan başka çare çok. Çünkü rehavete düşmüş ve gaflete dalmıştık. Yüzeysel tedbirlerle büyük işleri gerçekleştireceğimiz zehabına kapılmıştık. Çözüm Süreci’ni çabucak tamamlamak gibi hayale kendimizi kaptırmıştık. Lakin ansızın başlayıveren ‘Gezi Parkı Olayları’ bir şok etkisiyle birdenbire ayılttı hepimizi. Taksim’de üç beş tane ağacın kesilmesi meselesinin ülkemizi bir kaosun eşiğine getirdiğini gördük. Dünyanın büyük gizli servislerinin bu olayların başlatılması, provoke edilmesi, büyütülmesi, devam ettirilmesi hususlarında ne kadar başarılı olduklarını gördük. CNN’in neden sabahlara kadar Taksim’den canlı yayın yaptığını anlamaya çalıştık.
Eş zamanlı olarak Türkiye ve Endonezya’da ve kısa bir süre sonra da Mısır ve Tunus’ta başlatılan kahverengi kuşak darbe hareketleri, bu ülkelerde, 9 şiddetindeki bir depremden çok daha fazla etki yaptı.
Kalıcı Çözümün (3) Sırrı
Çözüm süreci, bizce, Kürt kardeşlerimizle Sultan Alpaslan’ın 1071’deki Malazgirt Zaferi’yle başlayan, Selahaddin Eyyubi’nin Haçlıların elinden Kudüs’ü kurtarmasıyla devam eden ve Yavuz Sultan Selim zamanında, İdris-i Bitlisî’nin kutlu gayretleriyle et ve tırnak gibi ayrılmaz bir hale gelen mübarek birliğin yeniden kurulması anlamına gelmektedir. Kürtlerle Türklerin yeniden beraber olması, Anadolu Müslümanlarının birleşmesi, Büyük İslam Birliği’nin yeniden kurulmasına önayak teşkil edecektir. Gezi olayları, işte bunun için başımıza sardırılmıştır.
Çözüm sürecinde, asıl hatırlanması gereken budur ki, nihai çözüm İslam’dadır. Çözüm sürecinin başarılı olması da elbette, İslam’a bağlıdır. İslam’ın adalet, kardeşlik, eşitlik ve muhabbet esaslarına yeniden dönmektedir. İslam’ın şiddetle karşı çıktığı zulüm, ayrımcılık, asabiyet (ırkçılık), bazı insan ve zümreleri üstün görüp kardeşini hor görme yanlışlıklarından vaz geçmektedir (4). İslam’a gerçekten dönmedikçe tutarlı, sağlam ve kalıcı bir çözüm olmayacaktır.
Evet, kahverengi kuşak darbe hareketlerinin Türkiye ayağı, Gezi olaylarının serinkanlı bir şekilde ele alınması ve milletin de büyük bir sağduyuyla destek vermesiyle atlatılmış görünüyor. Lakin Batıdan hiçbir zaman emin olmadık ve olmayacağız. “Kahverengi kuşak” tamlaması da bu anlamdadır; kahverengi, siyahtan bir önceki kuşaktır; kahverengi ile kara arasında az bir fark, zaman ve yer vardır. Akıl, tedbir, hikmet sahiplerine arz olunur.
Suriye’de Karizması Çizilen Kim?
2011’de Suriye’de de önce masum halk hareketi olarak başlayan “Bahar”, Batının duyarsızlığı ve Beşli Çete’nin arasındaki anlaşmazlıklar sebebiyle “iç savaş”a dönüştü ve hâlâ devam etmekte. Katil Baas rejiminin zalim lideri Esed ve hempâları tarafından yüzbinlerce insan hunharca katledildi; amansız zulüm sebebiyle yüzbinlerce kadın, çocuk, yaşlı, fakir insan da göç ettiler, zor şartlarda hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Allah teala, ölen kardeşlerimize rahmet, yaşayan ve çile çeken insan kardeşlerimize yardım eylesin. Özgür Suriye Ordusu’na zafer ihsan eyleyip Baas rejimini, Esed’i ve yardakçılarını bir an evvel kahr eylesin, âmin.
