EN GÜZEL KISSA
YÛSUF İLE ZÜLEYHA
başlangıcın en güzeli
bismillah diyerek başlayalım söze
rabbimiz yardım eylesin böylece bize,
besmele ile başlamalı bütün sözler
besmele ve hamdele ve salvele ile,
hamd ü sena ile başlamalı söz ve şiir
allaha hamd ve resulüne övgü ile,
çünkü söz rabbimizden bir hediyedir
çünkü kelam asıl onun sıfatıdır
sözü ve kelamı aldık kabul eyledik
baş üstüne koyduk şükür eyledik.
habib-i edibi yani sevgili peygamberi
biz de sevdik gönlümüze serdar eyledik
o ki rabbimizin sevdiği beğendiği
sallu aleyhi ve âlihi ve sahbihi
o ki aleyhissalatü vesselam efendimizdir
o ki büyüğümüz efendimiz sevdiğimizdir
bir dem ayırmasın rabbimiz bizi bu sevgiden
salat ü selamdan aşktan ve muhabbetten,
onun yolunda gidenler başımız tacıdır
onu seven şairler pirimiz üstadımızdır,
bizi de onu sevenlerden eyle ya rabbi
onun yolunda gidenlerden eyle ya rabbi.
o mübarek demişti ki okuyun ve okutun
yusuf kıssasından haberdar edin
ehlinize ve çocuklarınıza anlatın
bu en güzel kıssadan hisse alın
neden yazdın bu eseri
biz de kalkıştık bu işe, halimize bakmadan
garib olduğumuza bakmadan
belki dua alır şefaate uğrarız
sevap alır ecir alır kâr ederiz,
hem yeni dilde böyle bir eser yok
hem yeni edebiyatta böylesi yok,
bu kıssa ne senaryodur ne masaldır
böyle diyorlar bizi üzüyorlar,
zamanede sıyrıldı edeb, edebiyattan
ayrıldı terbiye, günlük hayattan.
bizse hizmet etmek istiyoruz
edebe gayret etmek istiyoruz
yani ki ve medeniyet ve irfanımıza
yani ki sanat ve büyüklerimize.
artık başla ey haydar murad mesneviye
yani ikişer ikişer mısralar söylemeye
rüya ile başlamıştı en güzel kıssa
rüya bazen gerçekten öncedir
rüya bazen gerçeğin ta kendisidir
uyku yarım ölümdür çünkü
ölüm gerçeğin ta kendisidir çünkü
ölümden keskin gerçek mi var
ölümden büyük doğum mu var
rüya da bir doğumdur
çünkü bir nevi ölümdür
her gece ölüyorsun ey kişi
ölümü hatırlamıyorsun, unutmuş gibi.
ölümü anmak hikmetin başlangıcıdır
rüyayı anlamak bilgeliğin bir işidir
rüya yorumu verilmiş ancak bilge adamlara
allahın sevgili salih kullarına:
onlardan birisi de yusuf aleyhisselamdı
ulu bir rüya görmüş etkilenmişti:
on bir yıldız ay ve güneşi görmüştü
onların hepsi yusufa secde etmişti,
bir ulu düştü bu, hayır rüyadan öteydi
sanki gerçeklerden haber vermekteydi,
uyandı bu rüyadan hayretler içinde
bu derin rüyanın kalmıştı etkisinde,
ne demekti on bir yıldız ay ve güneş
ne demekti hepsi yusufa secde etmiş
ben kimim neyim ve bu hal neyin nesi
bu rüya ne demek, neyin işareti, ne demeli…
‘bu rüyanın yorumunu, bilse bilse babam bilir
babamdır, beni sever o, hem peygamberdir’
ibrahimin oğlu ishakın oğlu olan babası yakub,
dedi ki ‘ey sevgili oğlum babalık sevgisi kabarıp
yavrucuğum sakın anlatma ki bu rüyayı kardeşlerine
tuzaklardan bir tuzak hazırlarlar hilelerden bir hile
çünkü seni kıskanırlar, içlerinden hased ederler
çünkü şeytan insanlara apaçık düşmanlık eder
çünkü insan cahildir zalimdir kıskançtır
en çok da yakınını kıskanır, büyük utançtır
çünkü şeytan birlik ve beraberliğe düşmandır
ayırırsa iki kişiyi o gün bir iyice keyf eder
salih olanların apaçık düşmanıdır o
allaha uyanların kavi hasmıdır o,
rüyan salihtir yavrum müsterih ol
rabbin seni seçecek hazırlıklı ol
sana rüyaların yorumunu öğretecek
ibrahim ve ishaka verdiği nimetten verecek
yakub evladına da verecek bu ulu nimetten
ecdadına verdiği bu yüce devletten,
çünkü rabbin hakkıyla bilendir
kullarına güzelce bildirendir
bilgi ve bilgelik sahibidir o
ilim ve hikmetin asıl sahibidir o,
sana da katından büyük ilim vermeye başlamış
hikmet vermeye salih rüyayla başlamış
herkese verilmez bu ulu nimet
herkese anlatılmaz bu yüce devlet’
anlatmıştı yusuf rüyayı kardeşlerine
on bir yıldız ve dahi şems ve kamer
on bir kardeş ve baba ve öz birader
bunlar yusufun peygamberliğini tasdik edecekler
bu büyük bir manadır, daha nice tefsir ederler
biz çok uzun etmeyelim
biraz rüyadan bahsedelim:
dört çeşittir rüya: biri günlük işin etkisidir
ikincisi şeytanın uykuda insanla oynamasıdır
üçüncüsü ne olduğu belli değildir, karışık düşlerdir
dördüncüsü salih, sadık rüyalardır müjdelerdir.
yusufun düşü böyle mübarek bir rüyaydı
tabii ki gelecekten haberler taşımaktaydı,
böylesini ehline anlatmak lazım derler
kıskançlardan kaçınmak lazım derler
hasetcinin hasedinden allaha sığınmak gerek
hasetci bir nazarla dağ devirir, kaçınmak gerek
çünkü hasetcinin içi kaynamaktadır
çünkü kıskanç kişinin yüreği erimektedir,
sakın sen de, dostum anlatma her ortamda
alırlar senden o zevkı sonra, bir anda,
böyle rüya binde bir ele geçer
bir güzel düş için insan bir ömür bekler
bir güzel rüya görüp de anlatmayan
var mıdır insanlarla paylaşmayan…
ki yusuf o zaman gençtir çocuktur
içinde akan ırmak vardır barajı yoktur,
nasıl engellesin kendini söz söylemekten
nasıl dursun rüyayı kardeşlerine söylemeden
insanda varsa bir iyilik, bir özellik, bir fazilet
anlatmak ister herkese, böyle imiş kısmet
hele gençse hele çocuksa hele yolun başındaysa
hele nimet çok büyükse yüceyse uluysa;
o zaman bekle başına gelecekleri
dilini tutmayanın var çekecekleri…
kardeşler aralarında konuşurlar
ilgiyle dinlediler önce ‘anlat anlat dediler
ya öyle mi ya böyle mi dediler
duyunca rüyayı birbirine baktılar gizliden
irkildiler sanki bu rüya geliyordu ötelerden,
amma hemen değiştiler bin bir tevil ettiler
yok öyle değildir hayır böyledir dediler
dediler kardeşleri, bu babamızın has evladıdır
zaten bizi az sevmekte, onu ayrı tutmaktadır
on kişilik bir birliğiz, güçlü bir cemaatiz
böyleyken zavallı bir çocuğa mı yenileceğiz,
babamız bir yanılgı içindedir
yusufu bizden çok sevmektedir
şimdi üzerine düştü daha çok
rüyadan sonra sevdi onu daha çok,
aman gidecek elimizden nimetler
hemen tedbir alalım bulalım çözümler
yoksa alıp götürecek yusuf her şeyi
bizse kalacağız her şeyden geri
‘o zaman öldürün onu ve bir yere atın’
deyivermişti biri ‘böylece babamız bize kalsın’
‘deli misiniz siz, katil mi olmak istiyorsunuz’
demişti merhametli olanı ‘bir kuyuya atalım isterseniz
bir kervan belki alır götürür onu uzaklara
böylece kurtuluruz ondan, böyle yapın yapacaksanız’
‘tamam dediler, olursa böyle olmalı
öldürmek zaten aklımıza yatmadı’
aralarında konuştular, bir iyice anlaştılar
babalarına ne diyeceklerini kararlaştırdılar
tuzak kurulmuştu yakuba ve yusufa
dediler ki ‘sen bizim mübarek babamızsın
yusuf kardeşimiz için bize neden güvenmezsin
elbette onun iyiliğini isteriz
elbette onu sevenlerdeniz
yanımıza kat bizim yarın ki gideceğiz
oynamak için kırlara, biraz eğleneceğiz,
oynamak onun da hakkı değil mi
o da bizim gibi bir çocuk değil mi
merak etme koruruz onu gözümüz gibi
dikkat ederiz ona kendimizden ileri’
yakub aleyhisselam ne desin onlar da evladı
bir yusufa baktı bir onlara, arada kaldı
izin verse bir dert, vermese başka dert
kendi kendine dedi ‘yusuf da üzülür elbet’
ama korkuyordu ya başına bir iş gelirse
ya kardeşleri ona bir düşmanlık ederse
onu çok sevdiğim ne kadar besbelli
onların kıskandığı da o kadar belli.
