ARUZA VEDA ve ŞİİR SANATIMIZ ÜZERİNE
Aruza Veda (1)
ilk hasretiyle gençliğimin ilk elemleri
ey paslı tellerinde gülen, ağlayan aruz
ey eski dost yâd edelim eski demleri
mâdem ki son sadânı dağıtmış, yorulmuşuz!
anlat alevli bir çölün üstünde ansızın
billur sesinle hıçkırarak doğduğun günü.
binbir diyarda binbir ilahi güzel kızın
anlat nasıl terennümün inletti gönlünü.
neydin gönülde, şimdi ne oldun zavallı sen
hıçkır benim de bari bu son gizli nalemi.
timsalin asumanda ziyalarla işlenen
bir pembe gül mü, yoksa bir altın piyale mi?
akşam gruba karşı tüten bir buhurdanın
hüznüyle şahid olma nihayet zevaline.
Îran yoluyla Zühre tâcın, nağme kervanın
şâhane geldiğin gibi şâhane git yine.
Biz şimdi başka bir ahenge bağlıyız:
Aşk sazıyla geldi erenler bu meclise
Yalnız bugün senin gibi ölgün sadâlıyız
Zîra bu saz da parçalanır gülmek istese.
incitmeden rübabını insafsız ellerin
zâlim temaslarıyla zamanın sitemleri
ah ayrılırken, inleyerek paslı tellerin
ey eski dost, yad edelim eski demleri…
mef’ûlü fâ’ilâtü mefâ’îlü fâ’ilün
Halit Fahri Ozansoy (2)
Şair bu güzel şiirle, aslında pek erken hüküm vermiştir. Hâlbuki o zamanda aruzun büyük şairleri Mehmed Âkif, Yahya Kemal yaşamaktaydı; hemen hemen çoğu şair aruzu kullanıyor, gençler bu vezinle ilk şiir denmelerini kaleme alıyorlardı. Okullarda aruz ve edebi sanatlar en güzel bir şekilde öğretiliyordu. Medreselerde Arapça ve daha sonra edebi sanatlar, Farsça talim ediliyor, mezun olanlar bugüne göre çok daha iyi eğitim almış oluyorlardı.
Batının etkisiyle şiirimizde değişim başladı ve yeni şekil ve kafiyeler kullanılmaya başlandı. Abdulhak Hâmid Tarhan (3) bu yeni şiirin şampiyonudur. Büyük bir çığır ve şiirimizde yeni ufuklar açmıştır. Öyle ki zamanında ve kendisinden sonra gelenler üzerinde derin bir etki yapmıştır.
Milli Edebiyat akımıyla halk ve tasavvuf şiiri canlandırıldı ve aydın şairlerce hece vezni de kullanılır oldu. Böylece şiirimiz eskiye nispetle farklılaştı ve çeşitlendi. O şiir yayınlamak, şiir kitapları bastırmak, şimdiye göre daha kolaydı. O dönemdeki şairlerin eserleri ders kitaplarında yer alıyor, bu kitaplar satılıyor, hem yayınevi hem şair bundan maddi olarak yararlanıyordu.
Şairler arasında irtibat vardı ve genç bir şair, yazdıklarını hocalarına ve onlar kanalıyla üstad şairlere gösteriyor, onların eleştirileriyle kendini daha da geliştirebiliyordu (4). Şiirler ve şiir kitapları dergilerde yayınlanıyor ve iyi ve kötü yanlarıyla eleştiriliyordu. Edebiyatımız 60lı yıllara kadar bu şekilde canlı şekilde devam etti, ondan sonra yavaş yavaş eski parlaklığını yitirmeye başladı.
***
Lisenin ilk senesinde aruzla tanıştım, ilk başta zor geldi. Hocamız sol görüşlüydü, bu vezni pek iyi bilmiyordu. Edebiyat kitabımızda bu vezin dört sayfaya sığdırılmıştı. Mümkün olduğu kadar öğrenmeye gayret ediyordum. Her sınavda bir veya iki soruda, bir beytin vezninin bulunması ve açıklaması isteniyordu. 10lu puan sisteminde 7-9 arası notlar alıyordum. Tarihten ise 9-10dan aşağı notum düşmüyordu. Lise son sınıftaki Edebiyat Öğretmenimiz Birgül Çirik Hanım; otoritesi, bilgisi ve kuvvetli öğreticiliğiyle bizi çok geliştirdi. Üniversitede sonradan hocamız olacak olan Prof. Dr. Mehmet Kaplan ve ekibinin hazırladığı edebiyat kitapları o zamanki kuşağın yetişmesinde büyük katkısı olmuştur, biz de onlardan çok istifade ettik.
