TÜRKÇEMİZİN TAM BİR LÜGATİ HÂLÂ YOK, MAALESEF
“Kaamus, namustur” der, Cemil Meriç Üstad. Elhak doğrudur. Lakin “Türkçemizin tam bir sözlüğü var mıdır” sorusuna gönül rahatlığıyla “evet” cevabı vermek zor. Son yıllarda lügat ve etimoloji alanında birçok değerli eser yayınlandı, bunları elbette takip ve takdir ediyoruz. Yaşar Çağbayır Bey’in Ötüken Türkçe Sözlük eseri, hâlihazırda dilimizin en çok kelime ihtiva eden lügati. Fakat o da tam değil…
Birkaç senedir üzerinde çalıştığım risalelerde bilmediğim birçok kelimeyi Ötüken, Kubbealtı, Kaamus-ı Türkî, Osmanlıca-Türkçe Sözlük (M.N. Özön), www.osmanlicasozlukler.com, www.osmanlicaturkce.com (birçok sözlükte olmayan kelimeler, bu sitede var), Redhouse gibi lügatlerde de bulamıyor ve zorluk çekiyordum. “yek.gov.tr” Kâmûsu’l-Muhît Tercümesi ile Vankulu Sözlüğü‘nü istifadeye sundu da işim biraz rahatladı. Bazen o da yeterli olmuyor, mollalara-hocalara soruyorum.
Bulduğum kelimeleri de Ötüken Ve Kubbealtı’na sitelerindeki ihbar/iletişim linklerinden gönderiyordum. Zaman geçiyor, bakıyorum, eklenmemiş. Yaşar Bey’e 2018 yaz başında bir ileti attım. “O kelimeleri benim ileti adresime gönder” dedi, böylece işin sahibine ulaşmış olduk. Yani benden sorumluluk gitti.
Bu kelimeleri sosyal medyada da paylaşıyorum. Bunlar benim için fazladan bir çaba gerektiriyor ama olsun, dilime âcizane hizmet etmeye gayret ediyorum.
Bunları neden yazdım: Acizane teşvik için…. Dilimin namusunu korumak için…
***
Şunu da ilave etmek lazım:
Ne demiş büyüklerimiz: “Lugatle pehlivanlık olmaz…”
Bir de: “Bilmediğin kelimeye bir kerre, bildiğin kelimeye üç beş kerre…”
Bakalım, baksınlar, bakınız efendim
Çalışırken Ötüken, Kubbealtı, www.osmanlicaturkce.com, yek.gov.tr bilgisayarda sürekli açık ve hakikaten birçok kere bildiğimiz kelimeye dahi bakıyoruz, özellikle sadeleştirme yaparken…
Osmanlıcadan günümüze aktarılan birçok eserde fahiş hatalar görüyoruz. Bunun en başlıca sebebi, lügatlere bakmaktan üşenmektir veya sözlüklere bakmayı bilmemektir ya da mevcut kamuslardan haberi olmamaktır. Yayınevlerinde iyi derecede Osmanlıca bilen musahhih (editör) olmamasıdır. Merhum Orhan Şaik Gökyay gibi münekkidler bulunmamasıdır. Onun için insanlar “Destursuz Bağa Girenler”den olmaktadırlar; köpeksiz köyde değneksiz gezmektedirler. Maalesef…
***
Mevcut Lügatlerde Olmayan Kelimelerden Bazıları
Vehm (vehim), vâhime kelimeleri için mevcut sözlüklerimizde bulunmayan mana: Günümüz Türkçesinde “yersiz korku; kuruntu, şüphe, tereddüt; yanlış zan, esassız, yanlış düşünce (Ötüken Sözlük)” anlamlarında gelen “vehm-vehim; vâhime” kelimeleri, İslam hakîmlerince “cüz’i manaları idrak eden kuvvet, idrak kuvveti, dimağ (beyin) kuvveti” manasında kullanılır.
Kaynak: “Mütefekkire ve vâhime, ikisi kuvvet-i vâhiddir, me’âni-i cüz’iyye idrâkinin i’tibârıyla vâhimedir velâkin tafsil ve terkîb ve istinbât i’tibârı ile mütefekkiredir. (Risale-i Rûh, Çorum Hasanpaşa Yazma Eser Kütüphanesi, 19 Hk 2908/9, yazarı belli değil)”
***
bintâsiyâ: [aslı Grekçedir (φαντασια) ve “hayal etme, görüntüleme, görünüm, görüntü” anlamlarına gelir]; (suretleri idrak eden) hiss-i müşterek; cevher-i müfârık; batini idrak; ruhani his.
Kaynak: “… Bâsıra. Ve ol ki bâtınadır, evvel: Hiss-i müşterekdir ki müdrik-i suverdir ve ona bintâsiyâ derler ve haqîr buna cevher-i müfârık isnâd (e)derin; mu’âraza edenler cevher-i müfârıkı beyân buyursunlar. … (Risale-i Rûh; Çorum Hasanpaşa Yazma Eser Kütüphanesi, 19 Hk 2908/9, yazarı belli değil)”
***
nezg: dürtmek (kelimenin asıl manası budur); (şeytan için) vesvese vermek; insanları ifsad etmek, birbirine düşürmek, halk içine fitne ve fesad bırakmak; bir kimseyi ayıplamak, kınamak. müntezig–münteziga da bu kelimenin müfte’il vezninde türemiş halidir. (bkz. Kaamûsu-l-Muhît Tercümesi ve Vankulu.)