babanın annenin işi hep vehimdir
çünkü çocuklarını sevmektedir
korkarlar evlatlarına bir şey olursa diye
düşünceye dönüşür korku, sonra endişeye
her bin türlü şeyi akla getirir,
şeytan da boş durmaz vesvese verir
unutturur, hatta kendilerini yaradanı
hem yaratıp hem her daim koruyanı,
ona sığınıp da korumasını isteyeceğine
çözüm bulmaya çalışır dua edeceğine,
tedbiri elden bırakma elbet
lakin tedbirle beraber tevekkül et,
unutursan eğer o’nun adını anmayı
tevekkül etmeyi işleri o’na ısmarlamayı
bekle o zaman başına gelecekleri
gafletinin cezasını çekmeyi…
babalık vehmi üstün gelip yakuba
gaflete düştü de ne işler geldi başına
dedi ‘korkarım bir kurdun yusufu yemesinden
sizler bir köşede koşup oynarken’
rüyasında görmüştü böyle bir şeyi
bir gece evvel, sevdiğini kaybetmeyi
içi gitti amma verdi yusufu kardeşlerine
göz kör olur kaza ve kader önünde.
hem de bir ipucu verdi kardeşlerine
bilmiyordu onlar böyle bir şeyi daha önce
“bela ağızdan çıkan söze bağlıdır”
bu sözde nice sırlar saklıdır
peygamber demez boşuna hadisini
bu sözü unutma, her daim koru kendini.
bu söz ki çıktı yakubun ağzından
bakalım başına neler getirecek yaradan
çünkü peygamberdir, unutmak ona yaraşmaz
rabbini her işte anması gerek, gaflet ona yakışmaz.
yusufu öldürmeyi bile düşünmüşlerdi
yusufun kardeşleri babalarına demişlerdi
bahane uydurmuşlardı, kendilerine güvenmişlerdi:
‘hangi kurtmuş o ki bize saldıracak
eceline susamıştır o ancak
biz ki kuvvetliyiz, çünkü kalabalığız
aslan gibiyiz, mangal gibidir yüreğimiz’
türlü sözler söyleyip yusufu aldılar
hatta ilk önce başlarında taşıdılar
ta ki babanın gözlerinden ırak oluncaya dek
yürüdüler yusufa övgüler düzerek
ne zaman ki artık babaları görünmez oldu
içlerindeki azgın kin gözle görünür oldu
yere attılar güzel yusufu, dövdüler
ağlatıncaya kadar işkence ettiler…
dediler ‘nerede, o sana secde eden yıldızlar’
daha da ileriye gittiler sövdüler saydılar
nice kötü kelam edip aşağıladılar
taşla öldürmek istedi, kimi boynunu kesmek,
dünyanın en kötü işi bir insan öldürmek
birisi de merhametliydi yehudaydı ismi
dedi ‘siz bana söz vermiştiniz
yusufu öldürmeyeceğiz demiştiniz
çok hırpalamayacağız diye
biraz inciteceğiz o kadar diye’
‘evet’ dediler diğer kardeşler ‘öyle demiştik
sana öyle bir söz vermiştik, yemin etmiştik
evet, öldürmek çok kötüdür
bütün insanlığı öldürmek gibidir
ama bir şey yapmamız gerek
intikam almamız gerek,
o zaman bize ciddi bir şey söyle
derdimize derman olacak bir şey teklif eyle’
peki dedi, yehuda ‘size bir öneri getireyim:
ne dersiniz, yusufu bir kuyuya atalım
orada kendi kendine ölür gider
öfkemiz böylece söner gider’
tamam dediler kardeşler ‘güzel söyledim
şimdi hemen gidip bir kuyu bulalım’
kuyuya atmışlardı sonra güzel yusufu
bir kuyu buldular ürdün bölgesinde
ağlamıştı yusuf oraya geldiğinde
gömleğini soyup aldılar, yusuf itiraz etse de
‘ölürsem kefenim olur bu gömlek’ dese de
yusufu bağlayıp bir ip sarkıttılar
kuyudan aşağıya sallandırdılar
daha yarısına bile gelmeden ipi kestiler
‘böylece düşüp ölür belki dediler’
düşünce kuyuya yusuf biraz ıslandı
bir taşın üstüne çıkıp kardeşlerine seslendi,
ne kadar merhamet istediyse de etmediler
öldürmek için hatta yukarıdan taş attılar,
yine merhametli yehuda mani oldu
durun ne yapıyorsunuz dedi
bunun üzerine terk edip gittiler
yusufu bir başına kuyuda bıraktılar.
on iki yaşındaydı yusuf kuyuya atıldığında
bir nevcivan idi ilk gençlik çağında,
yusuf kuyuya düşünce cebrail gelmişti
ses çıkarmayın, bu gelen bir nebidir demişti
amma bir yılan vardı susmamıştı
fışlaya fışlaya ses çıkarmıştı,
cebrail derhal ‘sus’ diye emreyledi
o anda yılanın sesi kesiliverdi,
aslında bir kötü maksadı yok imiş derler
yusuf’un güzelliğine hayran imiş derler,
öyle midir doğrusu tam bilemeyiz
lakin emre itaat lazımdır, bunu söyleriz.
belki kuyu dibindedir sıkıntı içindedir
amma gerçek kul her an rabbiyle beraberdir
üzüntüler çileler hep olgunluk içindir
kulun imanını artırmak içindir
kaderin garip cilveleri vardır
çilelerden alınacak ibretler vardır,
en büyük sıkıntıyı en büyükler çeker
peygamberler çeker veliler çeker,
herkes çeker kendi nispetinde
hiç rahat yoktur bu dünya memleketinde,
inançlı kişiyse gelen belalara sabreder
daha çok rabbine yönelir, ibadete düşer,
yusuf da öyle yapmıştı rabbine yönelmişti
nice dualar etmişti gözlerinden yaşlar akmıştı:
‘ey kullarının her haline şahid olan
ey her zaman en yakınımızda olan
ey hiçbir zaman mağlup olmayan
her zaman her yerde galip olan
üzerimden kaldır bu musibeti lütfunla
kurtar beni, yüce merhametinle’
allahın emriyle cebrail gelmişti
yetişip yusufa, bir taşa oturtmuştu
ona güzel dualar öğretmişti
böylece yusuf zikrullaha başlamıştı
öyle güzel zikrediyordu ki rabbini
kuyuda başlamıştı sanki bir senfoni,
yavaş yavaş tane tane, zevk ile aşk ile
güzelce latifçe amma hafif bir ses ile
melekler bu güzel sadayı işitmişlerdi:
‘ya ilahi’ deyip katılmaya izin istemişlerdi
hadiste gelir ki nerde bir zikir olsa
melekler de katılır zikir halkasına,
zikir öyle güzel bir şeydir safi lezzettir
zikir şükür fikir yüce bir nimettir
rabbimiz nasib etsin hepimize
büyüğümüze küçüğümüze.
babalarına böylece izah etmişlerdi
bu arada yusufun kardeşleri plan yapmaktaydı
babalarına nasıl izah edeceklerini tartışmaktaydı
biri ‘gömleğini almıştık ya’ dedi
‘bir kuş öldürüp kanını buna sürelim’ dedi,
‘babamız onu bir kurt yiyebilir dememiş miydi’
deriz ki ‘bak gerçekten senin dediğin oldu
hem de aynısı oldu gerçekten öyle oldu’
peki dediler hoşlandılar bu tekliften
eve doğru koşa koşa giderken…
kanlı gömleğini yusufun babalarına verdiler
verdiler amma başlarını öne eğdiler
yakub aleyhisselam gömleği aldı evirdi çevirdi
içinde derin bir hüzün ve tasa beliriverdi
‘bu nasıl bir kurtmuş ki yusufumu yemiş
amma gömlekte hiç diş izi bırakmamış’
anlamıştı o anda hatasını zellesini gafletini
rabbinden korkacağına kurttan endişe ettiğini,
‘bana düşen güzel bir sabırdır’ deyiverdi
rabbine hemen o an iltica ediverdi…
yıllar sürecek ayrılık böylece başladı
yakubun gamlı günleri işte o zaman başladı
senelerce sürecekti, derin izler bırakacaktı
ağlayacaktı yakub, gözleri görmez olacaktı
baba kimdir, işi nicedir
bir parantez açalım mı ey dostlar
bir baba kimdir diyelim mi ey dostlar:
insan ister nice zaman, bir çocuğu olsun
sonra sever onu, daha fazla canından,
öyle sevinir ki baba bir çocuk geldiğinde
ta iliklerine kadar, ta göz bebeklerine…
bütün hücreleriyle beraber sevinir
hiçbir zaman böyle sevinmemiştir,
her çocuk ayrı bir neşedir, sevinçtir
rabbimizden gelen ne büyük hediyedir,
lakin çocuk hemen cana bitişiktir
ana ve babanın kalbine ilişiktir
sanki çocuğu değildir belki ciğerparesi
oğlu değildir de sanki kalbinin has köşesi,
azıcık canı acımasın, birazcık ağlayıversin
ne kadar çok acır içleri babanın ve annenin
biraz hasta olsa çocuk, onlar da hastalanırlar
endişelenir ve sabaha kadar uyuyamazlar,
kötüce bir söz söylese çocuğu hakkında birisi
öyle üzülür ki baba, olur deliye dönesi
iyice bir söz söylese onun hakkında birisi
öyle sevinir ki hem gönlünün her köşesi,
bazen ayrılık olur hasret çeker
bazen başına bir iş gelir, neler çeker
izin ister çocuk oynamaya arkadaşlarıyla
aklı onda kalır ana babanın tüm benliğiyle…
işte böyle böyle büyür çocuklar
ama nasıl büyür nasıl olgunlaşırlar
çocuklar ne bilir, ana ve baba olanlar bilir
bilir amma ancak ana ve baba olunca bilir,
işte böyledir annelik ve babalık
annelik farklıdır, başkadır babalık.