Lise son sınıfta Merhum Üstad Mehmed Âkif, Necip Fazıl, Merhum Üstad Sezai Karakoç’un şiirlerini ezberlemeye başlamıştım. Özellikle Sezai Bey’in Hızırla Kırk Saat kitabından çok etkilendim. Lise sonda devam etmeye başladığım İzmir MTTB’deki ağabeyler bana “Bu şiirleri anlamak zor” diyordu, ben de “Sabah namazından sonra okuyunca anlıyorum” demiştim. Özellikle “Evrim günlük sularla / Devrim irinle kanla / Bizse dirilişi gözlüyoruz / Bengisu bengisu kayna ve çağla” dörtlüğü ile “Giydiklerin öyle ölümsüz büzülmüş ki / Seni bir bardakta kaynayan abıhayat sandım / Elim uzandığı yerde kaldı” şiiri beni çok etkilemişti.
***
Gençlikte hece ile şiir denemeleri yapmıştım, sonra özellikle Sezai Bey’in şiirlerinden etkilendiğimiz için serbest vezinle şiir yazdık. Ülkemizin eski-yeni birçok şairinin şiirleri okumuş ve bazı Batı şairlerinden şiir çevirileri yapmıştım. Aruzu da iyi biliyordum ama o vezinle yazma hevesinde değildim. Aşağıdaki şiir, hece vezniyledir ve bu ölçüyle yayınlanmış tek dörtlüğümdür.
ÇAĞ ve KOMUT
dileriz hakdan cümle müslim, olsun dünyaya hâkim,
bindörtyüzde yaşansın islam, her yerde olsun kâim.
putunu kır, nefsini ez, bize olsun allah muîn
öğren, yaşa; öğret, yaşat; islamı tebliğ daim… (5)
Hocam Ali Alpaslan’dan hat dersi aldığım zamanda örendiğim ‘mekeş hançer me-zen ber sîne-i men / tüî ber dil me-bâdâ bert ü üftad (mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün)’ beytini fâ’ilâtun fâ’ilâtun fâ’ilun vezninde ‘atma hançer vurma sîne üstüne / ordasın sen çün vurursun kendini’ şeklinde nazmen tercüme etmiştim (hayatımda aruzla yazdığım veya tercüme ettiğim birkaç beyitten birisi de budur. Bizim bu çevirimizin benzeri şarkılara güfte olmuştur.)
Bir kere de Merhum Hocam Seyyid Mehmed Serhan Tayşi (6) için tarih düşürmüştük: çıkdı ‘bir’ merd-i garîb dedi: hocamın / geldi târîh ve diz çökdü önüne (h.1436, m.12015; fâ’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün)
***
Bir öğretmenin kulağını her zaman halka açık tutması ve her gün bir şeyler öğrenmesi gerekir. Bir özel okulda edebiyat hocalığı yaparken pazarda bir satıcının yüksek sesle şöyle bağırdığını işittim: ‘domatese bak domatese, güneşte mi kızarmış, utanmış da kızarmış’. Buradaki edebi sanatları büyük ihtimalle bilmiyordu, lakin halkımız ince irfan sahibidir, halk ve tasavvuf şiirimiz Anadolu’muzda hâlâ yaşamaktadır, tarihten gelen bir irfanımız vardır. Buradaki sanatlar şunlardır: a) Cansız bir maddeyi insanmış gibi kabul ediyor, yani Teşhis (kişileştirme) sanatı bulunmaktadır; Cansız bir maddeye söz söyletiyor, yani intak (konuşturmak) sanatı var; c) Hüsn-i talil (bir işin oluşuna doğal sebebi dışında hayali ve şairane bir sebep bulma) sanatı var, çünkü domatesin kızarmasını güzel bir sebebe bağlıyor; d) Teşbih (benzetme) sanatı var, çünkü domatesin kızarmasını güneşe değil de utanmaya bağlıyor; e) Mecaz-ı mürsel (ad aktarması, düz değişmece) sanatı var, çünkü kızarmayı domatese aktarıyor. Bu olayı edebiyat derslerinde ballandıra ballandıra anlatırdım, sınıfın seviyesine göre, içinde benzer sanatlar bulunan şiirleri sınavlarda sunardım.
Edebiyat birikimimle öğrencinin seviyesine inerek onlara edebiyatımızı sevdirmeye çalıştım. Matematik ve Fen alanında öğrenim gören öğrencilerimin de şiir ve edebiyatımızdan bir şeyler öğrenmesine gayret ettim.