İslam dünyası, evet, Suriye’ye bir çözüm üretemiyor. Türkiye başta olmak üzere birkaç İslam ülkesi, mültecileri ağırlıyor, Suriye’ye insani yardım malzemeleri sağlıyor, bunlar elbette takdir edilecek şeylerdir ama asla yeterli değildir. Özgür Suriye Ordusu’nun elindeki silahlar zayıftır, hava gücüne sahip değillerdir. Muhalefet arasındaki anlaşmazlıklar ve bazı İslam ülkelerinin gereksiz müdahaleleriyle meydana gelen kargaşa da işin cabasıdır. İslam âlemi, uluslararası siyasette, Suriye için bırakınız birleşmeyi, umut verici doğru dürüst bir proje bile üretemiyor. Mısır, bertaraf edildi; İran, açıkça Baas ve Esed’den yanadır, bozguncu bir tavır içindedir; Suudi Arabistan’sa ülkedeki karmaşayı arttırıcı bir pozisyondadır. Türkiye ise belki de gücünün ötesinde bir pozisyon almıştır, aslında başka çıkar yolu da yoktur. Ya eskisi gibi sadece Batıdan yana olacak, ya da 2000li yıllarla başlayan büyüme ve gelişme hamlesinin bir sonucu olarak farklı bir tavır alacaktı. Onun için, Türkiye’nin Suriye hakkında yürüttüğü iç ve dış politika, yeni pozisyonuna uygundur.
Suriye meselesinde, deyim yerindeyse çuvallayan 5+1’dir. Evet, ilk başlarda Rusya’nın istediği olmuş veya ABD, Rusya’ya dur diyememiştir. Bunda Çin’in, Rusya’dan yana olmasının; ABD’nin başkanlık seçimi geçirmesi ve ekonomik darboğaz içinde bulunmasının payı vardır. Avrupa Birliği’nin söz sahibi ülkeleri Almanya, Fransa ve İngiltere’nin ortak bir politika belirleyememelerinin büyük etkisi vardır. Sebepler ne olursa olsun, ortada önemli bir durum vardır: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi ve Avrupa Birliği’ni temsilen Almanya’nın oluşturduğu Küresel Zulüm Organizasyonu’nun karizması (5), Suriye’de çizilmiştir. İnşaAllah bu çizik daha da derinleşecektir. “Zulüm, payidar olmaz” da ondan. “Zulm ile âbâd olanın âhiri berbad olur (Zulüm ile kalkınanın sonu berbat olur)” da ondan.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ekonomik gücü ve siyasi ağırlığı artan birçok ülke, Birleşmiş Milletler’i ve Güvenlik Konseyi’ni artık yüksek sesle eleştirmektedir. Bu haklı düşünce, eleştiri ve uyarıların karşılık bulacağı günler yakındır. Zalimlere verilen “az bir müddet” dolmak üzeredir.
Evet, öyledir. Yalnız zalimin ve zulüm organizasyonların çöküşü, güçlü bir yumrukların sert vuruşlarıyla olur. Diktatörler, birlik ve kuvvetin sadmeleriyle yıkılır. Hazret-i Ömer’in adaleti, Hazret-i Ali’’nin kılıcı ve kahramanlığı, Selahaddin-i Eyyubi’nin birleştiriciliği, Fatih’in akıl ve çalışkanlığı, Sultan Selim-i Evvel’in yavuzluğu ile bir bir devrilir bütün zalimler…
Onun için Birlik fikri ve ahlâkına sımsıkı yapışmaktan başka çare yoktur. Suret-i haktan görünenler ne derse desin, başka deva yoktur (6). Birlik için fedakâr, cesur ama tutarlı adımlar atılmazsa, başımıza daha çok “Gezi” olayları sardırılır. Mevcut birliğimizi koruyup hatta büyütemezsek daha nice provokasyonlar düzenlenir ülkemizde, hileler tertiplenir şehirlerimizde; İslam coğrafyasında, kardeş devlet ve kentlerde…
Onun için, biz, daha çok “birlik” yazısı yazacağız.
Birliğe davet edeceğiz, dilimizde tüy bitinceye kadar.
Birliğe çağıracağız, gırtlağımızdan ses çıkmayana dek…
Haydar Hepsev
Şubat 2022
___________________
Notlar:
(1) Muhammed Hüsnü Said Mübarek (1928-2020), Mısırlı asker ve siyasetçi. 1981-2011 yılları arasında Mısır cumhurbaşkanlığı yaptı. 2011’in Ocak ayında, Arap ülkelerinde önce Tunus’ta başlayan yaygın halk gösterilerinin Mısır’da da başlaması üzerine, sonra Şubat 2011 tarihinde yetkilerini yardımcısı olan Ömer Süleyman’a devretti, ertesi gün de görevinden istifa etti.