anneyi anneler desin biz bahsedelim babalıktan
toprağı çömlekçi bilir, balıkçı anlar balıktan,
garip bir insandır erkek, garip adamdır baba
çocuğu olunca artık bambaşka adamdır baba
ne anne anlar onu ne de çocuk ne toplum
azıcık sıkılsa derler ki ‘sen babasın oğlum’
belki bazen yemez baba, belki bazen giymez
amma ki çocuğa neler yedirmez neler içirmez,
ister ki çocuğu hem de mükemmel olsun
kendisinden de iyi hatta daha üstün olsun
arzusu odur ki olsun çocuğu herkesten iyi
üstü başı düzgün, edebi terbiyesi pekiyi,
doğruyu iyiyi güzeli öğretmek için
içi yanar babanın hem de için için
onun için bazen sert olur fakat çocuk darılır
onun için bazen tatlı olur ama çocuk şımarır,
ne çocuk beğenir babayı, ne anne, ne de elalem
o da beğenmez kendini, der ‘başka ne edeyim’
bazen çekilir köşesine ama sonra içi durmaz
ne yapsın babadır can paresi kenara bırakılmaz,
böylece geçer ömür, çocuk babayı bilir mi, bilmez
anlar biraz amma baba mezara girer girmez.
velhasıl zor zanaattır babalık ey dostlar
kapayalım parantezi, böylece ey dostlar.
buldular yusufu kuyu dibinde
bir başınaydı yalnız başınaydı
lakin rabbini anmadaydı,
öyleyken birdenbire bir kova
gördü başını kaldırınca
gencin birisi bir kova uzatmış
besbelli ki iyice susamış,
göndermişti onu kervancılar
‘git şu kuyudan bize su çıkar’
kovayı sarkıtınca çocuk aşağıya
bir de ne görsün birisi var orada
‘müjde müjde’ dedi sevinerek
‘bir oğlan var’ dedi gülerek,
kervancılar hemen geldiler
‘satılacak bir köle’ dediler
tüccardı tabii ki onlar
yusuftan ne anlardılar
işleri güçleri para kazanmak
köle almak köle satmak
dediler ‘bunu götürür mısır’da satarız
bedava bulduk zaten çok para kazanırız’
satılmıştı yusuf az bir fiyata
o sırada yusufun kardeşlerinden biri
görmüştü ki kardeşi keşfedilmişti
kervancılar alıp yusufu götürecek
koşup gitti kardeşlerine hemencek,
dediler ki ‘bu bizim kölemizdir
kaçıp gitmiş bir bendemizdir
dilerseniz satalım size’ dediler,
ve yusufu birkaç dirheme sattılar
sattılar o güzeli birkaç ceviz pahasına
sahip değildiler ticaret kafasına,
çok ucuza gitti o güzel yusuf
güzelden anlamayana olsun yuf.
bir gün demişti yusuf kendi kendisine
aynaya bakarken âşık olup kendi yüzüne
‘satsalar beni bir gün köle pazarında
çok para verirlerdi herhalde bana’
derler ki onun için ucuza gitmişti
kendini beğeneni allah beğenmezdi.
sakın sen de öyle yapma, koru kendini
çabuk yıkarlar zaten zayıf bendini
kibirden ve ucubdan allaha sığın
aman ha, haddini bil, aman sakın,
iman beştir biri de haddini bilmek
“men arefe” sırrına bir güzelce ermek
onun için çok ama çok sakınmalısın
kibirden ucubdan hemen kaçmalısın,
satarlar seni de sonra birkaç kör kuruşa
atarlar seni de bir kenara hatta yabana.
hazret-i nebi de ucuza satılmıştı
bir gün evine dönerken son nebi
yolunu kesen çocuklar ona demişti
‘bize de bir şey vermezsen ey nebi
hasan ve hüseyine verdiğin gibi
bırakmayız seni evine göndermeyiz
armağan almayınca seni vermeyiz’
naçar gönderdi hazret-i bilali evine
kendisini rehinlikten kurtarsın diye
dedi ‘ne bulursan al, evden öyle gel
satılıktan kurtar beni, çabuk gel’
evde ancak sekiz adet ceviz vardı
bilal onları hazret-i habibe verdi
‘kıymeti değersiz birkaç ceviz fiyatına
kardeşim yusufa biçilen mısır kuruşuna
azad edin beni de ey kadirbilir çocuklar
serbest kalayım ben de ey oğlancıklar’
o güzeller güzeli peygamber öyle demişti
çocuklara bile mütevaziydi çok müşfikti
madem ki andık onu ey güzel kardeşler
bir salavat getirelim hemen ey yarenler
allahumme salli ve sellim alâ habîbinâ
allahumme salli ve sellim alâ seyyidinâ
salli ve sellim ve bârik alâ nebiyyinâ
salli ve sellim ve bârik alâ resûlinâ
düşünceler içinde bir adam
kervancı lakin aslında esirci olan
seviniyordu içinden ve dışından
çünkü bu genç çok ama çok güzeldi
böylesini görmemişti, yoktu benzeri
şimdiye dek rastlamamıştı bu kadar güzeline
çok köle satmıştı, şu kadar da cariye,
bu genç adam sanki değildi bir âdemoğlu
bu kadar güzelini görmemişti insanoğlu
onun için diyordu içinden ‘nasibe konduk
çok ama çok paraya kavuştuk
kim bilir kaç para verirler bu çocuğa
kim bilir almak için kaç kişi girer sıraya
bir hazine buldun oğlum esirci olalı
bir fare tuttun nihayet kedi olalı’
bu düşüncelerle yürüyordu dalgın dalgın
adamları diyordu ‘bizim adama hele bakın
nasıl da derine dalıp gitmiş bizim başkan
nasıl da seviniyor hem de için için
sevinsin sevinsin, aman ilişmeyiniz
o sevinirse hiç şüphesiz biz de seviniriz
cömert adamdır, bizi hep gözetir
iş bitince ücretimizden fazlasını verir’
kervancı sevine sevine yürüyordu
büyük pek büyük ümitler taşıyordu.
insanoğlu böyledir, daha nimet geçmeden ele
planlar, projeler kurar kalbinde ve beyninde
hayaller ümitler emeller planlar ve projeler
hiç bitmez lakin ama bir gün ömür biter,
onun için ey kişi fazla hayale dalma
emel ile rüya ile ömür geçirme
bir bakarsın gitmiş ölüm ülkesine varmışsın
hayal tatlıdır hiçbir şeyin farkına varmamışsın,
bırak düşü hayali, gerçeğin içine dal
dereyi gölü bırak da ummana dal.
nihayet vardılar varacakları yere
kervancılar da o paranın tatlı düşüyle
farkına varmadan varıverdiler mısır ülkesine:
‘nasıl da çabucak geliverdik biz buraya
hâlbuki ne kadar meşakkat çekerdik bu yolda
hiç bitmeyecekmiş gibi çok uzun gelirdi
sanki ömrümüzden bir parça giderdi,
gelecek paranın hayali mi kısalttı yolu
yoksa bu gençten gelen bir bereket mi bu
öyle ya bu çocuğu kuyudan çıkardıktan beri
bir başka letafet geldi bize bereketten ileri’
her zaman mı dünyayı tercih eder insanoğlu
onun için mi cennetten çıkarıldı ademoğlu
hâlbuki ahiret, kalıcı yurdumuz değil mi
her şey bir gün nasıl olsa aslına dönmez mi
ruh böyle söyler, nefis karşı çıkar
kalb bunu fısıldar, ego karşı çıkar
gönül böyle söyler, akıl inanmaz
bir paradokstur bu garip bir tenakuz…
nihayet girdiler mısır şehrinin kapısından
gizlemişti kervancı yusufu şehre girmeden
varıp bir handa güzelce dinlendiler
amma önce yusufu bir odaya gizlediler
yıkayıp pakladılar güzel elbiseler giydirdiler
ol güzeli daha da güzel göstermek istediler
gerek var mıydı ol güzeli süsleyip püslemeye
insanoğlu lakin ulaşmak ister mükemmele.
güzel çıkınca meydane, fitne salar âleme
sokağa çıkınca yusuf bütün mısır ülkesi
istediler hepsi birden o güneşi görmeyi
fitne demek büyük imtihan demek
güzellik ise büyük fitne demek,
çünkü güzeli çok beğenir insanlar
amma ki hased eder çok kıskanırlar
onun için güzellerin başı hep derttedir
günleri kederde işleri hep üzüntüdedir
kötü nazarları çekerler üzerlerine
kirli bakış, hasetçilerin başka işi ne.
güzelin imtihanı güzelliğidir
çirkinin sınavı da çirkinliğidir
onun içindir ki demişlerdir:
güzeli ağlatırlar, çirkini güldürürler.
mısırlılar diyorlardı ‘güzel bir insan gelmiş
hayır, insan değilmiş bir melekmiş
gelen herhalde cennetin bir güzeli
koşun koşun görmeden biz, geri gider belki’
üç gün devam etmişti yusufun satış işi
bu günler mısıra bayram olmuştu sanki,
öyle üşüştü ki pey sürenler ve elâlem
üç gün boyunca yoruldu yusuf her dem
akşam olana kadar hep güneşin altında
sıcağın altındaydı keskin bakışların altında,
o gafil keskin şiddetli nazarların tesiriyle
bütün gece azap çekerdi hastalık sebebiyle
nazar altında kalan hasta olmaz mı hiç
güneş altında kalan bunalmaz mı hiç
göz önünde olan göze uğrar
sözü çok olan ağır söze uğrar,
onun için ey kişi meydanda olmayı isteme
onun için ey kişi çok fazla söz söyleme.