“nezg” kelimesi, Kur’an-ı kerimde, iştikaklarıyla, dört yerde geçer:
“Ve immâ yenzeganneke mine-ş-şeytâni nezgun feste’iz billâhi, innehu hüve-s-semî’u-l-‘alîmu [Şayed seni Şeytandan bir dürtüş dürtecek olursa hemen Allaha sığın (istiaze et) çünkü odur ancak işiden bilen. (Fussilet suresi 36 ve A’râf suresi 200. ayetler; Elmalılı Hamdi Yazır meali)]”
“Ve kul li ‘ibâdî yeqûlû-lletî hiye ahsenu, inne-ş-şeytâne yenzegu beynehum, inne-ş-şeytâne kâne li-l-insâni ‘aduvven mubînen [Ve kullarıma de ki, en güzel olanı söylesinler. Şüphe yok ki, şeytan aralarını ifsada çalışır. Muhakkak ki şeytan, insan için pek açık bir düşmandır. (İsrâ suresi, 53. ayet; Ömer Nasuhi Bilmen meali)]”
“Ve rafe’a ebeveyhi ‘ala-l-arşi ve harrû lehu succeden, ve qâle yâ ebeti hâzâ te’vîlu ru’yâye min qablu kad ce’alehâ rabbî haqqan, ve qad ahsene bî iz ahracenî mine-s-sicni ve câ’e bikum mine-l-bedvi min ba’di en nezega-ş-şeytânu beynî ve beyne ıhvetî, inne rabbî latîfun limâ yeşâ’u, innehu hüve-l-‘alîmu-l-hakîmu. [Ve babası ile anasını yüksek bir taht üzerine kaldırdı ve onun için hepsi secdeye kapandılar ve dedi ki: «Ey pederim! İşte bu, evvelce görmüş olduğum rüyamın te’vilidir. Onu Rabbim vakıa mutabık kıldı ve muhakkak ki, bana ihsanda bulundu. Çünkü beni zindandan çıkardı ve sizi çölden getirdi, benim ile kardeşlerimin arasını şeytan bozduktan sonra. Şüphe yok ki, Rabbim dilediği şey için pek latîf tedbir sahibidir. Muhakkak ki alîm, hakîm olan O’dur O. (Yûsuf suresi, 100. ayet; Ömer Nasuhi Bilmen meali)]”
Abdülhakîm Arvasî (kuddise sirruh) hazretlerinin Rûh risalesinde geçen “… Beşerin ma’qûlâtdan anladığı ancak suver-i müntezigadır. …” cümlesindeki “münteziga kelimesini, el yazmalarında “’gayn’ harfi çok belirgin olmasına rağmen, bu risale üzerinde çalışma yapanların çoğu doğru okumamışlardır. Lügatlerimizde ise bu kelime maalesef bulunmamaktadır.
***
Dört tane de Tıb ilminden:
Rûhiyye*: süt emen bebeklere mahsus cild hastalığı; “tıbbiyeden olup dipleri iltihâblı, yassı bir takım kabarcıklarla zâhir olan bir nevi cild hastalığına denilir ki alelumûm şüyûh ve etfâle mahsus olan ihtilâlât-ı bedeniyyede avârız olarak veya şerâ’it-i sıhhiyeye ri’âyet edilmediğinden bedel veyâhûd Frengi alâmet-i mahsûsası olarak ekseriyâ kuruyarak ve kabuklanarak netîce bulur [Doktor Hüseyin Remzi, Lugat-ı Remzî I-II, İstanbul 1305 (1887/1888), s. 606]”; “dibi iltihâblı, yassı bir takım kabarcıklar ile zâhir olan bir nevi cild hastalığı (Ali Seydî, Resimli Kaamûs-ı Osmânî, Matba’a-i Kütübhâne-i Cihân, İstanbul 1914, I-II-III, s. 506)”; kuşûr-ı lebniye* (kuşûr: kabuklar); erkenlik*.
radî’a / razî’a: süt emen (bebek).
Kaynak: Mustafâ Behcet et-Tabîb’in efrencin (frenklerin) kitaplarından da istifade ederek bir mukaddime ve dört bab ve bir hâtimeden ibaret olarak yazdığı Risâle-i Rûhiye, Süleymaniye Ktp. Halet Efendi 754 numaraya kayıtlıdır (18 sayfa, 17 satır, nesih hatt).
*(“… etfâl-i radî’anın ‘ilel-i mahsûsalarından olup “rûhiyye” ta’bîr eyledikleri maraz-ı cildî …1b / “… kuşûr-ı lebniyenin mahiyeti …2a” / “… ve ba’zısı erkenlik (harekelenmiş) dinilüp 2a”)
***
Bunlar sadece birkaçı, bulduğumuz daha nice kelimeler var. Eskimez eserlerimizle uğraşanlara katkıda bulunurlar da, inşâEAlah, dilimizin tam lügati ortaya konur. Ümidimiz, temennimiz, dileğimiz ve gayretimiz budur…
Haydar Murad HEPSEV
2018
***
NOT: Bu yazı üzerine, muhterem Yaşar Çağbayır Beyefendi hocamız bize şöyle bir tahsin gönderdi ki başımıza tac oldu. Kendisine şükranlarımızı arz ediyor ve gençlerimizi teşvik maksadıyla paylaşıyoruz:
“Güzel bir yazı…
Hep aynı ruhla çırpındığımızı görüyorum. Yapmaya çalıştığım şey, öteleyenlerin aksine benimseyip toplamaktır. Ne kadar muvaffak oldum ben de bilmiyorum. Şu anda kafamda şekillenen haliyle Türkçenin kamusu kitaplaşmış olan mevcudun üç katından fazladır. Ben çıplak gözle görülebilen ve ulaşılabilenlerini sergiledim. Daha derin arama, sondaj vb. yollarla yapılabilecek çok şey var. Sizler gibi -sayısı çok değil ama- işin mahiyetini kavramış dostlar var. Var ki bana çalışma azmi veriyor. Allah bin kere razı olsun…”