Sonra görevini orduya ve anayasa mahkemesine devredip istifa etti; akabinde tutuklandı ve idamla yargılandı. Haziran 2012 günü yardımcısı ile birlikte ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış, oğulları ile yargılanan birkaç kişi ise beraat etmiştir; bunun üzerine Mübarek’in idam edilmesini isteyen göstericiler, Mübarek’in yargılandığı mahkeme önünde polisle çatışmışlardır. Yaşanan gelişmeler üzerine Mübarek depresyona girmiştir. Mısır’ın en üst düzeydeki temyiz mahkemesi tarafından 2 Mart 2017’de hakkında beraat kararı verildi. 24 Mart 2017’de serbest bırakıldı.
(2) Gezi Parkı olayları, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde bulunan ve umumi hizmette kullanılması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilmiş olan Taksim Gezi Parkı’ndaki Topçu Kışlası’nı 61. TC Hükümeti’nin, yeniden inşa etmesini engelleme eylemi olarak başlamıştı.
27 Mayıs 2013 tarihinde iş makinelerinin parka girmesinin ardından bu haberin sosyal medya aracılığıyla kısa sürede yayılmasıyla bazı aktivistlerin parka gidip çalışmaları durdurmaya çalışmasına polis orantısız müdahalede bulunmuştur. Bu müdahaleler ve dönemin başbakanı R. Tayyip Erdoğan’ın inşaatın yapımında ısrarcı açıklamaları, hükûmet karşıtı gösterilere dönüşmüş ve başta Ankara, İzmir gibi büyükşehirler olmak üzere Türkiye’nin diğer illerine de yayılmıştır.1 Haziran tarihinde polis kuvvetleri Taksim Meydanı’ndan çekilmiştir ve protestocular Gezi Parkı’nda bir kamp kurmuşlardır. Kampta gönüllülerin çalıştığı kütüphane, revir, mutfak gibi tesisler kurulmuş; bunların maddi tarafı Tüsiad’a bağlı iş adamlarınca karşılanmıştır. 15 Haziran akşamındaki polis müdahalesi sonrasında ise Gezi kampı dağıtılmıştır. Bu olaydan sonra Türkiye’nin çeşitli illerindeki parklarda forumlar düzenlemeye başlanmıştır.
Batı medya organları, bu olaylardan önce Taksim’de hazırlık yapmışlardır. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen ajanlar, eylemcilere taktik vermişler, meselenin büyümesi için ciddi gayret göstermişlerdir.
Bu protestolarının ardından sırasıyla Sincan ve Ankara, İstanbul’da Kazlıçeşme ve Zeytinburnu, Kayseri, Samsun ve Erzurum’da AK P. tarafından düzenlenen ‘Haydi Büyük Oyunu Bozmaya’ sloganıyla “Millî İradeye Saygı” mitinglerinde, Gezi Parkı eylemleri, ciddi bir şekilde eleştirilmiştir. Kazlıçeşme Meydanı’ndaki İstanbul mitingine 1 milyon 300 bin kişi katılmış; bundan sonra polis meydana girip eylemcileri dağıtmıştır.
Cumhuriyet tarihinin en ciddi hükümet karşıtı hareketlerinden olan Gezi Parkı eylemlerinin dış istihbaratlar tarafından hazırlanıp medya desteğiyle devleti derinden sarsmayı amaçladığı bellidir. Dönemin başbakanının sabır ve sükûnetle olayları ele alması ve tedrici olarak yatıştırıp bitirmesi, takdire şayandır.
(3) Çözüm Süreci (veya barış süreci), Türkiye’de uzun yıllardan beri devam eden Devlet-Pkk çatışmasını çözmek için Ak Parti Hükümeti tarafından başlatılmıştır. 1984 yılından sonra 30 yıldan fazla süren çatışmalar neticesinde 40.000 ile 100.000 arasında can kaybı ve büyük ekonomik zarar meydana geldi. 1999 ile 2004 yılları arasında kimi zaman tek taraflı ateşkes olsa da daha sonrasında çatışmalar şiddetlenerek arttı.
R. T. Erdoğan’ın 2005’teki Diyarbakır konuşmasıyla işareti verilen görüş değişikliği, 2009’da başlatılan Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi ve Demokratik Açılım’la devam etmiştir. Temmuz 2014’te Resmî Gazete’de ‘Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’ adıyla yayımlanarak kanunlaştı. 2010’da çözüm sürecine yönelik maddelerin de yer aldığı anayasa değişikliği referandumuna halk %57,88 oranında ‘Evet’ oyu verdi. Hükümet, görevi çözüm sürecini halka anlatmak ve teşvik etmek için yedi bölgede Âkil İnsanlar Heyeti oluşturdu. Listede aydın, yazar, akademisyen ve sanatçılara yer verildi. Süreç 2009-2015 yılları arasında devam etti.