sabah olunca tekrar süslerdi esirciler
öyle ya satınca büyük mal edinecekler
yusufun bedeli arttıkça artmıştı
gün geçtikte artık alınamaz olmuştu
o kadar artmış o kadar çok artmıştı
zenginler bile pey süremez olmuştu
kıtfir aldı en sonunda yani ki mısır azizi
aziz demek, aziz dostum, demek mısır veziri
ancak onun parası yetmişti yusufu almaya
altın gümüş ve inciden yusufun ağırlığınca
kilosunca misk ü anber, atlas, ipek ve inci
cennetten çıkma birine ancak yeter belki.
bir ihtiyar kadın da talib olmuştu
anlatırlar ki ihtiyar bir kadın da gelmişti
bütün sermayesi bükülmüş bir ipti
yani ki gücü yoktu satın almaya
var gücüyle atılıyordu amma,
gerçek âşık işte böyledir
canını ortaya sürse az gelir
varını yoğunu verir maşuku için
bir an bile olsa görebilmek için
aşk ülkesinin yusufuna talip olan
gönlüyle kalbiyle tam âşık olan
işte böyle olmalı bu ihtiyar kadın gibi
varını yoğunu ortaya koyan mecnun gibi,
bak bakalım kendine ne kadar âşıksın
ne kadar veriyorsan o kadar sadıksın
aşktır dostum ölümsüzlük suyu
öyleyse ara dur her yerde onu
çünkü ölmez gerçek âşık olan
maşukuna ulaşmak isteyen
âşık ölür mü hiç, düşünmez misin sen
ölen ancak tendir, bilmez misin sen
ruh değil mi rabbimizden bir atiyye
bir emanettir o büyük bir hediye
o’ndan olan şey o’na döner, ölür mü hiç
nefsi köreltip ruha yönelen çürür mü hiç
iyi koru emaneti o zaman ey gafil adam
bir aşk bul sağlam, aşkla süsle o zaman.
mısır aziziydi yusufu alan
derler ki yusufu satın alan kişi
mısır aziziydi yani bir ulu kişi
yani ki mısırın maliye bakanı idi
bakan dediysem anlama şimdiki gibi
hem hazineyi elinde tutan bir vezir idi
bütçeyi yapan harcamaya karar veren idi
firavunun sağ koluydu yani o
her işteki danışmanıydı o,
onun için yusufu alsa alsa o alabilirdi
en yüksek peyi ancak o sürebilirdi
o kadar yükselmişti çünkü biçilen baha
çünkü gören herkes vuruluyordu yusufa.
sonunda gürültü patırtı bitti nihayet
sükuna erdi mısır, kavga bitti nihayet
olmamıştı nice zamandır böyle bir olay
güzeller güzeli yusuf bu, dile kolay.
eve getirdi yusufu âlâ ile vâlâ ile
o olu kişi yüreğinde bir şevk ile
diyordu ki kendine ‘göstereyim eşime
sürpriz yapayım, edeyim ona hediye’
içi içine sığmıyordu heyecandan sevinçten
bu büyük armağan gelmişti sanki gökten,
ne kadar çok sevinmişlerdi
hanımı da sanki şok olmuş dili tutulmuştu
‘bu bir insan mı, yoksa, melek mi’ diyordu:
‘bütün mısrın dediği kadar var imiş
demek bu mücevher bize kısmetmiş
dünyada beni bu kadar sevindiremezdin
öte âlemden mi bu, başka yerden getiremezdin’
büyük şaşkınlık derin hayret ve sevinç
yüce hisler, büyük duygular ve kıvanç…
bir yusufa sonra birbirlerine bakıyorlardı
hanım da aziz de pek bocalıyorlardı
sonra geldi akılları başına, dediler kendilerine
‘unuttuk bu genci düştük kendi derdimize’
ona en güzel odasını verdiler sarayın
emir buyurdu aziz ‘bu çocuğa iyi bakın
ihtimam gösterin ey hizmetçiler bu civana
yoksa siz bilirsiniz koyarım sizi kapıya’
baş başa kalınca sustular uzun bir süre
hayret ve sevinç susturur çünkü böyle.
nasıl davranalım bu çocuğa
derler ki ‘kıtfîr’ idi veya ‘ıtfîr’ azizin adı
ileri görüşlü biriydi hem de zeki ve akıllı
büyük feraset sahibiydi ki mısır azizi
onun için bu makamlara erişmiş idi,
çok düşündü yusuf ile güzelliği hakkında
ölçtü biçti tarttı bu zaman arasında
ileriyi çok ileriyi görür gibiydi
yusufun geleceğini bilir gibiydi,
neden sonra konuştu aziz, dedi ‘hanımcığım
ona gözümüz gibi bakalım pek sakınalım
cömert olalım bu kişiye ikram edelim
kendi canımızla bir tutalım öyle bakalım
zannederim ki bize pek büyük yarar verecektir
zaten insan değil bu, gökten gelen bir melektir,
evlat edinelim onu kendimizden sayalım
üçüncümüz yapalım öyle kabul edelim’
çocukları yoktu olmamıştı bu sevgililerin
boyunları büküktü üzülürlerdi onun için.
neden yerleştirildi yusuf o saraya
lakin bu hüzünlü mevzuya daha sonra dönelim
neden yerleştirildi yusuf o saraya bir düşünelim:
sarayda yetişen her şeyi görür görgülü olur
herkesten çok öğrenir herkesten bilgili olur
ilerde kavmine lider olacak önder olacak
insanları yöneten bir ulu lider olacak
onun için bilgili ve görgülü olmalı
ki insanları güzelce ikna edebilmeli,
çok bilen çok gören olur değerli biri
çözebilir olayları sorunları işleri
dıştakileri ve hem içtekileri
yüzeydekileri ve derindekileri
ki yusufa rüya tabiri de öğretilecektir
büyük bir ilimdir herkese verilmeyecektir
insanları da tanımalı o zaman her bakımdan
hayalleriyle hüzünleriyle her açıdan
onun için kalabalık bir saray en iyi yerdir
kölenin de efendinin de bulunduğu yerdir
tanıyacak insanları her yönleriyle
içleriyle hem de dışlarıyla…
lakin amma şudur daha önemlisi:
murad-ı ilahidir bu, yani rabbin iradesi
yusufu kenandan alıp çöllere düşüren
oradan alıp saraylara yerleştiren
işine gücüne her şeye hakim olan
emrine hükmüne her şeye galip olan
ancak o’dur, rabbimiz halikımızdır
insanların çoğu bu gerçekten habersizdir
çünkü insanların pek azı âlimdir
çünkü halkın çoğu gafillerdendir,
oysa ilim ne kadar övülmüştür yüce kitabımızda
ne kadar rağbet görmüştür peygamberler katında
onun için ilme koş ilme sarıl ey kişi
ilmi olanın berbat olmaz hiçbir işi.
şu manayı da söylemekte fayda var
tefekkür ve hikmet nice yararlar sağlar
musa aleyhisselam da sarayda yetişmiştir
yusuf peygamberle benzer kaderi yaşamıştır
her iki zamanda her iki sarayda
tapardı insanlar heykellere putlara,
onlar böylece küfrü ta yakından tanıdılar
gelenek ve göreneklerini öğrenmiş oldular
sonra büyük işler yaptılar izn-i ilâhiyle
kendilerine verilen görgü ve bilgilerle.
peygamberleri seçer rabbimiz insanlar arasından
en güzelini öğretir kavimlerinin yaşantısından
onlar en akıllı en şerefli en değerli kişilerdir
çünkü rabbimizin yüce rahmetindendirler
çünkü onların eliyle nice insan hidayet bulur
cehaletten dalaletten kurtulur felah bulur
onun içindir, onlar kavimlerin en şereflileridir
onun içindir, onlar herkesten iyi yetiştirilir.
nasıl yazıyoruz ey dostlar ve niçin
bunlar yüce manalardır bizse acizlerdeniz
karınca misali amma bu yolda gidenlerdeniz
giriştik, büyüklerin yolundan gidelim diye
en güzel kıssa, bu zamanda da ifade edilsin diye
meallere ve tefsirlere bakarak ilerliyoruz
ayetlerin sırasına göre devam ediyoruz,
mesnevimiz yüce manaları anlamaya bir gayrettir
hikmetini aramak, sonra anlatmaya çalışmaktır,
onun için bağışlayın bizi hoşgörün ey büyükler
hor görmeyin karıncayı dua buyurun ey yüceler
bağışlayın cesaretini bu büyük işe girişmesini
bir kalbcağızı vardır ister gayret etmesini
ilerledikçe mısralar beyitler sözler
sevinir o kalbcağız daha söylemek ister
onun için dua bekler dostlardan
kardeşlerden arkadaşlardan…
ne oldu yusufa sarayda
günleri geçmeye başlamıştı yusufun sarayda
namazla niyazla, tesbihle zikirle ve ağlamakla
üçe bölmüştü kulluk için günlerini böylece
ihlasla samimiyetle iyice ve güzelce,
böylece gençlikten ileriye erişti
allah teala verdi ona hikmeti
anlama, yorumlama becerisi verildi
rüyaları çözme yeteneği bahşedildi,
yusuf kullukta da güzel idi, muhsin idi
rabbini görür gibi ibadet eder idi
mükafat verilmişti hikmetle ilim ona
bunun için verilmişti iki büyük nimet ona:
rabbimiz hazretleri sever çünkü muhsinleri
kendisini görür gibi ibadet edenleri
bu kulumu sevin der, gök ehline yer ehline
muhabbet duyar herkes o iyiler iyisine…
züleyha da girmişti onun muhabbet dairesine
düşmüştü aşkına hem yönelmişti kendisine
bunda bir gariplik mi acayiplik mi var dostlar
asıl yanlış olan aşksızlık değil mi arkadaşlar
âşık olacağım demekle âşık olunuyor mu
aşk aşk demekle aşk ele geçiyor mu
göze mani mi var, kulağa engel mi var
görmeye, duymaya, sevmeye engel mi var
asıl sevmeyen üzülsün, içlensin, kederlensin
kimse aşığı kınamasın, otursun kendine dertlensin.