***
Yazının başında “Şair bu güzel şiirle, aslında pek erken hüküm vermiştir” demiştik. Onun dediği olmadı. Bin senedir kullanılan bu mübarek vezin öyle kolay gider mi? (İstiklal Marşımız da aruzladır, sadece o muazzam şiir dahi bu milletin şairlerinin aruza yönelmesine bir sebeptir.)
Aruzun son büyük şairi Yahya Kemal merhumdan sonra da aruzla yazan şairler vardı elbet, amma onlara küçümseyerek bakılıyordu. Çünkü Batıcı edebiyat, galip gelmişti. Lakin son yıllarda iş değişti, aruzla yazan şairlerin sayısı arttı. Günümüzde Sıddık S. Altunbaş (Bânî) (7), Savaş Barkçin (Zerefşân), Abdullah Akın (İdris Erenler; Mahfî), M. Ali Eşmeli (Seyrî), Mustafa Âsım Küçükaşçı (Tâlî), Ufuk Saz (Sâmî), Ömer Demirbağ (mahlas kullanmıyor) ve Kerim Ak (Beyzâde) (8), aruzu hem de çok başarıyla devam ettiriyorlar. Şiirlerindeki kalite ve söyleyiş güzelliğinde de büyük ilerleme olduğunu görüyor ve seviniyoruz. Yeni şairlerimizin aruzun son iki büyük şairi Mehmed Âkif ve Yahya Kemal’in bıraktığı yerden sancağı ele alıp daha ilerilere taşıyacaklarına güvenimiz tamdır.
Merhum Yahya Kemal be güzel söylemiş:
Eslâf kapıldıkça güzelden güzele,
Fer vermiş o neşveyle gazelden gazele,
Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadim
Bir meş’aledir devr edilir elden ele. (9)
Onun için bin sene bu vezni kullanan milletimizin şiirimizde bu ölçüyü devam ettireceğini düşünüyorum…
Haydar Hepsev
Mayıs 2022
Notlar:
(1) 1920’de Yeni Mecmua’da yayınlanmıştır.
(2) Halit Fahri Ozansoy (1891-1971), Türk şair, gazeteci, oyun yazarı ve öğretmen. Hecenin Beş Şairinden biridir. 40 yıl edebiyat öğretmenliği yapan Ozansoy, başta şiir olmak üzere tiyatro ve roman türlerinde pek çok eser vermiş bir edebiyat ve kültür adamıdır. [Daha geniş bilgi için bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (Madde yazarı: İsmail Parlatır), İstanbul 2007, c.34, s.18-19; https://islamansiklopedisi.org.tr/ozansoy-halit-fahri ]
(3) Abdulhak Hâmid Tarhan (1852-1937) Tanzimat’tan sonraki yenileşme devri Türk edebiyatının tanınmış şair ve tiyatro yazarı. Daha geniş bilgi için bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, (Madde yazarı: İnci Enginün), İstanbul 1988, c.1, s.207-210; https://islamansiklopedisi.org.tr/abdulhak-hamid-tarhan ]
(4) Bu konuda yazdığımız yazıyı okumak faydalı olacaktır: https://yucedevlet.com/siir-yazmak-sair-olmak.html
(5) Bu şiir, haftalık Tebliğ Gazetesi’nde (6 Muharrem 1400, 26 Kasım 1979, 21. sayı) ve Odak (Nisan 1993) kitabında yayınlanmıştır.
(6) Bkz. http://yucedevlet.com/bir-irfan-abidesinin-ardindan.html ; http://yucedevlet.com/ali-emiri-efendinin-izinde-mehmet-serhan-taysi-beyefendi.html
(7) Bkz. http://yucedevlet.com/muhendis-munevver-sair-siddik-altunbas-bey-ile-gorustuk.html; http://yucedevlet.com/siddik-altunbas-bani-beyden-7-gazel.html .
(8) http://yucedevlet.com/beyzadenin-aruzla-yazilmis-siirleri-1.html ; http://yucedevlet.com/beyzadenin-aruzla-yazilmis-siirleri-2.html ; http://yucedevlet.com/beyzadenin-dusurdugu-tarihler.html ; http://yucedevlet.com/tahmis-i-gazel-i-sami.html .
(9) Manası şöyledir: Bizden önce gelip geçenler kapıldıkça güzelden güzele / Canlılık vermişler o neşeyle gazelden gazele / Sönmez kıyamet sabahına kadar, kadim şiir / Bir meşaledir devredilir elden ele.