Bu süreç terörü bitirmedi ama hızını kesti. Doğu ve Güneydoğu’daki kardeşlerimizle yeniden kardeş olduğumuz hatırlandı. Devlet, bu süreçten sonra Pkk ve ardındaki güçlere karşı, hem siyasi hem de askeri alanlarda etkili oldu. Pkk henüz bitmedi ama alanı daraldı ve etkisizleşti.
(4) Yüce Devlet Dergisi’nin 1 Ekim 2009 tarihli 2. sayısında “İslam Birliği Bir Ütopya Değildir” başlıklı yazımızda, bunu ayrıntılı bir şekilde ele almış ve “Hata yaptığını itiraf etmek ve özür dilemek bir erdemdir. Aciz bir kardeşleri olarak bendeniz, Kürt kardeşlerimizden, şimdiye kadar yaptığımız bütün yanlışlardan özür diliyorum” demiştik (ve bu yazı, 2010 yılında basılan “Medeniyet-Millet-Devlet-Birlik” kitabında da yer almıştı.) Başbakan bizim bu özrümüzden sonra, Cumhuriyet tarihinde Kürtlere yapılanlar için özür dilemiştir. İyi de yapmıştır, gönül almış ve bir vebalden belki de bütün Türkleri kurtarmıştır.
15 Kasım 2009 tarihli 3. sayıda da Birlik ve Kürtler ve Türkler yazısına gelen tepkiler üzerine, “Kürtler Yaban, Kürtçe Yabancı Dile Değil” başlıklı “Kürt ve Türk el ele olursa, Kürt ve Türk ve Arap ve Çerkes ve Laz birlik olursa kim yan bakabilir bize” diyerek bitirdiğimiz” makalemizin başlıklarından biri de “X, Q, W Nasıl Ayıracakmış Bizi” idi. Bu harfler üzerindeki yasağın kalkması, elbette, sevindiricidir. Lakin yetmez, asıl çözüm kendi asli ve mübarek yazımıza dönmektir.
(5) Yüce Devlet Dergisi’nin1 Eylül 2010 tarihli 6. sayısındaki “Zulüm, Kıtalar Dolaşıyor”, 14 Mart 2011 tarihli 8. sayısındaki “Karanlık Çağ Sona Ermekte” ve 15 Temmuz 2011 tarihli 9. sayısıdaki “Tek Çözüm: Birleşmek” başlıklı yazılarda; Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi’nin yapısı, II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan modern sömürge sistemi, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olan 5 devlet (ve Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra Almanya’nın) oluşturduğu Küresel Zulüm Organizasyonu hakkındaki yazıların yeniden okunmasında fayda görüyoruz.
(6) Gazeteci Mustafa Akyol “Müslümanları ‘Birlik’ mi Kurtaracak” başlıklı yazısında “Müslüman dünyanın yeniden yükselmesinin sırrı “birlik ve beraberlikte değil, aksine “çokluk ve rekabet”te yatmaktadır. (18 Eylül 2013, Star Gazete)” iddiasında bulundu ve bu yazıyı, maalesef kimse eleştirmedi. Kısaca söyleyelim: Çokluk ve rekabet, nasıl olacak da Müslüman dünyayı yeniden yükseltecek? Tek başına Türkiye, tek başına Malezya ya da Endonezya, tek başına Pakistan veya Mısır, Suudi Arabistan yahut Nijerya nasıl olacak da II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan modern sömürge sistemine karşı durabilecektir? Bu ülkelerde “çokluk da rekabet de” bulunmaktadır, ama aralarında birlik ve beraberlik yoktur ve asıl problem de budur. Batı dünyasının gelişip büyümesinin öyküsü ayrıdır, İslam âleminin birleşip büyümesinin menkıbesi ayrı olacaktır. Tamamen birbirinden farklı iki evrendedirler çünkü.
O-O-O
* Bu yazı, Yüce Devlet Dergisi’nde (13. sayı, 25 Kasım 2013) yayınlanmış; Şubat 2022’de yeniden gözden geçirilmiştir. Üzerinden zaman geçmesi sebebiyle yazıya bazı dipnotlar eklenmiştir. Aynı zamanda iç ve dış siyaseti ilgilendiren hususları ele alan bu yazıyı daha iyi kavramak için okuyucularımızın kitap ve ansiklopedilerden bunları iyice araştırmalarını öneririz.
#İslamBirliği #MillîBirlikveKardeşlikProjesi #ÇözümSüreci #GeziParkıolayları