kimdi züleyha, nasıl düşmüştü büyük derde
rivayet ederler ki züleyha magrib sultanının kızıydı
bir taneydi emsalleri arasında, güzeller sultanıydı,
yakışıklı bir genç görmüştü rüyasında
‘mısır aziziyim’ demişti kim olduğunu sorunca,
aşk derdi vurmuştu züleyhayı rüya içinde
bambaşka bir halet vardı gördüğü düşde,
değişti sonra her hali bambaşka biri oldu
nazar değdi dedi kimi, bazısı da büyü oldu
bu yorumlar boştu anlamadılar kızın halini
nasıl anlasınlar, rüyadaki o büyük gizemi.
kimi yalnız bir göz görür aşık olur
kimi bir sese yakalanır perişan olur
kimine maşuktan bahsederler bir kere
kimine resmini gösterirler bir köşede
aşka mesafe olmaz, endaze olmaz
zaman olmaz, mekân da olmaz
vesile olur ancak ufacık şeyler
bahaneler, tevafuklar, tesadüfler
demeyin ey dostlar; bunda bir hikmet var
cenab-ı hakkın her yerde kudret eli var
seveni sevdiren o, sevilmeyi nasib eden o
aşkı muhabbeti sevgiyi yoktan var eden o
gözleri birleştiren o, gönülleri birleştiren
kalpleri küt küt attıran, uykuları kaçıran o.
züleyhaya da rüyada nasib olmuştu aşk
büyük ama zorun zoru bir nimettir aşk,
bu derd ile hemhal iken o güzel genç kız
günler geçiyor geceler de, hem güz hem yaz
talipleri çıkıyordu elbette her yerden
meliklerden şehzadelerden beylerden
hepsini reddetti kaçındı evlenmekten
nasıl reddetmesindi, gönlünde biri varken
mısır azizinden bir haber gelmişti
onunla evlenmeye razı olmuştu
kabul eyledi hemen, rüyası çıkmıştı
hem de çok ama çok sevinmişti,
babası da hoşnud olmuştu evlenme isteğine
bir çok hazırlık yaptı, koştu çeyizine her şeyine
erkekten ve kadından, biricik kızına, köleler verdi
mal mülk verdi, mücevher verdi, at ve deve verdi.
heyecan içinde merak içinde bin bir endişe içinde
vardı mısıra züleyha böylece günler geceler içinde
karşıladı mısır azizi züleyhayı şaşaa ile
kalabalıkla hediyelerle mücevherlerle,
bir de ne görsün züleyha, rüyadaki o güzel
bu adam değil, bu mısır azizi ama, o değil,
ağladı züleyha çok, gözyaşları dökülüverdi
ne oldu, nasıl oldu, neden oldu deyiverdi
bu kadar üzülmüşken ne yapacağını şaşırmışken
derinden bir sada duydu ‘ey züleyha, olma mahzun
rüyan sadıktır, lakin gönlündeki emele
kavuşacaksın, bu adam ile, biraz bekle’
sonra geldi yusuf saraya, neye uğradığını şaşırdı
o şimdi karşısındaydı, ne yapacağını şaşırdı
bir zaman devam etti bu derin halet
zorların da zoruydu bu garip halet,
bir evdeydi hem kocası hem de sevgilisi
bir yanda nikahlısı bir yanda güzeller güzeli,
şaşkınlıklar heyecanlar endişeler
gündüzler yetmez geceleri bekler
bir yanda mantık, ahlâk, kurallar
bir yanda aşk, sevda ve şeytanlar
gel de çık işin içinden haydi bakalım
züleyha sonunda bir düzen kurdu okuyalım:
planlar kuruyordu tutkun olan
günlerce düşündü gece gündüz plan yaptı
doluya koydu olmadı boşa koydu olmadı,
yanlış olduğunu söylüyordu vicdanı
azgın nefsi susturuyordu hemen onu,
rüyanda gördüğün bu diyordu
başka çaren mi var diyordu,
kocası, nikâhı geliyordu aklına
hafakanlar basıyordu kafasına.
sonra dedi kendi kendine ‘bu evde olmaz
başını salladı sağa sola, hayır asla olmaz
bir köşk yaptırmalıyım bahçenin içine’
kocası zaten evet diyordu her dediğine
‘sürur evi’ dedi ‘sevinç yurdu’ dedi o köşke
her gün her saat ilgilendi delicesine.
bir taraftan takıp takıştırmayı düşünüyordu
inci mercan yakut zebercet istiyordu
çağırttı mısırdaki en usta kuyumcuları
tarif etti hayalindeki harikulade takıları,
şöyle şöyle yapın dedi sakın şöyle olmasın
bütün maharetinizi gösterin yanlış yapmayın.
kızını özleyen baba
baba kızına hasret duyuyordu
geceler bir türlü geçmek bilmiyordu
kızı onun aynı zamanda arkadaşıydı
hatta devlet işlerinde yardımcıydı,
babasıyla ilgilenir, derdiyle dertlenirdi
hasta olsa önce o doktorluk ederdi
bir nevi terapiydi onun bu davranışları
günün bütün yorgunluğunu alırdı,
anılar içinde hasret çekerken baba
bir gece kapattı gözlerini artık dünyaya.
aşkın böylesi nedir
lakin züleyha başka demdeydi
kimseyi hatırlayacak halde değildi
çünkü aşk bir hastalıktır, deliliktir
tutulup kendinden geçmektir
önünü arkasını bilmemektir
burnunun dikine gitmektir
makbul olanı, uzaktan sevmektir
asla yanlışa düşmemektir
“söylemeden aşkını ölürse kişi şehiddir”
demiş kutlu nebi ki tam hakikattir,
niyet salih olursa ki evlenmektir o
bir veya iki görüşmekle kalır o
akabinde usulünce söz nişan düğün olur
ana baba rızası alınır, gönül hoşluğu olur.
şimdiki zamanlar yusuflar züleyhalar
şimdi nice yusuf ve nice züleyha
çarşılarda kafelerde sokaklarda
işliyorlar nice cinayet adına aşk diyorlar
‘önemli olan aşktır, gerisi hikâye’ diyorlar,
doğruymuş yanlışmış helalmiş harammış
yok bir kıymeti, geçmişte kalmışmış,
sonra n’oluyor, hüsranlar boşanmaklar
krizler buhranlar ateşler ve hastalıklar,
bunun bir de öte tarafı var öyle değil mi
dünyadaki acı, ötedekine işaret değil mi…
rabbimiz, boşuna indirmemiş sureyi,
efendimiz boşuna mı demiş hadisi:
“ehlinize okutun öğretin yusuf suresini”
düşmeyelim hataya, tedbir alalım diye
aklımızı başımıza alalım diye.
dön yine kıssaya, bırak şimdiki zamanı
dönelim yine menkıbemize
ayrılık dokunmuştu babaya,
çıkmamıştı, evet, bir gece sabaha
duydu züleyha lakin dert etmedi,
onun işi çoktu çok, başından aşkındı
babayla işi çoktan bitmişti, neden taksındı
köşkün yapımı mücevherat tasarımı
maşuku tuzağa düşürme planları
bütün derdi gücü buydu
sabah akşam işi buydu.
nefsinden murad almak istemişti
evdeki kadın yani züleyha
süsler içinde ve güzel kokularla
kapıları sımsıkı kapamıştı
ve ‘yanıma gel’ demişti
yusufu yanına çağırmıştı
ondan murad almak istemişti
‘allaha sığınırım, ne diyorsun sen
beni gözetendir, efendimdir kocan
mevki verdi bana, yedirdi içirdi
iyi davrandı bana, korudu gözetti
harama davet ediyorsun sen
beni zelil etmek istiyorsun,
yakubun evladı böyle yapmaz
zalimler asla felah bulmaz’
– ne güzel gözlerin var
– en önce cesedimden yere akacak
– ne güzel yüzün var
– toprak onu yiyecek
– ne güzel saçın var
– dökülüp gidecek…
– gel buraya işte yatak
gel de isteğimi yap’
olmaz dedi hemen yusuf
senden allaha sığınırım
rabbim bana ihsan etmiştir
iyilik güzellik vermiştir,
zalimler felah bulmaz
iyiler doğruluktan ayrılmaz.
lakin züleyha niyeti kurmuştu
yusufu ram etmek istemişti,
bir an sanki o da yöneldi
rabbi ona bir işaret gösterdi,
babasını görmüştü
parmağını dişlemişti
ayıplıyordu sanki onu
durdurmak istiyordu,
görmeseydi bu işareti
neredeyse o da düşecekti
allah teala korumuştu onu
çünkü samimiydi ihlaslıydı
haya sahibiydi, itaatliydi,
ve kalkıp kaçmaya başladı
koşup evden çıkmaya çalıştı
koştu hemen arkasından züleyha
ve yırttı gömleğini boylu boyunca
o sırada efendi eve gelmişti
kapının yanında rast gelmişti
üçü birden ister istemez şaşırmıştı
züleyha hemen şikâyete başladı:
‘kötülük etmek isteyenin cezası nedir
zevcene yaklaşanın hükmü nedir
ya zindana atılmaktır değil mi
veya acıklı bir azap çekmek değil mi’
– koca sordu, kimdir o
– bu ibrani köledir o
– uyuyordum, örtümü açtı
beni nefsine davet etti
– ey çocuk, sana iyilik edeni
mahzun ettin, seni gözleyeni,
senden beklenen böyle midir
bana karşı muamelen böyle midir…
– hayır, asla böyle bir şey istemem
asıl odur benden murad almak isteyen
gel gör ki bir şahit varmış orada
rabbi yardım etti böylece yusufa
– önden yırtılmışsa gömlek eğer
o zaman kadın doğru söyler
arkadan yırtılmışsa velakin
demek ki bu gençtir doğru söyleyen
koca gördü ki gömlek arkadan yırtılmış
bakmış ve düzenbazlığı anlamış
‘kadının fendi, hilesi büyüktür
onların tuzağı, düzeni büyüktür’
– yusuf, sen söyleme bu hali
bahsetme kimseye bu hadiseyi
– sen de, ey kadın tövbe et
günah işledin, istiğfar et…
mısır kadınları öğrenmişti
dedikodu çok hızlı yayılır
kötü haber gibi yayılır,
duymuştu şehirdeki kadınlar,
ileri geri laf etmeye başlamıştılar:
– murad almak istiyormuş delikanlıdan
azizin karısı, gencecik çocuktan
kalbi yarılmış sanki muhabbetten aşktan
bu yaptığı başka bir şey değil sapıklıktan,
işitti bunları züleyha kısa zaman içinde
bir cevap vermek gerekliydi en çabuk surette
davetçi yolladı, onların hepsine tek te
hazırlattı zengin kadınlara yastık ve döşek
nefis mi nefis türlü meyvalar,
ve tiz ve keskin bıçaklar
planı basit ve kuvvetliydi
yusuf, erkeklerin en güzeliydi
onu görünce şaşıracaklardı
bakalım ne yapacaklardı
geldiler, oturdular rahat şiltelere
merak içindeydiler, yaslandılar döşeklere
ellerine bıçaklar verilmişti keskininden
bilmiyorlardı, maksat neydi, meyva yemekten
dedi yusufa ‘çık karşılarına şimdi bu kadınların
halini görelim bakalım dedikodu edenlerin’
parlak bir ay gibi odaya girince
ellerini kesiverdiler meyva yerine
tanık olunca yusufun büyük varlığına
şaşırdılar, hayran kaldılar yüce sıfatına,
hayranlıktan ellerini kesiverdiler
dediler ki ‘haşa bu bir insan değildir
kerim ve şerefli melekten başkası değil,
değildir, beşer değildir, insan değil’
o zaman başladı züleyha konuşmaya
düştüğü aşktan kendisini ayıplayanlara
– işte beni kendisi hakkında kınadığınız
o zat budur, görüp de şaşırıp kaldığınız,
o çok namusludur, evet, beni reddetti
fakat eğer yapmazsa benim dileğimi
zindana atılacaktır, zillete uğrayacak.
‘ey rabbim, daha sevimlidir zindana atılmak
bunların benden istediği kötülükten
eğer ki sen beni döndürmez isen
onların hazırladığı düzenlerden
belki ben de meylederim
o zaman cahillerden olurum’
demişti yusuf hüzün içinde
endişeyle, bir türlü düşünceyle.
bazı bilgeler dedi ki bu işin tefsirinde
‘afiyet dilemeliydi yusuf, elbette
allah onu kurtarırdı, çekip çıkarırdı
bu işten onu kolaylıkla sıyırırdı,
günahtan kurtulmak için
hatadan sakınmak için
bunu demekle rıza gösterdi
üzerine belalar isabet etti
‘bela ağızdan çıkan söze bağlıdır
insan onun için çok dikkat etmelidir’
kabul olmuştu duası yusufun
rabbi kabul eyledi duasını yusufun
tuzaklarını savdı başından yusufun
çünkü allah hakkıyla işitendir
herşeyi bilendir hakkıyla bilendir,
onun masumiyetini açığa çıkaran
açık ve kesin delillerin ardından
böyle yapmaları gerekti
zindan fikri onlara güzel geldi
bir zamana kadar orada durmalıydı
işin vehametini anlamalıydı
yusufa sert yünlü bir elbise giydirdiler
ayaklarına demirden zincir taktılar
besmeleyle girmişti hapishaneye
oturmuş ağlamıştı işte bu hale
namaz kılacak yer bulamamıştı zira
cebrail gelip demişti onun yanına
‘dilediğin yerde namaz kılabilirsin
temiz kıldı rabbin, ibadet edebilirsin’
dua etmişti yusuf zindan halkına
onların iyiliğine ve hayrına.
ne yapıyordu züleyha acaba
kalbi ateşten yanıyordu
gönlü hasretten kavruluyordu
kendini aşağı atmayı düşündü
zehir içip ölmeyi düşündü,
bir kölesi vardı onu teselli etti
sabır ve selamet tavsiye etti,
onunla zindana yaklaşır
bazen cemalini görüverir
bazen de sadece duvarı görürdü
her daim ağlayıp dururdu.
zindan, yusuf ve iki delikanlı
onunla beraber iki kişi girmişti
yusufu iyilik edenlerden görmüştü
ikisi de rüya görmüş idiler
tabirini ona sormuş idiler
birisi üzüm sıkıyordu rüyasında,
diğeri ekmek götürüyordu başında
gagalayıp duruyorlardı ekmeği
‘ben de böyle gördüm düşümde’
– bize bu rüyaların tabirini söyle
seni görüyoruz iyi bir adam olarak
senin tabirin bize fayda verecek
dedi ki yusuf onlara
– bir yemek gelmeden rızık olarak
haberini veririm sizlere muhakkak
bu, rabbimin öğrettiği ilimlerdendir,
terk ettim allaha inanmayanların dinini
atalarım ibrahim, ishak ve yakubun
uydum onların dinine, kaçındım şirkten
allaha ortak koşmak doğru değildir
tevhid bize allahın lütfu ve keremidir
lakin insanları şükretmezler
nimetin kadrini bilmezler.
ey zindan arkadaşlarım söyleyiniz
bir tanrı mı iyidir deyiniz
yoksa düzme birden çok ilah mı
hepsine ve her şeye galip allah mı,
sizin rabbinizi bırakıp taptığınız
atalarınızın da ibadet ettiği putlarınız
kuru adlardan başkası değildir
allah onlara hiçbir delil indirmemiştir
hüküm ancak allahındır ki
o emretmemiştir başkasına ibadeti
ve doğru din budur
insanların çoğu bilmez, hak budur.
rüyalarınıza gelince biriniz efendisine
şarap içirecektir, erecektir isteğine,
tepesinden kuşlar yiyecektir
diğeriniz ise darağacına çekilecektir,
işte benden fetvasını istediğiniz mesele
olup bitmiştir, geçip gitmiştir böylece.
dedi ki kurtulacağını bildiği kişiye
‘beni efendinin yanında hatırla ve söyle’
şeytan unutturdu velakin bunu
ve yusuf kaldı nice yıllar zindan mahkumu.
tefsirinde rivayet ederler ki bu hadisenin
allah buyurdu ‘başkasını vekil edindin
ey yusuf onun için hapsini uzatacağım’
ağladı yusuf ve dedi ‘bir daha demeyeceğim
belaların çokluğu kasvet verdi kalbime
onun için dedim böyle hatalı kelime’
mısır meliki bir rüya görmüştü
bir gün melik, yanında ileri gelenler
dedi ‘bu gece bir rüya gördüm efendiler,
yedi cılız inek yiyordu, yedi semiz ineği
ve yedi yeşil başak ve yedi kuru başağı,
ey kâhinler biliyorsanız rüya tabirini
benim düşümün söyleyiniz gerçeğini’
kâhinlere, eski mısırın âlimleridir
ilim sahiplerin her zaman öndedir
düşündüler taşındılar bulamadılar mana
– edgas-ı ahlam denir bunlara
yani karma karışık rüyalardır,
bunların tabirini bilici değiliz
bilmediğimize söz söyleyici değiliz.
o zaman hatırladı yusufu zindandan kurtulan
nice zamandır aklına bile gelmemiş olan
– gönderin beni hemen zindana
rüyanın tabirini öğrenip anlamaya.
geldi ve ‘ey yusuf, ey doğru sözlü
kusura bakma unuttum seni ey güzel yüzlü
bir rüya gördü melik tabirini de bize
kâhinler bilemedi, sen bilirsin söyle bize
‘yedi cılız inek yiyormuş, yedi semiz ineği
ve görmüş yedi yeşil başak ve yedi kuru başağı’
‘başağında bırakın, yedi sene ekinlerinizi
yiyeceğiniz kadarı hariç, biçtiklerinizi
bundan sonra yedi yıl kuraklık gelecek
biriktirdiklerinizi yiyip götürecek
tohumluk için sakladıklarınız kalacak
sonra yağmurlar gelecek onun ardından
insanlar ürünler elde edecek o zaman.’
gerçek ortaya çıkıyor
melik dedi ki ‘bu bu yorumu yapanı’
getirin bana, gönderin bir adamı’
gelince o adam yusuf da dedi ona
‘dön efendine ve sor o hanımlara
ellerini kesen kadınların zoru ne idi,
şüphe yok ki rabbim bilir hepsini’
melik topladı o kadınları ve söyledi
‘yusuftan kâm almak istediğiniz neydi
haliniz neydi, niçin böyle yaptınız’
cevap verdi kadınlar bir ağızdan
‘hâşâ dediler biz fenalık görmedik ondan
ve azizin karısı züleyha konuştu
‘şimdi gerçek apaçık belli oldu
ondan murad almak isteyen bendim
o doğru söylemişti, yalancı bendim’
elçi gidip de bu itirafı söyleyince
yusuf da dedi hak ortaya çıkınca
‘benim bu itirafı gerekli görüşüm
azize yokluğunda hıyanet etmedim
bunu bilsin, hainler muvaffak olmaz
allah zalimlerin hilesini başarılı kılmaz,
evet bir yanlış yapmadım velakin
nefsimi temize çıkaramam ben
çünkü nefis kötülüğü emreder
olanca gücüyle isyana teşvik eder,
meğer ki rabbim esirgeye
meğer ki rabbim koruya
o bağışlayıcıdır merhametlidir
merhametlilerin en merhametlisidir.
getirin onu bana vezir edineyim kendime
öyle demişti melik etrafındakilere
onunla konuşunca da söyledi şöyle
‘sen bu günden itibaren yanımızdasın
ve artık mühim bir mevki sahibisin
bir danışmansın emin bir adamsın’
‘beni hazineler üzerine memur etmelisin
onları güzelce korumaya muktedirim
nasıl tasarruf edileceğini de bilirim’
demişti yusuf ‘bu işlere hazırım’
allah, ona böyle kudret vermişti
nerede isterse orada konaklardı
rabbimiz kime dilerse ona verir
iyilere nasib eder rahmetini
zayi etmez onların mükafatını
iman ve takvada devam edenlere
hayır işleyenlere mükafatı vardır, ahirette
ve daha hayırlıdır öte dünyanın ödülü
daha üstündür ahiret yurdu çünkü.
görev istenmez devlet büyüklerinden
daha iyidir vazife teklif etmesi onların
onun için istediği makama tayini gecikti
her şeyi kuldan değil rabbinden istemeliydi
kutlu bir hadiste şöyle buyrulur
‘allah kardeşim yusufa rahmet etsin
demeseydi beni memur et, edecekti hemen’
lakin erteledi melik bunu bir sene
sonra kılıcını verdi ve mührünü ona,
o zaman yusuf, otuz yaşlarında
gençliğin en güzel çağında
ve adaletle davrandı mısır halkına,
saygı ve sevgi duydu millet de ona.
ne olmuştu peki züleyhaya
üzüntüsünden her şeyle alakayı kesip
bir harabeye bir köşeye çekilip
yusuftan haber getirenlere hediyeler verirdi
altınını gümüşünü herkese verir de verirdi
hiçbir şeyi kalmayıncaya kadar
iyice fakir oluncaya kadar,
sonra yusufun yolu üstünde
kamıştan bir barınak içinde
onu gözleyip dururdu
bağırarak seslenirdi
lakin işitilmezdi gürültüden
kahrolurdu züleyha üzüntüden,
sonra iman etti yusufun rabbine
gece gündüz başladı zikretmeye,
bir gün yusuf geçiyordu atıyla
yüksek sesle başladı nidaya
‘rabbimi tenzih ederim
köle eder meliki günahından
köleyi de vezir eyler itaatından’
tatlı bir rüzgâr etmişti
bu tesbihi duyurmuştu
yusufun kulağına
işitti ve geldi ona ağlama
– hemen bulun bu sesin sahibini
getirin bana bu zikri söyleyeni.
bulup getirdiler kadıncağızı
dedi ‘ne güzel tesbih edersin
bir benim önümde söyle’
sonra dinledi onu güzelce
– bir ihtiyacın var mı
– ne çabuk unuttun beni
– sen kimsin, ne bileyim
– ben zeliha değil miyim
yusuf ona ne desindi
kızsın mı ne söylesindi
züleyha başladı söze
-ey yusuf haksız söz ettin bana.
ağladı yusuf ve dedi
– güzelliğin malın ne oldu
– zindandan çıkaran seni
bu hallere koydu beni
– peki bir dileğin var mı
– bana önce söz vermelisin
– evet, dedem ibrahim hakkı için
sözüm sözdür senin için
– dua et rabbine geri versin bana
gençliğimi ve güzelliğimi bana
dua etti yusuf rabbine
geri verildi hepsi ona
– ikincisi seninle evlenmektir
artık muradıma ermektir.
sustu yusuf o zaman
başını eğdi durdu bir an
çünkü peygamberdi
izinsiz evlenemezdi,
cebrail geldi ve dedi
‘rabbin sana selam eder
onunla evlensin der
o senin eşindir
dünya ve ahirette zevcendir’
ve evlendiler yusuf ile züleyha
amma kıssa burada bitiyor sanma
evlendiler mutlu bir düğünden sonra
çocukları oldu biri efrâyim diğeri mîşâ
güzellikte ay ve güneş gibiydiler
melekler bile onlara gıbta ettiler
ve bir gece yusuf, eşini yatağa çağırmıştı
lakin züleyha gece namazına kalkmıştı,
elbisesinden çekince yırtılmıştı arkadan
olmuştu züleyhanın yusufa yaptığından
‘yırtmıştım ben senin gömleğini
şimdi de çektin sen benimkini
işte artık ödeştik değil mi
ayıplayanın başına aynısı gelir değil mi’
kıtlık başlamıştı bolluğun ardından
melikin rüyası doğru çıkmıştı
yedi senenin ardından kıtlık başlamıştı
yusuf dediğini yaptı, ekinleri sakladı bu sürede
akıllıydı tedbirliydi düşünceliydi her işinde
etraftan bütün insanlar, darlık başlayınca
ona geldiler, almak için buğday ve arpa
memurlar gelenleri kaydederdi
zahire almaya bir daha gelenleri
uyarırlardı siz şu zaman almıştınız
bitirince yeniden geliniz,
stok yapıp pahalı satabilirdi
tüccardan bazıları böyle yapabilirdi.
kenan ilinde yusufun babası ve kardeşleri
onlar da ciddi kıtlık çekenlerdendi
babalarından izin alıp çocuklar
develerle sefere başladılar
geldiler ve huzuruna çıktılar
kardeşleri yusuftan zahire istediler
tanımadılar lakin onu senelerin ardından
yusuf ise bir bakışta anlamıştı hemen
hissettirmedi lakin hazırladı yüklerini
sordu onlara ailenin üyelerini
maksadı bünyamini getirtmekti
‘baba bir kardeşinizin de gelmesi lazım
eğer böyle olmazsa artık bize yaklaşmayın.
kardeşler ‘onu babasından istemeye çalışırız
herhalde bunu yapar, biz dileğinizi iletiriz’
uşaklara dedi ki ‘sermayelerini de koyuverin
hissettirmeden yerleştirin içine yüklerinin
döndüklerinde farkına varırlar da
belki yeniden gelirler huzurumuza’
böylece babalarına döndükleri zaman
‘ey babamız, ölçek engellendi bizden,
kardeşimiz bünyamini de yolla ki
ölçeğimiz tam olsun, istek bu belli ki
onu biz muhafaza ederiz, merak etme.
yakub aleyhisselam durup demişti şöyle
– ben size nasıl inanayım böyle
size önceden güvendiğim gibi
yusuf kardeşiniz için dileğiniz gibi,
allah teala en hayırlı koruyucudur
merhametlilerin en merhametlisidir.
getirdiklerini açtıklarında gördüler
sermayelerini geri verilmiş buldular
‘ey muhterem babamız’ deyip
‘işte iade edilmiş sermayemiz
daha ne istiyoruz ki, bununla biz
mısıra bir daha gidip geliriz
kardeşimizi koruruz, merak etme
bir deve yükü daha alırız zahire
bünyamin için aldığımız azdır zaten
onun için gidelim biz hemen’
‘kuşatılmadıkça etrafınız
ve kalmadıkça çaresiz,
bana allah adıyla bir söz vermeyince
bünyamini her halde getireceğinize
onu asla sizinle gönderemem
vekilim olsun allah benim
sizin bu dediklerinize şahidim olsun
tevekkülüm tam olsun.
ayrı kapılardan girin şehre
böyle demişti yakub oğullarına
kenandan hareketleri esnasında
– gideremem hiçbir şey üzerinizden
bu sözümle allahın kazasından,
hüküm o’ndan başkasının değil
ona güvendim ben, başkasına değil,
tevekkül edenler de böyle yapmalıdır
yalnız o’na güvenip dayanmalıdır.
öyle yaptılar, babalarının dediği gibi
öyle oldu, bu allahın kazasını gidermedi
yakubun dileği yerine gelmiş oldu
çocuklar da emre uymuş oldu,
vahiyle desteklenmiş bir ilim sahibiydi
oğullarına güzel bir öğüt vermiş idi.
insanların çoğu bilmezler
kaderin sırrını anlayamazlar.
yakub nazar değmesini bilirdi
farklı kapılara yönlendirmesi
buydu sebebi, göz isabeti haktır
hasetçinin nazarı insanı yere yıkar
çekemez onlar güzelliği
başkasındaki iyiliği,
sakınmak gerek göz değmesinden
hasetçinin hasedinden.
iki kardeş buluştular nihayet
yusufun yanına girince kardeşleri
o yanına aldı bünyamini
sonra ağabeyler ayrılınca
iki kardeş başbaşa kalınca
– tasalanma, ben kardeşinim senin
geçmişte bize yaptıkları şeylerden.
gidecekleri gün yüklerini hazırladı
ve koydu yusuf kendi su kabını
öz kardeşi bünyaminin yükü içine
bilgece bir iş vardı bunun içinde,
kafile hareket edip ilerleyince
bir tellal bağırdı ‘durun ey kafile
vezirin kabını çalmışsınız
sizler mutlaka hırsızlarsınız’
döndü yakubun oğulları çağırana
‘ne kaybettiniz’ dediler, bağırana
‘melikin kabını arıyoruz
getirene bir deve veriyoruz
başındaki dedi ‘ben buna kefilim
bunu size de söyleyeyim’
– allah allah nedir bu, siz de bilirsiniz
peygamber yakubun oğullarıyız biz
kimliğimizi, ahlâkımızı bilirsiniz
fenalık etmeye, yemin ederiz
gelmedik buraya, size bunu söyleriz.
– peki söylediğiniz yalansa
çalanın cezası nedir yasanızda?
yakubun oğulları hemen cevap verdiler
o çalınan mal kimin yükündedir
o zaman ceza kendisidir bizzat
köle olmasıdır sahibine bizzat
yurdumuzda böyle yaparız
zalimlere böyle ceza veririz.
gelmişti yusuf da oraya
başlamıştı yükleri aramaya
önce büyüklerden başladı
bünyamin en sona kaldı
onun yükünde çıktı nihayet
su kabı bulundu nihayet
bu tedbiri ilham eden
yusuf için kullanan
rab tealaydı elbet
onun iradesiydi elbet,
mısır kanunlarında yoktu
çalanı esir edecek hüküm yoktu
allah teala kimi isterse yüceltir
nice derecelere yükseltir
vardır her ilim sahibinin üstünde
ondan daha iyi bilen vardır.
‘bünyamin, evet, çalmış bulunuyor
abisi de almıştı teyzesinden bir şeyler’
demişlerdi ağabeyler hemen
yusuf da üzülmüştü hemen
lakin bunu içinde gizledi
onlara hiçbir şey demedi
açıklamadı hakikatı
işin içinde sır vardı
kendi kendine dedi ki
– sizin bu haliniz kötü değil mi
içyüzünü sizin anlattığınızı
allah bilir demek istediğinizi.
– ey aziz, onu alıkoyma
bizden birini al yanına
onun ihtiyar bir babası var
onu özleyen birisi var,
görüyoruz ki sen
iyilik edenlerdensin.
yusuf da cevap verdi
– allaha sığınırız’ dedi
– sizin bu sözünüzden
ve başkasını yakalamaktan,
eşyasını yanında bulduğumuz
o zaman zalimlerden oluruz.
dönün ve babanıza deyin ki
bünyaminden ümidi kestiler
fısıldaşıp bir kenara çekildiler
en büyükleri dedi ki
– bizden söz almıştı değil mi
babamız bizden allah adına,
kusur işlemiştik yusufa
daha önce de hata etmiştik
bilmedik lakin yanlışımızı
nasıl düzeltelim şimdi hatamızı,
artık ben, babam izin verinceye
ya da allahtan bir hüküm gelinceye
asla buradan ayrılmam ben,
rabbim hayırlısıdır hâkimlerin,
siz dönün babamıza söyleyin
inan ki oğlun hırsızlık etti deyin
bildiğimizden başkasına şahit değiliz
gaybın bekçileri de değiliz,
istersen sordur geldiğimiz şehir halkına
veya beraber olduğumuz kervancılara
şüphesiz doğru söylüyoruz
inan bize gerçeği diyoruz.
ve yakub aleyhisselam dedi ki
içi yanarak söyledi ki
‘hayır, sizi nefisleriniz aldatmış
ve böyle bir işe sürüklemiş,
artık bana düşen güzel bir sabırdır
allah onları yakında bana getirir
hepsini birden görürüm, ümidim odur
her şeyi bilen ve hüküm sahibi o’dur’
ve yüz çevirdi onlardan
bütün çocuklarından
dedi ki ‘gel ey benim üzüntüm
yusufun üstünde titreyen hüznüm,
gel, şimdi senin gelme zamanındır
gönlümü yakıp kavurma zamanıdır’
hüzün ve kederden ak düştü gözlerine
gamını yuttu lakin döktü hepsini yüreğine
ailesi dedi ‘hâlâ yusufu anıp duruyorsun
yemin ederiz, kederden hasta olacaksın
helake uğrayanlardan veya
eriyip gideceksin hatta
‘taşan kederimi ve artan hüznümü
yalnız allaha arz ediyorum kederimi
ve biliyorum bilemeyeceğiniz şeyleri
allah tarafından vahy edilen bilgileri’
demişti yakub aleyhisselam
aleyhissalatu vesselam.
allahın rahmetinden ümit kesilmez
‘ey oğullarım gidin, haber arayın
kardeşini de sorun soruşturun
ve kesmeyin allahın rahmetinden ümit
kafirlerden başkası kesmez ondan ümit’
demişti yakub aleyhisselam
aleyhisalatu vesselam.
bunun üzerine yakubun oğulları
tekrar yola çıktı, menzilleri mısırdı
huzuruna çıktılar yusufun ve dediler
‘ey vezir, darlık bastı bizi de ailemizi de
geldik pek az bir sermaye ile
bize yine tam ölçek ver
cömertlik et lütufla ver
allah teala mükafat verir zira
lütfedenleri ödüllendirir zira’
‘sizler bir zamanlar cahil iken
yusufa ve kardeşine dost değilken
neler yapmıştınız biliyor musunuz
bütün bunları hatırlıyor musunuz’
demişti yusuf kardeşlerine
içinde büyük bir hüzünle’
– a sen yusuf musun
gerçekten o musun
– evet, ben yusufum işte
bu da benim kardeşim işte,
allah bize lütfetti
selamet bahş etti
ve hakikat şudur
kim allahtan korkar
ve belalara katlanırsa,
verir iyi olanların ödülünü
zayi etmez onların işlerini.
– yemin ederiz hepimiz
seni üstün kılmış rabbimiz,
biz gerçekten suçlu idik
hata edenlerden idik.
– bugün size ayıplama yok
başa kakma da yok
allah sizi yarlıgasın
affı, merhametiyle davransın
o erhamu-r-râhimîndir
esirgeyicilerin en üstünüdür.
– şu benim gömleğimi götürün
babamın yüzüne gözüne sürün
iyice görür hale gelir o zaman
iyice sevinir o zaman
sonra bütün ailenizi getirin
buraya, mısıra getirin.
kutlu hadiste varit olmuştu
o gömleğin bir sırrı olmuştu
ibrahim aleyhisselama getirmişti
ateşe atıldığında cebrail getirmişti
sonra ishak ve yakuba geçti
babası da yusufa giydirdi,
gömleğin sırrı şu idi ki
hastalığı olan giyse şifa bulurdu
tamamen iyileşir rahat bulurdu.
ne zaman ki kafile mısırdan ayrıldı
yakub efendimiz yusufun kokusunu duydu
dedi ki ‘bana bunak demez iseniz
siz ne derseniz deyiniz
kokusunu duyuyorum oğlumun
gözümün nurunun’
‘yemin ederiz ki ey babamız
hatada devam edicisin ey büyüğümüz’
demişlerdi yanındakiler
bilmediklerini bilmeyenler.
lakin bir müjdeci geldi
gömleği yüzüne sürdü
hemen görür oldu
yeni baştan görmüş gibi
uykudan gözünü açmış gibi.
– ben size dememiş miydim
bilmediğiniz şeyleri bilirim,
allah tealadan gelen haberle
onun lütfu ve keremiyle
bilirim dememiş miydim
daha önce de söylememiş miydim.
– bizim için istiğfar et, babamız
hakikaten suçlu idik biz.
– tabii ki ederim sizin için
günahlarınızın affı için,
rabbimiz affedicidir
merhametli ve esirgeyicidir.
ve nihayet baba ve oğul buluştular
sonra hazırlık başladı mısıra doğru
kafile düzüldü evlada doğru
ağır ağır ve heyecanla
sabırla ve duayla
günler sonra vardılar mısıra
ne zaman ki varınca yusufun yanına
oğul kucaklamiştı baba ve anasını
‘allahın iradesiyle ve emniyet ile
hepiniz girin mısır ülkesine’
demişti yusuf hürmet ederek
kibarlık ve nezaket göstererek.
ve sonra atasını tahtın üzerine çıkardı
yanına oturttu saygıyla onları
ve secdeye kapandılar hepsi
ona kavuştukların için cümlesi
– o gördüğüm rüyanın gerçekleşmesidir
rabbim onu doğru çıkardı, öyle değil midir
babacığım, bana iyilik etti, zindandan çıkardı,
şeytan kardeşlerimle aramızı bozmuştu
ve sulh etti bizi nice zaman sonra
ve sizi getirdi çölden buraya,
rabbimiz tedbiri çok ince edendir
dilediklerini en güzel gerçekleştirendir
şüphesiz hakkıyla bilen o’dur
tam hikmet sahibi olan o’dur,
demişti yusuf aleyhisselam
aleyhisalatu vesselam.
‘ey ulu rabbim, sen bana neler verdin
ilim verdin, hikmet verdin
sözlerin yorumunu öğrettin
sana hamd u sena ederim,
ey gökleri ve yeri yaratan
dünyada ve ahirette yârim sensin,
canımı müslüman olarak alıver
beni salihlerin arasına katıver’
diye dua etmişti yusuf aleyhisselam
aleyhissalatu vesselam.
yakub efendimiz vefat etmişti
yetmiş gün mısır halkı ağlamıştı,
oğlu onu güzel kokularda kokuladı
dedesi ibrahimin türbesine defnettirdi.
bu kıssada öğüt ve tefekkür vardır
yusuf ile kardeşlerinin menkıbesinde vardır
kalb ehli için nice hikmetli nasihatlar,
kur’an uydurulacak söz değildir
iman edenler için hidayet ve rahmettir…
***
hamd ederek mesneviyi tamamladık
şükrettik eylediği için muvaffak
bu kıssayı anlatanlardan eyledi bizi
dileriz affedilenden eyler bizi…
haydar murad
ocak 2022
___________________
Notlar :
1. Bu mesnevi, eş-Şeyh Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (kuddise sirruh) hazretlerinin Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm eserinden istifade edilerek nazm edilmiştir.
2. Mesnevi, Yüce Devlet Dergisi’nin 15 Aralık 2010 tarihli 7. sayısından, 25 Mayıs 2015 tarihli 14. sayısına kadar tefrika edilmiş, yeniden ele alınmış ve tamamlanmıştır.
#Kuran #Hadis #YusufileZüleyha #edebiyat #şiir #sanat #aşk